Seçimden sonra dolar ne olur?
Yılmaz Özdil: Siyasete kösele ayakkabı içinde beyaz çorapla girip, artık hiç kimseyi dinlemeye ihtiyacı olmadığını düşünen, her şeyi en iyi bildiğini zanneden arkadaşlar tarafından yönetiliyoruz.
“Türkiye'nin köklü bankalarından birinin patronu beni aradı. Atılım yapmak istediklerini söyledi. Yöneticilerine eğitim vermemi istedi. Doğrusu hiç vaktim yoktu ama, neticede memlekettir, geldim.”
“Bir hafta sürecekti. İstanbul'da küçük bir oteli kampa çevirmişlerdi. Bankanın yöneticileri, Anadolu'daki şube müdürleri, hepsi orada kalıyordu. Otelin restoranı, konferans salonu olarak kullanılıyordu.”
“Kürsüye çıktım. Hani bir zamanlar kösele ayakkabının içine beyaz çorap giyme hastalığımız vardı ya… İlk dikkatimi çeken bu oldu. Hemen hepsi beyaz çoraplıydı.”
“İngilizce bilen var mı diye sordum. Bir iki üst düzey yönetici haricinde, yoktu.”
“Ama istisnasız hepsinin önünde not defterleri vardı. Can kulağıyla dinliyorlardı. Gece çalışıyorlar, ertesi sabah yeni yeni sorularla geliyorlardı. Merak ediyorlardı. Her saniyeyi değerlendirmek için, çaba harcıyorlardı.”
“Bu banka, Türkiye'nin en büyük bankalarından biri oldu. Elbette çok küçük bir parçasıydım ama, kendime gurur payı çıkarıyordum.”
“Seneler sonra, aynı bankanın patronu beni tekrar aradı. Dünyaya açılmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi. Tekrar geldim.”
“Bu defa İstanbul'un en büyük otellerinden birinde kamp kurmuşlardı. Kürsüye çıktım. İlk dikkatimi çeken, İtalyan ayakkabılar oldu. Karşımda oturanların, eğitime gelmekten ziyade, kokteyle gider gibi bir halleri vardı.”
“İngilizce bilen var mı diye sordum. Gülümsediler. İstisnasız hepsi biliyordu. Ama istisnasız, hiçbirinin önünde not defteri yoktu! Gözlerinden ‘biz zaten senin anlatacağın her şeyi biliyoruz' ifadesi okunuyordu.”
“Nezaketen dinlediler ama, bir tek soru bile sormadılar. Öğrenmek isteyen, bilgiye aç kadro gitmiş, onların yerine her şeyi bildiğini düşünen kadro gelmişti.”
“Hayatın sürekli kendini yenilediğini… Bilmekten çok, öğrenmeye devam etmenin daha önemli olduğunu unutmuşlardı.”
“İlk günün sonunda akşam yemeğinde banka patronuyla buluştum. Bir hafta kalmama gerek yok, ben yarın döneyim dedim. Çok şaşırdı. Niye diye sordu. Batıyorsunuz dedim! İyice afalladı. Anlamadım dedi. Anlamadığınızı görüyorum, fazla dayanamazsınız, batıyorsunuz dedim. Tatsız bir yemek oldu. Ertesi gün New York'a döndüm.”
Seneye…
O banka battı.
Bu ibret verici hikayeyi, bizzat yaşadığı hatırayı, Profesör Salih Neftçi anlatmıştı bana… Türkiye'nin uluslararası alanda yetiştirdiği en önemli ekonomistlerden biriydi. “Finans dehası” olarak tanınırdı. Dünya Bankası'na, Çin Merkez Bankası'na, Uluslararası Kalkınma Ajansı'na, ABD Dışişleri Bakanlığı'na danışmanlık yapardı. Öngörüleri paha biçilmezdi. ABD, Çin, İsviçre üniversitelerinde ders verirdi.
Maalesef çok erken kaybettik… Ekonomiye dair tüm bildiklerimi ondan öğrenmiştim. Hayata bambaşka bir perspektifle bakmamı sağlamıştı. Saatlerce sorardım, bıkmadan usanmadan anlatırdı.
Gene böyle bir sohbetimiz sırasında “şu piyasa tabir edilen kavramı, ekonomi tahsili yapmayanların anlayacağı şekilde izah eder misin” diye sormuştum. Yukarda okudunuz şekilde izah etmişti.
(Bu yazıyı dört sene önce yazmıştım, dolar 2.5 liraydı, belki de bu defa anlaşılır umuduyla tekrar yazıyorum.)
Siyasete kösele ayakkabı içinde beyaz çorapla girip, artık hiç kimseyi dinlemeye ihtiyacı olmadığını düşünen, her şeyi en iyi bildiğini zanneden arkadaşlar tarafından yönetiliyoruz.
Dolar seçimden sonra işte o kadar olur!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları