Şükran Soner’in 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Cumhuriyet için kaleme aldığı yazı..
Kadın Hakkı Diye Diye(!)..
1980’li yıllarda kadın gücünün yeniden keşfedilmesiyle gündemimize giren kadın hakları savaşımında, kadınlar için, örgütlenip haklarının kazanılmasında yol aldıkça, tersine giden bir şeyler oluyor. Çözdükçe dolaşan bir yumakla boğuşup duruyor gibiyiz. Bize neler oluyor? Töre cinayetleri, kadına yönelik şiddet patlaması, yaşamın her alanında atılan çok olumlu ileri adımlara karşın, kadın hakları kazanımlarında geriye gidiş.. neden bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor?..
On binlerin cezaevlerinden geçirildiği baskı günlerinde, üzerlerinden silindir gibi geçilen ağırlıklı sol siyasal, sendikal, toplumsal örgütlenmeler suskun... Cezaevleri kapılarında direnen analar, eşler, kız kardeşler.. yürekli duruşlarıyla önce “biz kadınlar, varız...” dediler. Yeniden var oluşu, örgütlenmeyi önce kadınlar gündeme taşıdı. En feministinden, demokratik düzen içinde eşitlik arayanlarına, türbanlısına, kadın sorunları üzerinden ortak bir dil kullanabilmeyi denediler. Zaten önlerinde BM’nin dünya ölçeğinde kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmayı amaçlayan sözleşmesi vardı. Dünya ölçeğinde kadın aleyhine, haklarında yaşanan uçurumu düzeltmeye yönelik çalışmaların ilkeleri, rotası çizilmiş, örgütlülük içinde savaşım verme çabaları ağırlık kazanmıştı.
Kadın gücü, direngenliği, başta siyaset, yaşamın her alanına dönük örgütlülüklerde yaşanan kırılma, kilitlenmede, yeni bir ışık olunca, kadınları katarak ancak yeniden yola çıkma partiğini doğurmuştu... İlk insan hakları direnişleri ile çıkış yapan kadınların, kadın haklarına yönelik ortak savaşımları ile çok önemli yasal değişikliklere, hareketlere damga vurmaları, olumlu sonuçlar almaları, kadınla, kadın üzerinden siyaset yapmayı hızla tırmandırdı. Sokaklara çıkan kadınlar, kadın hakları için en yaşamsal sorunları, damardan iğne yapar gibi medyatik renkleri de olan vuruşlarla kamuoyuna getirirlerken.. mor kurdeleleri, iğneleri ile kadının canına, yaşamına, varlığına yönelik en ağır saldırıları, sorunları hızla kamuoyuna taşırlarken, yeniden var olmak isteyen tüm siyasal, toplumsal örgütlenmeler kaçınılmaz kadın sorunlarına sahip çıkmayı, vitrinde olsun gündeme getirme zorunda kalıyorlardı. Aslında kadın gücü, emeğini kullanarak, kadın diliyle çıkışlar, çok daha etkin sonuçları, kazanımları getiriyordu...
***
12 Eylül sonrası sivil döneme geçiş sürecinde tüm örgütlenmelerin kadın üzerinden siyaset yapma yarışlarında, Meclis’ten kadın ayrımcılığına yönelik olumlu yasal değişikliklere, kadın örgütlerinin ortak katkısı odak, 8 Mart’ların çılgın bir yarış konusu yapıldığı yıllarda, siyasi partilerden sendikalara, tüm toplumsal örgütlenmeler, kadın önde, en azından vitrinde, kadın üzerinden siyasette yarışıp durdular... Siyasal İslamcılar “mağdur, insan hakkı savaşımı” aracı olarak türbanı keşfetti. Özalizmin, serbest piyasalar düzeninin simgesi papatyalarının karşısına, sol siyaset, kadın kotaları, kadın emeği, kimliğinin eşitlikçi değerlendirilmesi, öncelikleri ile çıkıyorlardı... Kadınların öne aldıkları ortak gündemleri “kadına yönelik şiddet” olunca, kaçınılmaz kadın sığınmaevlerinin açılmasını, hukuksal yardım sistemlerinin işler kılınmasını da getirmişti...
Aradan geçen, bir insan ömrü için uzun ancak toplumlar için çok kısa yıllarda, kadın hakları savaşımında alınmış önemli yasal haklar, kurumlaşmaların kadınlara yansımaları doğal olarak olumlu olacakken kadına yönelik istatistikler tam tersi olumsuz gelişmelerin birbirinden çarpıcı aynası. Kadın haklarının sosyal gelişmişlik ölçümlemelerinin tümünde, kadınların kitlesel haklarının geriye gidişi sadece bir boyut. Kadına yönelik şiddete ilişkin tüm gelişmeler nasıl olumsuz olabilir? Kadının siyasal, toplumsal, iş yaşamına katılımlarında neden tüm göstergeler olumsuza dönüşebilir?
Dünya ölçeğinde geçerli olan bir genel gidişin elbette hem altını çizmeli, hem de ülkemizde kadın haklarına olumsuz yansımalarını atlamamalıyız. Dünya çapında yaşanan tüm ekonomik, siyasal, toplumsal gelişmeler insan eksenli değil de piyasalar düzeni üzerinden olunca, bütün dünya için geçerli gelir dağılımı çarpılması, insanların yaşam, çalışma koşullarının bozulması, gerçek ücretlerin aşağı çekilmesi, çoğunluk için geçerli hızlı yoksullaşma, yoksunlaşma, en yaşamsal haklar eğitim ve sağlıkta geriye gidişlerden herkes payını alıyor. Elbet paylaşım dengesizliği ezilen aleyhine olunca, emekçinin, köylünün daha ağır yoksullaşması gibi, en keskin ayrışmanın yaşandığı kadının haklarının hızla aşağı çekilmesi, dayatma olarak karşımıza çıkıyor...
Üstüne aşiretleşme, cemaatleşme, rejimin ılımlısı da olsa siyasal İslamdan yana değişime uğraması, katlanan kuralsızlaştırma düzeni, geleneklerin baskın kimlik kazandığı toplumsal yapılaşmayı.. eklemleyin. Ortaya son on yılda bile çok daha geriye püskürtülmüş, en ağır haksızlıklara, şiddete hedef olan, ezilen kadınlar çoğunluğu tablosu çıkıyor...