loading
close
SON DAKİKALAR

Gökhan Günaydın; Yapılması Gereken 1 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan AYM'nin Can Atalay Kararının Okutulmasıdır!

Gökhan Günaydın; Yapılması Gereken 1 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan AYM'nin Can Atalay Kararının Okutulmasıdır!
Tarih: 17.08.2024 - 00:15
Kategori: Siyaset

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın; Can Atalay kararı konusunda; saraydan Mehmet Uçum, Kabineden Yılmaz Tunç Meclis'e ayar verdi, “Meclis'in yapacağı bir şey yoktur” buyurdular.

 
TBMM 16 Ağustos'da 1 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan AYM kararı nedeniyle olağanüstü toplandı. Toplntıda karar okutulmadı.
 
Toplantı sonunda yapılan oylamada;
 
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına devam etmesine ilişkin önerge açık oylama sonucu:
“Kullanılan oy sayısı : 442
Kabul : 198
Ret : 244
Meclis Genel Kurulu  AKP ve MHP oyları ile 1 Ekim'de toplanmak üzere kapatıldı.

Cumhuriyet Halk Partisi TBMM Grup Başkanvekili Doç. Dr. Gökhan Günaydın, CHP grubu adına yaptığı konuşmada;

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve televizyonları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarımız; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Evet, 29 Temmuzda çalışmalarına ara veren Meclisi 1 Ağustos tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında bugün itibarıyla olağanüstü toplantıya çağırmıştık. Olağanüstü toplantı çağrımıza saygı duyarak bu Meclisi açmak için Genel Kurula gelen, katılan 240 muhalefet milletvekiline çok teşekkür ediyorum ve hepsine ayrı ayrı saygılarımı sunuyorum.

Keşke iktidar partisi milletvekillerine de teşekkür edebilseydim ancak onlar Meclisi açmamak için Genel Kurula girmediler ancak burada 200 sayısı aşıldıktan sonra Genel Kurula geldiler, şimdi de koridorlarında, odalarında bekliyorlar ki Meclisi kapatalım da gidelim diye. Bu, Gazi Meclisin herhâlde 23 Nisan 2020'den bu yana devam eden müktesebatına uygun bir tavır değildir.
Peki, ortaya koyalım, biz acaba neden Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdık ve bugün bu Meclis sayısını hatırlayamayacağımız kez ara vermek, görüşmelerini bir süre daha ertelemek ve hiçbirimizin de uygun görmeyeceği şiddet manzaralarıyla karşı karşıya kalmak durumunda kaldı?

Eğer bunu bugün bir milletvekilinin ya da birkaç milletvekilinin tavrına bağlar isek çok büyük eksiklik yapmış oluruz. İki şeye bağlamamız lazım:

1- 22  yıldır süren AKP iktidarının ülkeyi getirdiği antidemokratik düzlem ve onun yansımaları;

2- Bu Meclisin on beş ay evvel seçilmiş bir milletvekilinin hâlâ Meclise gelemiyor olması. Ben soruyorum, 600 milletvekilinden birisi seçildiği hâlde on beş aydır bu Mecliste değil, sadece bu Mecliste olmaması mı utanılacak olan?

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi dedi ki: “Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum.” Oysa ne yapması lazımdı?

Düzeltiyorlar bizi, ilk derece mahkemesi doğrudan Meclise yazmadı, geçmişte ne yapmış?

Adalet Bakanlığına yazmış da o bildirmiş. Peki, öyle olsun. Yapmadığı nedir? Adalet Bakanlığına yazmadı ve onlar size bir bildirimde bulunmadılar. Sonra dosya Yargıtaya gitti ve Yargıtayın Ceza Dairesi size dedi ki: “Sen nasıl olur da benim kararımı okumazsın?”

Ayrıca “Anayasa Mahkemesi gayrimillîdir, Anayasa Mahkemesi terör örgütleriyle söz ve eylem birliği içindedir.” dedi ve bu nedenle bu memleket, bu Meclis gerilmeye devam ediyor. Kaldı mı?

Bunla kalmadı çünkü bu memlekette -biraz sonra örneklerini vereceğim- geçmişte Anayasa Mahkemesini alkışlayanlar, bu tip kararlarından dolayı alkışlayanlar şimdi “Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır.” diyorlar.

Yetiyor mu arkadaşlar?

Yetmiyor, saraydan da size parmak sallıyorlar. Mehmet Uçum “Bu karar okutulamaz, yok hükmünde olan kararın kendisi yok hükmündedir.” diyor. Sonra siz burada Mehmet Uçum’un sözlerini sanki kendi fikirlerinizmiş gibi tekrar ediyorsunuz ve arkasından da yasama, yürütme, yargı arasında erkler ayrılığından bahsediyorsunuz.

Demek ki bir kere daha ifade edelim, burada 20 dakika boyunca eğer insanlar birbirlerine şiddet uygulamaya kalkışlılarsa; burada, bu kürsüde sözü ve eylemi ne olursa olsun bir milletvekili kürsü hakkını kullanırken idare amiri koltuğunu işgal eden bir zat tarafından fiilî saldırıya uğradıysa bu, Meclis açısından utanç vericidir ve kara bir gündür.

Yerinizi bıraktığınız Meclis Başkan Vekilinin yumrukla eş zamanlı olarak gonga basarak yumruktan yarım saniye önce Meclisi kapatmak yerine burada bu mikrofonu keserek temiz bir dil kullanmaya davet etmesi ve ortamı sükûnete ulaştırması gerekirken bu usta saldırı organize edildi ve her şey gözümüzün önünde oldu; gerçekten utanç vericidir, gerçekten utanç vericidir.

“Ankara'da öyle güzel yakışırdı ki kar/Asfalt ışıldar, buz tutardı resmî yalanlar” diye bir laf var

Şimdi, tabii, Türkiye'de bir siyasi parti milletvekilinin hukuki ve siyasi durumuyla sınırlı olmayan bir derin devlet kriziyle karşı karşıyayız. Bunun adı demokrasi krizidir ve şimdi bize diyorlar ki -televizyonlarda izliyoruz- “Ankara'da öyle güzel yakışırdı ki kar/Asfalt ışıldar, buz tutardı resmî yalanlar” diye bir laf var ya, bir şiir var ya, onu bize şöyle anlatıyorlar:

Aslında Anayasa’nın başlangıç hükümlerine göre Cumhurbaşkanının erkler arasında hakem rolü oynaması gerekiyormuş. Cumhurbaşkanı bu hakem rolünü oynuyordu da bir yıl evvel tepenize çıkan, bir yıldır tepenizde dolaşan krize karşı ne yaptınız bugüne kadar? Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi iflas etti, siz de iflas ettiniz, ülkeyi yönetemiyorsunuz; geldiğiniz nokta budur.

Şimdi, arkadaşlar, birikmiş bolca malzemeyi kullanarak çok iştahla spekülasyon yapılabilir ama bu millet bizi bekliyor, bu millet bizi izliyor, bu millet diyor ki: “Bu Meclis acaba bir konuyu nasıl ele alıyor ve bir konuyu çözmek için mi gayret ediyor?” Gelin, ben size 3 tane konunun asıl çerçevesini çizen soru ve bu sorunun etrafında bir çözümleme sunayım.

1) Anayasa Mahkemesi, sizin deyiminizle “millî ve yerli” olma sıfatını kaybetmiş bir yüksek yargı organı mıdır? Terör örgütlerinin söz ve eylemlerinin savunucusu noktasına düşmüş müdür? Anayasa Mahkemesine tanınan bireysel başvuru hakkı sonrası verilen hak ihlali kararlarının doğuracağı sonuçlar nedir, ne olmalıdır? Sakince bunları tartışabilmeliyiz, sakince; bağırmadan tartışırsak gerçek ortaya çıkacak.

2) Anayasa Mahkemesinin Meclis kararlarını denetleme yetkisi var mıdır, yok mudur? Sakince bunu tartışmalıyız.

3) Erkler ayrılığı ilkesi yasamaya, yürütmeye, yargıya nasıl yansıyor ve Gazi Meclis bunun altında kaldı mı, kalmadı mı?

Bu 3 ana başlığı gelin, hep beraber konuşalım ve böylece bu meseleyi konuşulabilir ve tartışılabilir bir iklime çekelim.

Birincisi: Elimizde işte bir Anayasa var. Bu Anayasa'yı, 1982 Anayasası’nı, “darbeci anayasası” diye her gün itham ettiğiniz bu Anayasa'yı 2010'da ve 2017'de iki kez siz değiştirdiniz; 2010 yılında “Mezardan çıksınlar da gelsinler.” diyen ortaklarınızla beraber 2017'de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini kurmak üzere sizler değiştirdiniz. Bunları yapabildiğinize göre hem Mecliste hem de sosyolojik olarak halkta bir tabanınız vardı.

Soruyorum: Bu Anayasa hâlâ demokratik olmayan hükümler içeriyor ise bunca Anayasa değişikliği yapmış bir iktidar olarak bundan dolayı herhangi bir utanç duyuyor musunuz? Buna hep beraber bir yanıt vermemiz lazım.

Bunun mevcut hükümleri içerisinde 146 ila 153'üncü hükümleri Anayasa Mahkemesini düzenliyor. Bakın, kaçınız okudu bilmiyorum, söyleyeyim ben size: Anayasa Mahkemesi 15 üyeden oluşuyor; bu 15 üyenin 12’sini Cumhurbaşkanı, 3’ünü de Meclis seçiyor. Peki, an itibarıyla görev yapan 15 Anayasa Mahkemesi üyesini kim seçmiş? Cevap veriyorum: 10’unu Recep Tayyip Erdoğan seçmiş, atamış; 2’sini Abdullah Gül seçmiş, atamış; 3’ünü de Mecliste AKP çoğunluğuyla siz seçmişsiniz. Abdullah Gül’ü kendinizden sayıyor musunuz saymıyor musunuz, o sizin sorununuz; saymıyorsanız, 15 üyeden 13’ünü siz seçmişsiniz. Siz sahiden kimle kavga ediyorsunuz? Siz sahiden bu kavganın hangi tarafında yer alıyorsunuz? Buna bir karar verin.

Bir başka konu, Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatıyla Cumhurbaşkanını, bakanları, Anayasa Mahkemesi üyelerini ve Yargıtay üyelerini yargılayabiliyor. Siz Anayasa Mahkemesine en son, yediği yemeğin faturasını saklayan Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanını atadınız yani Erdoğan’ın memurunu gerekirse Erdoğan’ı yargılamak üzere Anayasa Mahkemesi üyesi yaptınız.

Hangi ülkeden bahsediyoruz siz?

Gelelim bireysel başvuru hakkına. Hani, şu meşhur bir başka buz tutan yalan var ya; Anayasa Mahkemesi süper temyiz mercisi değilmiş!

Peki, bireysel başvuru hakkını Anayasa’ya hangi tarihte soktunuz? 2010 yılında soktunuz. Kim? Siz. Hangi değişiklikle? 2010 Anayasa Mahkemesi değişikliğiyle. Gene, telaş etmeden, sakin sakin, cevap vermenize olanak tanıyacak şekilde hak ihlali prosedürünü açıklayalım, yasal dayanağı 6216 sayılı AYM Kuruluş Kanunu ve AYM İçtüzüğü’nün madde 79'u, aynen okuyorum: “İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. İlgili mahkeme, Bölümün ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yargılama yapar ve mümkünse dosya üzerinden ivedilikle karar verir.” Neye itiraz ediyorsunuz ya? Siz bunu yazmadınız mı? Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Kanunu’nun 50'nci maddesine, tüzüğün 79'uncu maddesine siz yazmadınız mı? Şimdi “Süper yetkisi, temyiz mercisi, bilmem nesi…” diye buz tutan yalanları ardı ardına sıralıyorsunuz.

Sakin cevap verin ki mesele ortaya çıksın.
Şimdi, bir de şunu söyleyelim: Acaba aynı hukuk düzlemi içerisinde bu Mecliste görev yapan başka milletvekili arkadaşlarımızın başına benzer konular geldi mi? Bakın, burada arkadaşlarımız, ikisi burada; Kadri Enis Berberoğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu. Buradasınız değil mi arkadaşlar? Engin Alan şimdi burada yok, 3 tane üyeden bahsediyorum. Bu 3 arkadaşımızın 3’ü de hapishane gördüler. Dosyalarında farklılıklar var.

Ben şimdi benzerlikleri söyleyeceğim. İlk derece mahkemesi, bunlar hakkında mahkûmiyet kararı verdi, sonra Yargıtay bu mahkûmiyet kararını onadı. Mustafa Şentop, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi kararını onaması sonrasında bunları burada okuttu. Sonra bu 2 arkadaşımızın avukatları, gittiler, Anayasa Mahkemesine başvurdular, hak ihlali kararı aldılar, bu hak ihlali kararı ilk derece mahkemesine döndü, ilk derece mahkemesi yargılamayı durdurdu, dosyayı Adalet Bakanlığına gönderdi, Adalet Bakanlığı Meclise gönderdi ve mahkûmiyet kararını okutan Mustafa Şentop bu kez de Yargıtayın Anayasa Mahkemesinin kararı doğrultusunda ilk derece mahkemesinin yargılamayı durdurma, tahliye etme kararını Mecliste ikinci kez okuttu ve bu 2 milletvekili geldi, burada, milletvekilliklerini yapmaya devam ettiler. Ancak bence, Engin Alan dosyası, siyasi sonuçları bakımından da onun bugüne etkileri bakımından da farklı özellikler içeriyor. Neydi Engin Alan dosyası? 2010 yılında Balyoz davasından tutuklandı. 2011'de Milliyetçi Hareket Partisinden İstanbul milletvekili adayı gösterildi ve milletvekili seçildi. Seçildikten sonra, 2012 yılında, on sekiz yıl ilk derece mahkemesinden ceza aldı. 2013 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararı onadı. Bunun üzerine sanık avukatları 2013'te Anayasa Mahkemesine gittiler, Balyoz tutuklularının tamamı için adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle yeniden yargılamayı talep ettiler. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi -iyi dinleyin arkadaşlar- 18 Haziran 2014 tarihinde hak ihlali kararı verdi ve ondan bir gün sonra, dosyanın kendisine gönderildiği Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi Engin Alan’ı ertesi gün 19 Haziran 2014 tarihinde tahliye etti; yargılamayı durdurdu, Engin Alan’ı tahliye etti. Engin Alan Meclise geldi, 24 Haziran günü MHP Grubuna katıldı, arkasından da Mecliste yemin etti. 18 Haziran-24 Haziran; arada altı gün var. Devlet Bahçeli o gün bir konuşma yaptı. Hani bugün “Bu karar buralarda tartışılamaz.” diye bütün MHP Grubunu getirmediler ya, o gün Devlet Bahçeli 24 Haziran 2014 günü bir konuşma yapıyor, diyor ki: “İyi ki Anayasa Mahkemesi vardır, iyi ki vicdanını satmayan hâkimler görev başındadır, Başbakan Erdoğan henüz tahliyeleri içine sindirebilmiş, benimseyebilmiş ve kabullenebilmiş değildir.”

Şimdi soruyorum: Ya, Sayın Devlet Bahçeli, sevgili MHP'li milletvekilleri; o Anayasa Mahkemesiyle bu Anayasa Mahkemesi arasında ne fark var? Hangi anayasal düzlem değişti? Hangi ceza hukukunun esası ve usulü değişti? Sadece isimler değişti, bir de sizin iktidara yakınlığınız değişti. Mesele bu kadar basit olabilir mi ya? Bu kadar basit olabilir mi bu mesele?

Anayasa Mahkemesinin kararlarının acaba Meclisi denetleme yetkisi var mıdır? Burada da buz tutuyor ya resmî yalanlar.

“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.” Bu, Anayasa’nın 148'inci maddesi. Arkadaşlar, bu sizin uymayı kabul ettiğiniz maddelerden mi, yoksa uymayı kabul etmediğiniz maddelerden mi, hangisi?

Demek ki İç Tüzük’ü şekil ve esas bakımından denetlermiş. Ne dedi şimdi? “Yaptığınız eylemli İç Tüzük ihlalidir, bu nedenle bunu kabul etmiyorum, bu bir yok hükmünde karardır. Aynı zamanda, yargılamanın yenilenmesi gerekirken Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararının burada okutulması hukuka aykırıdır.” dedi.

Bunu hangi mahkeme söyledi? Anayasa Mahkemesi söyledi. Hani şu 13 üyesini sizin atadığınız Anayasa Mahkemesi söyledi. Peki, ne oldu? 31 Ocak tarihinde bu karar Türkiye Büyük Millet Meclisinde okundu, 2 Şubat tarihinde yani iki gün sonra Anayasa Mahkemesine dilekçemizi götürdük, teslim ettik. Arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi de bizim dilekçemizi teslim aldıktan yirmi gün sonra, 22 Şubat 2024 tarihinde bu söylediğim kararı verdi, vermiş daha doğrusu, biz bilmiyoruz. Verdiğini nereden öğrendik? 1 Ağustos tarihli Resmî Gazete'den öğrendik. Peki, 1 Ağustos’un önemi ne? Ben size söyleyeyim, bakın, kritik öneme sahip bu tarihler. 29 Temmuzda Türkiye Büyük Millet Meclisini tatil ettiniz, 29 Temmuz Pazartesi günü. Sonra aradan salı geçti, sonra çarşamba geçti, aa, perşembe günü, 1 Ağustosta Resmî Gazete’de bu yayımlanıverdi. Oysa Anayasa’nın 153'üncü maddesi ne diyor? “Anayasa Mahkemesi kararları yasama yürütme, yargı organlarını, tüm idari makamları, resmî kurumları bağlar.” diyor, sonra da “Kararları derhâl yayımlanır.” diyor.

Peki, soruyorum ben size ya: 22 Şubatta verilmiş bir kararı 1 Ağustosa kadar niye beklettiniz acaba? 29 Temmuzda Meclisi kapatıp hemen arkasından bu kararı Resmî Gazete'de yayımlayınca biz bu Meclisi olağanüstü toplantıya çağıramaz mıyız sandınız? Elinizde patlatamaz mıyız sandınız? (CHP sıralarından alkışlar) Bütün bunları çok iyi düşünmemiz lazım. Gelelim üçüncü konuya. Erkler ayrılığı var. Biz yargı üzerine emir ve talimat veremeyiz dolayısıyla Meclisin bu konuda verebileceği bir karar yok. Sayın Başkanım “Harun gibi geldiler, Karun gibi zengin oldular.” lafını HAS PARTİ’den buyana tanıyoruz.
Sizin ilk derece mahkemesi kararını okutmamanızı da bu Meclisi Şentop’un düşürdüğü bu duruma düşürmemenizi de saygıyla karşılıyoruz ama bana derseniz ki: “31 Ocakta daha evvelden, tarif ettiğim, belirlediğim bir yurt dışı gezisi vardı, onun için ben katılamadım.” Vallahi, ben de size derim ki: “O gezileri iptal edin de kritik günlerde Mecliste olun, bu kadar zor olmasın bu iş.” Mecliste olun, bir şey olmaz.

Bugün burada Gülizar Biçer Karaca’nın oturması lazımdı, teamüle aykırı bir şekilde Bekir Bozdağ’ı oturttunuz. İstediğinizi söyleyebilirsiniz, kendi Meclis Başkan Vekilinizi ikna etmiş değilsiniz. Anayasa, İç Tüzük’te de diyor ki “Meclis Başkanı buna karar verir.

Keşke buradaki takdir hakkınızı, muhalefetin bir talebinin olduğu gün, muhalefetin bir milletvekiline Meclisi yönettirerek gösterseydiniz de hepimiz sizi alkışlasaydık, bu kadar zor olmaz bu işler.

Şimdi söyleyeceğim Başkanım, bu kararı gelin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde okutun, sadece okutmakla kalmayın bir Meclis kararı çıkartın; Can Atalay tahliye edilsin, Can Atalay Meclise gelsin, Can Atalay milletvekilliğini yapmaya başlasın.

Meclis norm üreten bir organdır, yasama organıdır, gerekirse norm üreterek Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan ve bu Meclisi âdeta bir paspasa çevirmeye niyetlenenlere gerekli dersi verelim diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum; sağ olun, var olun." dedi.

Kaynak : wwww.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları