HDP: Yasal bir parti olarak hukuki taleplerimiz reddedilirken seyirci kalanlar bugün yaşananları düşünmelidir
![HDP: Yasal bir parti olarak hukuki taleplerimiz reddedilirken seyirci kalanlar bugün yaşananları düşünmelidir HDP: Yasal bir parti olarak hukuki taleplerimiz reddedilirken seyirci kalanlar bugün yaşananları düşünmelidir](https://www.istanbulgercegi.com/uploaded/bilgilendirme/2019/buyuk/hdp-yasal-bir-parti-olarak-hukuki-taleplerimiz-red-1557485131.jpg)
HDP Sözcüsü Günay Kubilay, "6 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleştirilen Saray darbesi ne ise, bizim 6 belediye başkanımızın 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koyan anlayış da aynıdır" açıklamasında bulundu.
HDP'nin yeni sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Kubilay'ın açıklamaları şöyle:
"Bildiğiniz gibi 2 Mayıs’ta Sayın Öcalan avukatlarıyla, 27 temmuz 2011 tarihinden beri 8 yıl sonra 810 başvuru sonrasında bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme adımını biz HDP olarak geç kalınmış ama doğru ve önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Sayın Öcalan ile avukatları arasında yapılan bu görüşmeyi çok değerli ve önemli buluyoruz, bir kez daha altını çizerek söylemek isterim ki avukat görüşmesinin bundan sonra da devam etmesi gerektiği açık şekilde ortadadır. Sayın Öcalan’a bu zamana kadar uygulanan bu mutlak tecrit Anayasa’ya da yasalara da ilgili uluslararası sözleşmelere de aykırı bir uygulamaydı.
Hükümet yanlıştan dönmeli ve atılan adımın arkasını getirmelidir
Tecrit her şeyden önce insanlık suçu ve insanlık dışı bir uygulamadır. Kimi nasıl cezalandırıyorsanız cezalandırın ama bugün tutuklu ve hükümlülerin her düzeyde, uluslararası düzeyde kabul görmüş ve garanti alınmış hakları vardır. Ve burada da Sayın Öcalan de için istenen bu haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasıdır. O bakımdan da Sayın Adalet Bakanı ve hükümet cesur bir adım atmıştır, bunu önemli buluyoruz ve bunun arkası getirilmelidir. Nitekim uzun zamandır süren bir yanlıştan dönülmüş, iyi bir şey olmuştur. Dolayısıyla Sayın Öcalan avukatları ile düzenli görüşmelere başladığı zaman, ailesi ile görüşmelerini düzenli olarak diğer tutuklu ve hükümlülerde olduğu gibi yaptığı zaman, görülecektir ki açlık grevcileri de eylemlerini sona erdirecektir. Zaten temel amaç da budur.
Gerekli adımlar atılarak açlık grevi sorunu kırılma yaşanmadan çözülmelidir
Sayın Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi 184. gününde. Avrupa’da, Hewler'de, açlık grevleri artık 170’inci günü aşmış durumda. 1 Mart’tan beridir binlerce siyasi tutuklu ve hükümlü açlık grevinde. Ve nitekim geçen günlerde ölüm orucuna başlayan 15 kişi de ölüm orucunun 11. gününde. Bugün ikinci bir 15 kişilik grup da ölüm orucuna başlayacağını duyurmuştur. Bizim isteğimiz odur ki Sayın Adalet Bakanı ve hükümet 2 Mayıs’ta attığı bu cesur ve olumlu adımı devam ettirmeli ve siyasetin gerilimlerinden bağımsız olarak HDP’ye bakışları nasıl bir karşıtlık içinde olursa olsun, hatta bunu düşmanlık düzeyinde çıta yükseltilmiş olursa olsun, bu ölüm oruçları, açlık grevleri ve tecrit konusu bunlardan bağımsız olarak değerlendirmelidir. Bu son derece insani ve hukuki bir konudur. Gerekli adımlar atılarak ölüm oruçları kırılma yaratmadan açlık grevinin sona ermesini, tecrit konusunun Türkiye’nin gündeminden kalkmasını bekliyor ve istiyoruz.
Tecrit ve açlık grevleri sadece bizim ve hükümetin sorunu değildir
Bu sorun yani tecrit, açlık grevleri ve ölüm oruçları konusu elbetteki yalnızca Adalet Bakanı ve hükümetin bir sorunu değildir. Yalnızca HDP’nin de sorunu değildir. Bu sorun aynı zamanda CHP’nin ve diğer partilerin de sorunudur. Bütün STK’ların, emek örgütlerinin ve sendikaların sorunudur. Çünkü burada istenilen yeni bir yasa yapılması değildir, Anayasa’da olmayan herhangi bir maddenin Anayasa’da değişiklik yapılarak düzenlemesi değildir, uluslararası sözleşmelerde olmayan herhangi bir hakkın yeniden düzenlenmesi de değildir. Bütün bunların hepsinin sadece bu zamana kadar yasalara, Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olan bir hakkın tekrar uygulanmasıdır. İstenilen budur. O bakımdan da bu konuya herkes eğilmelidir.
Demokrasinin içerisinden çoğulculuğu aldığınız zaman o içi boş bir kabuğa döner. Hukukun içerisinden adaleti çekip çıkardığınız zaman hukuk da boş bir kabuğa döner. Bu herkes için geçerlidir. Hukuk da adalet de bir boomerang gibidir. Onu kurallarına göre oynamadığınız zaman ona karşı hile yaptığınız zaman kim hileli yaklaşıyorsa o dönecek ve bizatihi oyun oynayana karşı ölümcül ve yaşamsal bir zarar verecek bir araca dönüşebilir. O yüzden de demokrasi, hukuk, adalet insanlığın ortak değerleridir, tüm insanlığı bir arada tutan ortak değerlerdir. Bu değerlerin Sayın Öcalan’a başka türlü uygulanması kabul edilemez.
Bir kez daha altını çizmek isterim ki sadece Sayın Öcalan olduğu için büyük bir çaba içerisinde değiliz. Kim olursa olsun ortada bir adaletsizlik, hukuksuzluk, eşitsizlik, haksızlık varsa HDP onun karşısındadır ve zaten bu değerler HDP’nin kuruluş ilkeleri ve hedefleridir. Bütün bunları HDP’nin içinden çekip aldığınız zaman da HDP’den geriye içi boş bir kabuk kalır. O bakımdan biz bu konularda çok ısrarcıyız. Bize yönelik baskılara, şantajlara, karalama kampanyalarına rağmen barışta, adalette ve hukukta ısrarcıyız.
Önce mazbatalar sonra İstanbul seçimleri iptal edildi: Bu bir Saray darbesidir
31 Mart yerel seçimleri sona erdikten sonra olağan dışı gelişmeler söz konusu oldu. Bu gelişmelerin en başında HDP’nin 6 belediye eşbaşkanı ve 56 belediye meclisi üyesi olmak üzere mazbatalarına el konuldu. KHKli oldukları için bu arkadaşlarımız mazbataları verilmedi. Dün akşam itibariyle gene Kürt illerinde 10 muhtarın mazbatasına el konulmuş. Bununla yetinilmedi, arkasından 6 Mayıs’ta İstanbul’da YSK eliyle İstanbul seçimlerinin yenilenmesini isteyen bir sandık darbesi yapıldı. İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi YSK eliyle yapılmış bir sandık darbesidir. Darbeler sadece üniformayla, silahla yapılmıyor. Bunların her biri kendi içinde farklı araç ve yöntemlerle gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla 6 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleştirilen Saray darbesi ne ise, bizim 6 belediye başkanımızın 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koyan anlayış da aynıdır. Halkın sandıktan çıkmış siyasi iradesine saygı göstermeyen zihniyetin aynı olduğunu düşünüyoruz. Biz İstanbul kararının AKP ve MHP iktidar blokunun siyasi operasyonu olduğunu düşünüyoruz. YSK kararları bir kez daha hukuka ve YSK içtihatlarına ters, direktiflerle verilmiş siyasi kararlardır. Hukuksal dayanağı yoktur ve gayrı-meşrudur.
YSK baskı sonucu kendi belirlediği sandık kurullarını yasadışı ilan etti
O kadar ilginçtir ki YSK iktidar blokunun siyasi baskısı ve kuşatması karşısında o kadar çaresiz kalmıştır ki kendi belirlediği sandık kurullarının yasadışı olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştır. O bakımdan da bu kararın yasal sorumluluğu YSK’ya aitse siyasi sorumluluğu da AKP ve MHP’ye aittir. Dolayısıyla İstanbul halkının iradesine nasıl saygısızlık yapılmışsa, YSK kendisine karşı da suç işlemiştir. Siyasal koşullar değiştiğinde, bugünkü gerilimler azaldığında, kutuplaşmalar yerini bir toplumsal uzlaşmaya bırakmaya başladığında, demokratik siyasetin ilkeleri süreci yönlendirmeye başladığında, bunların olağan davranış biçimleri değil olağan dışı atılan kritik adımlar olduğu görülecektir.
Ama YSK’nin İstanbul kararını sadece yasadışı ya da kanunsuzlukla açıklamak mümkün değildir. 31 Mart seçimlerinde Türkiye ekonomisinin, turizminin yüzde 70’ine hitap eden başta İstanbul olmak üzere Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyük metropollerde seçimi kaybetmiş olmasının AKP-MHP iktidar blokunda büyük bir kan kaybına yol açtığı ve bu kan kaybını durdurabilecek en başat olgunun İstanbul olduğu ve dolayısıyla İstanbul’da seçimi yenileyerek bu kan kaybının durdurulabileceği düşünülüyor.
Gültan Kışanak’ın da İmamoğlu’nun da mazbatasına el koyan zihniyet aynıdır
Seçimlerin yenilenmesi, İstanbul halkının iradesine el konulması ve Sayın İmamoğlu’nun mazbatasına el konulmasının temel politik nedeni budur. Bütün toplumsal muhalefete Parlamento içi ve dışı muhalefete şu hatırlatmayı yapmak isterim. Ekim 2016’da Sayın Gültan Kışanak'ın mazbatasına ve 6 belediye başkanının mazbatasına el koyan zihniyet ne ise Sayın İmamoğlu’nun mazbatasına el koyan zihniyet de aynıdır. Onlar aynı tornadan çıkmış ikiz kardeşlerdir.
Burada sadece bunun bir siyasi faturası söz konusu değildir, bugün İstanbul seçimlerini yenileme kararı ortaya çıktıktan sonra ekonomik kriz giderek derinleşmeye başlamıştır. Karar akşam açıklandığı halde dolar fırlamıştır, 6 liranın üzerine çıkmıştır. Bugün her ne kadar Erdoğan kapsamlı bir yapısal reformdan söz etse de bu zamana kadar atılan adımlara, ekonomi programlarına baktığımız zaman bütün bunların palyatif tedbirler olduğunu görürüz.
Ekonomik krizi peyzaj çalışmalarla çözemezsiniz
Türkiye ekonomisi sadece görüntüyü kurtaracak peyzaj çalışmalar ile bu yapısal krize çözüm bulamaz. Burada çok köklü bir yapısal değişikliğe ihtiyaç vardır. Bakınız işsizlik 7 milyonu aşmıştır. Haziran ve Maliye Bakanı binde 2’lik tüketici enflasyonunda düşüş oldu diye ayakları yerden kesiliyor, oysa bugün tüketici enflasyonu yüzde 30’un üzerindedir. Seçim öncesinde de görüldüğü gibi zabıta tedbirleriyle, tanzim satış kuyruklarıyla çözülebilecek mesele değildir. Çünkü buradaki sorun arz talep meselesi değil, maliyetlerin yüksek olmasıdır. Tarımda maliyetler yüksek olduğu için, yani mazot, gübre, nakliye pahalıdır. Dolayısıyla yüzde 30 üzerinde bir gıda enflasyonunun olduğu bir ülkede zabıta tedbirlerle enflasyonu geriletemezsiniz, krizi çözemezsiniz. O yüzden de köklü değişiklik şudur; bugün 3-5 büyük yandaş sermaye grubunun çıkarını temel alan ekonomi politikalarından vazgeçilmelidir. Toplumsal ihtiyaçları temel alan yeni bir dayanışmacı sosyal ekonomik modele hızla geçilmelidir.
Türkiye üretim kapasitesini tüketmiş bir ülke haline geldi
Türkiye artık hiçbir şey üreten bir ülke değildir. Vakti ile kendi kendine yeten bir ülke iken, bugün loru, peyniri dışarıdan alacak kadar üretim kapasitesini tüketmiş bir ülke haline getirilmiştir. Toplumsal varlığını, kentsel varlığını ve birikimini betona dökmüş bir ülkedir. Türkiye’nin son 15-20 yıldaki birikimlerinin nerede olduğunu arıyorsanız kentlere dikilen rezidansların temeline bakın. O birikim o temellere gömülmüştür. Türkiye kapitalist bir ülkedir bunu biliyoruz. İyimser değildir, onlar sermaye birikimi yapıyorlar, ama bugün yağmaya dayalı sermaye birikimi iflas etmiştir. Betonlaşmaya dayalı büyüme de iflas etmiştir. Ahbap çavuş kapitalizmi de iflas etmiştir. Köklü bir yapısal dönüşüme ihtiyaç vardır. Faturayı emekçiler, işçiler, kadınlar gençler ödemektedir. Yani sizler ödüyorsunuz. Reel ücretlerinize dönüp bakınız, 6 Mayıs - 10 Mayıs arasındaki alım gücünüzü kontrol ediniz ve haberin altına da yorumlarınızı yazmanızı rica ediyorum.
HDP’ye yapılanlara rıza gösterenler bugün yaşananları düşünmelidir
İster kayyımlar olsun, ister mazbatalara el konulması olsun, ister sandık darbesi ile halkın iradesine saygısızlık edilmesi olsun, bütün bunlar dünden bugüne gelen süreçte belliydi. Ben burada bir serzenişte bulunmuyorum. Herkesi İstanbul realitesi ile birlikte bu gerçekliği düşünmeye davet ediyorum. Bugün HDP’nin bir yasal parti olarak hukuki talepleri reddedilirken seyirci kalanlar düşünmelidir. KHKli arkadaşların bırakın sadece belediye başkanlığını, seçilme hakkı elinden alınmak istenirken bu konuda ses çıkarmayanlar düşünmelidir. Hep birlikte düşünmeliyiz, bugün Erdoğan ve hükümetin HDP’ye yönelik tehdit ve şantajlarına, karalamalarına rıza gösterenler bunları düşünmelidir. Dolayısıyla perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Burada zihniyet aynı. Sadece biçim değiştiriyor.
HDP’nin ne yapacağı belli değil mi?
Dün bunu kayyımla yapıyorlardı, bugün başka bir araçla yapıyorlar, yarın başka bir araçla yapacaklar. Bugün otoriter bir rejimin yerini demokratik rejim almaksızın, baskıcı siyaset tarzının yerini demokratik siyaset almazsa bu süreç böyle devam edecektir. Bu sadece HDP’nin bir sorunu değildir. İstanbul sorunu bunu göstermiştir. Herkes HDPye soruyor, yahu siz ne yapacaksınız? HDP’nin ne yapacağı belli değil mi? HDP’nin ne yapacağı bellidir. Belki de en az soru sorulması gereken HDP’dir. Bir otoriterleşme sürecinin, bir despotik siyaset tarzının uzun zamandan beri bu ülkeyi kasıp kavurduğunun altını sürekli çizen HDP’dir. Bunun karşısında demokrasiden, barıştan, özgürlükten, haktan ve hukuktan yana olacak HDP’nin bundan başka politikası ne olabilir?
Meşruiyet zemininde kalarak kazanımları korumak lazım
Bugün İstanbul kararı da bir kez daha göstermiştir ki sandıklardan çıkan sonuca saygı gösterilmiyor, irade gasp ediliyorsa yapılacak şey toplumsal meşruiyet ve demokratik siyaset zemini içinde kalarak kazanımları korumaktır. Bir şeyi kazanmak yetmiyor, kazanımları korumak gerekiyor. Bu kazanımları koruyacak rejimin yönetimin adı demokrasidir. O yüzden de bugün demokrasi isteyen, demokrasi arayışı içinde olan bütün güçler demokrasi ortak paydasında buluşmak zorundadır. Bunun için demokratik ve meşru yöntemlerle mücadelenin öznesi olmak zorundadır, biz buna “demokrasi ittifakı” diyoruz. Demokrasi isteyen güçlerin birleşik mücadelesine “demokrasi ittifakı” diyoruz.
“Türkiye İttifakı” denilen bakış açısı Türkiye’yi kapsamıyor
“Türkiye ittifakı” diye dile getirilen bakış açısının da Türkiye’yi kapsamadığını düşünüyoruz. O ittifak sadece bugünkü kan kaybetmeye başlayan iktidar blokunu güçlendirmeye yönelik yeni bir dayanak arama çabasıdır. Bunu bulup bulamayacaklarını bilmiyoruz. Bizim sorunumuz da değil. Biz demokrasi kulvarındayız ve bununla ilgileniyoruz.
Demokrasi kulvarındaki herkesle birlikte olmak istiyoruz
Bununla birlikte demokrasi kulvarında olan herkesle Parlamento içinde veya dışında birlikte olmak istiyoruz. Bu zamana kadar fabrikalarda, tersanelerde ve sokaklarda meşru mücadele yöntemleri ile kazanılmış her şeye Parlamento’da da sandıkta da sahip çıkmak istiyoruz. HDP’nin politik tutumu budur.
Belediyelerle halk arasına yeniden bariyer örülmesini kabul etmiyoruz
İçişleri Bakanlığının talimatı ile Mardin, Cizre, Silopi başta olmak üzere 26 belediyede belediye girişlerinde polis noktaları oluşturulmaya başlanmış. Böyle bir ihtiyaç nereden çıkıyor? İdari ve mali özerkliği olan belediyelerin güvenlik sorunu olacaksa bunların zabıta gücü var, kendi istekleriyle yapabilirler. Zaman zaman buna ihtiyaç duyabilirler. İçişleri Bakanlığı’ndan ve Emniyet’ten destek isteyebilirler. Ama belediyelerin hiçbirinin böyle bir talebi yok. Buna rağmen denmektedir ki “ihbarlar alındı, güvenlik sorunu söz konusu”. Belediyeler halkın iradesi ile ortaya çıkmış yerel yönetimlerdir, eğer bir güvenlik problemi varsa sadece halk tarafından korunabilir. Bize göre böyle bir tehlike de söz konusu değildir. Arkadaşlarımız mazbatalarını aldığı zaman, kayyımlar döneminde halk ile belediye arasına örülen kalın duvarlar kaldırılmıştır. Halk da kendi iradesiyle oluşmuş belediyelerle yeniden buluşmuştur. Bu önlem belediyelerin halkla kaynaşmasını önlemek için örülen bir bariyerdir. Biz bunu kabul etmiyoruz. Ne deniyordu İstanbul’da, “belediye işi gönül işi diyorlardı”. Bizim belediyeler bunu gönüllü yapıyorlar. Bunu sadece bir görev olarak telakki etmiyorlar. Bir gönül işi; halka hizmet etmek istiyorlar.
Hemen her durumda namlu ve dipçik göstermek iflas etmiş bir politikadır
Peki belediyelerin kapısını halka kapatmanın anlamı ne? Bu neden yapılıyor, hangi ihtiyaçtan çıkıyor. Dolayısıyla biz İçişleri Bakanı ve hükümetin bu konudaki yanlış yoldan dönmesini istiyoruz. Uzun zamandır süren savaş şiddet ortamından çıkılmasını ve sorunların bir toplumsal uzlaşma yolu ile demokratik siyaset zemininde, onurlu bir barış zemininde çözülmesi, karşılıklı hassasiyetleri dikkate alarak çözülmesi marifettir. Hemen her durumda bir namlu ve dipçik göstermek, iflas etmiş bir politikadır, buradan çıkılması gerekiyor. Buradan nereye gidilecektir? Bu ilkesiz ve kuralsız siyasetin gidebileceği bir yer yoktur. Bu yanlıştan dönülmelidir.
Tecrit Türkiye’nin gündeminden çıkarılmalıdır
Sonuç olarak bizim gündemimizde tecrit ve seçim gündemi eş zamanlı duruyor. O yüzden de şunu söylemek isterim son olarak; Sayın Öcalan’la görüşmek geç de olsa doğru ve cesur bir adımdır. Avukatlarla görüşmeler yasalar, uluslararası sözleşmeler çerçevesinde sürekli kılınmalı, tecrit Türkiye’nin gündeminden çıkarılmalıdır.
Barıştan söz eden bir insanın, görüşleriyle siyasi hayata katılmasının ne mahsuru olabilir?
İşte Sayın Öcalan’ın verdiği mesajları hepiniz okudunuz. Ne söyleniyor? Türkiye’nin yakıcı ihtiyacı olan bir siyaset tarzından, yol ve yordamdan bahsediliyor. Biz eğer eşit koşullarda ve demokratik, çoğulcu anlayış içinde, Türkiye’nin çok kültürlü yapısına uygun bir yaşamı birlikte sürdüreceksek bundan başka çaremiz yok. Bunu geliştirip güçlendirmekten başka çaremiz yok. Dolayısıyla Sayın Öcalan böyle bir kapasiteye ve perspektife sahip olduğunu bu mesajla bir kez daha göstermiştir. Barıştan, müzakereden, toplumsal uzlaşmadan söz eden bir insanın, görüşleriyle siyasi hayata katılmasının ne mahsuru olabilir? Hükümetin izlediği politikalar ve stratejik yönelimler açısından ne sakıncası olabilir? O yüzden bu süreç işlemeli, bu adım mantıklı bir sonuca ulaştırılmalı, açlık grevleri ve ölüm oruçları sona ermelidir. Artık başta anneler olmak üzere hiçbirimizin başka acıya tahammülü kalmamıştır."
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları