Referanduma ve yeni anayasaya meşruiyet kazandıracak tüm adımlardan uzak duralım. Cumhuriyet'i tabuta koyup son çiviyi bize çaktırmaya çalışıyorlar.
>Söyleşimize referandum değerlendirmesi ile başlayalım isterseniz?
Söyleyeceklerim hamaset değil. Seçimden önceki gün Beylükdüzü’nde partinin en çalışkan gruplarından birine konuşma yaptım. “Sandıklardan çıkacak rakamlardan bağımsız olarak biz kazandık, siz kazandınız” dedim. Aradaki farkın bu kadar az olmasıyla fikrim değişmedi. Herşeyden önce bu bir referandum değildi. Referandumlarda Halkı alternatifler konusunda bilgilendirirsin ve halk bilgilendirme çerçevesinde benim tercihim bundan yana der. Ama 16 nisan bir plebisite, giderek devletin ve sermayenin dayatmasına döndü. İktidarın kendisini güçlü gördüğü konularda kendisini oylatmasına döndü. Çok tartışılmadı ama birçok darbe sonrası gelen yöneticide olduğu gibi kendi görev süresini seçimsiz uzattı iktidar. Aynı zamanda toplumun geleneksel fay hatlarındaki gerilimleri düşmanlaştırmayı ortaya koyarak, kaşıyarak kullandı. Bu zaman zaman etnik oldu, mezhepsel oldu, yabancı düşmanlığı oldu. En önemlisi bu sürecin adil olması için var olan devlet organları da taraf oldu.
Devasa bir binanın tüm cephelerini kapsayan, devlet olanakları ile alındığı hukuka aykırı olarak asıldığı tartışmasız bir poster düşünün. Öte tarafta şiddete uğrama ve gözaltı riskine rağmen harçlıklarından toplayarak küçük stickerları yapıştırmaya çalışanları düşünün. Devlet aygıtıyla, sermayeyle, kanlarında banyo yapacağız diyen çeteleriyle, tutuklamalarıyla Evet çalışması yaptılar. Ama kazanamadılar. Sonucu “çalmak zorunda” kaldılar! işte tüm yapabildikleri bu!
Hayırı savunan HDP’nin eş genel başkanlarının, milletvekillerinin, müşahitlerinin, 5 bine yakın politikacısının tutuklanmasını da koyun üstüne. Ki o boşalan alanlarda gizli sayım yapıldığı hatta sayım yapılmadan tutanak tutulduğu çok açık.
>>"Hayır kazandı" diyenlerdensiniz o zaman?
Evet. Tüm bunlara rağmen kazanan “hayır fikridir”. Bu çok önemli; güçlü bir Hayır tavrı ile cumhuriyetin kuruluşunu ve bir arada yaşama iradesini yeniden tescilledi halkımız. Evet diyenlerin önemli bir kısmı da cumhuriyet fikrine perestij ettiler. “Cumhuriyetle derdimiz yok” dediler. “Vallahi billahi rejim değişmiyor” dediler. “Anayasanın ilk üç maddesini değiştirmeyeceğiz” dediler. Bunun takkiye olup olmaması önemli değil.
Ayrıca Hayır’da herkes vardı. Sol, sosyalistlerin dışında da bir çok kesim vardı. Milli görüşçüler, milliyetçilerin genç ülkücülerin çok önemli bir kısmı Hayır’ı savundu. Kürt siyasi hareketi Hayır’ı savundu. CHP, kurucu parti ve ana muhalefet partisi blok olarak Hayır’ı savundu. Bu aslında cumhuriyetin yeniden demokratik zeminde kuruluşu anlamına geliyor. Bu iyi okunursa aynı zamanda Gezi'nin de ilk politik oylamasıydı.
16 nisanda cumhuriyeti -gerçek anlamda kuruluştaki öncü kadroların yaptığı Anadolu devrimini- çok önemli bir noktada onaylamış olduk.
>>Gezi ile ilgili değerlendirmenizi biraz açabilir misiniz?
İlk defa bir politik tercihi siyasete yansıdı. Devrimciler, sosyal demokratlar, Kürtler, Anti kapitalist Müslümanlar, bu gidişattan memnun olmayan muhafazakarlar, ülkücüler de sosyalistler de hepsi burada bir araya geldiler ve Hayır dediler. Bu çok önemli. Dolayısıyla bunu bu anlamda bir yenilgi olarak görmüyorum. Seçim sürecindeki eşitsizlikler ve oylama sonrası ortaya çıkan hukuksuzluklar ayrı değerlendirilmeli. Bu da Hayır’ı iyice kıymetlendirir.
Aynı zamanda bu seçim ahlaki değerleri kazandırdı. “Evet çıkarsa,hayırcıların kadınları, kızları bize helaldir” türünden ağır saldırılara rağmen bu tarafta, “garip” bir tehdit olayı hariç şiddete bulaşan olmadı. Hayırcılar sandıklarda hile ve hırsızlık yapmaya tenezzül etmediler. Şu anda sokağa çıkanlar da sadece “burada bir hırsızlık iddiası var, bunu çözün, bizi ikna edin” diyorlar.
Bunun burada kalmaması lazım. Çünkü biz bu referandumdan ne çıkarsa çıksın iktidar hemen değişmeyecek diyorduk. Hayır çıksaydı parlamenter sistem kurallarında yapılacaktı seçim. Evet çıksaydı yeni kurallara göre yapılacaktı. Evet çıksaydı diyorum dikkat ederseniz, çünkü daha sonuçlar kesinleşmedi. Aradaki fark belki de kapanacakken Başbakanın ve Cumhurbaşkanının, hele hele iddiaları inceleyecek YSK başkanının sonucu açıklamaları, bunun üzerine mecliste fiili değişikliğe gitmeleri evetin meşruluğunu sakatlamıştır. Başlı başına şaibe nedenidir.
GELENEKSEL SANDIK YOLSUZLUĞU DEĞİLDİ
CHP sandık güvenliği konusunda kendine çok güveniyordu. Sorun nerede oluştu?Bugüne kadar yapılan geleneksel sandık yolsuzlukları, seçim yolsuzlukları önemli ölçüde engellendi. Ama YSK’nin kanunun açık hükmüne rağmen mühürsüz pusulaları geçerli sayması hileyi ölçülemez hale getirdi. Anormal olan ve biraz da özeleştiri olarak söyleyeyim öngöremediğimiz bu.
Bu olmasaydı mühürsüz oyların geçersiz sayıldığı durumla, geçerli sayıldığı durumu mukayese edebilirdik. Ama şu an edemiyoruz. İşte burada meşruiyet tartışması ortaya çıktı. Hukuki anlamda meşruiyeti ortadan kaldırdı. Çünkü kanun hükmü var ve “mühürsüz pusula geçersizdir” diyor. Bu yoruma açık bir şey değil zaten. Hukuki meşruiyet daha ilk adımda, kanunilik üzerinden sağlanmadığı için de meşruiyet yok. İktidar tartışmalarını içeren meşruiyet anlayışı iki başlıkla incelenir. Birincisi hukuki meşruiyettir, ikincisi ise sosyo-politik meşruiyettir. Sosyo-politik meşruiyet en başından beri başka gerekçeler ve eşitsiz yarıştan dolayı yoktu.
Meşruiyet toplumsal rızayı sağlamak için vardır. Toplumun neredeyse yarısının inanamadığı, rızasını ortaya koymadığı bir sonuç üzerine gidemezsiniz. Gidersiniz ama bunu topluma maliyeti çok büyük olur. Anayasa referandumlarına futbol maçı gibi bakamazsınız. Bunun en önemli örneklerini biz yaşadık. 12 Eylül darbe anayasasıdır. Cumhurbaşkanının benzetmesi ile o maç 10-0 bitti. Ama şu anda kimse 12 Eylül Anayasa’sına meşru diyemiyor. Çünkü bu maç değil. Diyorsanız ki toplumuz yarısı benim için yeterlidir. O zaman millet kavramını parçalamışsınız demektir. Sadece milletin içerisinde sizi işinize gelen kesimin iradesi üzerine bir milli irade oluşturmuşsunuz demektir.
Aynı hatayı AKP 15 Temmuz sonrası da yaptı. Yani Fetullahçıların yaptığı darbe girişimi sonrası yaşanan krizden demokratikleşerek toplumun tamamını o sürecin parçası yaparak, sorunları çözmeyi denemeliydi. Bunu yapmak yerine kendi iktidarını sağlamlaştırmak için bunu bir fırsata çevirip, KHK’lerle toplumun diğer kesimini ezme yoluna gitti. Şimdi benzer bir fırsatçılık var. Bu sosyo politik meşruiyetin kökeninde toplumun ortak rızası olmalıdır. Böyle giderseniz bu kriz üretir.
HAYIR BÜYÜK BİR OLANAK YARATTI
>>Hayır için mücadele edenler şimdi ne yapmalı?
Hayırın aldığı oyun bize inanılmaz bir alan açtığını düşünüyorum. Eğer bunun üzerine, biz derli toplu bir politik hat oluşturursak, Türkiye böyle bir hat açabilirse, süratle Türkiye’nin barışını hatta Ortadoğu’nun barışını Dünya’nın barışını sağlayabilecek bir işe girişebiliriz ve bunu da başarırız. Tabiiki bu hayır iradesini iktidara taşıyabilirsek. Yanlış anlaşılmasın bu, Hayır içindeki politik görüşlerin bir parti içerisinde, etrafında birleşmesi değildir. Bu gerçekçi de değildir zaten. Kastım; ortaya çıkan iradenin asgari iddiası bile bunu sağlar. Asgari iddia; barış, demokrasi, şeffaflık, özgürlük, adalet… bunları hayata geçirebilecek hat olursa, bu sandığımızdan daha büyük bir güç olur. Avrupa Birliği’nin özellikle kendisini sorumluluğunda olduğu önemli bir göçmen baskısı etrafında razı olduğu ahlaksız bir anti demokratik gidişi bile düzeltir. Dünya’nın barışını bile önemli ölçüde sağlar. Ama şu anda tam tersine bir gidişat var. Onun için çok önemsiyorum. Hayırın ortaya koyduğu irade kazanmıştır sandıklardan çıkan sonuçtan bağımsız olarak
>>Siz başka bir politik yoldan, mücadeleden bahsediyorsunuz ama bir yandan hem CHP’den hemde diğer yandan
2019 başkanlık seçimine dair söylemler var. Baykal’ın ikinci devre diye tanımladığı, Sinan Oğan’ın adayım dedi. Hayır cephesi baktığımızda Başkanlığın anti demokratik o9lduğunu uygulamaz olduğunu savundu. Yasal olarak geçse bile itirazlar duruyor bir yerde. Buradaki o çelişki hakkında ne söylersiniz?
Bir kere benim söylediğim şey bunların çok dışında bir şeydi. Bu yüzde 49’u sadece bir siyasi partinin ya da siyasetin başarısı olarak görmek büyük bir yanılgı olur. Bir yandan meşru değil diyip, bir yandan da bu sistemin dönüşümünü sağlayan seçimin şaibeli olduğu tespitini yapıp sonrasında, meşruiyeti verecek şekilde açıklamalar yapılması çok doğru değil.
Burada oluşan dinamik, yeni bir Türkiye, yeni bir politika önermeli. Ama siz şimdiden o statüyü verirseniz olmaz. Biz ne diyorduk “Bu yetkiler babama verilse bile kabul etmem” diyorduk. Şaka ya da seçim propagandası değildi söylediğimiz. Kesinlikle bu kabul edilemez. O kurallara göre seçime girme zorunda kalsak bile biz buna meşru demeyeceğiz.
>>O zaman soru ne yapılmalı?
Neyin yapılmaması gerektiğinin çok iyi biliyorum. Hiçbir şekilde bu seçim sonuçlarına ve seçime giden sürece meşruiyet kazandıracak bir şey yapılmamalı.
Kanun dışılığa meşruiyet verilemez. Önümüzde 2,5 yıl var. Derhal bu seçim sonuçlarını meşru gösterecek her türlü söylemi ve zemini terk edip demokrasi mücadelesini başlatmak lazım.
TARTIŞMALARI TÜKETMELİYİZ
>>CHP bunu yapabilir mi?
2011 yılından bu yana arka arkaya seçim gündemleri nedeni ile parti içinde birçok tartışmayı erteledik. Şimdi sırası değil dedik. Bazı tartışmalar tüketilemedi, ertelendi. Hatta referandum sürecinde bile sesimizi çıkaramadığımız yutkunduğumuz olaylar oldu. Saadet Partisi ziyareti gibi. Bunların tamamının parti içinde tüketilmesi lazım.
>>Parti içinde böyle bir zemin oluşur mu? Sine-i Millet tartışması bile hızla başka noktaya geldi.
Sine-i millet tartışmasında Sayın Selin Sayek Böke’nin ifadesinde sorunlu bir taraf yok. Selin Hanım burada herhangi bir parti yöneticisine gelebilecek bir soruya karşı verilebilecek yanıtı vermiştir. Yetkili kurulları işaret etmiş. Zaten tersini söyleyemezdi. Burada asıl sorun karşı bir açıklama yapılmasıdır. Tam da YSK bu konuyu görüşürken. Referandumun iptal edilmesi gerektiği yönündeki görüşmeleri yapıyorken “hayır biz parlamentodan çekilmeyeceğiz” açıklaması muhtemeldir ki YSK üzerinde oluşacak politik basıncı ortadan kaldırdı. Asıl ondan sonra yapılan tartışmalar gereksizdi.
Çok objektif olarak söylüyorum bu tartışmaları tüketmeliyiz. Tüketmezsek siyasette bunun üzerinden yürüyecektir. Hayır iradesi ile ortaya çıkan enerjinin yanlış bir yere yönlendirilip orada tartışılıp, orada soğrulması tabiri caizse iğdiş edilmesi gibi bir sonuca yol açar.
KAYIT DIŞI SİYASET SON BULMALI
>>Başka konularda da benzer müdahaleler olduğunu hatırlıyoruz. CHP’de bu ilk kez olmadı sanırım?
Bu aslında başka bir geleneksel soruna da işaret ediyor. Ben buna kayıt dışı siyaset diyorum. Partinin yetkili kurullarında tartışılması gereken kararların başka bir şekilde alınıp sonrasında “ne yapalım bir kere açıklama yapıldı, kimse ses çıkarmasın” söylemi doğru değil. Başka bir parti bunu yapmayabilir. O partilerin Türkiye’yi nereye götürdüğünü görüyoruz. Biz tartışırız doğruyu buluruz ve sonrasında o doğrunun arkasından yumruk gibi dururuz. Nitekim referandum sürecinde hiç birimizden farklı bir ses çıkmadı. Ama ortada rejim değişikliğine, diktatörlüğe giden bir süreç hatta ülkenin parçalanmasını getirecek bir düzenleme var. O zaman CHP’nin de bu tartışmaları tüketmesi gerekir.
Bu anlattıklarınız ışığında PM toplantısında nasıl bir mücadele önereceksiniz? Somut tartışamaya ilişkin görüşüm; bu kadar eleştirdiğimiz, meşru görmediğimiz, kabul edilemez bulduğumuz bir seçim üzerine inşa edilen bir anayasa değişikliği sürecinin payandası olmamamız gerektiğidir. Asgari tutarlılığın gereği olarak Parlamento çalışmalarına katılmamamız gerekir.
PARLAMENTO ÇALIŞMALARINDAN ÇEKİLELİM
>>Sine-i millet mi diyorsunuz?
Benim ifademle konuşulan sine-i millet başka bir şey. Sine-i Millet çok fazla kullanılan bir enstrüman değil. Parlamentodan çekilmemizi isteyenler var. Ama bunu ikiye ayırmak lazım. Burada kastedilen istifa ise farklı sonuçları olacaktır. İstifa ettiğinizde CHP vekillerinin istifası genel seçimi zorlamıyor. Eksilen yerlerde Ara seçimler yapılır. Çekildiğiniz bir mecliste ara seçime girme gibi bir tutum alamayacağınıza göre boşalttığınız yerlerin AKP’ye teslim edilmesi anlamına gelecektir. Parlamentodan istifa ederek demokratik ülkelerde sonuç alabilirsiniz. Toplu istifa siyasi iktidara ayar verir. Siyasi iktidar meşruiyet tartışmasına girer. Ama bu kadar eşit olmayan şartlardaki seçimi, hukuksuzlukları dert etmemiş iktidar muhtemelen ellerini ovuşturur, “oh be şunlardan kurtulduk” der. Çünkü siyasi ahlak zemini kalmadı. Dolayısıyla çekilmenin yaratacağı politik ve hukuki sonuçları herkesin bir tartması lazım.
İstifa ederek çekilmeyi siyaseten dert edinen bir siyasi iktidar varsa der ki; “Bu ülkenin de en az yüzde 25’ini temsil eden parti parlamentoda yok. Milli irade sakatlanmıştır. Ben halka gidiyorum, yeniden güven oyu isteyeceğim” der. Ondan sonra partiye halk yeniden o yetkiyi verirse biz mücadele ederiz.
Milletvekilleriyle, siyasi partilerle tabanları arasındaki vekalet ilişkisinin hukuki mekanizmaları olmasa bile, her an yeniden sorgulanabilir olduğunu düşünüyorum.. Eğer bizim tabanımız “hukuken de parlamentoyu terk edin” gibi güçlü irade ortaya koyarsa, -bunun hukuki ve siyasi sonuçlarını bilmek şartıyla- tabii ki gerçekleştirmek gerek. Ancak özellikle rica ediyorum; referandum sürecinde söylediklerimiz bizim samimi hislerimizdir. Milletvekillerinin tamamını koltuk sevdalıları olarak görmesinler. Birçok milletvekilini parlamentoda zor tutuyoruz!
Bu bir koltuk özellikle özellikle muhalefet milletvekilleri için 5-10 yıldır çok rahat değil. Oturmaya fırsat da olmuyor. Bir mücadele zemini… Milletvekillerinin çok önemli bir kısmı da orada kavga veriyor.
PARLAMENTI ZEMİNİNİ TÜRKİYE'YE YAYMALIYIZ
>>Önerdiğiniz yöntemi biraz daha detaylandırır mısınız?
Benim önerim meşruiyet vermeyerek, parlamento zeminini tüm Türkiye’ye yaymak. Örneğin HSK seçimlerinde; orada hakim mi seçildi hakimi “TBMM seçmedi arkadaş, hakimleri sen seçtin” demeliyiz. Çünkü gördük ki bir uzlaşma peşinde değil, sistem de zaten uzlaşmayı zorlamıyor. İlk yapılacak iş HSYK üyelerinin seçilmesi. Seçimde ya MHP’ye de kontenjan vermeyecekler ya da bir iki tane verecekler. Adı ne olacak onun? İşte meşruiyet dediğimiz bu. Adı TBMM seçti olacak. Hayır ben sana orada payanda olmayacağım. İnanmadığım bir Anayasa’nın iç tüzüğünü nasıl tartışabilirim, böyle bir şey olabilir mi? dolayısıyla çalışmalardan tamamen çekilip karşımıza çıkacak ilk politik test her ne olacaksa, bugün ki politik koşullarda seçim mi ya da hukuken yeni koşullarda bir seçim mi, bunun hazırlığına girmemiz lazım. Bu seçimlerin de en önemli sonucu, hatta belki de referandum sonucunda Evet mi kazandı hayır mı kazandı dan daha önemlisi; YSK verdiği kararla artık hukukta da bir fiili durum yaratmıştır. Daha ağır bir şey. Bunu sürekli söylemek lazım. Öncekilerden farklı olarak geniş kitleleri etkiledi.
Çok sayıda mesaj geliyor, “halkın içine gelin” deniliyor. Haksızlık yapılmasın, halkın içindeyiz zaten.
Tercihim parlemento çalışmalarına katılmama, yani fiili çekilme noktasında. Dediğim gibi, ben de eleştirdiğim konuma düşmek istemem. Bir örgütlü mücadele içerisindeysek, bu kararı parti verecektir. Ancak Kesinlikle olması gereken budur.
Ayrıca bir partiye girdik diye vicdanımızı, ahlakımızı da tamamen oraya teslim ettik diyemeyiz. Bireysel kararlarımız da tabiî ki saklıdır. Statüleri reddeden partilerin yapması gereken budur. Eğer bu şekilde karar çıkarsa şu anda sokaklarda var olan dinamizmi de olumlu bir “şeye” dönüştürebiliriz. Önümüzde yerel seçimler var. Aksi taktirde sokağın kriminalize edilme riski var.
Biraz önce yarım kaldı, YSK’nın kararı, evet in mi, hayır ın mı sayısının çok çıkması kadar önemli: kanunu tedavülden kaldırıyor.
SEN MEŞRU DEĞİLSİN
>>Bugün "Hayır" talebini dile getirip, verdiği oyun akibetini soranların da başına bu geliyor sanırım.
Hukuk tedavülden kaldırıldı. İki gündür başta Hayır ve Ötesi ile Hazirancılara dönük gözaltılar var. Özellikle hazirancılar çünkü, hayır çalışmalarının en önemli dinamiğiydi. Ve şaibeler nedeniyle emeklerine sahip çıkıyorlar. Yazılı olmayan suç ihdas edilerek gözaltına alınıyor. Hukukçuların bunu göz önünde bulundurmaları lazım. Ceza hukukunda ya da herhangi bir ceza metninde tanımlanmamış “Eveti meşru göstermemeye çalışmak” gibi bir suç uydurdular.
Yani bir fiili durum daha! Bırak “evet”i, sen meşru değilsin efendi! sen neden bahsediyorsun?
Benim kaygılarımı gider, ben de diyeyim ki yenildim. Adam Datça’da çalışıyor Urfa da oy kullanıyor! söyle YSK ışınlamayı mı keşfettin? bunu ortaya koy biz de teknolojide çok ilerlemişler diyelim! Ya da oy kullanmış ölüler var, ölüler… Bunları araştır. Silah gölgesinde açıklama yapan vali, nasıl bir Türkiye yaşayacağımızın çok somut göstergesi. Senin haddine mi düşmüş çamura yatmak demek bana… sen önce bana o resmin o silahın ruhsatlı olup olmadığını, bu adamın o resmi nerede çektirdiğini bir ortaya koy. Güvenlik görevlisi ya da koruyucu değil diyorlar…
O daha vahim. Demek ki bir takım çeteler ellerinde kalaşnikof ile üstelik seçim günü ortada dolaşıyor. Senin polisin nerede? sen neredesin?
Dolayısıyla bu kaygıları gidermek yerine hiçbir şiddete başvurmayan hiçbir taşkınlık yapmayan, en fazla slogan atan kişilere suç uyduruyorsanız bu hakim ve savcılardan da hesap sorarız. Bu da böyle bilinsin.
SİYASI ONAYI SAĞDAN ALMAYIZ
>>Asgari tutarlılık diye ifade ettiğiniz CHP tavrı sanırım çok tartışılacak. Burada eksik bir şey kalmasın istiyorum. Neden bu kadar önemli sizin için?
Bunu önemsiyorum. İnanın çok önemli. Asgari tutarlılık gereğidir; söylemlerimizle eylemlerimiz arasında tutarlılık yaratamazsak büyük sorun yaşayacağız. Belki de demokrasinin cumhuriyetin tabutunun çivisinin bize çaktırılması gibi bir durum ile karşı karşıya kalacağız. AKP seçim hukukunu değiştirmek istediğinde demokratik bir değişiklik mi getirecek? Tam tersi kaybedeceği oylarını maksimize edecek şekilde bir yöntem geliştirecek. Dar bölgeleri ona göre dizayn edecek. Böyle bir şey olabilir mi biz bunun neden payandası olalım. Bunu gördük, yaşanmış hiçbir şey boş yere yaşanmış değildir. Bunun hesabını biz gençliğe veremeyiz.
Gelecek kuşaklara veremeyiz. Tabiî ki parti içinde de artık kayıt dışı siyasete son verilip siyasetin bir halkla ilişkiler meselesi olmadığının ya da merkez sağda bile tutunamamış figürlerin onayı ya da alkışına bağlı bir faaliyet olmadığının görülmesi lazım.
>>Bunu CHP için tehlike olarak mı görüyorsunuz? CHP’de nasıl işleyecek bu tartışma? Bu konuda bir öngörünüz var mı? Nasıl işlemeli?
Türkiye’deki tüm siyasi partilerle, CHP, AKP, MHP, HDP ve parlamento dışı sol-sosyalist hareketlerin hepsinde yeni bir alt üst oluşlar, yeni ve verimi tartışmalar olacağını düşünüyorum. Bu süreç yeni figürler ortaya çıkardı. Çoğu fake olduğu için, bunları çıkaran dinamikler daha önemli. Bu dinamiklerin doğru kullanılması lazım.
CHP’de de zaten bir kurultay süreci başlayacaktır. CHP de de bunlar tartışılacaktır. Muhtemeldir ki 2018’i bulmadan bir ideoloji ve kadro kristalizasyonu olacaktır. Artık sağda bile karşılığı olmayan kalıplaşmış değerler üzerinden değil, sahici toplumun tamamını kapsayan, özgürlük, eşitlik adalet, emek eksenli bir hatta oturması lazım. Çıkışımız orada. Onayımızı hep yanlış yerden aldıkça kendi tabanımızı dönüştürüyoruz. Dil değişiyor. Dil değiştikçe yavaş yavaş kavramlar değişiyor. Kavramlar değiştikçe zihin dünyası o tarafa açılıyor. Arka arkaya gelen politik testler ve gündemler nedeniyle bu tartışmaları çözemedik biz.
>>Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Neler söylemek istersiniz?
Utanç vericidir, 600 bin seçmenin yerleşim yerleri yakılıp yıkıldığı için oy kullanamaması ve bunun sorun edilmemesi. Bir de bunun üstüne, çıkan şaibeli evet oyları üzerinden sitem edilmesi…
Cizre’ye gittiğimde yaşlı bir yurttaş, “sizin biz de hiç hakkınız yok muydu? Bizim siz de hiç hakkımız yok muydu?” dedi. Bu sitem ve hayır iradesi yeni bir birlik, bir arada yaşama anlayışının filizlerini barındırıyor. Yeni bir anti emperyalizm tanımı, yeni bir güvenlik ekseni, terörle mücadele ekseni ortaya koyarsak bunun üzerinden Türkiye’nin sorunlarını, başta göçmen sorunu olmak üzere Orta Doğu’nun sorunlarını çözeceğimize inanıyorum.
Zaten dünyada var olan gelişmiş ülkelerle, yoksul ülkeler arasındaki gerilim, İslam Coğrafyası’ndaki emperyalist müdahalelerle dökülen kan… Trumph, Le Pen gibi ırkçı figürlerin gerçek yüzlerinin ortaya konacağı bir politikaya dönüştürebiliriz “hayır”ı.
Hayır çıkacağına tüm kalbimle inanıyordum. Anlaşılıyor ki çıktı da. Bu dinamizmi politik bir hatta oturtmak lazım.
Her siyasi partiyi ilgilendiren bir Fettullahçı yapılanma sıkıntısı var. AKP kendisine tanınan bu kadar krediye rağmen Gülen yapılanmasıyla 17-25 aralık ayrışması sonrası mücadele edemiyor. Hatta etmiyor. Bunun farkında olmamaları mümkün değil.
YSK BAŞKANI ŞAİBELİ
En son örneği YSK başkanıyla ilgili şaibeler. Bunların onda biri başkasıyla ilgili olsaydı o koltukta oturamazdı. Müsteşar yardımcılığı yapmış, Fetullahçıların yargıya en çok yerleştiği dönemde mülakatlara girmiş. Adalet akademisi Fetullahçıların karargahıyken orada. Onların oyuyla YSK başkanı olmuş. Sırf bu şaibeyle bile ülke gidemez. Meclisi bombalamış, onlarca insanı öldürmüş, gözü kara davranmış bir yapının nerede, ne zaman, ne yapacağını kestirmek mümkün değil. Tüm toplumu paranoyak yapar bu.
Öte yandan birtakım fırsatçılara yeri geldiği zaman “ bu da Fetöcüdür” diye birilerini ortadan kaldırma, pasifize etme fırsatı verir.
Şu an yargının üzerinde de böyle bir baskı var. Hiç kimse, bir mektupla hakkında Fetullahçı olduğu ihbarı olup, ertesi gün kürsüden kelepçeyle alınmayacağından emin değil. Ya da iktidarın hoşuna gitmeyen bir karar verdiğinde ne olabileceğinden emin değil. Böyle bir yargı olabilir mi? Böyle bir süreç olabilir mi?
Türkiye’nin önceliği bu yapı ile hesaplaşmayı bitirmek. Bu tüm partilerin, tüm siyasi hareketlerin, tüm ülkenin sorunu ve bu işin de adil yapılması lazım. Sahiden bu işte rol almış, yapının parçası olanların sorumlu tutulması lazım. Bunun için çıkarttığınız KHK’leri başka bir şey için kullanırsanız olmaz. AKP’ye, Tayyip Erdoğan’a verilen desteğin bir kısmı da bu Fethullahçı yapı ile mücadele ettiği iddiasından kaynaklanıyor. Çünkü insanlara çok çektirdiler.
Bunun böyle olmadığını, yani AKP ve Erdoğan’ın tam aksine bu yapı ile mücadelede risk, engel haline geldiğinin görülmesi lazım. Bu Tayyip Erdoğan’ın kendisi mi ya da kadroları mıdır bilmem ama, önümüzde de böyle bir gerçeklik var. Hatta geçmişte Fethullahçı yapının dinamiklerinin bunlar olup olmadığının bile belirsizliği var. Bunu serinkanlılıkla ortaya koyup, etkin adil bir süreç sonunda çözmemiz lazım.
“Hayır”, bunların tamamını kapsayan çok güçlü bir zemin sundu bize. Geriye kalan politik öznelerin bunu değerlendirmesi lazım. Değerlendireceğimize inanıyorum.
EVET VERENLERE SESLENİYORUM
Hayır için mücadele edenlerin hepsine şükranlarımı sunuyorum yurttaş olarak. Evet demenin “konforuna” rağmen, “hayır” demek fişlenmek, gözaltı, tehdit, hatta bıçaklanmak demekti.
Evet veren yurttaşlarımız da -kişisel çıkarları için bunu canhıraş savunan, sömürü üzerine bunu kurmuş elit kesimleri dışında tutarsak- demokratik tavır gösterdiler. Ama onların şunu sorgulaması lazım, İki soruyu sormaları lazım.
Birincisi, “siyasi lider ne yaparsa onu desteklemekten vazgeçerim?”. Eğer yanıt “ne yaparsa yapsın desteğimi çekmem” ise bu tutum, bir siyasi tavır, oy verme değil “tapınçtır/tapınmadır”. Tapınmanın da, siyasal ve inançsal olarak ne anlama geldiğini sorgulasınlar. Mutlaka buna bir cevap vermeleri lazım. Güncel tartışmalardan gidelim. Mesela ben, idama evet diyen bir liderin arkasından yürümem. Bunu sorsunlar, “Tayyip Erdoğan ya da AKP ne yaparsa arkasından yürümem”e tek bir cevap varsa bu umut vericidir. İkincisi “toplumun yüzde 50’si diğer yarısına niye bu kadar şüphe ile yaklaşıyor?” Mesela şunu düşünmeleri lazım sokakta isim vermeden, yalnızca “hırsız ve katil” diye bağıran biri niye gözaltına alınır. Niye sorulmaz kime diyorsun diye. Bu algıyı düzeltmeleri lazım. Tutuklayarak daha da derinleştirirsiniz. Ya da hepimizin seçim günü oyumuzu verip bir kahvede sohbet ederken, okey oynarken, biramızı içerken niye “nasıl olsa bizim bir mekanizmamız var o zaten seçimin güvenliğini sağlamıştır” diyemiyoruz . Bunun için maaşlar veriyoruz, devasa bütçeler var. Niye var tüm bunlar? hırsızlık yapılmasın diye var. Ama nerede ise milletin yarısı hırsızlık yapılmasın, seçime hile karışmasın diye seferber oldu. Kimlere karşı oldu bu? bunu kendilerine karşı bir hakaret olduğunu görüp bizatihi hırsızlığa engel olmaları gerekiyor. Kartal’da linç edilen kadın örneği var. Rollerin değişik olabileceğini düşünsünler. Yani linç edilen kadının “evetçi” olduğunu düşünsünler. Kabataş yalanının nasıl köpürtüldüğünü bir düşünsünler. (Birgün)