loading
close
SON DAKİKALAR

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması-5

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması-5
Tarih: 03.07.2024 - 00:23
Kategori: Siyaset

Cumhuriyet Halk Partisinin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; Bizim anayasaya göre “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.”

Cumhuriyet Halk Partisinin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesinin Olaylar ve Görüşler köşesinde yayınlanan Ahlaksızlığın kurumsallaşması yazı dizisinin beşincisinde;

"Sevgili dostlar, bu yazımı Nâzım’ın da dediği gibi “tırnağını annesi kesen, parmağını ise makine kesen” çocuk işçilerimize, torunlarına kurban eti toplamak için gittiği kurban pazarında gördüğü muamele yüzünden kendini asan vatandaşımıza, “Üniversite sınavında yüksek puan alıp büyükşehirlere okumaya giderse onu okutamam, inşallah düşük puan alır” diye dua etmek zorunda kalan anne-babalara ve milletin ahvalinden yine milleti haberdar etmek, bütün baskılara ve tehditlere rağmen mesleğini icra etmek için çalışan, siyasi partiler ve onların sözüm ona yayın organları tarafından hedef gösterilip tehdit edilen, başta Emre Kongar, Ali Kemal Erdem, Barış Yarkadaş, Bahar Feyzan, Osman Sert, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Timur Soykan, Gözde Şeker ve İbrahim Kahveci olmak üzere; halk düşmanlarının, hırsızların, katillerin, çetelerin üzerine giden ve milletin menfaati için cesurca mesleğini yapan bütün gazetecilere ithaf ediyorum.

Sevgili dostlar, bir devletin temel gelir kaynağı vergilerdir. Vergi, adından da anlaşılacağı üzere zoralıma dayanır. Zoralımın dayanağı ise anayasalardır. Bizim anayasaya göre “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” Anayasamız bu zoralımın adaletli olmasını da öngörmüştür. Örneğin, “Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” der. Ama devleti yönetenler, birileri için devleti soyulacak bir organa dönüştürmüşlerse anayasanın bu ilkeleri göz ardı edilir ve uygulanmaz. Bunun en tipik örneği “kur korumalı mevduat KKM” uygulamasıdır. Bu amaca ulaşmak için mevduat sahiplerine şu avantajlar sağlanmıştır. Devlet olarak;

1. Faiz ödeyeceksiniz.

2. Dövizdeki dalgalanmalar dolayısıyla hesap sahibi (mudi) aleyhine olumsuz bir tablo çıkarsa ayrıca kur farkı ödeyeceksiniz.

3. Yüksek faiz geliri elde eden hesap sahibinden ayrıca vergi almayacaksınız. Yani mudinin elde ettiği faiz gelirini tümüyle vergiden muaf tutacaksınız.

Peki, bu uygulamadan amaç neydi? Uygulamanın amacı şöyle açıklanmıştı. “Bankacılık sistemindeki toplam mevduat/ katılım fonu içinde Türk Lirası’nın payının artırılarak finansal istikrarın desteklenmesi...” (TCMB-21 Aralık 2021, Sayı: 2021-62) Açıkçası dövizdeki yükselişi durdurarak TL’deki erimeyi önlemek... Böylece sözde ekonomide istikrarı sağlayacaklardı. İkisi de gerçekleşmedi. Ne sözde “liralaşmayı” sağlayabildiler ne de Türk Lirası’ndaki erimeyi durdurabildiler... (20 Aralık 2021’de dolar/TL kuru 11 TL seviyelerindeydi bugün 32’leri aştı) Aksine zaman içinde dolarizasyon arttı... Giden sadece KKM sahiplerine akan milyarlarca liraydı...

VERGİDEN MUAF UYGULAMA

Biliyorum bazıları diyecek ki “Anayasada vergi konusunda istisna ve muafiyetler de yer alıyor. Bu konuda cumhurbaşkanının yetkileri var.” Doğrudur ama bu yetkilerin kamu yararına kullanılması hukukun, adaletin ve ahlakın temel kuralıdır. Örneğin, ücret gelirlerinin vergilenmesinde ya da ithalatı ikame edecek ya da istihdam yaratacak önemli yatırımlara vergileme açısından bazı istisna ve muafiyetler tanımak kabul edilebilir uygulamalardır. Çünkü vergi politikalarında aslolan toplumun-ülkenin çıkarıdır. Bu toplumsal çıkarı belirleyen temel ilke ise “sosyal devlet” anlayışıdır. Anayasanın ilk dört maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesi, devleti yöneten siyasal iktidarın aldığı kararlarda uymak zorunda olduğu, -değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen- anayasal bir hükümdür.

Peki, nedir sosyal devlet? Bu konuda yüzlerce tanım bulabilirsiniz. Ama ben Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yaptığı tanıma bağlı kalacağım. AYM bir kararında sosyal devleti şöyle tanımlamaktadır. “Sosyal devlet; çalışma gücünden ya da imkânından yoksun olan kişileri koruyucu ekonomik tedbirler alan, sosyal risklerin yarattığı olumsuzlukları bertaraf edebilecek sistemler öngören, gelir dağılımının dengesini gözeten, kamu yararı gereği sosyal ve ekonomik ilişkilere müdahale edebilen, herkesin insan onuruna uygun asgari yaşam koşullarına sahip olması için çalışan, kişilerin hayatlarını sağlıklı şekilde sürdürebilmeleri, sağlıklarını kaybettiklerinde ise tedavileri için gerekli finansmanı sağlayacak yöntemleri geliştiren, topluma sağlıklı ve huzurlu bir gelecek vaat eden devlettir.” (E.2022/15, K.2022/73, 1/6/2022)

Şimdi AYM’nin bu tanımından yola çıkarak şu soruyu sormak zorundayız... KKM uygulamasıyla milyarlarca liranın bir avuç kişiye vergisiz gelir olarak aktarılmasını hangi vicdan, hangi hukuk ve hangi ahlak kabul eder... Üstelik aktarılan para ya devletin vatandaştan topladığı vergi ya da yüksek faizle aldığı borç paradır. Bu açıkça yönetme yeteneği olmayanın denize düşürülmesi ve sonuçta da yılana sarılmasının sağlanması operasyonudur. Çünkü borç alanın emir alması gerekiyordu. Erdoğan ve ekibinin borç para bulmak için yaptığı yurtdışı gezilerin ana konusu dilencilikti. Üzülerek ifade edeyim ki 21. yüzyılın Türkiye’si bunu kesinlikle hak etmiyor.

Daha acı olanı ise ortaya çıkan bu acı tablonun gerekçesi için başlangıçta dinin-inancın istismar edilmesiydi... Ona göre “...faizi savunanlar, kusura bakmasınlar... Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam. Bu görevde olduğum sürece faiz ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda ‘nas’ ortada. ‘Nas’ ortadayken sana, bana ne oluyor?” (Erdoğan - 18 Kasım 2021) Evet, bu sözleri söyleyen ve görevini halen sürdüren Erdoğan’a bir şey olmadı ama milyonlar bile isteye yoksullaştırıldı, bir avuç varsıla milyarlar akıtıldı...

“Kuran” diyen, “nas” diyen kişi bir süre sonra 180 derece çark ederek milyonların ödediği vergilerle KKM sahiplerine köşeyi döndürdü. Daha açıkça ifade edelim, faize karşı olduğunu söyleyen kişi, yüksek faizle borçlanıp KKM sahiplerine vergisiz daha yüksek faiz geliri sağladı... Yükü de bu milletin sırtına yıktı. Bunu ancak akıldan ve bilgiden yoksun yöneticiler yapabilirdi ya da bir ülkeyi geri bıraktırmak için gizli hesapları olanlar... Oysa yüce Yaradan aklımızı kullanmayı emrediyordu... Unutulmaması gereken bir gerçek var: Aklını kiraya veren, aklını kullanamaz.

Kaldı ki bu acı gerçeği sadece bu ülkenin yurtseverleri değil, üyesi olduğumuz Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) de görmüştü. OECD yayımladığı 2023 Türkiye raporunda KKM felaketini, Türkiye açısından artabilecek maliyetleri ve ekonomide yaratacağı güvensizliği düşünerek KKM’den aşamalı olarak çıkışın gerekli olduğunu yazmıştı.

ÇARK İÇİN GEREKÇE...

Bu uygulamanın sürdürülebilirliği yoktu. Nitekim milyarlar toz olduktan sonra (tıpkı 128 milyar dolarda olduğu gibi) bu uygulamadan aşamalı olarak vazgeçilme kararı alındı. Ama Erdoğan bu geri dönüşüne-çarkına bir gerekçe bulmak zorundaydı. Bir ekonomist (!) olarak yarattığı acı tablodan kendine bir haklılık payı çıkarmak istiyordu. Cumhuriyet tarihinde borçlanarak faiz ödeme Erdoğan’ın sözde ekonomi bilgisi (!) ve bu bilgiye dayanarak (!) ortaya koyduğu uygulamayla gerçekleşmişti.

Erdoğan sonunda bir gerekçe buldu. Azerbaycan dönüşü gazetecilere şunu söylüyordu: “Biz o zaman ‘düşük faiz, düşük enflasyon’ teorisiyle çalıştık.” (14 Haziran 2023) Böyle bir teoriye hiçbir iktisat kitabında rastlamadım. Bugüne kadar bildiğim, tanıdığım hiçbir iktisatçıda böyle bir teoriden söz etmedi. Bu ülkenin kaynaklarını bir avuç rantiyeye peşkeş çeken teoriyi (!) her gün yazan-konuşan iktisatçıların da dikkatini çekmedi. Belki de Erdoğan’ı ciddiye almadılar. İkinci önemli nokta ise Erdoğan artık Kuran’dan söz etmiyordu. Dikkat buyurunuz artık “nas” aklına bile gelmiyordu, Kuran’ı “nas”ı çoktan unutmuştu. Yine Erdoğan’nın deyimiyle bu yeni çarkın adı da “faziletli döngü” olmuştu. Düşünebiliyor musunuz? Sözde faize karşı çıkan kişi aldığı kararlarla devleti tefecilere hizmet eden hale getirmişti.

Bu uygulamanın Osmanlı döneminde Galata bankerlerine sağlanan olanaktan ne farkı var? Osmanlı döneminde de devlet borç batağına sürüklenmiş ve borçluların yönetiminde Düyunu Umumiye İdaresi (Genel Borçlar İdaresi) kurulmuştu. Aradan 100 yılı aşkın zaman geçti, Erdoğan hükümeti de 138 yıl sonra (12 Eylül 2019) Hazine’nin bünyesinde “Borçlar Genel Müdürlüğü”nü kurdu. Çünkü ülke 138 yıl sonra tekrar borç batağına sürüklenmişti. Çünkü “tek kişilik hükümet” vatandaşa değil, çıkar gruplarına hizmet ediyordu.

BEDELİ KİM ÖDÜYOR?

Peki, bunun topluma maliyeti ne kadar?

“Kur korumalı mevduata (KKM) ödenen kur farkları ve vazgeçilen stopaj gelirleri dolayısıyla uygulamanın kamuya iki yıllık maliyeti 1.1 trilyon liraya ulaştı.” (Naki Bakır, 02.05.2024, - Dünya gazetesi) Yani KKM nedeniyle 2022’nin martından 2023’ün sonuna kadar 48.5 milyar dolarlık bir fatura milletimizin önüne kondu. Faturanın büyüklüğünü daha iyi anlamak için ödenen diğer faturalarla karşılaştırmakta fayda var. Tek kişilik hükümetin bir başka soygun çarkı olan kamu-özel işbirliği projelerinden, “üçüncü boğaz köprüsü dahil, Kuzey Marmara Otoyolu projesinin toplam maliyetinin 9.3 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde, sanırım KKM nedeniyle milletin önüne konan faturanın büyüklüğü ve insafsızlığı daha iyi anlaşılır.

Peki, bu yükü kim çekti ve çekmeye devam ediyor? İşçisi, memuru, emeklisi, sanatçısı, esnafı, sanayicisi, tarlada çalışan çiftçisi... Yani KKM hesabı olmayan herkes.

Peki, KKM’nin sunduğu bu olağanüstü avantajlardan bugüne kadar kaç yerli-yabancı kaç kişi yararlandı? Bu bilgi milletten saklanıyor. Ancak ortada da bir gerçek var. Bu, Cumhuriyet tarihimizin kısa sürede gerçekleşen en büyük servet transferlerinden birisidir. 85 milyon yurttaşımızın cebinden, sadece 22 aylık sürede, 48.4 milyar dolar alındı ve bir avuç varsılın cebine kondu. Milletimiz acımasız bir servet transferinin kurbanı yapıldı. Maalesef bu ahlaksız paylaştırma yapıldı ve tüyü bitmemiş yetimin hakkı bir avuç tefeciye yedirildi.

Peki, biz buna yolsuzluk diyebilir miyiz? Hayır, bu, Saray tarafından hukuki altyapısı oluşturulmuş ahlaksız bir soygundur. O nedenle ahlaksızlığın kurumsallaşması diyoruz... Tek kişilik hükümetin aldığı kararlarla devlet milletin gözleri önünde soyuluyor. Emre Kongar Hoca’mızın dediği gibi, “Ülkemiz, siyaseten ve hukuken ‘tam hukuksuzluk’ ve ‘tam gayrimeşruluk’ dönemi yaşıyor.” (Cumhuriyet, 09.06.2024)

Son söz: Ve sevgili dostlar unutmayınız ki ödediği vergilerin hesabını sormayan bir toplum, egemen güçler tarafından teslim alınmış toplumdur..."

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması - 2

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması - 3

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması-4

 

Kemal Kılıçdaroğlu; Ahlaksızlığın kurumsallaşması-6

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları