Emine Bulut
Yılmaz Özdil: Fransa'dan İsviçre'den İtalya'dan çok daha önce kadınlara eşit haklar tanıyan Atatürk Cumhuriyeti, nasıl oldu da bu hödük kültürüne sürüklendi? Lafı dolandırmadan, yüz yüze, göğüs göğüse, açıkça, korkmadan… Bu utanç verici iklimi yaratan zihniyetle mücadele etmek zorundayız.
Hani bazen şehir içi trafiğinde, direksiyondayken, canhıraş bir ses duyarız…
Siren sesi.
Dikiz aynamıza bakarız.
Ambulans geliyor.
Kenara yanaşırız hemen.
Yol veririz.
vaaaiiiiİİİİUUUUuuuvvv
Ses azar azar yaklaşır.
Tam yanımızdayken çın çın çınlar.
Azala azala uzaklaşır.
Gözden kaybolur.
Duymayız artık.
Her defasında aynı döngüyü yaşarız.
Yaklaşırken telaşlanırız, insaniyet namına elimizden geleni yapmak için çırpınırız, belki siren sesini duymamışlardır diye önümüzdekilere korna çalarız, arkamızda önümüzde yanımızda giden hiç tanımadığımız insanlarla bir çırpıda organize oluruz, ister otomobilin direksiyonunda ol, ister metrobüs direksiyonunda, ister motorsiklet kullan, hep aynı ortak duyguda buluşuruz.
Tam yanımızdan geçerken gözucuyla bakarız, içimizden üzülürüz, vah vah filan diye düşünürüz, umarım hastaneye yetişir diye temenni ederiz.
Uzaklaşınca unuturuz.
Bi saniye sonra hatırlamayız bile.
Bi bakıyoruz mesela… Ambulans geliyor, bağıra bağıra, boşandığı kocası Gülnur'u pompalı tüfekle vurmuş, o an kahroluyoruz, ama geçip gidiveriyor, gözden kayboluyor.
Sonra bi bakıyoruz, Filiz'i kocası bıçaklamış, onun ambulansı geçiyor, bi bakıyoruz, Nevin'in üstüne benzin döküp yakmış kocası, bi bakıyoruz Şükran'ı boğmuşlar, bi bakıyoruz sopayla döve döve öldürmüşler Defne'yi, bi bakıyoruz balkondan atmışlar Aysun'u, bi bakıyoruz baltayla katletmişler Seher'i, onun ambulansı geçiyor.
Her defasında yüreğimizi parçalarcasına yüksele yüksele yaklaşıyor siren sesi, tam yanımızdan geçerken hüzünleniyoruz, sonra görüş alanımızdan çıkıveriyor.
Ambulansların sedyesinde yatanlar farklı ama… Lümpen şuursuzluğunu yüreklendiren, cahil cesaretini körükleyen, cühela egosunu şişirten, eğitimli insanlara karşı kasten acımasızken, magandalara karşı engin hoşgörüsü olan, dindar adı altında yobazlığı yücelten, bağnazlığa yol veren, normalde tımarhanede tutulması gereken kafadan kontak tipleri “ulema” diye millete akıl verdirten, hırtlığı rol model yapan, güya edepten ahlaktan dem vururken, daima belden aşağı vuran, akıldan bilimden kültürden sanattan çağdaşlıktan uzaklaşmayı meziyet haline getiren, hukuku ilkel kabile seviyesine indiren, suçluları sokağa salan, ağzından salyalar akan sapıklara af çıkaran, durum muhakemesi yapamayan ve sebep-sonuç ilişkisi kuramayan “beyinsiz güruh”un sırtını sıvazlayan… Mahalle baskısını kadınlara pranga gibi takarken, kadın düşmanlığını teşvik eden, sakilliği, çirkefliği, kabalığı, nobranlığı, hamlığı, bu yarattığı zifiri karanlık atmosferde besleyen, kötülüğü koruyan, kollayan, medeni bir ülkede yaşamak isteyen koskoca milleti çaresizliğe, karamsarlığa sürükleyen… Senelerdir bas bas bağıran siren, hep aynı siren!
Boşandığı kocası tarafından kızının gözleri önünde gırtlağı kesilen, kan revan içinde “ölmek istemiyorum” diye çığlık atan Emine'nin ambulansı geçerken yazıyorum bu satırları…
Sahte empati maskeleri takarak, duyarlı insan ayaklarıyla tweet atarak olmuyor bu iş… Like'lama dayanışmasıyla, hiç olmuyor.
Fransa'dan İsviçre'den İtalya'dan çok daha önce kadınlara eşit haklar tanıyan Atatürk Cumhuriyeti, nasıl oldu da bu hödük kültürüne sürüklendi?
Lafı dolandırmadan, yüz yüze, göğüs göğüse, açıkça, korkmadan… Bu utanç verici iklimi yaratan zihniyetle mücadele etmek zorundayız.
Yoksa, kenara çekil.
Geçsin.
Vah vah de, devam et.
“Durmak yok, yola devam” bu olsa gerek!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları