İlhan Kesici; 'dış ticaret açığı demek, üretmeden tükettiğimiz rakam demek Dış ticaret açığımız bugün 1,3 trilyon dolar'
TBMM'de 2023 Bütçesi görüşmeleri tümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı İstanbul Milletvekili İlhan Kesici yaptı.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı İstanbul Milletvekili İlhan Kesici konuşmasında;
Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2023 yılı bütçesi AK PARTİ'nin 21'inci bütçesidir, bu bir rekordur. Tek başına ve kesintisiz olarak yirmi yıllık bir hükûmet döneminin sonunda 21'inci bütçe olarak 2023 yılı huzurlarınızdadır. Bu rekor kırılabilecek bir rekora benzememektedir. Bundan sonra zaten bu tür rekorlar da olmamalıdır diye arz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasette ve ekonomide her şey sonuçlarıyla ölçülür. Büyük devlet adamımız ve büyük şair Ziya Paşa "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbei aklı eserinde." diyor. Bu, dediğimizin daha veciz bir şekilde söylenmiş hâlidir. Her şeyi sonuçlarıyla ölçeceğiz.
Şimdi, ekonomide AK PARTİ'nin siyasi başarısı elbette inkâr edilemez. Bu yirmi yıldır kesintisiz tek başına iktidar olması bunun bir göstergesi. Acaba ekonomide de benzer bir başarısı var mıdır, ona giriyoruz. Konuya girmeden önce, iki gün önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu'na verilen bir ceza ve siyasi yasak, hukukun çok ileri derecede zorlandığı bir durum gibi görünmektedir. Bu karar, İstanbul halkının demokratik iradesine karşı yapılmış bir darbedir. Hiç kimseye hayır getirmez. İnanıyoruz ki üst mahkemeler bu hukuki garabeti bir an önce düzelteceklerdir. Bu ve benzeri durumlarda bu tür tevessüller, buna benzer tevessüllerde bulunanlar, buna benzer hâllere tenezzül edenler için büyük bir ozanımızın hoş bir deyişi var, onu arz etmek istiyorum. O diyor ki: "Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni, yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni." Tilki gölgesinde yatmanın ve buralardan medet ummanın anlamı yoktur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomi demek, aynı zamanda yatırım, üretim, tüketim demek. Bu anlamda, yirmi yılın bir bilançosu yapılacak ise onu yapmaya çalışacağım ben, bir icmal tabloyla, bir toplu bakışla yapmak istiyorum. Bunun en iyi göstergesi, bütün yapılanların sonucu mahiyetinde olan dış ticaret verileridir, dış ticaret rakamlarıdır. Yirmi yılda bizim dış ticaretimizde 2,8 trilyon dolar ihracat yapılmış, buna mukabil, 4,1 trilyon dolar ithalat yapılmıştır. Dış ticaret açığı 1,3 trilyon dolar. Bu, bütün dünya ölçeğinde bile olsa çok büyük bir rakam. Bu dış ticaret açığı demek, üretmeden tükettiğimiz rakam demek, bunun da rakamı 1,3 trilyon dolar. Şimdi, bugün itibarıyla yani 16 Aralık 2022 tarihi itibarıyla sıkıntısını çektiğimiz her ne var ise bu, dış ticaret açığından kaynaklanan bir sıkıntıdır, dikkatinize bu münasebetle getirmek istiyorum. Bizim dış ticaretimiz mal ticareti mahiyetindedir. Elbette mal ticaretinin dışında da başka döviz gelirlerimiz, döviz harcamalarımız var, buna "hizmetler sektörü" diyoruz biz; bunun en büyük kalemi turizm kalemidir, buralardan da bizim epey bir gelirimiz, harcamamız var. Bunun tamamını birleştirdiğimiz zaman ödemeler dengesinde adı "cari işlem hesabı" olan bir hesaba ulaşıyoruz. Cari işlem hesabı, 609 milyar dolar açıktır yani eksi 609 milyar dolarlık bir cari işlem hesabı var.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarımız; bu rakamlar, tabii, günlerdir buralarda milyarlar, milyonlar, dolarlar, Türk liraları havada uçuşuyor, kulaklarımız da çok alıştı bu rakamlara ama netice itibarıyla bu, dünya ekonomileri ölçeğinde de çok büyük bir açıktır, bizi çok sıkıntıya sokan bir şeydir. Demin "Üretmeden tükettik." dedik dış ticaret açığına, cari işlem açığı demek de kazanmadan harcadığımız para. Kazanmadık bu 609 milyar doları ama harcadık. E, nasıl olacak yani bu? Elden aldık. Elden almak ne demek? Borç almak demek. Özellikle mütedeyyin arkadaşlarımızın bu dış borç meselesinde kullandıkları hoş tabirlerden bir tanesi de "Borç alan, emir alır." gibi bazı yaklaşımlarda bulunur, siyasi emir yani buradan muradımız. Ben işin bu bölümüne girmeyeceğim ama bu 609 milyar dolarlık cari işlemler açığı çok büyük bir açıktır. Dış borç aldığımız yerler bize bunu kara kaşımız, kara gözümüz için vermezler. Bu, paradan para kazanan kurumların, insanların yaptığı bir şeydir, bunda da anormallik görmüyorum ama netice itibarıyla bizim bu aldığımız borç karşılığı ödediğimiz faiz yirmi yılda, 112 milyar doları dış borç olmak üzere, 433 milyar dolar eş değer Türk lirası cinsinden faiz olmak üzere, toplam 545 milyar dolarlık bir faiz ödememiz var. Bizim iliğimizi, kemiğimizi perişan eden rakam buradaki rakamdır; bu faiz rakamlarıdır, 545 milyar dolar eş değeri faiz.
Şimdi, buna ilaveten, geçen, iki gün önceki oturumda, Özgür Bey'in görev yaptığı oturumda özelleştirmeyle ilgili hoş -benim de çok takdirle takip ettiğim, gıptayla da izlediğim- bir görsel şölen oldu. Özelleştirilen tesisleri teker teker yazdılar, rulo hâlinde bu büyük salonun bir ucundan bir ucuna kadar getirdiler. Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun rakamı 77 milyar dolar. Az mı, çok mu? Çok elbette ama bir kıyasla bakmakta fayda görüyorum ben. AK PARTİ iktidarındaki bakanlarımız, Sayın Başbakanlarımız, Sayın Cumhurbaşkanlarımız, hepsi birden ziyade yani, efendim, çeşitli münasebetlerle ve sık tekrarlanarak AK PARTİ'nin yaptığı projeleri dikkatimize getirirler. Bunların bir kısmı bana göre fizibil olmayan projelerdir, bilmiyoruz, fizibiliteleri yoktur; bir kısmı normalden daha pahalıymış gibi yapılmış projeler gibi gelir bana. Bir kısmını fizibil görüyorum, fizibilitelerini bilmemekle birlikte fizibil gibi görüyorum. Daha da çoğu ulaştırma projeleridir. On sene Ulaştırma Müsteşarlığı yapmış olan benim de hemşehrim, güzel kardeşim... Şimdi, bunlardan bir tanesi İstanbul'da yapılan üçüncü köprüdür, Yavuz Sultan Selim Köprüsü; bunun rakamı 818 milyon dolar, bir; yani 1 milyar doların biraz altında. Şimdi, bu özelleştirmeyi bölersek bu rakama 77 milyar doları, ortaya çıkan rakam 94; bu ne demek? Eğer bizim rulolarla arkadaşlarımızın uzattığı gibi uzatma imkânımız olsa bu salona özelleştirmeden elde edilen parayla tam 94 tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılırdı. Bu, mutlaka olmaması gereken bir şeydir. Faize alırsak -545 milyar dolar eş değer faiz ödemesine alırsak- yine bu üçüncü köprüye -Yavuz Sultan Selim Köprüsü'ne- bölersek ortaya çıkan rakam daha da manidardır: 666 adet yani faize ödediğimiz para 666 adet Yavuz Sultan Selim köprüsü yapıyor. Ya, biz bu köprüleri üst üste koysak Allahualem aya kadar köprüyle gitmiş oluruz; öyle değil mi?
Şimdi, benim bunları söylemekten muradım şu: Bu rakamlara dünyanın hiçbir ekonomisi dayanamaz; bizim ekonomimiz de dayanamıyor, dayanamadı. Şimdi zaten oraya gelmiş olacağız Allah kısmet ederse.
Sayın Başkanımız, değerli arkadaşlar; bir müddet önce -bir müddettir hiç kullanılmıyor ama- AK PARTİ'li yöneticilerimiz, Bakanlarımız, yine Sayın Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız 4 efsaneden bahseder idi. Bu 4 efsane şudur: "Bir, Türkiye'yi dünyanın 17'nci büyük ekonomisi yaptık; iki, IMF'nin borcunu sıfırladık; üç, millî geliri 3'e katladık; dört, kişi başına düşen millî geliri yine 3'e katladık, 3 katına çıkardık."
Şimdi, 17'nci büyük ekonomi meselesi şudur: Ben 1991 yılında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı oldum. Benim müsteşar olduğum tarihte Türkiye dünyada 17'nci büyük dünya ekonomisi idi. Benden öncesi de var bu işin ama ben müsteşar olduğumda hazır olarak dünyanın 17'nci büyük ekonomisini elimin altında, elimin üstünde buldum; bu, bu. Şimdi kaç? Yirmi sene geçtikten sonra bu 17'nci büyük ekonomi kaç oldu? 21. Allah bundan ötesinden korusun bizi! IMF'nin borcu 2002 yılı Türk ekonomisinin en kötü yıllarından biridir, daha doğrusu 2002'ye gelen yıl. Sebebi: Özellikle -şimdi unutulmuştur- 1999 yılında büyük bir deprem oldu. Can kayıplarımız elbette yüreğimizi çok yakan kayıplardır, Allah cümlesine rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Ama asıl sanayi bölgemizi vurdu ve 1999 yılı ekonomi büyümesi eksi 3,4'tür, yüzde 3,5 ekonomi küçüldü. 2001 yılında da o finans krizi vesaire dolayısıyla yüzde 6 küçüldü. Demek ki bu mukayese edilen yıl, iki yılda yüzde 10'luk küçülen bir Türk ekonomisinin üstüne geldi, iyi bir şey değildir ama yine onu onunla kıyas yapmaya devam ediyorum ben.
Şimdi, 2002 yılında bu kitap... Şimdi bu kitabın adı 2023 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı. Sayın Cevdet Yılmaz Bey de burada. Eskiden, bu, bizim Devlet Planlama Teşkilatımızın hazırladığı kitaptı, çok kıymetli bir kitaptır. İçinde tek bir rakam, tek bir kelime bile yanlışı yoktur, olmaz, geleneksel olarak öyledir. Şimdi adı "Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı" oldu. Bu kitabı hazırlayan Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığındaki arkadaşlarımıza da uzmanlarımıza da ben sevgilerimi, selamlarımı teşekkürlerimle birlikte gönderiyorum. Bunun 11'inci sayfası... Daha doğrusu, bu, bütçenin başlangıç oturumunda bütün arkadaşlarımıza dağıtıldı. Yani Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının hazırladığı kitap olarak arz ediyorum. Bunun 11'inci sayfası diyor ki: Millî gelir işte bu başlangıçtaki bir iki kur dolayısıyla bir iki farklılık gösteren yıllardır ama 2007, 2008 oturulan, sükûta eren tarih olarak görmek mümkündür bunu. Bu 2008 yılında millî gelir 800 milyar dolardı. Şimdi, aradan geçti on dört tam sene, millî gelirin geldiği rakam ne? 808 milyar dolar. Akif Bey biraz önce "Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik meğer bir arpa boyu yol gittik." diyordu, tam öyle bir durum, on dört senede millî gelir 808 milyar dolar.
Dördüncü gösterge, kişi başına düşen millî gelir. Yine, bu kitaptan arz ediyorum, 11'inci sayfasıdır Osman Bey, orada da diyor ki: "2007 yılında kişi başına düşen millî gelir 9.700 küsur dolar idi. 2022 yılında bu rakam kaç? 9.400 küsur dolar. Yani aradan on beş tam yıl geçmiş, şu kadar özelleştirme parası harcanılmış, bu kadar borç alınmış, şu kadar vergi toplanılmış, on beş sene sonra geldiğimiz yer 2007 yılındaki değer.
Şimdi, değerli milletvekilleri, böyle baktığımız zaman yirmi yılın karnesi zayıf bir karnedir. 2023 yılı bütçesine giriyorum, ola ki 2023 yılı bütçesine girerken bu geçmişten bazı dersler alınmıştır, o dersler münasebetiyle 2023 yılı bütçesi daha iyi hazırlanmış olabilir.
Şimdi, ben Grup Başkan Vekillerimizle otururken Sayın Başkanının zaman bakımından müsamahalı olacağını, bütün konuşmacılara güzel bir müsamahada bulunduğu söylediler. Ben de zor sığmıştım bu otuz dakikalık konuşma süresine, anlatmam icap eden bir fıkra vardı, onu da literatürden çıkarmıştım ama şimdi, Sayın Başkanın yüksek müsaadeleriyle, konuyla da çok doğrudan ilgisi olması münasebetiyle iki buçuk dakikalık bir fıkrayı anlatmak istiyorum. Şimdi, Dursun ile Temel bir film seyrediyorlar, bir aksiyon filmi, hareketli bir film; işte, birbirini kovalıyor arabalar, çok büyük süratlerle gidiyorlar, dar virajlara giriyorlar. Tam en heyecanlı yerinde Dursun Temel'e fısıldadı, dedi ki: "Temel, gel seninle bir bahse girelim." "E, olur, girelim. Ne bahsine gireceğiz?" "Bu araba bu uçuruma -yanda, dar virajların arkasında uçurum var- düşer mi, virajı alır mı?" "Ben diyorum ki almaz, uçuruma düşer." Temel de dedi ki: "Hayır, ben de diyorum ki virajı alır, uçuruma düşmeden gider." Neyse, zaman geçti, virajı alamadı, uçuruma düştü. Bahis ne? Yemek. Ne yemeği yiyecekler? Hamsigiller; hamsili pilavdan hamsili baklavaya kadar veya hamsi baklavasına kadar ki bütün bir spektrum hamsi yemeği. Sonra film bitti, yemeğe gittiler, yemeği bir güzel afiyetle yediler. Dursun dedi ki: "Ya, Temel, benim bir vicdan azabım var." "Hayırdır?" "Ben bu filmi daha önce görmüştüm." "Orada araba uçuruma düşüyordu, kusura bakma yani ben bunu biliyordum. Şimdi, vicdan azabı çekiyorum, müsaade edersen bir yemek de daha sonra ben sana ikram edeyim." Temel dedi ki: "Olur fakat ben de sana bir itirafta bulunayım, ben de bu filmi görmüştüm." "E, nasıl? Yani o zaman düşmemiş miydi senin gördüğün filmde?" "Hayır, düşmüştü." "E, peki, niye girdin iddiaya?" "Ya, belki akıllanmıştır, bundan bir ders çıkarmıştır." 2023 yılı bütçesini de bu aldığı, çıkardığı dersle hazırlamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım sektörüyle ilgili kısa bir arzda bulunmak istiyorum. 1980 yılına kadar biz tarım sektörüne çok iyi devlet destekleri verdik; çok akıllı destekler, uygun destekler verdik ve 1980 itibarıyla meşhur söz hâline geldi ki "Biz dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden 1'iyiz." Meşhur bir söz hâline geldi, essah da öyleydi. Daha sonra 1980 askerî darbesi ve onu takip eden hükûmetlerin bir bölümünde bu tarımseverlik azaldı; çiftçiyi, köylüyü sevmeyen veya az seven hükûmetler gelir gibi oldu. Sonunda çiftçi toprağına küstü, besici hayvanına küstü; hâlbuki besicinin canı hayvanıdır, çiftçinin canı tarlasıdır, bunlar tarlasına ve hayvanına küser oldular. Şimdi, AK PARTİ bakımından, yiğidin hakkını bir yiğide vermek istiyorum ben. 2006 yılına gelindi, AK PARTİ yöneticileri baktılar ki tarım sektörü ihmal edilmiş bir sektördür, buna tarımsal destek vermek lazımdır, hükûmetlerin keyfine de bırakmamak daha doğrudur, o yüzden "Bunun için bir kanun çıkaralım." dediler. 2006 yılında tarım destekleme kanunu çıkarıldı; bu, iyi bir kanun. Bu kanuna göre her yıl millî gelirin yüzde 1'inden az olmamak üzere tarıma destek verilecek. Biz hesap kolaylığı bakımından yüzde 1'e eşitleyelim bu işi, tamam. Şimdi bunu layıkıveçhile çıkardıkları kanuna göre uyguladılar mı? Yok, uygulamadılar. Az uyguladılar, çok uyguladılar; geldik bugünkü 2023 yılı bütçesine. 2023 yılı bütçesine bakalım, tarım destekleme bütçesine ayrılan pay 54 milyar Türk lirası, tamam. Millî gelirin yüzde 1'i olmuş olsaydı kaç olacaktı? 186 milyar Türk lirası. Yani kendi çıkardığı kanuna göre AK PARTİ'si, yönetimi, 186 milyar Türk lirası tarım destek bütçesi hazırlamış olmaları icap ederken bunun ancak üçte 1'ini hazırlamışlar, 54 milyar, bu olmaz. Bunu netice itibarıyla, kendi çiftçinizden esirgerseniz sonunda ne olur? Şimdi, benim kollarıma göre bakalım, sağ tarafım -düz baktığımız hâlde, harita hâlinde olsun- Avustralya olsun, dünyanın bir ucu; bu tarafa baktığımız zaman da dünyanın öbür ucu Amerika olsun, Kuzey Amerika, Güney Amerika. Türkiye'nin, bu cennet vatanın elinde Muş ovaları var, elinde Batman ovaları var, Amik Ovası var, Çukurova var, -Ahmet Bey neredesin- Denizli Baklan ovaları var, Aydın ovaları var, Menderes ovaları var ama bu dünyanın en ucundaki ülkelerden yaş meyve, sebze dâhil olmak üzere tarım ürünleri ithal ediyoruz. Bu olmaz, bu vicdana sığmaz. Şimdi, diyelim ki ettiniz; bir, neyle ediyorsunuz? Borçla. Bulgaristan'dan saman ithal ettik. İki sene önce buradaki Tarım Bakanımıza bizim arkadaşlarımız hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem Genel Kuruldaki Tarım Bakanlığı bütçesi konuşulurken itiraz ettiler, "Bulgaristan'dan saman ithal ediyoruz, bu yakışık alır mı?" dediler. Sonra sıkıştı sıkıştı...
125 milyon dolar; anladın mı, 125 milyon dolar; o soruyu her kim sorduysa ona söylüyorum! O, 125 milyon dolarlar birikince, işte, 444 milyar dolarlık bir borca ulaşıyor.
Şimdi, Sayın Bakana sordular, işte, sıkıştırdılar, Sayın Bakan dedi ki "Ya, dövizimiz varmış, ithal ediyormuşuz; ne var bunda?" Hâlbuki döviziniz yoktur, onu ithal edecek döviziniz de olmadı; çiftçinizden, kendi çiftçinizden esirgediğiniz, tarım desteğini esirgerseniz...
Avrupa Birliği, dünyanın tarım sektörüne en yüksek desteği veren ülkeler topluluğudur. Ortak tarım politikası var, en yüksek desteği verirler, onların çiftçilerine verdikleri desteklerin karşılığında biz kendi çiftçimize destek vermez isek; Bulgaristan'dan saman ithal ederiz, Yunanistan'dan pamuk ithal ederiz, Avustralya'dan canlı et ithal ederiz, Arjantin'den beyaz et ithal ederiz. Bütün bunları da toplarsınız, sonra getirir 545 milyar dolar karşılığı faiz ödersiniz. Buna can dayanmaz! Şimdi, bu, aynı zamanda yazıktır, günahtır yani filan!
Değerli milletvekilleri, 21'inci yüzyıl bütün dünya için acımasız bir rekabetin yaşanacağı yüzyıldır ekonomik bakımdan; ekonomi de diğer alanlar da var filvaki; kültür, sanat, edebiyat, her neyse ama beni daha çok bu işin ekonomik bölümü ilgilendiriyor. Devletlerin birinci görevi -güvenlik bölümünün dışında, hariç olmak üzere- ülkelerini bütünüyle global, uluslararası rekabete hazırlamaktır, tekrar ediyorum, uluslararası rekabete hazırlamak. Eğer bu rekabete hazırlayamazsanız ülkemizi, hazırlayamaz isek çok geride kalırız, çok hızlı geriye doğru gideriz. Bunun bir numaralı unsuru insan sermayesidir, beşerî sermaye yani dünyada bizi uluslararası rekabette temsil edecek, bizim sırtımızı yere getirmeyecek, daha ileri gitmemizi mümkün kılabilecek olan en önemli sermaye para değildir, pul değildir. onların da elbette bir önemi var ama insan sermayesidir. Şimdi, bu insan sermayesi demek, eğitim demek. 21'inci yüzyılın öbür milliyetçilik anlayışı da ekonomik milliyetçiliktir, "ekonomik vatanseverlik" diye yeni kavramlar da icat ediyorlar. Ben de bunu Türkçeleştirmiş filan değilim, "ekonomik patriotism" diyor mesela yani, o kadar ileri bir şey. Milliyetçiliğin, vatanseverliğin, ekonomik versiyonu, ekonomik bacağı olmak üzere.
Şimdi, bu global rekabete hazır olabilmenin en önemli unsuru global rekabete uygun, yüksek teknolojiye uygun, yüksek teknoloji üretecek, yaratacak, adapte edecek, kullanacak iyi vasıflı insanlar yetiştirmek. Bunlar kim? Gençler, gençlerimiz, bütün dünya ülkelerinin gençleri aslında, bizim için de bizim gençlerimiz. Hepsi gözümüzün nuru. Gençlerin önünde yetmiş aktif yıl daha Türkiye'yi taşıyacak, ileriye götürecek bir zamanları var, bir süreleri var, çok önemli. O yüzden ne kadar iyi yetiştirirsek önümüzdeki yetmiş yılda o kadar nemasını alacağız biz bu işin.
Bu bütçe kitabı, gençlerin iyi yetişmesiyle ilgili bir rakam koymuş. Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi ve üniversitelerin bütçesi -Sayın Millî Eğitim Bakanımız da var, aziz hemşerim- ikisinin toplam rakamı 571 milyar Türk lirası. Bu Millî Eğitim Bakanlığı ne demek? 20 milyon öğrenci, 1 milyondan fazla öğretmen. Üniversiteler ne demek? Üniversitelerde okuyan aşağı yukarı 3 milyon öğrencimiz var, yaygın eğitimle ilgili üniversite tedrisatı gören arkadaşlarımız var; 200 bin civarında da öğretim üyemiz var, öğretim elemanımız var. Bu 25 milyon öğrenci ve 1 milyondan fazla öğretmene ayırdığımız para 571 milyar Türk lirası; deminki söylediğimiz, sadece 2023 bütçesindeki faiz rakamı 566 milyar Türk lirası. Yani şimdi buradan, Türkiye'nin dünyaya uygun, dünyadaki emsallerini geçebilecek tarzda öğrenci yetiştirmesi mümkün olabilir mi? Katiyen olamaz. O yüzden, şimdi, böyle bir durumda ne yapmak icap eder diye bakılırsa, bana göre neyimiz var neyimiz yoksa... Ya, bu deminki özelleştirme rakamı -Özgür Bey'i görünce aklıma şimdi artık özelleştirme geliyor- kaçtı? 577 milyar dolar. Üniversitelere ve bütün Millî Eğitime verdiğimiz rakam ne kadardı? 571 milyar Türk lirası. Bunu birbirine uyumlu hâle getirip bölelim. Yani o 77 milyar dolar var ya sattığınız, sizden önceki hükûmetlerin yaptığı, millî servet mahiyetindeki iktisadi kıymetlerimiz; eğer bu Millî Eğitim bütçesi gibi bir bütçe yapsanız yüz otuz senelik Millî Eğitim Bütçesini ve üniversitenin bütçesini karşılamış oluyordu. O yüzden, bunun önemini bir daha bana da laf atarken arkadaşlarımızın daha dikkatli olmalarında fayda görüyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, buradan enflasyon çeşitli varyasyonlar da alıyor. Enflasyona, hayat pahalılığına kısaca bir girmek ve daha sonra da Sayın Başkanın müsamahasını istismar etmeden çıkmak istiyorum.
Bu enflasyon kötü bir şey, bütün kötülüklerin anası; ekonomide bütün kötülüklerin anası ve bütün yanlış kararların sonucu. Ya, bu, nereden çıktı kardeşim, niye oldu bu enflasyon? Enflasyon 1 sebepten olmaz, 2 sebepten olmaz, 3 sebepten olmaz; ekonomik hayatta yapılan bütün yanlışların sonucu olarak ortaya çıkar ve bütün kötülüklerin de iktisadi kötülüklerin de anası olmuş olur. Şimdi, bu, devleti tahrip eden bir şeydir, gelir dağılımını en çok bozan, en hızlı ve en çok bozan işlerden biridir. Alacaklı alacağını alamaz, borçlu borcunu ödeyemez... Bizde ticaret çekle yapılır, peşin parayla yapılır, senetle yapılır, bir de söz de yapılır; dünyadan farklı olmak üzere. Bizdeki neredeyse söz ticareti, sözle yapılan ticaret, öbür ticaretlerden daha da büyüktür. Enflasyonist ortamlar sözü ayağı düşürür, borçlu borcunu ödeyemez, alacaklı alacağını ödeyemez, ticaret hayatını da olduğunu gibi şey yapar.
İki: Türkiye'nin işçileri, memurları, emeklileri, az gelirlileri, dar gelirlileri, sabit gelirlileri enflasyonist ortamda normalden çok fazla ve normalden çok hızlı ezilirler. O yüzden, Sayın Maliye Bakanımızı seviyorum, sevgili ve samimi bir Maliye Bakanı olarak görüyorum. Bu "epistemoloji" vesaire gibi terminolojilerle filan meseleye yaklaşmak yerine, çok daha ciddi bir şekilde bu enflasyonun belini kıracak davranışlar içerisinde olmaları lazımdır.
Şimdi, buradan devletin, hazinenin durumuna gelip bu bahisten çıkmak istiyorum zaten. Bu halkın durumunu söyledik. Enflasyon hayat pahalılığı; daha doğrusu ben hayat pahalılığı demeyi severim, doğru tabir budur. Bizim enflasyonda 409 tane madde vardır, farklı ağırlıkları vardır, farklı ölçümlemeleri vardır, bizi günlük hayatta hiç ilgilendirmeyen bölümleri filan da vardır. E, niye biz bu işi, hesaplamaları yaparız? Ekonomik bazı hesaplamalar bakımından lazımdır. Bizi daha çok ne ilgilendirir? Biraz önce tarım sektöründe arz ettiğim gibi, gıda enflasyonu ilgilendirir, ondan da daha çok 8-10 tane çarşı, pazar maddesi ilgilendirir. Öyle değil mi? Et, süt, peynir, yumurta, patates, domates, biber, patlıcan, soğan, sarımsak; öbürlerini de arkadaşlarımız akıllarına geleni de eklesinler. Bu 10 madde ilgilendirir. Bu 10 maddedeki fiyat yüzde 150'dir. Enflasyon normal ölçümüne göre yüzde 65, TÜİK'e göre -tamam, benim itiraz etmem olmaz o işe, devletin kurumudur ama asıl halkı ilgilendiren bölümü- yüzde 150'lik bir fiyat artışıdır. Bu, belimizi kırıyor, yıkıyor.
Devletimizin hazinesi için yine mütedeyyin arkadaşlarımızın, benim de sevdiğim bir tabir var; beytülmal. Bu, devletin hazinesi demek. Devletin hazinesinin cisimlenmiş hâli şimdiki ekonomi yönetiminde Merkez Bankasının net rezervleridir. Merkez Bankasının brüt rezervleri var, bizim ona karşılık yükümlülüklerimiz var, o yükümlülükleri çıktığınız zaman elimizde kalan rakam, net rezervler. Ve AK PARTİ iktidarının da aşağı yukarı dört beş sene öncesine kadar bu net rezervin normali bizde 50-60 milyar dolar olursa iyidir, istikrarlıysa. İşte, 50-60 milyar dolar, 40,30,20,10, bu seyirde seyrediyor idi ama son üç senedir eksi 50 milyar dolar, 49,48;50,51 filan, eksi 50 milyar dolar. Ya, bu, borcun harcın filan çok ötesinde bir rakam, çok vahim bir şey. Devletin başı ağrısa, 1 tane aspirin alacak olsa buradaki parayla o aspirini alamıyor, aspirin parası yok yani. Bu eksileri, milyar dolarları falan, biraz önce de arz ettiğim gibi hepimiz kullanıyoruz ama işin aslı esası bu.
Bizde ekmeğe "nan" derler ya; bu, bizi nana muhtaç eden bir şeydir, eksi 50 milyar dolar nana muhtaç eder, namerde muhtaç eder -ediyor- muhannete muhtaç eder. Bu "5N 1K" diye medyada bir şey var, ben de onu şimdi buna benzeterek "2N 1M" ettim. 2N, nana muhtaçlık, namerde muhtaçlık; 1M, muhannete muhtaçlık. Bundan süratle devletimizin, milletimizin çıkarılması lazım.
Sayın Başkan, buradan çözüme geliyorum. Çözüm... Allah'tan ki bu söylediğim rakamlar, benim gözümde gösteriyor ki artık AK PARTİ'nin yirmi yıldan sonra Türkiye'ye vereceği hiçbir müspet bir şey kalmamıştır. Eskimiştir, verilecek bir şey yoktur ama ne yapılacak? Yani seçimlere üç sene kalmış olsa daha zor bir durumdu benim için de bizim için de, Allah'tan ki birkaç ay sonra bir seçim var.
Şimdi, evet, bu seçim var. Samimi olarak arz ediyorum: Allah nasip ederse seçimi biz kazanacağız. "Biz" dediğimiz Millet İttifakı'yla biz kazanmış olacağız. Öbürleri için de söyleyelim: Bu seçimin kaybedeni de olmayacaktır. Seçimin kazananı olacak, seçimin kaybedeni olmayacak. Çünkü demokrasi kazanacak, çünkü Türkiye kazanmış olacak.
Şimdi, değerli milletvekilleri, seçimin kazanılmasının ertesi günü devlette var olan ne kadar güç, kudret, yetki varsa bunların hepsi tek bir elde, tek bir makamda, tek bir kurumda toplandı. Buna son verilecektir, böyle bir düzenin devam etmesi imkânsızdır. Onun yerine dünya demokrasi tecrübesinin de bizi getirdiği nokta olan, şimdi de bizim birazcık daha iyileştireceğimiz iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilecektir.
İyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter sistemin yapacağı ilk şey devleti tüm kurum ve kurullarıyla avdet ettirmektir. Devlet tüm kurum ve kurallarıyla avdet edecektir. Devlette partizanlık, adam kayırmacılık...
Benim bir cumhuriyet tarifim var. Önümüzdeki sene Allah nasip ederse, on beş gün sonra cumhuriyetimiz 100'üncü yılına gireceğiz. Türkiye Cumhuriyeti devleti, iki yüz yıllık yenilmişliklerimize, geri kalmışlığımıza, itilip kakılmışlığımıza karşı çare olarak ancak yüz sene kafa patlatarak bulabildiğimiz merhemin adıdır. Biz bu cumhuriyetten en küçük bir tavizi vermeyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; büyük Atatürk'ün 10'uncu Yıl Nutku'nun en son paragrafında Türk milletine karşı bir dileği var, o dilekle -müsaade ederseniz- sözlerimi bağlıyorum. Ebediyete akıp giden her yüz senede bu büyük millet bayramını, bu büyük cumhuriyeti, aziz cumhuriyetimizi bundan sonra daha büyük şanlarla, şereflerle, saadetlerle kutlamaya devam edeceğiz; Cumhuriyetimizin 100'üncü yıl dönümü kutlu olsun.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum."
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları