İrfan Değirmenci yeni kitabı Herlanda’yı anlattı: Baskının olduğu her yerde direnişin tohumları filiz verir
İrfan Değirmenci, İnkılap Yayınları’ndan çıkan, direnişin ve umudun romanı olarak nitelediği ikinci kitabı Herlanda'yı BirGün'den Derya Aydoğan Çetin'e anlattı.
Çetin'in Değirmenci ile yaptığı röportaj şöyle:
-İlk kitapta ötekileştirilen insanları ve önyargıları anlatmıştın. Şimdi bir distopyayı mı anlatıyorsun? Biraz anlatabilir misin?
Evet bu bir distopya. Herlanda, 2141 yılında bilinmeyen bir coğrafyada ve 185 yaşındaki bir liderin 150 yılı aşmış bir iktidarında olabilecekleri anlatan bir roman. Aynı zamanda da bir direnişin, umudun romanı. Baskının olduğu her yerde direniş tohumları filiz verecektir. Herlanda’da da bu anlatılıyor. İnsan olmanın gereği, insanca yaşamak için, özgür yaşayabilmek için bir parça cesaretle baskılara başkaldırabilmek gerekiyor. Herlanda’da da ülkenin değişmez lideri Her Şey’e başkaldıranlar kendilerini sen “Her şey” isen biz Hiç’iz diyorlar, öyle tanımlıyorlar. Ülkenin Hiç’lerinin onlarca Hiç’in mücadelesi var. Hiç’lerin mücadelesine önderlik eden de Ülkenin Hiç kadınları. Bu aslında kadın dayanışmasının ön ayak olduğu bir başkaldırı. Baskılara ve zulme bir başkaldırı.
-Toplumsal cinsiyet rollerini tartıştığımız, baskıların çoğaldığı bir dönemde bu kitabın yazılması tesadüf mü?
Çünkü her ne kadar kafamda kurguladığım bir ülke olsa da içinde yaşadığımız gerçeklikten uzaklaşmak, ayrı kalmak mümkün değil. Ülkemizin cesur kadınlarının, “Hayır, biz kabul etmiyoruz” diyen ve sesini yükseltmekten korkmayan cesur kadınlarının bugün sokaklarda olduğunu en son 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde gördük. Sokakları mora boyadıklarını gördük ve Herlanda’da da kadın kahramanlardan birinin ismi Mor. Sadece Türk Edebiyatı’nda değil dünya edebiyatında da böyle, kahramanların çoğu erkek. Herlanda’da da ise nerdeyse erkek kahraman yok. Bütün direnişi örgütleyen ve roman boyunca öykülerine tanıklık ettiğimiz ana karakterlerin hepsi kadın.
-‘İsimler’ yerine neden numaralar ve lakaplar var?
Okur belki ilk sayfalarda biraz zorlanacaktır ama sonra lakaplarıyla anlatmaya başlıyoruz karakterleri çünkü ülkenin değişmez lideri Her Şey, ülkeye de kendi adını vermiş; Her-landa demiş. Her Şey yasak isimler listesi yayınlıyor ve daha doğrusu sadece “Bunları kullanabilirsiniz“ diye milyonlarca insana isimler dayatıyor. Örneğin bunlar liderin en sevdiği nesneler, Herceket, Hertarak, Herbardak, Hertuzluk demek serbest doğan çocuklara. Bunlar dışında isim koymayı yasaklıyor ve Hiç’ler de buna başkaldırarak “Başka isim koyamıyorsak biz de hiç isim koymayız diyorlar ve numaralandırmaya başlıyorlar kendilerini ve doğan çocuklarını. Numaralarda mesela “2111052Hiç”. Kendilerine bir isyan sembolü olarak numara koyuyorlar. Tabii ki numara ile insan anmak kolay değil o yüzden lakap da takıyorlar birbirlerine.
-Herlanda’yı ne zaman yazmaya başladın?
Yazmak o kadar güzel yazmak o kadar özgürleştirici ki, kafanızda kurduğunuz şeyler tamamen size ait olan dünya kağıda döküldüğünde ve o kağıtlar bir araya gelip kitaba dönüştüğünde, okurun eline geçtiğinde bambaşka bir büyüye dönüşüyor. Bu yaratım aşaması çok heyecan verici açıkçası. İlk kitapta da böyle hissetmiştim. İlk kitabın talihsizliği başımıza gelen olayların çok konuşulduğu bir dönemde çıktı ve dolayısıyla kimileri bunu kendi başıma gelenleri anlattığımı zannetti oysaki siz de okumuşsunuz ‘Bi uyuyup uyanalım’ öyle bir roman değildi. Bu ikinci roman için ise geride bıraktığımız bir buçuk yıl boyunca çalıştım. Açıkçası hepimizin ruh hali ortada. Hepimiz tünelin ucundaki ışığı arar vaziyetteyiz. Nefes almaya çalışır vaziyetteyiz. O yüzden kafamda kurguladığım bu hayal ülkesi, kâbus ülkesi Herlanda’da yaşayanları istediğim gibi o ışığa kavuşturdum. Romanın sonunu söylemiş oldum belki ama o ışığa kavuşturdum. Ve bu bana iyi geldi. Eminim okuyanlara da iyi gelecek. Çünkü dünyanın en ağır baskılarının olduğu dünyanın hiç aklınıza gelmeyecek türden baskıların olduğu bir distopik ülke Herlanda’da bile insanlar pes etmiyor çünkü insan olmanın gereğidir bu ve direniyorlar. Bunu anlatmak istedim aslında sadece.
-Doğan Medya Grubu’nun satılması ile ilgili ne düşünüyorsun?
Herlanda’nın içinde o kâbus ülkesinin içinde de aslında yayımlanmasına izin verilen, Her Şey’in eli ile çıkarılan tek bir Yeni Gün gazetesi var. Onun dışında hiçbir şekilde kimsenin bir şey yazıp çizmeye hakkı yok. Bu mümkün değil tabii. Hiç’ler yürüyüş mektupları yazmaya başlıyorlar birbirlerine. Ve o mektuplarla birbirlerine olup biteni haber vermeye çalışıyorlar. Fotokopi makinesi olmadığı için elle çoğaltılmış sayfalar…Elden ele dağıtılmış kâğıtlar bir süre sonra ülkenin en büyük iletişim aracı haline gelmeye başlıyor. 2141 yılında bilinmeyen bir coğrafyada… Bazen gerçeklikle kurgu, insanın kafasında iç içe geçiyor.
En son oranlara baktığımda ülkede yazılı iletişim araçlarının yüzde yetmiş beşi artık tekelde. Yüzde doksanı da zaten kontrol altında. Bence bu sayılardan daha da fazlası… Türkiye’den bahsediyorum. Bu ülke adına kaygı verici desem “kaygı verici” cümlesi hafif kalıyor. Bu ülke adına bir utanç meselesi aslında. Herlanda’daki gibi direniş mektupları şeklinde olmasa bile en azından “Biz patronsuz medyayız” diyen ve dayanışma ile ayakta kalmaya çalışan yayın organlarına yönelirse gazete okurları, işte o zaman bir çıkış yolu bulabiliriz diye düşünüyorum. Aynı şeylerden yıllarca şikâyet edemezsiniz, o zaman alışkanlıklarınızı değiştireceksiniz. Gazete bayiinize gittiğinizde yıllardır okuduğunuz gazetenin sahibinin değiştiğini, yayın politikasının iyice değişmiş olduğunu görürseniz başka gazete satın alacaksınız. Çare bu.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları