1 Mayıs
Yılmaz Özdil: Hep aynı goygoylar. Memlekette o bahsettikleri işçiden emekçiden çok, işsiz var… İşsizliğin aslında nasıl bir emek gerektirdiğinin farkında mı acaba bunlar?
Ne arayan olur, ne soran böyle günlerde.
Arkadaş bildiklerine tesadüfen denk gelirsin, yahu ben de tam seni arayacaktım, numaranı kaybetmişim filan derler.
Hep aynı palavrayı dinlersin.
Telefonun hiç çalmaz.
Ama faturası gelir.
O hiç sekmez.
Unutmak istersin her şeyi, devlet seni unutmaz.
Belediye de.
Şarapnel gibi yağar faturalar, suratına suratına…
Doğalgaz, elektrik, su, salvo.
Kafanı çıkaramazsın.
Ev sahibi var bi de.
Ondan sıyırsan, apartman yöneticisi var.
Çünkü aidat diye bi şey var.
Parkta yatmıyorsun.
E Suriyeli değilsin ki, masraflarını sayın hükümetimiz ödesin.
Şunu farkedersin aniden, kafana dank eder…
Çalışırken bir ay 30 gündür, aheste aheste akar, işsizken bir ay adeta üç gündür, o kadar çabuk gelir aidatlar, faturalar.
Ya da sana öyle gelir.
Ve, şunu da farkedersin aniden… Bir toplum var, işinde gücünde, bir de sen varsın, sen dışardasın, sana ihtiyaç yok, baksana etrafına, sen olmadan da gayet güzel devam ediyorlar hayatlarına.
Hatta, eskisinden daha neşeli bile oldukları söylenebilir.
Sen hariç, herkes gülümsüyor sanki, herkes mutlu.
Amaaaan, abartma.
Yemek ye biraz.
Lokmaları kolay yuttuğun söylenemese de, ye.
Yaşadığını hissedersin en azından.
Aslına bakarsan, işsiz güçsüzken daha çok acıkıyor insan.
Ya da ne bileyim, yemek yemek bile iş oluyor galiba, oyalanıyorsun.
Belki de ondan.
Oyalanma deyip geçme haa, ciddi iştir, mesaiye benzemez.
Kalkarsın mesela sabah yataktan, vay canına, 24 saat var daha!
24 saat.
Bu kadar uzuuun muydu bu 24 saat denilen hadise?
Öyleymiş meğer.
Geçir geçirebilirsen.
Nedendir bilmem, sabah tuvalete gidince sanki ilk defa görüyormuş gibi, sonuna kadar açarsın gözünü… Kılcal damarlarını, gözbebeklerini, kirpiklerini falan incelersin aynada.
Dilini falan çıkarıp bakarsın.
Dilin rengi koyu gri iyi mi…
Hasta mısın yoksa?
Yok yok, gereğinden fazla kendini dinlemeye başladın, işin yok diye başına iş çıkarma, hastalık hastası olma.
Tıraş ol.
Bakımlı ol.
Kazık kadar adamsın, çalışıp evine bakamıyorsun, kendine bak bari!
Televizyonu aç bir yandan.
Yemek tarifi veriyorlar, ona bak.
Gerçi deli ediyor bu programlar beni, bilene anlatıyorlar, işi bilmiyorsan işe yaramıyor, sen yumurtayı çırpana kadar, o hamuru tutuyor, bir çay bardağı mı şeker koyacaktık, bir su bardağı mı, tuz ne kadardı, kaşığın ebatı neydi, hangi birini aklımda tutayım, car car konuşacağına versene şunu tekrar Allah'ın cezası…
Yok anam, vermez.
Çıldırırsın.
Yumurtayı çırptığınla kalırsın.
Ee-eeh, kapat, çık dışarı.
Arabayı alma sakın.
Suyla çalışmıyor, benzin kaç para oldu haberin var mı senin.
Haybeye para yakma.
Zaten, hanım ses çıkarmıyor ama, bulaşık makinesi de bozuk.
Sen istediğin kadar salağa yat, bozuk işte.
İşsiz kaldığında sadece moralin bozulmaz biliyor musun… Evdeki bütün eşyalar aniden bozulur. Sözleşmişler gibi, pusu kurar gibi, sinsi sinsi beklerler, sen tam işten atılırsın, şak… Koro halinde bozulurlar.
Bence canlı bu eşyalar.
Yapay mapay değil, harbi harbi zekaları var.
Üstüne çullanmak için senin zayıf anını bekliyorlar.
Neyse, yürü, gez biraz.
Elin cebinde.
Açılırsın.
Bak millet işe gidiyor.
Medeniyet denilen bu artık zaten.
Otomobillerde otobüslerde yaşayan insanlar topluluğu.
Sabah git, akşam dön, günde iki saatten, yılda bir ay ediyor.
Her yıl ömrünün bir ayını yaşamıyorsun.
Bir ay toplam, ya direksiyondasın, ya otobüste.
İşin var diye, her yıl ömrünün bir ayını yaşamadığın için mutlusun!
Ayağına pranga bağlanan Afrikalı köleler bile kaçmaya çalışıyordu, biz ise gönüllü olarak girmeye çalışıyoruz o düzene.
Vay be, lafa bak lafa…
Düşüne düşüne filozof mu oldun birader, sana ne?
Bana ne ama, öyle… Dedem beden işçisiydi, emekli oldu, babam beden işçisiydi, emekli oldu, ben güya fikir işçisiydim, işsizim, fikirle bu kadar oluyor demek ki, fikirsiz olsak işsiz kalmazdık belki.
Peki peki tamam uzatma, kaç oldu saat?
Daha anca öğle.
Akşama yıllar var be!
Sakın eve gitme.
Çocuk okuldan geldiğinde boş bavul gibi otururken görmesin seni.
Belli etmiyor ama, senin haline kahroluyor.
Destek olamadığını düşünüyor, daha çok kahroluyor.
Havanın kararmasını bekle en iyisi.
Öbür çocukların babası işten ne zaman dönüyorsa, sen de o zaman dön.
Ya o zamana kadar napıcan?
Taksim'e git istersen, İstiklal Caddesi'ne.
Gitmem.
Niye?
Çok genç işsiz var orada… Senin saçın başın ağarmış, hâlâ iş arıyorsun, sen bulsan, onlar açıkta, onlar bulsa, sen ayazdasın, kendime mi üzüleyim, onlara mı üzüleyim, gitmem daha iyi… Üstelik, bundan önceki işsizlik dönemimde az daha ölüyordum İstiklal Caddesi'nde, bombayla havaya uçuyordum İngiliz konsolosluğunun yanında… Hani homongolosun biri bomba yüklü kamyonetle daldı ya konsolosluğa, işte o arada ben de gidiyordum, 27 kişi öldü o gün orada, 450 kişi yaralandı, Kadir, İskender, Meriç, Yücel filan konsolosluğun yanındaki lokantada kuru fasulye yiyip, aynı sokaktaki kahvede okey oynayacaktık vakit geçirmek için, direkten döndük, “işsiz gazeteciler öldü” falan diye haber olacaktık az daha, kimbilir belki de haber olmazdık, sevilmeyiz çünkü bu basın camiasında, bunların yaptığı gazeteleri bedava dağıtıyorlar, gene kimse almıyor, bunların yaptığı televizyon programlarını kendi aileleri bile seyretmiyor, biz ise hep en yüksek tirajı yakalarız, hep en yüksek izlenme oranını yakalarız, neyimizi sevsinler, geberdiler iyi oldu bile diyebilirlerdi, neyse ki kılpayı gebermedik, kusura bakmasınlar gari.
Dram yapma, Boğaz'a git bari, gemileri sayarsın.
Sayması güzel de, sayıyorsun sayıyorsun, gemi gidiyor, sen kalıyor, o çok fena… Bir de şurası çok matrak, dikkat et, işi olanlar restoranda oturuyor, sırtları boğaza dönük, işsiz olanlar bankta oturuyor, yüzleri boğaza dönük… Ben boğazın yerinde olsam, sırtını dönenlerin yüzüne bile bakmam valla.
Anlaşıldı, kendi kendine konuşmaya başladığına göre, kafayı sıyırıyorsun sanırım… Gir bir kahveye, çay söyle, haber maber seyredersin. Bak ne diyor mesela spiker?
“1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü tüm yurtta coşkuyla kutlanıyor, işçinin emekçinin bayramı kutlu olsun sayın seyirciler…”
Hep aynı süslü süslü osuruktan laflar.
Hep aynı goygoylar.
Memlekette o bahsettikleri işçiden emekçiden çok, işsiz var…
İşsizliğin aslında nasıl bir emek gerektirdiğinin farkında mı acaba bunlar?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları