Kemal Okuyan ‘AKP’nin yeni hikayesi’nin arka planındaki krizi anlattı: ‘Diz çökmüyoruz’

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “AKP’nin yeni hikayesi”ni ve bu hikayenin arka planı ve örtülü kısmını kaleme aldı.
Okuyan, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda 19 Mart’ta başlayan operasyonlar ve ardından yaşanan gelişmeler üzerine AKP'li Aydın Ünal'ın "yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz" şeklindeki sözlerine ve aynı zamanda Rasim Ozan Kütahyalı'nın "yeni bir devlet, yeni bir sistem var, seçim kazanmak gibi şeyleri unutun" yönündeki açıklamalarına da değinerek, iktidar çevrelerinde "artık yeni bir Türkiye var, yok öyle eskisi gibi..." söylemlerinin yaygınlaştığını vurguladı.
Kemal Okuyan, AKP'nin geçmişte karşıdevrimci bir parti olduğunu ve şimdi de "biz de kurucuyuz" gibi söylemlerle meşruiyet arayışında olduğunu ifade etti.
15 Temmuz sonrasında ortaya çıkarılan bu anlatıya göre dağılmakta olan devlet yapısını toparlamak üzere bir dizi gücün harekete geçtiğini, bir akıl oluşturduğunu ve siyaset alanını yeniden tasarlamaya koyulduğunu; bu tasarlanan siyaset alanının merkezinde Erdoğan'ın yer alacağı ancak onun da belirlenen stratejiye uygun hareket edeceğinin iddia edildiğini aktaran Okuyan, bu anlatının AKP'nin de bir kopuş yaşadığı, geçmişindeki bazı unsurlardan ayrıştığı ve "yerli ve milli" kodlara uygun davrandığı şeklinde sunulduğunu kaydetti.
AKP'nin 2016'dan itibaren başlattığı iddia edilen bu yeni hikayenin arka planını maddeler halinde sıralayan Okuyan “Mutlak uyum" aranan düzenin bütün tabaka ve kurumlarında çekişme, rekabet ve gerilim olduğunu, son dönemde "milli iradeye saygı duyun, eski düzen bitti" diye öne çıkan isimlerin her birinin farklı farklı kanatlardan olduğunu hatırlattı.
İktidarın büyük iddialarla attığı “yeni çözüm süreci, Suriye'yi arka bahçe haline getirmek, Avrupa'nın ordusu olmak, Akdeniz'i fethetmek, ekonomiyi şahlandırmak, Anayasa yapmak” gibi adımların devamının gelmediğini, bunların aksadığını kaydeden Okuyan “Evet, yönetemiyorlar. Yönetemeyince, ‘diz çökün’… Kusura bakmayın diz çökmüyoruz, boyun eğmiyoruz!” diye belirtti.
Okuyan bugün X hesabından yaptığı paylaşımda şunları kaydetti:
AKP'nin yeni hikayesi...
"Yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz..."
Breh breh breh...
Yıllar önce söylemiştik, AKP devrimci gibi davranmayı seven, devrimcilere öykünüp imrenen karşıdevrimci bir parti diye.
Komünizmle mücadele derneklerinden, tarikat örgütlenmelerinden, bağımsızlık isteyen devrimci gençlere düşman bir gelenekten, Milli Mücadele'nin Cumhuriyetle taçlanmasını içine hiç sindiremeyen bir toplumsallıktan süzülüp geldiler.
Bir yandan da oradaki meşruiyeti görüyor, onu teslim almak ya da onun üstüne çıkmak istiyorlar. "Biz de ihtilal yaptık, biz de kurucuyuz...", "Bizim de Anayasamız var ya da olacak..."
AKP'li Aydın Ünal'ın diz çökmeye çağrısı doğal olarak büyük tepki çekti. Ama yalnız o değil. 19 Mart'tan sonra "artık yeni bir Türkiye var, yok öyle eskisi gibi..." diye başlayan paylaşımlar, konuşmalar, yazılarla çok sık karşılaşıyoruz. Rasim Ozan Kütahyalı farklı bir üslupla "yeni bir devlet, yeni bir sistem var, seçim kazanmak gibi şeyleri unutun" diyerek muhalefeti uyarıyor. Ve daha da ileri giderek, muhalefete "aslında sizin de bir bölümünüz bu yeni devletin parçası, ona bağlısınız" diye sesleniyor.
Değişik varyantları olan bir hikaye ile karşı karşıyayız. Anlatılanların ortalamasını aldığımızda, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından dağılmakta olan devlet yapısını toparlamak üzere bir dizi güç harekete geçmiş, bir akıl oluşturmuş ve kalıcı bir strateji doğrultusunda siyaset alanını yeniden tasarlamaya koyulmuştu. Anlatılan buydu.
Tasarlanan siyaset alanının merkezinde Erdoğan duracak ama o da belirlenen stratejiye uygun hareket edecekti. Böylece aslında AKP’nin de bir kopuş yaşadığı, kendi geçmişindeki bazı unsurlardan ayrıştığı, "yerli ve milli" kodlarına uygun davrandığı ileri sürülüyordu. Kimilerine göreyse Erdoğan bu sürece ikna edilmiş değildi, tersine bu yeni yapılanmanın bizzat mimarıydı. Dedim ya, bunlar anlatılanlar...
Böylece Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibilerinin özlemle yâd ettiği eski AKP hikayesinin yerine başka bir kurgu karşımıza çıkartılıyor ve karmaşık bir dünyada alabildiğine basit ve sade bir fotoğraf sunduğu için, bu hikaye bayağı alıcı buluyor.
Yakın geçmişi unutmak ve unutturmak konusunda çok becerikli ve istekli olan iktidar yanlıları için bu hikaye yönetmekle yükümlü oldukları holdingler-tarikatlar düzeninin yarattığı görüntü kirliliğinden kurtulmak için de büyük fırsatlar sunuyor. "Üst akıl", "her tür maddi çıkarın ötesine geçen bir milli duruş", "kurucu irade"; bütün bunlar gurur kaynağı olsa gerek...
Ancak bu hikaye hiç ikna edici değil. Kuşkusuz herkesi ikna etmek zorunda da değil. Tarihimizden örnek verelim, Cumhuriyet herkesi ikna ederek kurulmadı. Kendisine karşı çıkanlara, metin yazarı Aydın Ünal'ın ifadesiyle, diz çöktürdü.
Ama bir fark var. İnandırıcı, heyecan verici, sonuna kadar meşru, yol açıcı bir karakteri vardı Cumhuriyet'in. Diz çökenler "eski"ye bağlanıp kalanlardı, saltanat ve hilafet özlemi ile yanıp tutuşuyorlardı. İkna olmadılar, diş bileyip diz çöktüler.
İkna olanların enerjisi yetti. Cumhuriyet, içerdiği kapsamlı dönüşümlerle birlikte ikna edici bir projeydi. İkna ettiği kadar…
Hikayemize dönelim ve biraz açalım isterseniz. 2016'dan başlatılan hikayenin arka planı şudur:
1. 2002'de kendisini iktidara getiren çokuluslu tekeller ve bölge gericiliğinin talepleri doğrultusunda Türkiye'yi özelleştirmeler, tarikatlar ve Fethullahçı operasyonlarla felaketin eşiğine getiren AKP’nin kendisini de (ya da bir bölümünü) süpürecek bir Amerikancı darbe (15 Temmuz), bizzat ABD’nin kendi içindeki kriz ve eski gücünü yitirmesinin de etkisiyle boşa düştü.
2. Sermaye sınıfının ihtiyaç ve ihtirasları ile örtüşen AKP’nin Yeni-Osmanlıcı politikaları devletin kurumsal hafızasının filtresinden geçirildi ve kaotik bir dünyada rekabetçi, korumacı ve iddialı bir konumlanış için en uygun ideolojik koordinatlara yerleştirildi. Milliyetçilik, İslamcılık ve ilginçtir Atatürkçülük Yeni-Osmanlıcı bir yaklaşımı kuvvetlendiren ve gerektiğinde birbirinin önüne geçirilebilen toplumsal enerji kaynaklarına dönüştürüldü.
3. Cumhuriyetin arızalarla doğduğuna, iddialı bir Türkiye için yeterli temeli oluşturmadığına ve bu hedef için ek kaynakların kullanılması gerektiğine ikna olan kimi Atatürkçülerin yardımıyla yeni bir tarih tezi yaratıldı. Burada Cumhuriyet kapsandı ama silikleştirildi ve kesintisiz bir yerli-milli akışın parçası haline getirildi.
4. Böylece Türkiye yüz yıl önceki “talihsiz” ayrışmayı geride bırakarak, zorlu mücadelelere milletiyle barışık bir biçimde girecekti. Güçlü bir biçimde. Bu kucaklaşmaya ikna olmayanlar ise…
Diz çökecekmiş!
Çünkü Türkiye’nin başka şansı yoktu. Çünkü her tarafta düşman vardı. Güçlünün borusu ötüyorsa, Türkiye de o güçlülerden biri olmalıydı. Güçlüler demokrasi, insan hakları, özgürlüklerden vazgeçiyordu. Güçlüler büyük tekellerin elindeki ekonomilerine güveniyor, hatta yeni tekeller yaratıyordu. Türkiye de bu yola girmişti.
Ama yerli ve milliydi!
Hikayenin anlatılmayan ya da örtülü bir kısmı var. Öyle bir kısım ki, diğer her şeyi berbat ediyor, sıfırlıyor. Yine madde madde gidelim:
1. Güçlüler dünyasında kimsenin ama kimsenin özgürlük, demokrasi, insan hakları ile ilgilenmediği doğru. Yeni de değil bu, sermaye diktatörlüğünün bir kuralı. "Yerli ve milli"cilerin "bu işler her yerde böyle" diye dışarıyı örnek göstermesi de ne kadar hoş değil mi?
2. Türkiye kapitalizmi ittifak sistemlerinin dağılıp dağılıp yeniden kurulduğu dengesiz uluslararası konjonktürde kendisine en fazla pay verecek, alan açacak bloku bulmaya çalışıyor. Geleneksel ABD-AB hattında yaşanan gerilimlere rağmen odak noktası elbette orası. Ama el yükseltmek, boşalan coğrafyalara yerleşmek, gri alanlarda hareket serbestliği kazanmak için başka ilişkiler de kuruluyor. Yakınlaşınca dost, müttefik, ortak olan bu güçler, sürtünme ya da rekabet başladığında aniden düşman ve emperyalist oluyor!
3. Cumhuriyet kurulduğunda burjuvazi ekonomik açıdan çok zayıftı. Sermaye sınıfı, ülkenin bütün kaynaklarını kullanarak, yoğun emek sömürüsü ile zaman içinde semirdi ve Türkiye'yi eşitsizliğin, yoksulluğun, adaletsizliğin kol gezdiği bir ülke haline getirdi. AKP iktidara bu sınıfın desteği ile geldi ve bu sınıfa büyük hizmetlerde bulundu, bulunmaya devam ediyor. TÜSİAD'la yaşanan gerilim bütünüyle yapay olmasa da gerçek ortada: TÜSİAD patronları AKP döneminde daha önce yanına yaklaşamadıkları kârlar elde ettiler, etmeye devam ediyorlar.
4. AKP döneminde hızla palazlanan ve değişik adlar verilen (yeşil sermaye, yandaş sermaye, Anadolu sermayesi vs. vs) sermaye gruplarının bir bölümünün sosyolojik olarak Cumhuriyet döneminden istediği gibi yararlanamayan ve Cumhuriyet'in diz çöktürdüğü kesimlerden geldiği doğru. Bu anlamda AKP, sermayenin toplumsal tabanını genişletmiş ve aslında TÜSİAD dahil olmak üzere sermaye sınıfının toplamına büyük bir hizmette bulundu. Bütün bu emeğe saldırı döneminde ortaya çıkan ya da hızla semiren kimi holdingler, ülkenin büyük çoğunluğunun daha da yoksullaştığı ve eşitsizliğin zirve yaptığı bir dönemde emekçi halkın itaatkar olmasına yardımcı oldu. Tarikatların sömürüden pay almaya başlamasını da buna ekleyelim. Zaten TÜSİAD sermayesi ile yandaş sermaye (artık ne ad veriyorsanız) arasında ekonomik bağlar da zaman içinde daha da güçlendi, aralarındaki çekişmeye rağmen biri olmadan diğerinin var olması imkansız hale geldi. Şu denmeli: Türkiye'de sermaye diktatörlüğünün bu iki unsuru, birbirine mahkumdur. Bunun da ötesinde TUSİAD laik duyarlılığı olan toplumsal kesimleri, MUSİAD ve yeşil sermaye ise muhafazakar toplumsal kesimleri piyasa ekonomisine, sermaye diktatörlüğüne ikna etmektedir.
5. "Yerli ve milli" iktidarımız bir yoksullar deposuna dönüşmüş, tarımı çökmüş, sanayisi sırtını sömürü, yağma ve talana yaslamış, her tarafından çokuluslu tekel fışkıran Anadolu'yu bölgesel hatta uluslararası rekabetin çatışmalı ortamına sokabilmek için sermaye sınıfını bir devlet stratejisi etrafında konumlandırmak istiyor. Başka devletler de bu yola girdi ya da girmekte. Bu stratejide emekçi halkın sözü ve hakkı yok. Bu yaklaşıma göre sermaye sınıfı bu stratejinin dışına çıkmadığı sürece bütün kesimleri ile ihya olacak. Burada sermayenin mi sürükleyici güç olduğu yoksa siyaset ve bürokrasinin mi (ayrıştırabiliyorsanız elbet) sorusunun yanıtı bir noktadan sonra önemsiz.
6. Son süreç, hikayeye Kürt sermayesini de eklemek, Cumhuriyet'e küsen kesimlerden birini daha Yeni-Osmanlı projesine dahil etmenin yolu olarak geliştirildi. Kürt halkının, yoksullarının dışarıda bırakıldığı, bu anlamda Barzani çizgisinin ağırlığını koyacağı kardeşlik projesinin gideceği tek yer sermaye kardeşliği olabilir. Böylece Türkiye'de sermaye sınıfının yeniden yapılandırılmasında bir aşama daha gerçekleşecek.
Gördüğünüz üzere hikaye uzun lakin haberler kötü!
Türkiye'yi ardına kadar çokuluslu tekellere açan, sıcak para girecek diye her tür taklayı atan, NATO deyince ceketlerine ilikleyecek yeni düğmeler ekleyenler gördüler ve görüyorlar ki, başka devletlerin de stratejileri var ve sömürücülerin dünyasında ancak paran kadar konuşuyorsun. Sen hamle yapınca, başkaları da yapıyor!
İkincisi, Türkiye ekonomisi bol hamaset ve hayalcilikle bezenmiş bir stratejiye bağlanamayacak kadar şişip semirmiş, bir o kadar da dağınık ve bireysel çıkarlarla hareket eden bir sermaye sınıfının elinde. Ne TÜSİAD ne MÜSİAD kendi çıkarlarını böyle bir belirsizliğe teslim eder. Sadece özellikle bazı sektörlerde Türkiye kapitalizminin tıkanıklıklarını aşabilmek için özünde yine kamu kaynaklarını sermayeye aktarmak anlamına gelen bir devlet müdahalesi devreye girebilir.
Üçüncüsü, millet, strateji, devlet aklı filan derken unutuldu galiba ama bu ülkede bir halk yaşıyor. Örgütsüz, çoklukla hareketsiz ama kabullenmeyen ve belli aralıklarla boyun eğmediğini çok sert biçimde gösteren bir halk. Diz çökmeyen...
"Depremde, yangında, ekonomik krizde işe yaramayan, hayat pahalılığını durduramayan üst aklı, stratejiyi biz ne yapalım" diyen bir halk.
"Diz çökün, biz hallederiz" dayatması, kibri sökmüyor.
Ve dahası, "mutlak uyum" aranan düzenin bütün tabaka ve kurumlarında çekişme, rekabet ve gerilim var. Son dönemde "milli iradeye saygı duyun, eski düzen bitti" diye öne çıkan isimlerin her biri farklı farklı kanatlardan örneğin.
Sonuçta ne oluyor, büyük iddialarla attıkları adımların devamı gelmiyor. Yeni çözüm süreci, Suriye'yi arka bahçe haline getirmek, Avrupa'nın ordusu olmak, Akdeniz'i fethetmek, ekonomiyi şahlandırmak, Anayasa yapmak...
Bütün bunlar aksıyor, tıkanıyor.
Evet, yönetemiyorlar.
Yönetemeyince, "diz çökün"...
Kusura bakmayın diz çökmüyoruz, boyun eğmiyoruz!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları