Mimar Doğanlar, Türkiye’nin ekonomisinin inşaatla döndüğünü ve İstanbul’un şu anda emlak depresyonunda olduğunu vurguluyorlar.
Mimar doğanlar... Doğan Kuban, Doğan Tekeli ve Doğan Hasol. Mimarlık dünyasının üç duayeni, İstanbul’a 3D bakanlar... Türkiye’nin yağma cenneti olduğunu her defasında vurgulayan Doğan’larla İstanbul’un bugünkü halini konuştuk. Hasol’un Üsküdar’daki yalısında buluştuğumuzda evden görülen manzara; İstanbul’un silüetinin birbirini ezen büyük-küçük yapılardan oluştuğunu, kentte orantısız ve anormal bir büyüme olduğunu gösteriyordu.
- Çılgın projelerin boy gösterdiği, mimari ve kent anlamında çıldırmış bir şehre doğru gidiyoruz sanki. Kısacası neler oluyor İstanbul’da?
Doğan Hasol: İstanbul eskiden güzeldi, şimdi gelişigüzel... İstanbul bir azman şehir oldu. Megapol deniliyor, ama yeşili yok edildi, yoğun yüksek yapılaşmaya açıldı. Yapılaşma bilimsel bir plan disiplini içinde olmuyor, şehir de gelişigüzel büyüyor.
Doğan Kuban: Burası İstanbul değil artık. İstanbul denilen yer Suriçi... Şehirler değişir, ama bu kadar anormal değişmez. Şimdi Gebze de İstanbul... Ayasofya’yı, camileri, surları ve denizi kaldırınca bu İstanbul, dünyanın en çarpık şehri. Gelişmemiş bir toplumun ifadesi olan bir gelişme yaşanıyor İstanbul’da.
Doğan Tekeli: İstanbul bizim bugünkü toplumun kültürünün aynası. Bizim toplumumuz da orta gelişmiş bir toplum. Toplumumuzun içinde gelişmiş bir nüfus da var. İstanbul biraz müziğimiz gibi. Klasik müzik sevenler var, Türk Sanat Müziği de, arabesk ve pop seven de var. Siyasi açıdan da bakarsanız koalisyon gibi. Her şey var. Türkiye’de ne varsa İstanbul’da da o var.
‘Şehir pop müziği gibi’
- İstanbul bir arabesk müziği mi?
Tekeli: Hayır, Türk pop müziği.
- Yeni Türkiye gibi, yeni İstanbul da diyebilir miyiz?
Hasol: İstanbul’da asıl sorun nüfus... Üniversiteyi bitirdiğimde nüfus 1,5 milyondu, bugün ise resmi kayıtlara göre 15 milyona yaklaştı; gerçekte çok daha fazla. Türkiye’de insanların beşte biri İstanbul’da yaşıyor. Anormal bir büyüme var, İstanbul aşağı yukarı iki Yunanistan kadar. İstanbul nüfusu, 130 ülkeninkini geçti. Bu kadar hızlı nüfus artışıyla karşılaşan bir kentin yaşanabilir olması mümkün değildir. Kentleşme oldu ama kentlileşme olamadı. Nüfus patlaması plansız, yağ lekesi halinde büyümeyi getirdi ki bu şehircilikte hiç istenmeyen bir durumdur. Sonuçta yık-yap düzeni geldi.
Kuban: Şehirler büyür tabii ki. Paris’in nüfusu ben doğduğumda 10 milyondu bugün ise 12 milyona yakın. Büyüme olabilir, eğer bir adam 15 kiloyken 150 kiloya gelirse o adam artık o adam değildir. İstanbul’un sorunu bu. İstanbul hiçbir homojenliği olmayan tuhaf bir şehir şimdi.
‘Mürteci mimari’ anlayışı
- İstanbul’da bugün nasıl bir mimarlık anlayışı var?
Tekeli: Dünyada postmodern düşüncenin ortaya çıkmasıyla birlikte mimarlıkta da büyük bir çeşitlilik görüldü. Ama İstanbul’da bu âdeta bir başıboşluk haline geldi. Her cins mimariyi bulmak mümkün. Haydarpaşa’dan kalkıp E5 yolundan Tuzla’ya kadar gidin, bir cephesi cam diğer cepheleri gecekondu cephesi gibi olan yapılardan başlayarak her anlayışta yapıları yan yana görmek mümkün.
Hasol: Selçuklu-Osmanlı tarzı mimariler yapılsın denildiğini duyuyoruz. Bazı mimar arkadaşlarımıza kamu projelerinde bazı dayatmalar yapıldığını da biliyoruz. Örneğin, bir adliye sarayı yapılıyor, Selçuklu tarzı cephe giydirin diyorlar. Böyle bir mimarlık anlayışı olamaz. Buna Ahmet Haşim yıllar önce,“mürteci mimari” demiş. Selçuklu döneminde adliye sarayı mı vardı? Eskiye öykünerek bir şeyler yapmak özentinin ötesine geçmiyor.
- Selimiye Camisi, Edirne’nin tacı, peki Çamlıca Camii İstanbul’un nasıl bir manzarası olacak?
Kuban: Çamlıca Camisi cehaletin simgesi olacak, zaten ileride yıkılacağını düşünüyorum. 50 senede 100 bin cami yaptık, hepsi de birbirine benziyor…
Tekeli: Tarihi yarımadadaki camilere bakın, Sultanahmet Camisi, Sultanbeyazıd Camisi, Süleymaniye Camisi... Çamlıca’dakine acaba hangi Sultan Camisi denecek?
Hasol: Bugün Fransa’da tarih kopyacılığıyla Gotik, Barok tarzı kilise yapılıyor mu? Osmanlı’da bile camiler dönemlerine göre farklılık gösterir.
Bir buçuk porsiyon yeşil alan
Hasol: İstanbul’da halkın yararlanabildiği yeşil alan kişi başına 2 metre kare, dünya standartlarına göre bu, 10 metre kare. İstanbul’da park ve bahçeler kentsel alanın yüzde bir buçuğu… Paris’te yüzde 9.4, New York’ta yüzde 14. İstanbul tam bir yeşil fakiri. Kuzeyde, ekolojik bir kuşağı var, o bölge de şimdi mega(!) projelerle tehdit altında.
Hızlı Tren yalan!
Kuban: Bugünkü iktidar yüksek hızlı tren yaptığını söylüyor, ama bu gerçekleştirilemedi. Konya - Ankara bir buçuk saat dendi ama 2,5 saati geçiyor. Cenevre’de hızlı trene bindiğinde Paris’e 2,5 saatte gidersin. Bizim tren İstanbul’dan Ankara’ya 4.5 saatte gidiyor. Çok hızlandığında 125, normalde de 90 km. Halk cahil olmasa bunu yutmaz. Halk, zaten İstanbul’da yollar işlemediği, o yüzden işe iki saatte gittiği için trende doksana vay canına diyor.
TRAFİK
Kuban: 40 yıl önce İstanbul’un koruma planını yaptığımda şehrin 400 kilometre metroya ihtiyacı vardı, şu anda ihtiyaç en az 600 kilometre. Peki İstanbul’da ne kadar metro var? 100 kilometreden az. Şu an da metro olmadığı için İstanbul trafiği böyle.
‘İstanbul’u emlak batıracak’
3 Doğan, Türkiye’nin ekonomisinin inşaatyar döndüğünü ve İstanbul’un şu anda emlak depresyonunda olduğunu vurguluyorlar.
Doğan Kuban, Doğan Tekeli ve Doğan Hasol söyleşimizin bu bölümünde ise İstanbul’un elmak depresyonunda olduğunu vurguladılar. Kuban, uyarıyor, İstanbul’un Türkiye’nin ekonomisini batıracağını, ekonominin inşaatla döndüğünü bu nedenle ekonominin batacağını hatta birkaç sene içinde İstanbul’un nüfusu küçülmezse, üretim bölgeleri sadece İstanbul’da yoğunlaşırsa Türkiye’nin şansının hiç olmadığını söylüyor.
‘Türk tipi şehircilik’
- Şehircilik ve mimari anlamda da bize bir ‘Gezi’ gerek mi?
Tekeli: Gayet tabii. Mimarlığın, şehirciliğin, bilimin yaşama katkısı içselleştirilmedikçe, ki buna aydınlanmanın da içselleştirilmesi diyorum, çağdaş dünyanın gittiği yola gitmemiz kolay değil. Kendimize mahsus bir şeyler yapıyoruz. Deniyor ya Türk tipi Cumhurbaşkanlığı, biz de Türk tipi şehircilik, Türk tipi mimarlık yapıyoruz. Bu Türk tipi şehirciliğin ve mimarlığın yaşama ne kadar katkısı olur, dünya standartlarına göre ne kadar geçerlidir bilmiyorum. 20 milyonluk kenti bildiğimiz gibi planlamamız mümkün değil: Ben çizeyim, çizdiğim uygulansın... Böyle bir şey yok. Bugün stratejik bir planlama var daha da ileri teknikler var. Ciddiyetle eğilmemiz lazım. 1957 ’de Londra belediyesine görüşmeye gittiğimde 3 bin mimar çalışıyordu.
- Bizde durum nedir?
Tekeli: Her şeye rağmen İstanbul’un bugünkü halinin en azından medeni araçlar, aydınlatma, asfalt, su, elektrik bakımından mesela 1890’lardan fena olmadığını düşünüyorum!
Kuban: Bak bu doğru. Göçerliğin göçerliği biter, ama düşüncesi göçerleşir. Türkiye’nin entelektüel direnişe ihtiyacı var, halkın direnişi yetmez. Entelektüel direniş halka söylem öğretir. Ülkemizde baskıcı yönetim olduğu için entelektüel direnişin önünü tıkıyorlar, iletişim kanalını tıkıyorlar.
Hasol: Toplumun mimarlık konusunda bilinçlenmesi lazım. Fransız mimarlık yasasının birinci maddesi “Mimarlık kültürün bir ifadesidir” diye başlar. Kısaca, mimarlık her ülke için önemlidir. Bir yandan da ülkenin yaşadığı politik ve toplumsal gelişmelerden bağımsız değildir. Toplumun, mimarlığın farkında olması, farkındalık yaratılması lazım; belki toplumun mimarlık konusundaki uyanışı öyle sağlanabilir.
- Bizde planlama yapılmıyor mu?
Hasol: Planlama yetkilerinde tam bir dağınıklık var. Belediyelerin yanı sıra 19 kamu kurumu plan yapma yetkisine sahip. TOKİ, ÖİB diledikleri gibi planlar yapabiliyorlar. Bu, olamaz.
Kuban: Bir kentin nüfusu 15 - 20 milyon boyutlarına geldiği zaman, yani belli bir büyüklükten sonra kent planlanamaz.
‘İstanbul emlak depresyonunda’
-İstanbul’da bir emlak kirizi patlar mı?
Kuban: ABD 2008’de krize girdi. Bol miktarda kredi dağıttı, herkes ev aldı sonra ödeyemez hale geldiler. 63 banka iflas etti. Dünya krizi çıktı. Türkiye’de krize az kaldı. Ülke zaten şu an emlak depresyonunda. TOKİ’nin yaptığı yüksek binalarda bir, bir buçuk milyon boş daire var deniyor. İstanbul Türkiye’nin ekonomisini batıracak. Ekonomi inşaatla dönüyor, bu yüzden batacak. Bütün dünya bunu diyor, çok değil, birkaç sene içinde İstanbul’un nüfusu küçülmezse, halk Anadolu’da üretime, tarıma dağılmazsa, sanayi üretim bölgeleri sadece İstanbul’da yoğunlaşırsa Türkiye’nin şansı yok. İstanbul şu anda kara çukur, Türkiye’yi batıran şehir, ahlakı da batırıyor tabii. Hiçbir şey bilmeyen adam AVM’ ye girdiği zaman mutlu, “işte dünya böyle olur” sanıyor. Gökdeleni gördüğü zaman “vay canına, neler yapmışlar” diyor. İstanbul hasta… Uzmanı da yok, onu saptayacak örgütleri de yok, yetişen adamlar da yok, öyle bir şeyin gerekliliğine inanan politikacılarımız da yok.
Hasol: Türkiye zor durumda… Üretemiyor; üretilen tek şey inşaat. İnşaatla kalkınma diye bir model dünyada yok.
Kuban: Gazetelerde ne görüyorsunuz? Yaşam projeleri!.. Sokakta gördüğünüz adam öyle yerlerde mi yaşıyor? Zaten sanıldığı kadar da yeni ev yapılmıyor ki, bir kısmı proje, zaten satılmıyor, boş çoğu.
Hasol: İstanbul nüfus olarak doymuş durumda. Ne var ki büyük yatırımlar hala ısrarla İstanbul’a yönlendiriliyor. Bu durum İstanbul ve Türkiye için ciddi bir tehlikedir.
- AKM için “çirkin, yıkılsın” söylemine ne diyorsunuz?
Hasol: Biz mimariyi güzel, çirkin diye tartışmıyoruz, mimari değeri var mı yok mu diye bakıyoruz. Bu kadar sübjektif değerlerle yorum yapılamaz. AKM, çağdaş kültüre olan düşmanlık nedeniyle boş bırakılıyor.
Tekeli: Taksim Meydanı’na kimlik vermek istiyorlar, nasıl verecekler? Kışlanın âdeta taklidi sayılacak bir bina, onun yanına da AKM’nin yerine “şöyle güzel Barok bir opera” yapacaklar.
Hasol: Bugün dünyada artık Barok da yapılmıyor.
- Taksim Kışlası, Barok Opera yan yana nasıl bir kimlik kazandırır Taksim’e?
Kuban: Hiç alakaları yok yan yana, gecekondu ile apartmanın yan yana gelmesi gibi. Kenan Evren, Picasso’nun resmi için “Bunu ben de yaparım” demişti ya, Bugünkü yöneticiler de öyle, hatta daha beter.
- İstanbul’un baş müteahhidi Erdoğan deniliyor, katılıyor musunuz?
Tekeli: Demokrasilerde seçilen iktidara verilen güç siyasi ve idari kararlar alanındadır. Ama bizde iktidar sanat alanına da karışıyor. Heykeli beğenmiyor, yıktırıyor. Çamlıca Camisi proje yarışmasını iki genç hanım mimar kazanmıştı. Bir süre sonra gazetelerde bir haber çıktı “Sayın Erdoğan, Güzel Sanatlar Akademisi’nden iki mimar profesörle birlikte kazanan projeleri gördü, üç saat çalıştılar ve projeyi tashih etti” diye. Taç kapı biraz büyütülmüş, kubbe biraz daha yükseltmiş ve cami “mükemmel” hale gelmiş. Çağdaş demokratik dünyada böyle bir şey olmaz.
Hasol: Sayın Cumhurbaşkanının ya çok kötü danışmanları var ya da danışmanlarını dinlemiyor.
Kuban: Yahut danışmanı yok.
KAPALIÇARŞI
‘MuhafazaKÂR zihniyet’
Kuban: Kapalıçarşı, Fatih’in İstanbul’a yaptırdığı ilk büyük yapılardandır. Yapı, kendi karakterine bağlı olarak kullanılmalı. Kapalıçarşı otel ya da AVM olmaz. Para için yapılan hiçbir şey iyi olmaz. Zannediyorlar ki bu yolla para kazanacaklar. İki AVM, bir otel yap, oraya kimse gitmez, insanlar gitmeyecek...
Hasol: Kapalıçarşı, İstanbul’un turistler tarafından en çok görülmek istenen noktalarından biridir. Modernleştirmekten bahsediyorlar, bu çok yanlış. Restorasyonu da çok yanlış anlıyorlar. Surların bir bölümünü restore ettiler, pasta gibi yaptılar. Restorasyonun çok basit ve hoş bir tanımı vardır: Bakıldığı zaman, “Bunun neresi restore edilmiş ki?” sorusunu sorduran restorasyon başarılı bir restorasyondur. Kapalıçarşıyı da o surlar gibi gıcır gıcır yapmaya kalkarlarsa artık turistler de oraya gitmez, çünkü o artık tarihteki Kapalıçarşı olmaz. Türkiye’ye epeyce zamandır muhafazakâr yönetimler geliyor. Bunlar işin muhafaza etmek tarafıyla pek ilgili değiller, kâr tarafıyla çok ilgililer. Muhafazakârlıkta nedense kâr tarafı ağır basıyor, muhafaza tarafı ağır basmıyor.
Ceren Çıplak-Cumhuriyet