loading
close
SON DAKİKALAR

Eşekarısı kovanı

Yılmaz Özdil
Tarih: 10.10.2019
Kaynak: Yılmaz Özdil-Sözcü

Yılmaz Özdil: Sayın ahalimiz hep bir ağızdan söylüyordu, Amerika Amerika, Türkler dünya durdukça, beraberdir seninle, hürriyet savaşında.

Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
beraberdir seninle
hürriyet savaşında

Bu bir dostluk şarkısıdır
kardeşliğin yankısıdır
Kore'de olduk kan kardeşi
sönmez bu yangının ateşi

Azmimizdir hür yaşamak
dünyada sulhu sağlamak
dalgalanır hep bu uğurda
istiklal aşkı ruhumuzda

Ankara ile Washington
İzmir'inle San Francisco'n
benzer derler birbirine
doyulmaz güzelliklerine

O muhteşem beldelerin
pınarların nehirlerin
ünlü şelalen Niyagara
haykırır gücünü dünyaya

Senin New York'un
yükselir göklere
senin İstanbul'un
destandır dillere

Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
beraberdir seninle
hürriyet savaşında

Gençlerimiz muhtemelen ilk defa duymuştur ama, yaşı 60'ın üzerinde olanlar bu şarkıyı eminim çok iyi hatırlar.

1950'li yılların pop starı Celal İnce söylüyordu.

Demokrat Parti iktidara gelir gelmez Türkiye'yi ABD'nin kucağına oturtmuş, Amerikan yalakalığı tavan yapmış, Celal İnce'nin bu şarkısı hit olmuştu, adeta marş gibi ezberlenmişti.

Celal İnce ABD'de yaşıyordu, eşi Amerikalıydı, Türkçe yayına başlayan Amerika'nın Sesi Radyosu'nda söylüyordu, program başına 150 dolar alıyordu.

Amerika'nın Sesi Radyosu, bu şarkıyı tek taraflı plastik plaklara onbinlerce adet basmış, dostluğun hediyesi olarak İzmir Fuarı'ndan başlayarak, Türkiye'nin her yerinde “bedava” dağıtmıştı.

Plağın ambalajında New York ve İstanbul'un fotoğrafları vardı.

Ayrıca, Franklin Roosevelt, Thomas Jefferson, George Washington, Patrick Henry, Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Atatürk'ün özgürlük konusundaki sözleri yeralıyordu.

Sayın ahalimiz hep bir ağızdan söylüyordu, Amerika Amerika, Türkler dünya durdukça, beraberdir seninle, hürriyet savaşında.

Aslında… Kore savaşı sırasında, ABD dışişleri bakanı John Dulles bu “hürriyet savaşı beraberliği”ni açık açık izah etmişti.

“En ucuz askeri Türkiye'den temin ediyoruz” demişti!

“Türk askerinin maliyeti 23 cent'e denk geliyor” demişti!

John Dulles'in kardeşi CIA başkanıydı.

Dünyadaki bütün “insan pazarları”na bakmışlardı, tezgahlardaki en ucuz fiyat bizim alnımızda yazıyordu!

Sayın ahalimiz “Amerikaa Amerikaa” diye Celal İnce'nin şarkısına eşlik ederken… Nazım Hikmet pişmiş aşa su katıyor, “23 sentlik asker” şiirini kaleme alıyordu.

Mister Dallas, sizden saklamak olmaz / hayat pahalı biraz bizim memlekette / mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti, Ankara'da 23 sente… / Yahut iki kilo kuru soğan / yahut bir kilodan biraz fazla mercimek / elli santim kefen bezi / yahut da bir aylığına yirmi yaşlarında bir tane insan!

Aradan yıllar geçti…

Renkli devrimlerin sponsoru, liboşların gurusu George Soros, 2002'de Sabancı Üniversitesi'nde konferans verdi.

“Türkiye'nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” dedi!

Hemen ihracata başladık tabii…

Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, Hollanda askerleri peyderpey çekildi, onların yerine bizi sürdüler, bekçilik yapmaya Afganistan'a.

Hiç unutmam, meşhur 1 Mart Tezkeresi döneminde, sayın basınımızda şu haber manşet olmuştu:

“Pentagon, Afganistan'daki bin Amerikan askeri için ayda 28 milyon dolar harcıyor, bin Türk askeri için ise, sadece 4.5 milyon dolar harcanıyor. Türkiye aynı görevi altı kat ucuza yapıyor. Türkiye'nin Irak'a 10 bin asker göndermesi, ABD için her ay 240 milyon dolar tasarruf anlamına geliyor.”

Ne kadar gurur duysak azdı!

Bilahare, ABD eski başkanı Reagan'ın hatıralarını anlattığı “Reagan Günceleri” isimli kitabı piyasaya çıktı.

Bu kitabın bizimle alakalı bölümü ibret vericiydi.

Reagan, Turgut Özal'la şahane şekilde anlaştıklarını anlatıyordu.

“Türkiye bizim güvenliğimizin bir parçasıdır, bir Türk askeri yılda 6 bin dolara maloluyor, eğer onu bir Amerikan askeriyle değiştirmeye mecbur kalırsak, maliyetimiz 90 bin dolara çıkıyor” diyordu!

Hesap gayet mantıklıydı…

Coni'nin günlüğü 246 dolarken, Mehmet'in günlüğü 16 dolardı.

Canımızın fiyatı 23 cent'ten 16 dolara çıkmıştı ama, eskiden altı kat ucuza ölürken, artık 15 kat ucuza ölüyorduk.

Fiyatımız artarken, değerimiz ucuzluyordu.

Sürümden kazanıyorlardı!

2012 yılıydı…

CIA başkanı Ankara'ya geldi.

Suriye politikamız için milattı.

Asrın liderimizle başbaşa görüştüler.

Aynı gün…

Şam Büyükelçiliğimiz boşaltıldı.

Esad, Eset oluverdi!

Daha düne kadar kadar “kardeşim Esad” diyen asrın liderimiz, aniden “katil eset, men dakka dukka” demeye başladı.

İngiliz, Amerikan, Alman medyası çatır çatır yazıyordu… Libya'dan Afganistan'dan Pakistan'dan getirilen köktendinciler, CIA nezaretinde Türkiye'de toplanıyor, silahlandırılıyor, yürüye yürüye Suriye'ye geçiriliyordu. Barış ve hoşgörü şehrimiz Hatay'da, kamuflaj kıyafetli, göbeğine kadar sakallı tipler dolaşıyordu.

Sınırımız kevgire dönmüştü. Dünyanın dört bir yanından getirilen köktendinciler Suriye'ye geçiyor, Suriyeliler tası tarağı toplayıp Türkiye'ye geçiyordu.

Şak… Baki Yiğit isimli Türk vatandaşı, Suriye'de Esad güçlerine karşı savaşırken öldü. Kimdi bu Baki Yiğit? 2003 yılında İstanbul'da sinagogların bombalanması eylemini organize eden ve güya müebbet hapse mahkum olan teröristti! Böylece… İnsanlarımızı havaya uçuran ve mahkeme kararıyla ömrünün sonuna kadar hapiste kalması gereken El Kaideci'nin kaşla göz arasında serbest bırakıldığı ortaya çıktı. Genelkurmay başkanımızı terörist diye hapse tıkan sayın hükümetimiz, bu arkadaşı sokağa salmıştı.

Şak… Angeline Jolie geldi. Suriyelilere kapılarımızı açtığımız için hepimizi tebrik etti. Angelina tarafından takdir edilince hepimizin göğsü kabardı tabii, Suriyelilere kapılarımızı açtığımız için kendimizle gurur duyduk.

Şak… Niğde'de jandarmanın trafik kontrolünde çatışma çıktı, bir astsubay şehit oldu, bir kamyon şoförü öldü, yedi askerimiz yaralandı. Uzun namlularla ateş açan, el bombası fırlatan saldırganlar, üç kişiydi. Biri yaralanmıştı. Kaçtılar. Beş kilometre uzaklıktaki sağlık ocağına gittiler, belli ki bölgeyi gayet iyi biliyorlardı, çalışanları rehin aldılar, yaralının tedavi edilmesini istediler. Polis etrafı sardı, gene çatışma çıktı, bir polis şehit oldu. Saldırganlardan ikisi yakalandı, biri kaçmayı başardı, izini kaybettirdi, ertesi sabah Köşkönü köyünün camisinde namaz kılarken yakalandı. Arapça konuşuyorlardı ama, Arap değildiler, ikisi Arnavut, biri Kosovalı'ydı. Hatay plakalı bir taksiyle İstanbul'a gidiyorlardı. Olay yerinde bıraktıkları taksinin bagajından el bombaları, uzun namlulu silahlar, telsizler, kamuflaj kıyafetleri çıktı. Türkiye, IŞİD'le tanışmıştı.

Ama hiç önemli değildi… Angelina Jolie tarafından takdir edildiğimize göre, Suriye sınırımızı yol geçen hanına çevirmemizde sakınca yoktu.

İstanbul Bağcılar'da IŞİD mağazası açıldı, flamaları, tişörtleri satılıyordu, Rakka'ya gitmene gerek yoktu.

Laleli'de ofisleri vardı, askerlik şubesi gibi kullanılıyordu. Avrupa ülkelerinden gelen köktendinci teröristler, bu ofis üzerinden Suriye'ye geçiriliyordu, ceplerine 400'er dolar harcırah konuyordu.

IŞİD rafinerisi, Türkiye'ye şakır şakır kaçak mazot sokuyordu. Bizzat genelkurmayın verilerine göre, yüzlerce kilometre kaçak boru hattı imha edildi, yüzlerce metre değil, yüzlerce kilometre!

IŞİD militanları Reyhanlı'yı alışveriş merkezi olarak kullanıyordu.

Amerikalı gazeteciler James Foley ve Steven Sotloff'un kafasını kesen “cihatçı John” lakaplı IŞİD celladının, mülteci ayaklarıyla elini kolunu sallaya sallaya Türkiye'den geçtiği ortaya çıktı.

Suriye'de savaşan ve Avrupa medyasına konuşan bazı köktendinci gruplar, Türkiye'de askeri eğitim gördüklerini anlatıyordu.

Sınırlarımız öylesine folofoş olmuştu ki, Türkiye'nin yüz yılda zor kuruttuğu, 80'li yıllardan beri görülmeyen “Şark çıbanı” hortladı.

Hayvan kaçakçılığı önlemediği için “Afrika hastalığı” adı verilen bulaşıcı hastalık Türkiye'ye sıçradı, karantinalar başladı.

Türkiye'den çalınan otomobiller Suriye'ye götürülüyor, hem binek araç olarak, hem bombalı araç olarak kullanıyordu, Aile bakanı Ayşenur İslam'ın yardımcısına ait makam otomobilini bile çalıp, Suriye'ye götürdüler.

Newsweek dergisi “cihad otoyolu” başlıklı analiz yayınladı, Kocaeli'den Suriye'ye minibüslerle militan taşındığını yazdı.

Danimarka vatandaşı olan bir IŞİD militanı, gazeteci Lars Hedegard'a suikast teşebbüsünde bulundu, ülkeden kaçtı, İstanbul Atatürk Havalimanı'nda sahte pasaportla yakalandı. Danimarka'nın resmi talebine rağmen iade edilmedi. Çünkü meğer… Bu IŞİD'çiyi serbest bıraktığımız anlaşıldı. Danimarka ortalığı ayağa kaldırdı, Danimarka basını Akp hükümetini yerden yere vurdu, “Türkiye'yle diplomatik ilişkimizi keselim” çağrısında bulunuldu. Akp'den çıt çıkmadı.

New York Times gazetesi, Ankara Hacıbayram mahallesindeki IŞİD faaliyetlerini haber yaptı, militan devşirme merkeziydi.

Bild gazetesi, IŞİD'in yedi şehrimizde silah deposu olduğunu yazdı, Ankara, İzmir, Eskişehir, Konya, Şanlıurfa, Hatay ve Adıyaman diye liste verdi. Sayın hükümetimizin gıkı çıkmadı.

Daily Telegraph gazetesi, Türkiye'yi İran'a benzetti.

Independent gazetesi, Pakistan'a benzetti.

BBC, Mısır'a benzetti.

Sayın yalaka basınımız “dünya lideriyiz” diye övündü!

Sayın hükümetimiz hergün bir vize müjdesi veriyordu, Pakistan'la vizeleri kaldırdık, Bangladeş'le vizeleri kaldırdık, Afrika'yla vizeleri kaldırdık filan… Sayın ahalimiz pek seviniyordu.

Sayın hükümetimiz hergün bir THY müjdesi veriyordu, Afrika'nın şu ülkesine uçuyoruz, Afrika'nın bu ülkesine uçuyoruz falan… Sayın ahalimiz pek seviniyordu.

Kimse merak etmiyordu, köktendinci terör sorunu yaşayan ülkelerle vizeleri niye kaldırıyoruz?

Kimse merak etmiyordu, THY bu tuhaf ülkelere uçuyor ama, British Airways'in Lufthansa'nın Air France'ın hiç kafası çalışmıyor mu, onlar niye oralara uçmuyor da, biz uçuyoruz?

Sayın ahalimiz bu tür mevzuları hiç merak etmediği için… Dünyanın dört bir yanından onbinlerce ruh hastası köktendinci terörist Türkiye'ye getirildi, Suriye'ye sokuldu.

Suriye'yi parçalamaya çalışan emperyalist ülkeler, kimin kimi soktuğu belli olmayan “eşekarısı kovanı” yarattı.

Avrupa ülkelerinin istihbarat servisleri, kendi ülkelerinde ruh gibi takip ettikleri köktendinci yapılanmaları Suriye'ye yönlendirdi, teşvik etti, çeşitli mekanizmalarla Türkiye'ye gitmelerini sağladı.

Hem kendi ülkelerinde yuvalanan köktendinci teröristlerden kurtulmuş oldular, hem de hiç asker göndermeden, bu köktendinci teröristleri kullanarak vekalet savaşı yürüttüler.

İçsavaşı körüklediler, yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oldular, sekiz milyon kişiyi mülteci haline getirdiler, beş milyon Suriyeli'nin Türkiye'ye girmesine sebep oldular, Suriye'de taş üstünde taş bırakmadılar, insanlık tarihinde görülmemiş vahşetler sergilediler.

Netice?

Başaramadılar.

Kaybettiler.

Emperyalist ülkeler Suriye topraklarından bir bir çekildi.

Dünyanın dört tarafından getirilen köktendinci teröristlerden sağ kalanlar, insan enkazı olarak Suriye'de sıkıştı.

El Hol, Ayn İsa ve Roj kamplarında yüz binden fazla IŞİD militanı ve ailesi var, 20 bin civarında erkek terörist, 40 bin civarında kadın, 40 binden fazla çocuk… Çocukların çoğu 10 yaşından küçük.

Amerikan askerlerinin kontrolünde yedi hapishane var, kimisine göre 12 bin, kimisine göre 17 bin civarında IŞİD'li bu hapishanelerde tutuluyor. İnsan kafası kesen, insan yakan teröristler bunlar.

IŞİD kamplarında 50'den fazla ülkenin vatandaşı var.

Avustralyalı var.

Finlandiyalı var.

Belçikalı var.

İngiliz var.

Fransız var.

Brezilyalı var.

Endonezyalı var.

Alman var.

Somalili var.

İtalyan var.

Hollandalı var.

Malezyalı var.

Ortak lisan Arapça.

Kız bebelerinde bile tepeden tırnağa kara çarşaf var.

Kadınlar peçeli, elleri bile görünmüyor, siyah eldiven takıyorlar.

Kadınların kocaları hariç, erkeklerle konuşması yasak.

15 yaşındayken Suriye'ye geçip, örgütün kendisine koca olarak seçtiği militanla evlenen var.

Bir Alman militanın üçüncü karısıyken, kocası ölünce, sadece ismini bildiği, isminden başka hakkında hiçbir şey bilmediği Rus militanla evlenen Alman kadın var.

Yaralılar var, ağır hastalar var.

Hepsi nefret dolu.

Örgütün radikal ideolojik eğitimi devam ediyor.

Zemini çamur, çadırlarda kalıyorlar, kanalizasyon yok.

Açık söylüyorum…

Kabus filmi çekilse, böylesi hayal edilemez.

Bunları hiçbir ülke geri almıyor.

Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler, kendi vatandaşları olan militanları geri almamak için, vatandaşlıktan çıkardılar.

Maliyet olarak ABD'nin üstüne kalmışlardı.

Şak…

Asrın liderimiz “Suriye'ye gireceğiz” dedi.

“Güvenli bölge kuracağız” dedi.

Şak…

Trump izin verdi.

Sadece küçük bir şartı vardı.

“IŞİD savaşçılarından ve ailelerinden sorumlu olacaksınız” dedi!

Şak…

Beyaz Saray açıklama yaptı.

“Başkan Trump'la cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan telefonla görüştüler. Türkiye, Suriye'nin kuzeyine girecek. Amerikan güçleri, IŞİD'in halifelik ilan ettiği bölgelerde artık bulunmayacak. ABD, yıllardır vatandaşlarının vergilerine büyük maliyetler getiren IŞİD savaşçılarını artık daha fazla tutmayacak. Bundan böyle, yakalanmış olan IŞİD savaşçılarından Türkiye sorumlu olacak” dedi.

Şak…

“Söylediklerimin dışına çıkarsanız, Türkiye ekonomisini imha ederim” diyen Trump, bir tweet daha attı… “Avrupa'nın geri almayı reddettiği IŞİD savaşçılarını, Türkiye mutlaka almalı” dedi.

Ortalama zekaya sahip herkesin bir defada okuyup anlayacağı kadar netti…

Amerikan askerleriyle IŞİD'e gardiyanlık yapmak, pahalı geliyor.

Biz ucuzuz.

Terörle mücadele için elbette devletimizin yanındayız ama…

Gayet açık görülüyor ki, Pkk için gitmiyoruz.

Amerikan vatandaşlarının vergi yükünü hafifletmek için gidiyoruz.

E, bu durumda 23 sentlik asker şiirini okumamızın alemi yok tabii.

Hadi hep bir ağızdan…

Amerika Amerikaa

Türkler dünya durdukça

beraberdir seninle

hürriyet savaşındaa!

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları