CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın'ın CHP Grubu adına, TBMM Genel Kurulu'nda; 2025 Bütçesi üzerine konuştu; Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokacaktınız, dünyanın en sefil 10 ülkesi arasına soktunuz: Yaparsa AKP yapar.
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın'ın CHP Grubu adına, TBMM Genel Kurulu'nda; 2025 Bütçesi üzerine gerçekleştirdiği konuşması.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen sevgili yurttaşlarımız;
Aralık ayının son haftasında, ağırlığını hissettirmeye başlayan kış koşullarında, yaşamı giderek zorlaşan ve kendilerinin, ailelerinin geçimini sağlayabilmek için her geçen gün daha da zorlanan yurttaşlarımıza, konuşmamın başında selam ve saygılarımı sunuyorum.
2025 yılı bütçesi ve 2023 yılı kesin hesabını konuşacağız. Konuşmamın hemen başında şunu özellikle belirtmek isterim: Burada sözünü edeceğim tüm veriler, tüm eksiğine gediğine karşın, kamu verileri olacaktır ve denetime açıktır. Kamu verisi dışında bir veri kullanacaksam, bunu, nedeniyle ve kaynağıyla birlikte özellikle ifade edeceğim. Dolayısıyla, tüm konuşmam bilimsel ölçütler içinde ve kullandığım veriler isteyen herkes tarafından denetlenmeye açık olacaktır.
Evet, 2024 yılı Aralık ayının son haftası içinde, AKP’nin 23 üncü, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin 7 inci bütçesi üzerine konuşuyoruz. Atatürk bu ülkeyi 15 yıl süreyle yönetti. O halde başlangıçta belirtelim ki, 22 yıl, yapamadığınız şeyler için mazeret üretemeyeceğiniz, bir muhalefet partisi gibi konuşamayacağınız, gelecek zaman cümleleri kuramayacağınız bir süreyi ifade ediyor. Başka bir deyişle, bugüne kadar ne yaptıysanız, 2025 yılında ve devamında da, aynı şeyleri yapacaksınız.
Bu bağlamda 2025 bütçesi ve 2023 kesin hesabı, AKP dönemine ilişkin sağlıklı bir muhasebe yapma olanağı ve sorumluluğunu bizlere veriyor.
Bütçe görüşmelerinin başladığı 9 Aralık 2024 gününden bu yana, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, Cumhur İttifakı’na üye partilerin grup başkan vekillerini, milletvekillerini çok uzun saatler boyunca dinledik, söylediklerini ezberledik.
Şimdi önce söylenilenleri, açık ve analitik biçimde karşılama, gerçekleri ortaya koyma, ardından da yapılması gerekenleri söyleme zamanı.
Kaybolmasın diye, başlıklar halinde anlatalım, başlayalım:
1-BÜYÜME ORANLARI
AKP sözcüleri, Türkiye büyüme rakamlarını, ekonomik analize fırsat vermeyen bir yalnızlık içinde, anlatıp durdular. Onlara göre, artan jeopolitik risklere, dünyada gelişen iktisadi krizlere, bölgemizde devam eden savaşlara rağmen, Türkiye bir büyüme efsanesi yaratmıştır.
Önce kısa bir tarihsel analiz yapalım:
Türkiye, sabit fiyatlarla 1923-2023 döneminde ortalama %5.4 büyümüştür. Dönemsel bazda en yüksek büyüme oranı, 1923-1939 döneminde olmuş ve % 7.3’lük ortalama yakalanabilmiştir.
Cumhuriyet tarihi boyunca 1930’larda büyük dünya ekonomik krizi, 1940’larda ikinci dünya savaşı, 1970’lerde petrol krizi, uzunca bir süre Türkiye’yi etkisi altına alan terör, askeri darbeler, koalisyon hükümetleri, kapitalizmin birikim krizleri vs. hepsini toplayın, yılda ortalama %5’in üzerinde büyüyen bir ekonomiden söz ediyoruz.
AKP dönemine gelince, 2003-2008 döneminde görece yüksek olan büyüme temposu, 2009’dan itibaren düştü ve tarihsel büyüme rakamlarına yakın bir noktaya geldi. 2024 yılı büyümesinin ise %3,5 civarına düşmesi bekleniyor.
Tablo:1 Yıllar itibariyle büyüme oranları
O halde söyleyelim: 22 yıllık AKP iktidarı döneminde, Türkiye’nin tarihsel büyüme oranı üzerinde yakalanabilen bir ivme söz konusu değildir, bu bir…
2-KİŞİ BAŞINA GELİR
Ülkenin GSYH ile nüfusu arasında bir girdi-çıktı ilişkisi vardır. Başka bir deyişle bir taraftan bireyler ülkede mal ve hizmet üreterek GSYH’yı oluştururken, diğer taraftan ortalama olarak o hasılanın birey başına düşen kısmı, ekonomi ve popülasyon arasındaki bağlantıyı ifade eder.
Bu açıklamadan sonra verilere bakalım:
Önce, Türkiye’nin 2008 yılı kişi başına gelirinin 11.018 dolar olduğunu not edelim. Bu rakam 2022’de 10.659 dolar, 2023’te ise 13.243 dolar olarak gerçekleşti. Demek ki, kişi başına gelirde Türkiye en azından 15 yıldır yerinde sayıyor.
Tablo:2 Kişi Başına Gelirin Değişimi (Bin $)
Buna karşın, kişi başına gelir istatistikleri, bizlere bölüşüme ilişkin bir fikir vermez. Başka bir deyişle, büyümeden kim nasipleniyor sorusunun yanıtı için, daha derin bir analize gereksinim vardır.
TÜİK gelir dağılımı istatistiklerine göre (10 Ekim 2024) en yüksek gelire sahip %20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 0,7 puan artarak %48,7’ye çıkmış; en düşük gelire sahip %20’lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan artarak %6,1 olabilmiştir. Başka bir deyişle, iktidar ve yandaşları hızla zenginleşirken, bal tutan parmağını yalarken, vatandaşımıza avucunu yalamak kalmıştır.
AKP elinde Türkiye, yoksulluk ve işsizliğin birlikte ölçüldüğü ve 157 ülkenin yer aldığı Sefalet Endeksinde, 7’nci olmayı da başarmıştır. Önümüzde Zimbabve, Suriye, Sudan, Lübnan gibi ülkeler vardır.
Şimdi hemen bunu dış güçlere bağlayacaksınız, hiç kuşku yok. Oysa kahvedeki vatandaşın konuya yaklaşımı ile mecliste milletvekillerinin alacağı tutum farklı olmalıdır.
Nasıl, izah edelim.
Sefalet Endeksinin hesaplanma yöntemi ortaya konulmuş durumda: Yılsonu işsizlik, enflasyon ve banka kredisi oranlarının toplamından, kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasıladaki yıllık yüzde değişimin çıkarılmasıyla elde ediliyor.
Mecliste bir sürü danışmanınız var, koca devlet bürokrasisi elinizin altında. Talimat verirsiniz, bu hesaplamada bir yanlışlık olup olmadığını kontrol ettirirsiniz.
Bunu yapmamanızın nedeni ne?
Çünkü siz de gerçeğin ne olduğunu biliyorsunuz.
Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokacaktınız, dünyanın en sefil 10 ülkesi arasına soktunuz: Yaparsa AKP yapar.
3-BÜTÇEDEN YAPILAN FAİZ ÖDEMELERİ
Türkiye nüfusu, coğrafyası ve tarihsel birikimiyle, dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında. Buna karşılık terazinin bir tarafında, yukarıda da açıklandığı üzere yandaş zenginler ve onların servetleri hızla artarken, terazinin diğer ucunda çorbasını kaynatamayan, kendisine yeni bir elbise alamayan, çocuğuna okul harçlığı veremeyen, evini ısıtamayan yurttaşlarımızın sayısı çığ gibi artıyorsa, bu sonucu üreten mekanizmalara bakmak gerekir.
Bu çerçevede, bütçeden yapılan faiz ödemelerini incelemekte yarar vardır.
22 yıllık iktidarınızda iç ve dış faiz lobilerine bütçeden 3 trilyon 472 milyar TL ödediniz.
2003-2017 arasında yılda ortalama 50 milyar TL düzeyinde gerçekleşen faiz ödemesi, o yıldan sonra canavarlaşarak hızla arttı. Bu çerçevede faiz ödemeleri 2018 yılında 74, 2019 yılında 100, 2020 yılında 134, 2021 yılında 181, 2022 yılında 311 milyar TL oldu.
İzleyen yıllarda artış hızı füze gibi fırlayan faiz ödemeleri 2023 yılında 675 milyar TL, 2024 yılında 1 trilyon 298 milyar lira oldu. 2025’te ise 1 trilyon 950 milyar liraya yükseleceği öngörülüyor.
Tablo 3 – Bütçeden Yapılan Faiz Ödemeleri (Milyon TL)
Peki bu ne anlama geliyor dersiniz? Ayda 162,5 milyar; günde 5,4 milyar, saatte 225,7 milyon, dakikada 3,7 milyon ve saniyede 62,6 bin TL faiz ödeyeceğiz.
Bu korkunç tabloyu daha da somutlaştıralım. 20 dakikalık konuşma sürem boyunca, Türkiye 75 milyon TL faiz ödeyecek.
Gelin bir de bu durumu dolar cinsinden ifade edelim.
Tablo 4 – Bütçeden Yapılan Faiz Ödemeleri (Milyon $)
Son 22 yılda bütçeden ödediğiniz faiz (iç ve dış borç faizi) 600,4 milyar dolara ulaştı. Bu yıl 39.3 milyar doları bulacak faiz ödemelerinin 2025’te dolar bazında % 18 artışla 46.4 milyar dolara yükseleceğini öngörülüyor. Peki bu ne anlama geliyor dersiniz; 2025 yılında ayda ortalama 3.9 milyar dolar, her gün 128 milyon dolar, her saat 5.3 milyon dolar, dakikada 88 bin dolar faizi, milletin kesesinden alıp, faiz lobisine ödediniz.
Dedik ya, 2025 yılında ödenecek faiz 1 trilyon 950 milyar TL. Buna karşılık Sağlık Bakanlığına 1 trilyon 20 milyar 317 milyon TL bütçe ayırabildiniz, yani faizin yarısı kadar (%52’si). Milli Savunma Bakanlığına ayırdığınız bütçe, faiz ödemelerinin 1/3’ü kadar (%32’si), 623,9 TL. Tarım Bakanlığına ise ancak 1/5 (%22’si) düşüyor, 438,1 milyar TL. Kısacası Sağlık, Milli Savunma ve Tarım bütçelerinin toplamına (2 trilyon 127 milyar 317 milyon TL) yakın parayı faize ayırıyorsunuz.
Görülüyor ki, Faiz – Nas söylemleri arasında, Türkiye iç ve dış faiz lobilerine çalışan bir ülke haline getirilmiş.
Bir de, kimler vergilendiriliyor, kimlere faiz aktarılıyor sorularının yanıtlarına girmekte yarar var.
2025 bütçesinde öngördüğünüz kurumlar vergisi tahsilat tutarı 1.6 trilyon TL. Yani şirketlerden aldığınız vergi 1.6 iken, rantiyeye aktardığınız faiz 1.9.
Dolaylı vergilerle yurttaşı boğarken, 2013-2023 döneminde, yandaş şirketlerin, vergi aslı ve faizi olmak üzere tam 7.5 milyar TL tutarında vergi borcunu sildiniz.
Maliye Bakanı’nız Bakanlık bütçesi görüşmeleri sırasında, bunu açıklamamak üzere Mecliste çok kıvrandı, ama rakam önüne konulunca itiraf etmek zorunda kaldı. “Vergi borcu aslını silmeyi yasakladık” diyebildi. Ne zaman: 2/8/2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklikle. Kimin baskısıyla, elbette bizim.
Saptayalım, demek ki onlarca yıl yandaşların vergilerini sildiniz, cezalarını silmeye devam edeceksiniz, aslını artık silmeyeceksiniz. Bravo..
Peki yurttaşın hangi vergisini sildiniz bugüne kadar? Hangi uzlaştırma komisyonunda esnafın prim borcunu, yurttaşın emlak vergisini, vatandaşın motorlu taşıtlar vergisinin aslını-faizini sildiniz, örneği var mı? Yok.
Peki ne yaptınız? Motorlu taşıtlar vergisini ikinci kez aldınız. Asgari ücretti yıllarca vergilendirdiniz. Yine CHP’nin bastırması üzerine 1/1/2022 tarihinden itibaren asgari ücret vergi dışında bırakıldı.
Bu bölümü bitirirken, toplam faiz ve yatırım rakamlarını bir hatırlatmak isterim. 2003-2023 yılları arasında ödediğiniz faiz 600 milyar dolardır. Buna karşılık 22 yılda yatırım için harcadığınız kaynak (bütçeden yapılan yatırım) ancak 472,4 milyar dolar olabilmiştir.
4- BÜTÇE GELİRLERİ
Evet, konuşmanın geldiği bu aşamada, şimdi de bütçe gelirlerine bir odaklanmanın yararı var.
Tablo 5 – AKP Döneminde Toplanan Vergiler (Milyar TL)
Tablodan da izleneceği üzere, 22 yılda (2024 Ocak – Ekim dahil) AKP’nin topladığı toplam vergi tutarı, 19.684.229 milyar TL’dir. 2024 yılının sadece ilk on ayında (Ocak-Ekim) 5.777.663 milyar TL vergi toplanmıştır.
Şimdi aynı tabloyu, milyon dolar cinsinden incelemekte yarar var.
Tablo 6 – AKP Döneminde Toplanan Vergiler (Milyon $)
Görüleceği üzere, AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde, % 65’i dolaylı olmak üzere toplanan vergi miktarı, 2 trilyon 906 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.
Bunun üzerine 71,1 milyar dolar özelleştirme ve 435 milyar dolar kullanılan borç (2003-2024) eklendiğinde, 3.4 trilyon dolarlık bir gelire ulaşılmaktadır.
Bu 3.4 trilyon doların, 472.4 milyar dolarını yatırıma çevirmekle övünüyorsunuz.
Buna karşılık, 2002 yılına kadar tüm hükümetler 779 milyar TL gelir elde etmişti. Demek ki AKP, 22 yılda, kendisinden evvelki hükümetlerin kullandığı gelirin, TL bazında 17 kat fazlasını kullanmış.
Bunun anlamı şudur: AKP, 22 yılda elde ettiği gelirin ancak 1/7’sini yatırım için harcamıştır. Dikkat edin, bu kaynağın tamamı yatırıma dönüştü demiyorum. Çünkü kamu ihale kanununu kaç kez değiştirdiğinizi, dünyada yolsuzluk ekonomisinde efsaneler yarattığınızı herkes biliyor. Kamu ihalelerinden elde ettiğiniz rantla siyaseti nasıl finanse ettiğinizi, medyayı nasıl dizayn ettiğinizi artık sağır sultan bile biliyor. Elbette 22 yılda, kitabına uydurma konusunda aldığınız mesafeye de şapka çıkartılır.
5-DIŞ TİCARET AÇIĞI
AKP sözcülerinin yarattığı altı boş efsanelerden biri de, ihracat artışına yöneliktir. Her gün ihracatın nasıl patladığına ilişkin öyküleri ballandıra ballandıra anlatılır.
Şimdi bu alanda da gerçeklerle yüzleşme vakti.
Tablo 7 – AKP Döneminde Dış Ticaret (Milyon $)
Tablo incelendiğinde görüleceği üzere;
22 yılda, dış ticaret fazlası verilen bir tek yıl yoktur. Tersine, 2002’de 15.5 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2022-2023 yıllarında 100 milyar doların üzerine çıkmıştır. 22 yılda verilen dış ticaret açığı toplamı, 1,4 trilyon doların üzerindedir.
Üstelik bu dış ticaret “performansının” son dönemi, TL’nin devalüasyon rekorları kırdığı bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Devalüasyon liginde TL ile ancak Arjantin Pesosu, Suriye Lirası, Zimbambve Doları, Lübnan Lirası yarışabiliyor.
2022 Şubat ayından beri aktif savaş içerisinde olan Rusya’nın para biriminin TL karşısında %43,6; Ukrayna’nın para biriminin ise %48 değer kazandığını söylersek, herhalde mesele daha net anlaşılabilir.
2020 yılını 7.43 TL düzeyinden kapatan dolar kuru, bugün 35 TL’yi aşmıştır.
Peki devalüasyonun dış ticarete etkisi nasıl olur? Bilinir ki, devalüasyonla mallarınızın değeri diğer ülkelerin ihracat mallarına göre ucuzlar, böylece ihracatta daha rekabetçi hale gelir. Buna karşılık ithalat pahalılanır ve zorlaşır.
İşte siz, dış ticaret açığını patlatmayı, dolar karşısında 3 yılda dört kat değer kaybederek dünya rekoru kıran TL veri iken, bu hazin devalüasyon ortamında sağlamayı başardınız.
Evet, gerçekten, yaparsa ancak AKP yapar.
Peki neden böyle oluyor?
Çünkü ihracatınız ithalat çağırıyor. Ara malı ve yatırım malı üretme kapasitesini yok ettiğiniz ülkede, ihracat yapabilmek için ithalat yapmak zorunda kalıyorsunuz. Üstelik düşük katma değerli üretim ver iken, dış ticaret hacmi arttıkça, miktar açısından olduğu gibi değer açısından da dış ticaret açığı artıyor, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşüyor.
Burada not edilmesi gereken bir başka husus ise, ihracatın istihdam çağırmamasıdır. Ekim 2024 verilerine göre, geniş tanımlı işsizlik oranı %27,6 olup, 11,2 milyon yurttaşımız işsiz ve hatta umudunu kaybettiği için iş aramaktan da vazgeçmiş durumdadır.
6 – ENFLASYON, HAYAT PAHALILIĞI VE FAKRU ZARURET TABLOSU
Türkiye, “faiz sebep enflasyon sonuç” aforizması ile hızlı bir ekonomik çöküş yaşadı. Kendini ekonomist ilan eden Reisiniz, ekonomi dışı zorlamalarla faizleri indirdi, buna direnen Merkez Bankası başkanları ve maliye bakanları gece yarısı kararnameleri ile görevden alındı, ekonomi sorusu soranlara “gözlerimin ışıltısına bakın” diye yanıt veren bakanlar gördü bu memleket. Hazineyi, Maliyeyi ve yurttaşı eş zamanlı olarak yaktınız.
Ülkenin başına gelen hiçbir şey bir doğal felaket değildi. Reis’in gördüğü hayallere, ya bilgisizliği ya da çıkarları için eşlik eden hepiniz, bu yıkımın sorumlularısınız.
Geçtiğimiz bütçelerde Nebati’yi çılgınca alkışladınız.
Sonra 4 Haziran 2023 günü Nebati’den görevi devralırken “irrasyonel politikalara derhal son vermek zorundayız” diyen Mehmet Şimşek’i de çılgınca alkışlamakta bir sakınca görmediniz.
Adeta toplu bir meditasyon töreni gibi.
Neler neler oldu bu dönemde, hiç önemsemediniz, sorgulamadınız, çoğu zaman olduğu gibi.
MB Başkanı’nız vardı, adı Murat Çetinkaya idi, hatırlıyor musunuz? 6 Temmuz 2019’da faiz indirimine direndiği için görevden alındığında politika faizi % 24, enflasyon % 16, dolar kuru 5.60 idi.
Ekonominin dümeninde damat varken yeni atanan MB Başkanı faizi % 8.25’e düşürdü, kur patladı. Kuru tutabilmek için 128 milyar dolar arka kapıdan satıldı. Merkez Bankası’nda döviz rezervi kalmadığı anlaşılınca 7 Kasım 2020 günü görevden alındı. 3 gün sonra, patronu olan damat ta sahneye veda edecekti.
İzleyen süreçte Maliye Bakanlığına Berat Albayrak’ın yerine Lütfi Elvan, MB Başkanlığına da Naci Ağbal getirildi. Ağbal, 10.25 düzeyinden teslim aldığı politika faizini, mevcut ekonomik ortamın gereklerine uygun biçimde 19 Mart 2021 tarihinde % 19’a çıkardı, yalnızca iki gün sonra görevden alındı. MB Başkanı olarak ömrü 5 ayı bile bulmadı. AKP Grup toplantısında Erdoğan’ın faiz indirimiyle ilgili sözlerini alkışlamayan Lütfi Elvan da, 2 Aralık 2021’de “görevden affını istedi”.
İki yıl içinde görevden alınan üç MB Başkanı’ndan sonra göreve Şahap Kavcıoğlu atandı. Bu esnada politika faizi ve enflasyon % 19, dolar kuru ise 8.42 lira idi.
Lütfi Elvan’ın da ayrılmasının ardından, göreve getirilen Nebati’nin heterodoks politikalar söylemiyle meşrulaştırmaya çalıştığı irrasyonel ortamda, Erdoğan talimatlı faiz düşürme politikaları hızla devreye sokuldu. Memleket Nurettin Nebati’nin gözlerine bakarken faiz üç ay içinde 19’dan 14’e indirildi, dolar kuru 16 TL’yi, enflasyon % 36’yı gördü.
Kurun tutulamayacağı anlaşılınca, Türkiye’ye maliyeti 48 milyar doları bulan KKM uygulamasına geçildi. Dövizden KKM’ye geçen şirketlere tanınan vergi istisnası nedeniyle şimdiye kadar 93 milyar TL’lik vergiden de vazgeçildi.
KKM uygulamasına rağmen dolar kuru neredeyse 35 lirayı, enflasyon %65’i buldu.
Burada KKM uygulamasına bir kısa paragraf açalım: 6 Şubat tarihinde meydana gelen ve 11 ilimizi yıkıp geçen depremin yarattığı konut hasarı, Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre 1.6 trilyon TL.
KKM maliyeti 48 milyar dolar.
Yani siz, 11 ilde bir milyona yakın bağımsız bölümü yıkıp geçen depremin yarattığı hasarı, mevcut kur üzerinden hesaplandığında, KKM üzerinden yarattınız.
Durum bu kadar acı.
İşte özetlediğimiz bu tablo, Türkiye’de enflasyonu %65’e, dolar kurunu 34 TL’nin üzerine çıkardı.
“Ekonomide Türkiye Modeli” diye sattığınız hayal, dış ticaret açığını ve işsizliği füze gibi fırlattı, ekonomide tüm dengeler bozuldu.
Türkiye tarihinde ilk kez bu denli yoğun bir derin yoksulluk gerçeği ile karşı karşıya kaldı. Gelir dağılımı bozukluğu iyice arttı. Hızla zenginleşen bir avuç azınlık yatırım olarak bir çırpıda onlarca lüks ev alabilirken, milyonlarca yurttaşımız bırakın ev almayı, hızla artan kiralarını ödeyemez hale geldiler. Ev sahibi kiracı tartışmaları ve hatta bu tartışmalar sonucunda işlenen cinayetler, günlük hayatın rutini haline geldi.
Dedik ya, en zengin % 20 ile en yoksul % 20’nin milli gelirden aldıkları payda 8 kat fark var.
Gelin bu veriyi, memleketimizden insan manzaralarına çevirelim:
Türkiye’de açlık sınırının 22 bin TL’yi geçti.
Ülkemizde 8 milyon asgari ücretli tam 12 aydır 17.002 TL maaş alıyor. Aralık 2024 itibariyle bu ücretin satın alma gücü 11 bin TL düzeyinde.
16 milyon emeklinin 4 milyonu, Temmuz ayından bu yana 12.500 TL aylık alıyor. Toplam emeklinin yarısı olan 8 milyonun aylığı asgari ücretin altında.
Geniş tanımlı işsizler, yani işsizler ve iş bulmaktan umutlarını kaybettikleri için iş aramaktan vazgeçenlerin sayısı 11 milyonu geçti.
Bu kısa değerlendirme, Türkiye’de 30 milyona yakın insanımızın, açlık sınırının altındaki gelirlerle yaşamaya mahkûm edildiğini gösteriyor.
Gençler bir gelecek hayali kuramıyorlar. Yeterli gelirleri olmadığı gibi, gelir umutları da yok. Ne eğitimde ne de istihdamda olmayan 15-29 yaş arasındaki gençlerin sayısı, Aralık 2024 itibariyle 4.7 milyonu aşmış durumda. İşi, geliri, umudu kalmamış gençler evlenemiyor bile. Ama bu durum, saraydan, “kızlar erkek, erkekler kız beğenmiyorlar” olarak görülüyor. Sarayın penceresinin zaviyesi böyle anlaşılan…
Her ile bir üniversite açmakla övünüyorsunuz. İlk 500’de yalnızca 3, ilk 1000’de yalnızca 9 üniversitemiz var, onlar da henüz yapılarını bozmayı başaramadığınız Türkiye’nin köklü üniversiteleri. Kriterleri değiştirdiniz, peynir ekmek gibi doçent, profesör kadrosu dağıttınız. Yandaş rektörler, dekanlar, öğretim üyeleri, her gece ekranlarda iktidar yağlaması peşindeler. “Bunlar yarın üniversiteye gidecek, derse girecekler” duygusu, izleyen herkesi ülke adına hüzne boğuyor. Dün doktor, yardımcı doçent sıfatıyla TV’lerde boy gösteren yandaşların ünvanları, kısa süre içinde Prof’a dönüyor.
Böyle bir aklın planlamadan uzak olması sürpriz değil. Eczane sayısının sınırlandığı memlekette 62 Eczacılık Fakültesi mezun vermeye, genç avukat sömürüsü ve işsizliği had safhaya ulaşmışken 84 hukuk fakültesi öğrenci almaya, 1 milyon atanmayan öğretmen varken on binlercesi her yıl bu havuza katılmaya devam ediyor.
Çocuklarımızın ve anne babalarının kısıtlı olanaklarının sömürüldüğü, hayallerinin öldürüldüğü bu düzende, üniversite mezunu gençler arasında işsizlik %40’a ulaşmış durumda.
Ne acıdır ki, en iyi yetişmiş çocuklarımız çareyi yurt dışına çıkmakta buluyorlar. İç ekosistemin hem ekonomik hem sosyal ve siyasal bozulmasını bir sonucu olan beyin göçü, ülkenin yalnızca bugününü değil, geleceğini de tehdit ediyor.
Dış politika başarısı hamasetleri yapıladursun, Türk pasaportunun değeri dünyada 53 üncü sırada yer bulabilmektedir. Dünyanın neredeyse tüm önemli ülkelerinin içinde bulunduğu 113 ülkeye vatandaşlarımız ancak vizeyle giriş yapabilmektedir. Bundan da öte, bırakın vize alabilmeyi, çoğu zaman randevu alabilmek dahi mümkün olamamaktadır. Buna karşılık iletişim başkanlığı, vizesiz girilebilen 116 ülkenin bulunduğuna dair propaganda yapmaktadır. Dışişleri sitesinden baktım, Türkiye’ye vize uygulamayan bu 116 ülkeden bazılarını sizlerle paylaşayım: Bahamalar, Dominika, Ekvator, Fas, Gana, İran, Jamaika, Liberya, Moğolistan, Tuvalu, Uruguay.
Fazla söze hacet yok sanırım.
Bir başka propaganda alanınız tarım. Sizlere sorarsak, tarımda Avrupa birincisi, dünya bilmem kaçıncısıyız.
Peki gerçek ne? Şu saydığım temel ürünlerin tamamında dışa bağımlıyız: Başta buğday ve arpa olmak üzere tüm tahıllar, mercimek, nohut, bakla, fasulye olmak üzere tüm baklagiller, ayçiçeği, soya, mısır, pamuk başta olmak üzere tüm yağ bitkileri. Ve elbette hayvansal ürünler, özellikle kırmızı et.
2002 yılında 1.8 milyar $ açık ile devraldığınız tarımsal hammadde dış ticaretinde 2010 yılından bugüne 6 – 7 milyar dolar dış ticaret açığı veriyorsunuz, ne gam. Dezenformasyonla mücadele adı altında gerçekleri örtmeye, çarpıtmaya, propagandaya devam.
Köyler boşalmış, 35 milyon dönüm alanı çiftçi ekmekten vazgeçmiş, ortalama köylü yaşı 58 olmuş, boşver – propagandaya devam.
1980’de 44 milyon olan nüfusumuz bugün 86 milyon. Yani yılda 1 milyon nüfus artırmışız. Buna karşılık 1980’de 16 milyon olan sığır varlığı bugün de 16 milyon. Manda sayısı 1 milyondan 161 bine, koyun sayısı 49 milyondan 42 milyona, keçi sayısı 19 milyondan 10 milyona gerilemiş. Çayırlar, meralar, tarım alanları işgal edilmiş, önemseme yola devam..
Ben size söyleyeyim, devam edecek bir yol kalmadı. Bunun en iyi göstergesi de gıda enflasyonu rakamları. Ekim 2024 OECD gıda enflasyon rakamlarına göre; Türkiye % 45.3 ile dünya birincisi. Bizi % 6’lı oranlarla İsrail, Meksika, Slovakya, % 5 ve % 4’lü oranlarla Şili ve Japonya izliyor. Yani dünyada tarımın başladığı, gen bankası niteliğindeki bu bereketli memleketi, gıda enflasyonunda kendisinden sonra gelen İsrail’e 7 kattan fazla fark atan bir duruma getirdiniz. Bu memleketin artık, insanı açi hayvanı aç, toprağı aç.
Evet, bu kadarını gerçekten yaparsa AKP yapar.
Peki bunun savunması, hatta propagandası yapılabilir mi? Evet; AKP bunu da yapar. Üstelik te yalnızca gökdelende çalıştırdığı trollerle İletişim Başkanlığı ve Tarım Bakanlığı değil, Ticaret Bakanı da yapar.
Ticaret Bakanı, bütçe görüşmelerinde, hal yasasını değiştirerek sebze ve meyve ticaretini düzenlediklerini ve bunun fiyatlara olumlu yansıdığını söylüyor.
İnsan hayret ediyor ancak düşünmeden de edemiyor. Ticaret Bakanı’nın durumunu ne açıklar acaba? Çarşıya pazara çıkmadığı belli de, ne yiyip ne içtiği, hangi kanalı seyrettiği de kamuoyunun ilgisini çekiyor doğrusu.
Bununla yetinmedi Ticaret Bakanı, Tüketici’nin Korunması Kanunu’nda yaptıkları değişikliği de övünerek anlattı. Peki ne yaptınız, ben size anlatayım. Elektronik ticaret aracı hizmet sağlayıcılarının ödeyeceği ticaret lisans ücretinin hesaplanmasında yöntemi değiştirdiniz. Şirketlerin yatırım ve ihracat harcamaları tutarının 2024’te 4 katını, 2025’te 3 katını, 2026 ve devamında 2 katını o takvim yılının net işlem hacminden indirmelerini sağladınız. Böylece küresel ölçekteki şirketlere, yerel ve ulusal firmalar aleyhine, adaletsiz ve rekabeti bozucu nitelikte 60-70 milyar dolarlık avantaj sağladınız. Biz dün konuyu Anayasa Mahkemesi’ne iptali amacıyla taşıdık.
İşte bunu övünme meselesi yapabiliyorsunuz, bu kadarına pes denir gerçekten…
Bir başka abartılı propaganda alanı Milli Savunma.
En başta ve öncelikle söyleyelim, içinde bulunduğumuz coğrafyada savunma sanayiimizde yapılan her atılım bizi ziyadesiyle memnun eder. Bir tek istisnası vardır: gerçeklerle bağı koparmamak. Bunun test edilmesi ise hamasetten değil, verileri görmek ve değerlendirmekten geçer.
2024 yılı dünya savunma sanayiinde firma sıralamasına baktım. İlk 10’da bulunan firmalardan 6’sı Amerikan, 3’ü Çin, 1’i İngiliz. İlk 100’e 5 firmamız giriyor: 42 inci Aselsan 1975’te, 50’inci Tusaş 1978’de, 71 inci Roketsan 1988’de, 84 üncü MKE 1950’de ve 94 üncü Asfat 2018’de kurulmuş.
Gurur duyarız, bugün beş olan yarın 50 olsun. Yalnızca sizden evvel bir şey olmadığı saçmalığından kurtulmanızı tavsiye ederiz. Gerçeklikle bağını koparanların yollarını kaybetmeleri kaçınılmazdır, hatırlatırız.
Bir başka argümanınız “İsrail bize saldıracak” argümanı. Demokrasisi güçlü, ortak akıl ile yönetilen, bugününü ve geleceğini planlayabilen bir Türkiye’ye İsrail değil hiç kimse saldıramaz. Bu argümanın sahibi olup 22 yıldır Türkiye’de tek başına iktidar olanlara, bir savunma envanteri hatırlatması yapmak isterim: 22 yılda TSK envanterine girebilen F 16 sayısı yalnızca 30’dur. Açık kaynaklardan görülebileceği üzere, Türkiye’nin muharip uçak sayısı 220, buna karşılık bizim bir vilayetimiz büyüklüğünde olan İsrail’in uçak sayısı 270’tir. Üstelik filolarında gelişmiş versiyonlu çok sayıda F 16 yanında F 35’lerde bulunmaktadır. 2 milyar dolara malolan ancak ambalajlarından çıkartılamayan S 400’ler, hava savunma kalkanı alanındaki durumumuz ortada. Anlattıklarımın iktidarınız ve ittifakınız için hem özeleştiri hem de görev hatırlatması için kafi olduğu düşüncesiyle, bu alanı daha fazla açmak istemiyorum.
Elbette Adalet Bakanı’na ve Adalet Bakanlığı’na değinmeden olmaz.
ASAL şirketi tarafından Ağustos 2024 tarihinde yapılan ve yurttaşların kurumlara güveninin ölçüldüğü araştırmada, Diyanet İşleri Başkanlığı % 2 ile kendisine yer bulabilirken, mahkemelere ve yargıya güven % 1.4 düzeyinde kalmıştır.
Bu tablo vahimdir.
MS 354 doğumlu felsefeci Augustinus, “adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki” demiştir.
Hepimiz biliriz ki, adaletin kestiği parmak acımaz ama adaletsizliğin ezdiği vicdan bir ömür boyu sızlar.
Türkiye’de hangi partiye oy verirse versin, yurttaşların yargıya duyduğu güvensizlik, birdenbire oluşmuş değildir. Siyasi olan – olmayan dava süreçlerinde bizzat yaşadıkları, gözlemledikleri, bu güvensizliğin oluşumuna esas teşkil etmektedir.
Türkiye’de 295 bin hükümlü, 47 bin tutuklu olmak üzere toplam 343 bin kişi cezaevlerinde tutulmaktadır. Son 20 yılda tutuklu ve hükümlü toplamı 6 kat artmıştır. Bunun olağan bir gelişim olmadığı açıktır.
Adil yargılanma hakkı ihlallerine yönelik gerek Anayasa Mahkemesi gerekse ve özellikle AİHM’nin verdiği kararlar, adalet düzenimiz açısından övünç kaynağı değildir. Bu süreçten AİHM kararlarına uymayarak kurtulunamaz.
Diğer taraftan cezaevlerinde kapasitenin çok üzerinde insan tutulmasından kaynaklı sorunlar, yerda yatanlar varken, işkence ve kötü muamele iddiaları ve buna yönelik raporların sayısı her geçen gün artarken, bütçe görüşmelerinde Ceza ve Tutukevleri üzerine konuşan AKP’li bir vekil, keçi ırklarının artan süt veriminden söz ederek konuşmasını tamamlayabilmiştir.
Seçilmiş vekil Can Atalay halen cezaevindedir. Çok sayıda siyasi tutuklu, evrensel hiçbir hukuk ölçütüne uymayan dava süreçlerinin öznesi konumundadır. Adi diye tanımlanan suçlular da, yasalardan, uygulamalardan şikayetçilerdir.
Ve elbette bu bahiste, mahkeme koridorlarından siyaseti dizayn etme çabasından söz etmek gerekecektir. Kamuoyunun ahmak davası olarak kodladığı, yapılan araştırmalarda AKP ve MHP’ye oy veren yurttaşların önemli bir kısmının da inanmadığı dava, ilk derece ve istinaf aşamalarında, davaya bakan heyetlerin değiştirilmesi ile de ilgi çekmektedir.
Bu bağlamda, İstanbul Asliye ceza Mahkemesi’nde davaya bakmakta iken İstanbul’da birinci yılının içinde, eşi hamile olan Hakim, coğrafi teminat ilkesinin aleyhine, Samsun’a sürülmüştür. Bu nakil işleminin iptali için HSK’ya dilekçe sunan Hakim, bunun yanında, “süregiden davada İmamoğlu’na ceza vermesi yolunda baskıya maruz kaldığını, ceza vermesi halinde istinaf sürecinin de ayarlandığını, aksi halde kendisi için iyi olmayacağı söylemlerine maruz kaldığını, muhafazakar ve vicdanlı bir hakim olarak bunu reddettiğini” defalarca ifade etmiştir. Sürgün sonrasında yerine atanan ve daha önce soruşturma geçirdiği anlaşılan Hakim ise, hızlı bir ceza sürecini yürütmüştür.
Dünyanın her hukuk devletinde, yargıya ve adalete güveni kökten sarsan bu tip iddialar, soruşturma konusu edilir. Buna karşılık HSK’ya verilen bu yönlü dilekçeler reddedildiği gibi, bütçe görüşmeleri sırasında Adalet Bakanı, daha evvel savunma avukatları tarafından sözü edilen kişi hakkında reddi hakim dilekçesi verildiğini ifade edip, dosyadan temin ettiği anlaşılan dilekçeyi de elinde sallayarak, hukuken herhangi bir zemini olamayacak beyanlarda bulunmuştur. Adalet Bakanı’nın hukuk ve adalet algısı böyle olunca, yargının içinde bulunduğu duruma da şaşmamak, ama bu durumu değiştirmek için anlamlı çabaları ortaya koymak gerekmektedir.
Çünkü iki şeyi biliyoruz: 1 – Mahkeme koridorlarından siyaseti dizayn etmeye çalışmak beyhudedir, 2- Hukuk bir gün herkese lazım olacaktır.
Son olarak da, belediyeleri silkeleme mevzusuna bir değinelim.
Bilindiği üzere, son iki yerel seçim 2019 ve 2024 yıllarında gerçekleştirildi. 2019’da seçim döneminde akla ziyan işler yaptınız. CHP kazanırsa su faturalarını teröristler getirecek dediniz, tutmadı. İstanbul’da kaybettiğiniz seçim gecesi AA veri aktarmayı durdurdu, gece yarısı “gönül belediyeciliği kazandı” afişlerini İstanbul’a astırdınız, gece karanlığı geçip öğlen olunca gerçek ortaya çıktı. Önce mazbatayı vermediniz, sonra verdiniz, ardından iptal ettiniz. “13 bin farkla seçim mi kazanılır” dediniz, ne demek istediğinizi yurttaş anlamadı ama YSK anladı. Seçimler iptal edildi, sonra Haziran’da yenilendi, bu kez 800 bin fark yediniz.
Sular da siz de durulmadınız. Bu kez İçişleri Bakanınız, haftada bir yanına tüm güvenlik bürokrasisini alarak, İBB’de 800 teröristin çalıştığını söyleyip durdu. Sonra o gitti, yenisi geldi, ne oldu, o 800 terörist çalışmaya devam mı ediyor.
Belediyelerimiz her gün bir başka iftira kampanyası ile karşı karşıya kaldı, rutin olarak her gün trol saldırısına uğradı. Bürokrasimiz müfettiş yoğunluğundan çalışamaz hale geldi.
Bu ortamda 2024 seçimleri geldi çattı.
Bu kez İstanbul’da 39 belediyenin 26’sını, Ankara‘da 25 belediyeden 16’sını, İzmir’de 30 belediyeden 28’ini aldık. Bursa‘yı, Balıkesir’i, Manisa’yı Denizli’yi büyükşehirlerimize ekledik. Kütahya’yı, Kilis’i, Kırıkkale’yi, Kastamonu’yu, Adıyaman’ı ve daha bir çok yeri, toplamda 414 belediyeyi kazandık.
Yani millet sizi güzel bir silkeledi.
Şimdi konuştuklarınız konserler, SGK borçları. Muhalefet partileri olarak grup önerisi sunuyoruz, Meclis Araştırma Komisyonu kurup 2000 yılından bu yana hangi belediye hangi konsere ne kadar para harcamış, ne kadar SGK prim borcu biriktirmiş, Komisyon marifetiyle araştırıp oratya koyalım diyoruz, reddediyorsunuz. Çünkü amacınız üzüm yemek değil.
Geçenlerde 6 belediyemize 11.5 milyar tutarında haciz işlemi uyguladınız. Ben size söyleyeyim, yalnızca Denizli Belediyesi’ni 12 milyar borçla devraldık. Vatandaş bunları görüyor.
Kazanamadığınız belediyelere, OHAL döneminden kalma antidemokratik düzenlemelere dayanarak kayyım atamaya, Meclis içinden seçim yaptırmayarak kayyım ve memur encümenle belediye yönetmeye kalkışıyorsunuz. Mecliste grubu bulunan bulunmayan onbir parti, yani Cumhur İttifakı dışında herkes, farklı müktesebatlarına rağmen demokrasi konusunda ortaklaşıyor ve bu hukuka ve adalete aykırı kayyım düzeninin ortadan kaldırılması için kanun teklifi veriyor, tınmıyorsunuz. Diğer taraftan da demokratik Anayasa diyorsunuz.
Biliyoruz, amacınız üzüm yemek değil.
Ama size açık söyleyeyim: Bu kez bağcının, bağına girenlere eyvallah etmeye, pabuç bırakmaya hiç niyeti yok.
Bağcı da, vatandaş da hazır. Tarihin gördüğü en büyük silkelemeyi, yaşadıklarının her birini hafızasında tutarak size yaşatmak için sandığın önüne gelmesini sabırsızlıkla bekliyor.
Kaynak : istanbulgercegi.com