Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati; 'Orta gelir tuzağını aşmayı hedefliyoruz'
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “Pandemi Sonrası Dönemde Ekonomi Paradigmasında Dönüşüm ve Yükselen Ülkeler” temasıyla düzenlenen “Ekonomik Dönüşüm Zirvesi”nin açılışını gerçekleştirdi.
Bakan Nebati burada yaptığı konuşmada, dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girildiğini belirterek, “Bu dönemde Türkiye, stratejik lokasyonu ve sahip olduğu birçok rekabetçi avantajıyla kuşkusuz önemli alternatif tedarikçi ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Yani esasında mevcut krizin ülkemiz özelinde ortaya çıkardığı fırsatlar, tehditlerden daha ağır basmaktadır.” dedi.
Nebati, 3 imparatorluğa başkentlik etmiş, Asya ile Avrupa’yı birleştiren, dünyanın eşsiz şehirlerinden biri olan İstanbul’da, Boğaz’ın hemen yanı başında, 4 farklı kıta ve 12 ülkeden dünyanın önde gelen iktisatçılarını ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını ifade etti.
Açılışta gösterilen videoyu anımsatan Nebati, videonun Türkiye’yi iyi özetlediğini, Türkiye’nin gerçeğinin videoda görüldüğünü, Türkiye’nin bir şeyleri başardığını ve gerçekleştirdiğini aktararak, zirveye katılan teorisyenlerin sözleriyle bunları desteklemesi ve okumasını diledi.
“Bugün burada etraflıca konuşulacağını düşündüğüm ekonomi politikaları ve deneyimlerinin, siz değerli akademisyenlerin katkılarıyla uluslararası ekonomi tartışmalarına da fayda sağlayacağına inanıyorum.” diyen Nebati, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ekonomik ve sosyal politikaların veçhe ve kapsamının, hem konjonktürel gelişmelerden etkilendiği hem de beşeri bilimlerdeki doktrin ve paradigma değişimleriyle şekillendiği görüşüne sanırım buradaki herkes katılacaktır. Gerek ulusal gerek küresel iktisat tarihi incelendiğinde, iktisat politikalarının dizaynı ile dönemsel ekonomik gelişmeler arasında sıkı bir korelasyon olduğu görülür. Binlerce yıla yayılan iktisadi tarih incelendiğinde farklı dönemlerde farklı ekonomik yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir. Örneğin, 15. yüzyılda devletin gücünün ana kaynağının ülkenin sahip olduğu değerli maden miktarı olduğu ve bu değerli maden miktarının ancak dış ticaret ile artırılacağını savunan merkantilist düşünce hakimken, 18. yüzyılda ülkenin zenginliğinin, ticaretin aksine doğa ve tarımsal faaliyetten geldiği tezini savunan fizyokrasi düşüncesi hakim olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında ise yaşanan sanayi devrimi, devletin müdahalesinin olmadığı bir serbest piyasa ekonomisini benimseyen ve kurucusu Adam Smith olarak kabul edilen klasik iktisadi düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.”
“İktisat tarihi incelendiğinde göze çarpan husus, ekonomi politikalarının her ülkede aynı neticeler doğurmadığı gerçeğidir”
Nureddin Nebati, farklı dönemlerde farklı iktisadi düşüncelerin hakim olmasında, toplumsal ve teknolojik dönüşümlerin sosyoekonomik şartların değişmesine neden olmasının ve bu değişimin yeni politika setlerinin oluşturulmasını zorunlu kılmasının etkili olduğunu söyledi.
Toplumları ileriye götüren itici gücün, Schumpeter’in de “yaratıcı yıkım” şeklinde ifade ettiği üzere, böylesine bir döngü olduğunu belirten Nebati, şunları kaydetti:
“Bilindiği üzere, bu dinamik süreç, teknolojik ilerleme sebebiyle bugün Paul Virilio’nun Hız ve Politika’da çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu gibi, önceki dönemlere nazaran çok daha hızlı işliyor. Eskiden belki de 100 yılda ulaştığımız bir sosyoekonomik eşiğe, 20. yüzyılın sonları itibarıyla çok daha kısa sürede ulaşıyoruz. Nitekim bu durum, politika altyapısının ve bununla birlikte ekonomi politikasının da kısa aralıklarla güncellenmesini zorunlu kılmaktadır. İktisat tarihi incelendiğinde göze çarpan diğer bir husus, aynı ekonomi politikalarının her ülkede aynı neticeler doğurmadığı gerçeğidir. Bir ülke ekonomisinin büyüme performansına olumlu etki eden bir politika, başka bir ülkede enflasyonist baskılara neden olabilmektedir. Bu farklılık son derece doğaldır. Zira her ülkenin geçmişten tevarüs eden kültürü, kurumsal altyapısı, coğrafi konumu, doğal kaynakları ve sektörel yapısı gibi birçok hususta birbirinden çok farklı, özgün yönleri vardır.”
1929 yılındaki Büyük Buhran’ın yıkıcı etkisiyle bir yandan “bırakınız yapsınlarcı” liberal sistemin büyük bir hızla terk edilirken, en başta Avrupa’da, sonra dünyada ekonomik dirijizmin (devletin ekonomik hayata müdahalesi) bütün azameti ile yükseldiğini ifade eden Nebati, “Bu dönemde kurulan dünya iktisadi nizamı; bir yandan Keynesçi refah devleti anlayışı ve kamu politikalarıyla, diğer yandan da Fordist üretim sistemi ve güçlü işçi sendikalarıyla kapitalist sisteme ve özellikle Batı ekonomilerine altın çağını yaşatmıştır. Ancak söz konusu dönemin dünyanın geri kalanı için pek de altın bir çağ olmak şöyle dursun, toplumsal ve ekonomik bakımdan ket vuran bir konjonktür ortaya çıkardığını söylemek, öyle sanıyorum ki, pek yanlış olmaz.” diye konuştu.
Nebati, çoğu ülkenin yoğun sanayileşme ve kalkınma çabalarına rağmen bu dönemde kalkınma hamlesi gerçekleştirebilen ülke sayısının azlığının, 1944 yılında Bretton Woods’ta kurulan ve ülkelerin para birimlerini ABD dolarına sabitlemelerini gerektiren sistemin etkinliğinin ve adaletinin sorgulanmasına neden olduğunu, bu dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasındaki farkın açılmasının literatürde bazı tartışmaları da beraberinde getirdiğini anlattı.
Gelişmekte olan ülkelere kalkınmanın tek reçetesi olarak sunulan Ortodoks ekonomi politikalarının, gelişmekte olan birçok ülkede büyük cari işlemler açığı ve beraberinde borç krizleriyle neticelendiğini aktaran Nebati, uluslararası ödemelerde çeşitli sorunlar yaşandığını ve nihayetinde Bretton Woods sisteminin 1970’li yıllarda çöktüğünü söyledi.
Nebati, Keynes’ci politikaların sınırına gelinmesi, 1973’te yaşanan petrol krizi ve arz şokları, kısacası egemen nizamın ekopolitik krizinin 1980’lerin başından itibaren uygulamaya alınan yeni liberal politikalarla aşılmaya çalışıldığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Önce İngiltere’de Thatcher, daha sonra da ABD’de Reagan uluslararası iktisat politikalarında Keynes’ci müdahale yönteminin terk edilmesini ve serbest piyasa mekanizmalarına daha fazla ağırlık veren politikalara geçilmesinin zorunluluğunu vurgulamıştır. ‘Piyasanın kendi haline bırakılırsa toplumsal faydayı maksimize edeceğine’ inanan Hayek’çi yaklaşımın beden bulduğu bu politika ile kamu harcamalarının kısılması, refah devleti politikalarının terk edilmesi, kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi, çeşitli sektörler üzerindeki kamu denetiminin hafifletilmesi hedeflenmiştir. Böylece hem makro ekonomik politikalarda devlet müdahaleciliği hem de tekil piyasalarda devlet denetimi azaltılmaya başlanmıştır.
1990’larla beraber küreselleşmenin tahkim edilmesi, yani global ölçekte etkileşimlerin artarak uluslararası ticaretin, sermaye akımlarının ve kültürel alışverişin tarihte eşi benzeri görülmemiş bir oranda artması ve bunun sonucunda sosyokültürel alanda postmodernizmin başat toplumsal doktrin haline gelmesi gelişmekte olan ülkeler için bir yandan yeni fırsatlar sunarken, diğer yandan bu ülkeleri yeni kriz riskleriyle karşı karşıya getirmiştir. Gelişmekte olan pek çok ülke, 1990’lı yıllarda neredeyse peş peşe kriz yaşamıştır. Meksika, Brezilya, Arjantin, Uzak Doğu Asya ülkeleri, Rusya ve Türkiye, 1990’larda finansal kriz veya döviz krizi yaşayan ülkelere örnek gösterilebilir.”
“Dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girdik”
Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, bir teknoloji devrimi olarak internetin 1990’lı yılların sonlarında yaygınlaşmaya başlamasının, 2000’li yıllarda küreselleşmenin yeni bir evreye girmesini tetiklediğini belirterek, “2000’li yıllar, uluslararası sermaye hareketlerinin ve uluslararası doğrudan yatırımların arttığı, küresel likiditede göreli bir artışın yaşandığı ve gelişmekte olan ülkelerin küresel sermayeye daha kolay ulaşabildikleri bir dönem oldu. Ancak bu dönem de uzun sürmemiş, 2008 yılındaki küresel finans kriziyle kesintiye uğramıştır.” diye konuştu.
Küreselleşmeyi temel alan neoliberal kapitalist sistemin yaşadığı en ağır finansal olan 2008 krizinin, AB ülkelerinde bir borç krizine dönüşerek daha uzun süre etkisini sürdürdüğünü, diğer yandan da iktisadi paradigmada önemli dönüşümlerin yolunu açtığını vurgulayan Nebati, bu krize küresel düzeyde çözüm bulma arayışı çerçevesinde G20 aktif hale getirilse de bu dönemde özellikle bazı gelişmiş ülkelerin, örtülü bir şekilde de olsa liberal politikalardan uzaklaşma veya korumacı bir yaklaşıma yönelme eğilimleri sergilediğini anlattı.
Nebati, küreselleşmeye dayalı neoliberal ekonomi doktrinine ters düşen bu örtülü tedbirler ve korumacı eğilimlerin, örneğin ABD’de Trump döneminde daha belirgin hale geldiğini belirterek, “ABD-Çin ticaret savaşı, Amerika’nın gelişmekte olan ülkelerden ithal ettiği bazı ürünlere uyguladığı gümrük vergilerini artırması ve benzeri diğer adımlar, küreselleşmenin temel dinamiklerine ket vuran bu yeni muhafazakar yaklaşımın açık yansıması olarak gösterilebilir.” dedi.
Dünya ekonomisinin gündeminde ABD-Çin gerilimi ve ticaret savaşları varken başlayan Kovid-19 pandemisinin hem paradigmada hem de uygulamada köklü değişimlerin kapısını aralayan tarihi bir dönüm noktası olarak ortaya çıktığını vurgulayan Nebati, şunları kaydetti:
“Pandeminin, son 20 yıldır üretim ve ticaret bakımından küresel ekonomide giderek öne çıkan ve özellikle Batı dünyasının en önemli tedarik merkezi haline gelen Çin’de ortaya çıkması küresel tedarik ve lojistikte ciddi sorunlara yol açmıştır. Batı ekonomileri, tedarik anlamında giderek tek merkeze bağımlı olmanın yol açtığı problemlerle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Kısaca özetlemeye çalıştığım ve sizlerin de çok iyi bildiğiniz bu süreç, son yüzyılda ekonomi politikalarının temelini teşkil eden paradigmanın konjonktürel gelişmelerle nasıl paralel bir şekilde değiştiğini göstermektedir.
Pandemi sürecinde, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere neredeyse tüm ülkeler genişletici para politikaları, faiz indirimleri ve çeşitli kamusal teşviklerle pandeminin ekonomilerde sebep olduğu hasarı azaltmaya çalışmışlardır. Ekonomi politikalarının yeniden müdahaleci bir görünüm almasına şahitlik ettiğimiz bu yeni dönemde, uluslararası kuruluşların da çeşitli finansal destek programlarıyla küresel ekonominin canlandırılması çabalarına destek verdiği görülmüştür. Bu süreçte Batılı ülkeler için alternatif tedarik merkezleri bulma arayışı da kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelmiştir.”
Tedarik sıkıntısı nedeniyle birçok sektörde yatırım kararlarının seyrinde küreselden ziyade yerele ve bölgesele dönüşün gerçekleştiğine işaret eden Nebati, “Hatta öyle ki dünya üretim ve ticaret haritasında çeşitli kaymalara yol açabilecek değişimlerin yaşanabileceği bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Bu dönemde Türkiye, stratejik lokasyonu ve sahip olduğu birçok rekabetçi avantajıyla kuşkusuz önemli alternatif tedarikçi ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Yani esasında mevcut krizin ülkemiz özelinde ortaya çıkardığı fırsatlar, tehditlerden daha ağır basmaktadır. Bir kere bunu görebilmek gerekiyor.”
Dünyada ortaya çıkan krizin Türkiye özelinde ortaya çıkardığı fırsatların, tehditlerden daha ağır bastığına işaret eden Nebati, şunları kaydetti:
“Bu çerçevede siz değerli iktisatçılarımıza son 3 yıla damgasını vuran negatif küresel konjonktürün, ülkemiz ekonomisi üzerindeki etkilerini sınırlamaya ve potansiyelimizi maksimize etmeye yönelik gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızdan, politika ve stratejilerimizden kısaca bahsetmek isterim. Bizler, ekonomi yönetimi olarak, bu süreçte politika ve stratejilerimizi belirlerken şu sorulara cevap aradık; Türkiye ekonomisini küresel ekonomik çalkantılardan nasıl koruruz? Türkiye ekonomisinin tüm bu olumsuz gelişmeleri bertaraf ederek güçlü büyüme yolunda sürdürülebilir bir şekilde devam etmesini nasıl sağlarız? Vatandaşlarımızın karşılaştığı refah kaybını, ekonomik dengeleri bozmadan aşmalarını nasıl sağlarız? Ülkemiz için mevcut konjonktürde en iyi politika seti ne olmalıdır?
İşte tam da bu noktada konvansiyonel iktisadi bakışın dışına çıkarak heterodoks politikalarla sadece mevcut küresel kriz ortamında değil, geçmiş dönemlerde de çözümünde yetersiz kalınan yapısal sorunlarımıza çözüm bulmak ve pandemi sonrası dönemde ülkemizin önemli bir küresel tedarik ve üretim merkezi haline gelmesini sağlamak adına yeni bir ekonomik yaklaşımı benimsedik. Ana akım ekonomi yaklaşımının ön kabullerini ve savlarını bertaraf eden bu heterodoks yaklaşım; ihracata dönük, yatırım, üretim ve istihdamı artırmaya odaklı bir perspektifle ülke kalkınmamızı ve insanımızın refah düzeyini daha ilerilere taşımak anlayışıyla oluşturuldu.”
Söz konusu yaklaşımı “Türkiye Ekonomi Modeli” olarak isimlendirdiklerini hatırlatan Nebati, “Bu yaklaşımın temel amacı; ekonomimizin sürdürülebilir büyüme patikasına girmesini sağlamak, kısa vadede küresel konjonktürel sıkıntıları en düşük hasarla bertaraf etmek, uzun vadedeyse orta gelir tuzağını aşmaktır.” dedi.
“Modelimizin yatırım, üretim, istihdam ve ihracatta beklediğimiz pozitif sonuçları verdiğine hepimiz şahitlik ediyoruz”
Nureddin Nebati, son 20 yılda gerçekleştirilen reformlar temelinde yükselen yeni ekonomi modeli ile bir üst dengeye kısa sürede ulaşacaklarını belirterek, “Modelimizin odağında selektif kredi ve destek politikası önemli bir yer tutmaktadır. Modelin en önemli sacayağı ise Türk lirasına olan güvenin artırılmasıdır. Ancak modelin başarısı için maliye politikasının tek başına yeterli olamayacağı, para politikasının da destekleyici şekilde dizayn edilmesi gerektiği açıktır. Geleneksel anlayışa ters düşen politika çerçevemiz, kimi kesimlerden ön yargılı eleştiriler alsa da özellikle uluslararası akademik ve uygulayıcı ekonomi çevrelerinin ilgisini çekmektedir. Nitekim ülkemiz gerçeklerine göre dizayn edilen, sürdürülebilir büyüme odaklı modelimizin yatırım, üretim, istihdam ve ihracat tarafında beklediğimiz pozitif sonuçları verdiğine hepimiz şahitlik ediyoruz.” şeklinde konuştu.
Nebati, dünya ekonomisinin daraldığı bir dönemde Türkiye ekonomisinin büyümeyi başardığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Dünya Bankası verilerine göre, dünya ekonomisinin yüzde 3,3 daraldığı, OECD ülkelerinin yüzde 4,5 ve AB ülkelerinin yüzde 6 küçüldüğü 2020 yılında, Türkiye ekonomisi yüzde 1,8 büyümeyi başarmıştır. 2021 yılında ise ekonomimiz yüzde 11,4 ile AB ve OECD ülkeleri gibi birçok yüksek gelirli ülkelerin büyüme oranlarının iki katından daha fazla bir oranda büyümüştür. Bugün, arz kaynaklı enflasyonu Ortodoks para politikaları ile çözmeye çalışan birçok gelişmekte olan ülkenin resesyona girdiği veya resesyon endişesi yaşadığına tanıklık ediyoruz. Buna karşın Türkiye ekonomisi, yüksek büyüme performansını 2022’nin ilk iki çeyreğinde de sürdürmüştür. Nitekim bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 7,5 ve ikinci çeyreğinde de yüzde 7,6 oranında büyüyen Türkiye, salgın öncesi dönemden bugüne G20 ülkeleri içinde en iyi performans gösteren ülkelerden biri konumundadır. Öte yandan, pandeminin etkisiyle 2020 yılında azalan ihracatımız da 2021 yılında yüzde 32,8 artışla dünya ortalamasının hayli üzerinde bir artış sağlamayı başarmıştır. Bu yılın ocak-ağustos döneminde ihracat artış oranı da yüzde 18,3 oranıyla mevcut konjonktüre rağmen oldukça güçlü bir artıştır.”
Türkiye Ekonomi Modeli’nin istihdamı artırma noktasında da hedeflerle uyumlu şekilde işlediğini belirten Nebati, 2021 yılında 2,1 milyon, bu yılın ilk 7 ayında ise 613 bin kişilik istihdam artışı sağlandığını bildirdi.
Nebati, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ülkemiz, OECD üyeleri arasında salgın öncesi döneme göre istihdamını en fazla artıran ülke olmayı başarmıştır. Modelin temel amaçlarından biri, yapısal nitelik kazanmış cari işlemler açığı sorununu kalıcı olarak çözmektir. Modelimizle birlikte enerji hariç cari işlemler fazlası vermeyi başardık. Ancak son 2 yıldan bu yana, özellikle de Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte enerji başta olmak üzere emtia fiyatlarında gerçekleşen dramatik artışlar, enerji ithalatçısı bir ülke olarak cari dengemizde kaçınılmaz olarak bir miktar bozulmaya yol açmıştır. Fakat bunun geçici olduğuna ve enerji fiyatlarının düşmesiyle birlikte bu taraftaki iyileşmenin devam edeceğine inanıyoruz. Diğer taraftan, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hem yeni enerji kaynaklarına erişim konusunda hem de alternatif enerji kaynaklarına geçiş konusundaki çabalarımız yoğun şekilde devam ediyor. ”
“Biz tercihimizi yatırımdan, istihdamdan, üretimden ve ihracattan yana yaptık”
Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, döviz kurundaki artış ve ataletin de enflasyon üzerinde etkili olduğunu vurgulayarak, “Yüksek enflasyon karşısında, hayat pahalılığına karşı vatandaşlarımızı korumaya yönelik yoğun kamu maliye politikaları uyguluyoruz ve uygulamaya devam edeceğiz.” dedi.
Yeni ekonomi politikasının, Türkiye ekonomisinin tüm yapısal sorunlarını kalıcı bir şekilde çözmeyi amaçladığını kaydeden Nebati, şöyle devam etti:
“Yeni ekonomi politikamızın, Türkiye ekonomisinin tüm yapısal sorunlarını kalıcı bir şekilde çözmeyi amaçladığı aşikar. Eğer yeni ekonomi modelini uygulamaya almasaydık bugün enflasyon sorunu ile birlikte büyük olasılıkla bir durgunluk ve buna bağlı birçok sorunla yüz yüze kalacaktık. Öte yandan, enflasyon sorunu yine ciddi bir mesele olmaya devam edecekti. Zira bugün tüm dünyanın yaşadığı enflasyon sorunu büyük ölçüde arz ve maliyet kaynaklıdır. Talebin etkisi sınırlı düzeydedir. Dolayısıyla biz tercihimizi yatırımdan, istihdamdan, üretimden ve ihracattan yana yaptık. Bu tercihimizden dolayı içeride bazı çevrelerden eleştiriler yükseldi. Ancak hem modelimizin meyvelerini almaya başlamamız hem de çoğulcu fikirleri benimseyen ve tek bir yaklaşıma bağlı kalmadan çeşitli kuramsal çalışmaların ele alındığı geniş heterodoks literatür, kimi çevreler tarafından ekonomide tek doğru yol olarak sunulan Ortodoks reçetelerin ülkemizin özgül koşulları ve ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır. Tecrübelerimiz de zaten bu yöndedir.
Her ülkenin yapısı, dinamikleri, gerçekliği farklıdır. Türkiye’de de ekonominin sektörel yapısı, ülkenin jeopolitik konumu, ücretli ve maaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payı, toplam işletmeler içerisinde küçük ve orta boy işletmelerin oranı ve bu işletmelerin istihdam kapasitesi, birçok ülkeden, en başta da gelişmiş ülkelerden farklı bir görünüme sahiptir. Dolayısıyla sorunların çözüm reçetelerinin de farklı olması son derece doğaldır. Bugün ‘Modern Para Teorisi’, ‘Halk Ekonomisi’, ‘Girişimci Devlet Anlayışı’, ‘Kalkınmacı Merkez Bankacılığı’ ve daha birçok yaklaşım, bildiğiniz üzere son derece popüler olan heterodoks ekonomi yaklaşımlarına bazı örneklerdir. Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöroekonomi gibi alanların da etkisiyle daha fazla önem kazanmaktadır.”
Amerika, İngiltere, İtalya ve Almanya başta olmak üzere dünyada geniş bir heterodoks iktisat literatürü olduğunun bilindiğini ifade eden Nebati, bu alanda kitaplar yazıldığını, makaleler yayınlandığını, prestijli araştırma kuruluşları ve akademik dergilerde çok saygın isimlerin çeşitli çalışmalar yaptıklarını anlattı.
Nebati, “Türkiye’nin özgül koşulları söz konusuyken ve heteredoks iktisada dair zengin bir literatür varken, hatta ve hatta tüm küresel sarsıntılara rağmen ülkemiz birçok alanda olumlu gelişmeler kaydederken, çeşitli çevrelerce ekonomi modelimizin insafsızca ve adeta ideolojik bir saplantıya varırcasına eleştirilmesini şaşkınlıkla karşıladığımızı belirtmek isterim.” dedi.
“Orta gelir tuzağını aşmayı hedefliyoruz”
Nureddin Nebati, orta gelir tuzağını aşmayı hedeflediklerini belirterek, şunları kaydetti:
“Hepimiz biliyoruz ki tüm ülkelere uygulanacak genel geçer bir politika seti söz konusu değildir. Sadece geçtiğimiz yüzyıla bakmak dahi, değişen koşullar altında, ekonomi politikalarında çeşitli değişim ve dönüşümler yaşandığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye Ekonomi Modeli ile yerli üretimi ön plana çıkararak, selektif bir kredi ve destek politikası ile stratejik sektörleri, yatırımları, üretimi ve istihdamı desteklemek ve bu suretle ihracatımızı, özellikle de katma değerli, inovatif ürün ihracatımızı artırarak orta gelir tuzağını aşmayı hedefliyoruz. Türkiye için son derece stratejik bu adımı atma kararlılığımız, tamamen ülkemizin ve insanımızın spesifik ihtiyaçları doğrultusundadır.
Bu bakımdan başarısı kanıtlanmış, stratejik sektörlerde faaliyet gösteren özellikle KOBİ’lerimizin kredi imkanlarına daha kolay ulaşabilmesini sağlayacak yeni yapılanma kapsamında çalışmalarımız hızlı bir şekilde sürüyor. Bu çerçevede, inanıyorum ki bugün buradaki saygın ve iktisat biliminin önde gelen isimleri olarak sizler, gün boyu bu konuları tartışacak ve özellikle pandemi sonrası dönemde iktisat paradigmasındaki değişimi analiz ederek bizlere yeni perspektifler kazandıracaksınız. Sizlerle başlattığımız bu verimli diyalog ve bilgi alışverişimizi daim kılmak konusuna da özel bir önem verdiğimizi ifade etmek isterim.”
“Hazine ve Maliye Akademisi Başkanlığını kuruyoruz”
Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, hayatın hemen her alanında yaşanan hızlı değişim ve dönüşümlere uyum sağlamak ve yön verebilmek için hem bilgiyi üretme ve zamanında bu bilgiye erişme hem de kurumsal ve bireysel kapasiteyi artırmanın giderek stratejik bir önem kazandığını vurgulayarak, “Öte yandan, günümüzde en değerli yatırımın insana, bilgiye ve geleceğe dönük yapılan yatırım olduğu da açıktır.” ifadesini kullandı.
Bu anlayış ve yaklaşımla bugün güzel bir gelişmeyi de paylaşmak istediklerini ifade eden Nebati, “Bakanlığımız bünyesinde reform ve gelişim dinamiğini sürekli kılacağına inandığımız Hazine ve Maliye Akademisi Başkanlığını kuruyoruz.” dedi.
Nebati, Hazine ve Maliye Akademisi’nde gerçekleştirilecek araştırma ve geliştirme çalışmalarıyla bir yandan bilgi üretimi yapılırken bir yandan da kamu kurumları, üniversiteler, özel sektör ve STK’larla birlikte gerçekleştirilecek projelerle ulusal ve uluslararası düzeyde bilgi ve deneyim paylaşımına daha fazla imkan sağlayacaklarını kaydetti.
Nebati, Akademi’nin, nitelikli insan kaynağı geliştirme yönünde önemli bir rol üstlenmesinin yanında, ekonomi, finans ve mali politikaların planlanması ve uygulanması bakımından da değerli katkılar sunacağına inancının tam olduğunu söyledi.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları