Kılıçdaroğlu, Hatay'da Millet buluşmasında konuştu; İktidarımızda depremzedelere evlerini 5 kuruş almadan teslim edeceğiz!
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Millet İttifakının 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu,14 Mart 2023 Hatay afet bölgesini Millet Buluşmasında konuştu.
CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün; deprem bölgesi Hatay’da düzenlenen “Millet Buluşması”na katıldı. Kılıçdaroğlu, “Allah nasip eder iktidarda olduğumuzda herkesin anahtarını teslim edeceğiz beş kuruş almayacağız. Hiç endişe etmeyin. Bakın değerli kardeşlerim beş kuruş almayacağız dedim zaten almak suç. Alırsanız suç. Niçin? Anayasa 125’inci maddede gayet açık düzenleme var. Diyor ki, ‘İdare’, yani devlet, ‘Kendi eylem ve işlemlerinden’, yani kendi attığı imzalardan ‘doğan zararı ödemekle yükümlüdür’ diyor. Bu kadar açık bu kadar net bir hüküm var. Eğer bir helalleşme olacaksa anahtarı teslim edeceksiniz. Ölen canlar için vatandaşlarımız için özür diyeceksiniz. Helalleşme o zaman olur. Anahtarı vereceksiniz ‘gel helalleşelim’ diyeceksiniz” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, deprem felaketinden etkilenen Hatay’da düzenlenen Millet Buluşması’nda konuştu. CHP lideri ve Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
Değerli arkadaşlarım, slogan da yok, pankart da yok. Arkadaşlar hepinize teşekkür ederim, sağ olun, var olun.
Değerli arkadaşlarım, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım. Türkiye coğrafyasında hepimiz birlikte ve huzur içinde yaşamak istiyoruz. Acılar varsa paylaşacağız, kutlu günlerimiz varsa neşeleneceğiz. Beraber olmak, birlikte olmak, bu ülkenin geleceğini birlikte inşa etmek hepimizin boynunun borcudur. Hiçbir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden 85 milyon insanı kucaklamak benim de boynumun borcudur. 85 milyon insanı hiçbir ayrım yapmadan kucaklamak benim boynumun borcudur.
Zor günlerden geçiyoruz biliyorum. Acılarımız yoğunlaşıyor biliyorum. Acılarımızı hafifletmek için her birimiz tek tek elimizden gelen her türlü fedakârlığı yapıyoruz, bunu da biliyorum. Ama bazı acılar var ki, onlar yüreğimizin bir köşesinde devamlı durur. Belli dönemlerde hatırlarız. Bu acılardan birisini sizler de yaşıyorsunuz, bizler de yaşıyoruz. Depremin yarattığı büyük acı, sadece kendi ülkemizde değil bütün dünyada yankılandı. Birlikte olmak, beraber olmak, yaralarımızı sarmak gibi bir hasleti asla unutmayacağız.
Evet, Hatay’da ilk toplantıyı yapıyorum. Millete sesleneceğim bundan sonra. Benim boynumun borcu millete seslenmek ve doğruları anlatmak. Bayrağımızın ne kadar değerli olduğunu biliriz. Gözümüzü kırpmadan bayrağımız için hayatımızı feda ederiz. Vatanımız da bizim için değerlidir. Bu yurt bize dedelerimizden miras kalan kadim bir yurttur ve biz gözümüzü kırpmadan yurdumuz için de her türlü mücadeleyi yaparız.
Buraya gelmeden önce Hatay depreminde hayatını kaybeden vatandaşların mezarını ziyaret ettik. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımız, mezara Türk bayrakları ve Hatay Büyükşehir Belediyesinin bayraklarını asmış. Bir daha ifade edeyim, hiçbir partinin değil sadece Türk bayrağı ve Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığının bayrağını asmış. Ankara’dan talimat, “bayrakları kaldırın” diye. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar üzülmedim; Türk bayrağını indirin diyor, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığının bayrağını indirin diyor. Hatay Büyükşehir Belediyesi başka bir devlete mi ait arkadaşlar? Emin olun önce inanmadım, ya böyle şey olmaz dedim. Ama bunun olur olduğunu görmek benim vicdanımda derin yaralar açtı. Asla kabul etmiyoruz.
Değerli kardeşlerim, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım, bayrağımıza sahip çıkmak namusumuzdur. Vatanımıza sahip çıkmak da namusumuzdur. Depremde hayatını kaybeden vatandaşların yattığı mezarlık da Büyükşehir Belediye Başkanımıza aittir, başkanlığa aittir, bunun yasası var zaten. Bir toplumu ayrıştırmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Bir toplumu ayrıştırmak ve kavga ettirmek kadar tehlikeli bir şey yoktur. Benim ahlakım da, benim vicdanım da, benim inancım da neyi düşünürseniz hiç kimseyi ötekileştirmeden herkesi kucaklamaya açıktır. Ben herkesi severim, herkesi sayarım, benim düşüncelerimi beğenir beğenmez o ayrı bir şey. Ama yüce Yaradan’ın yarattığı en değerli varlık insansa ben o insana her türlü kucağımı açmak zorundayım.
Böyle bir tabloyla karşılaşacağımı hiç düşünmüyordum. Bir bakan telefon edecek, indirin diyecek bayrakları. Ne demek ya, ne demek, ne günlere kaldık!
O açıdan her birimiz, vicdan sahibi olan her birimiz bunun gereğini yapmak zorundayız. Bunun gereğini yapmak, bayrağını seven, vatanını seven her vatandaşın görevidir, gereğini yapmak.
Dedim ya bazı acılar vardır yüreğimizin bir yerinde durur. Bu acı biraz daha farklı bir acı. Olmaz arkadaşlar olmaz, yanlıştır bunlar. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Ölürsünüz ama bayrağınız elinizde ölürsünüz. Ölürsünüz ama vatanınız için ölürsünüz.
Değerli arkadaşlarım, olağanüstü dönemlerde olağanüstü kararlar alınır. Evet, bir olağanüstü dönem var, yaşadık bunu, 50 bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetti. Olağanüstü kararlar almak zorundasınız, olayı toparlamak ve en azından yaraları sarıp sarmalamak için bunu yapmak zorundasınız. Belediyelerimiz, en başta da ben olmak üzere depremin olduğu saatlerden itibaren hepimiz hareket halindeydik, hepimiz. Hiçbir ayrım yapmadan bir kişiyi nasıl kurtarabiliriz, bir kişinin yarasını nasıl sarabiliriz diye her birimiz hareket halindeydik. Evet depremin olduğu yerde insanlarda büyük bir travma vardı ve yaşıyorlardı bunu. O şoku henüz atlatmamışlardı ama bizler, Anadolu’dan Anadolu coğrafyasından akın akın insanlar geldi. Belediye Başkanlarımız geldi. Her yerden geldiler. Ve dolayısıyla yaraları sarmaya çalıştık. Arama kurtarma ekipleri, çadırlar, yiyecekler, konteynerler bütün bunların hepsi yapıldı ve süratle bir planlama yaptık. Depremin yaşandığı 10 İl’e, 11 Büyükşehir Belediye Başkanımız koordinatör olarak derhal görev başında olmaları için çağrı yaptık ve hemen gittiler. Burada da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu koordinatör olarak görev yapıyor, kendisine hepinizin huzurunda yürekten teşekkür ederim.
Bakın değerli arkadaşlarım, 864’ü gönüllü olmak üzere 6 bin 693 kişi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının koordinatörlüğünde burada görev yaptılar. Görev yapanlara da yürekten teşekkür ederiz. Onlar da günlerce yatmadılar, onlar da sizin gibi banyo yapamadılar, onlar da sizin gibi yeteri kadar beslenemediler ama görev yaptılar. 1361 iş makinası buraya geldi ve burada görev yaptı. Günlük ihtiyaçlar, yemekler, yiyecekler, su bütün bunların hepsi yapılmaya çalışıldı. Feribotla 78 ton gıda yardımı yapıldı sadece Hatay’a. Ayrıca Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Şanlıurfa ve Diyarbakır’a da yardımlar götürüldü. Yani buranın dışında İstanbul Büyükşehir Belediyesi oralara da ayrıca el uzattı. 1550 kişilik geçici barınma, konut inşaatına başlandı. Çiftçiye destek içinde değerli arkadaşlarım, 15 tır süt yemi, bu yaklaşık 390 ton oluyor tarıma destek verildi. Ayrıca tohum desteği ve diğer destekler de verildi değerli arkadaşlarım.
Mersin Büyükşehir Belediyemiz -ki kardeş belediyedir o da- buradaki süt üreticilerinin sütünü satın aldı ve onlarla peynir yaptı ve peyniri depremzedelere dağıttı. Yani ekonomi kendi içinde bir döngüye girmiş oldu. Kimsenin zarar etmediği, herkesin yararlandığı bir avantaj çıktı ortaya.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız, o Kahramanmaraş’ın koordinatörlüğünü yapıyordu, oradaki kaysı üreticilerinin bütün sorunlarını çözdü, bir protokol yapıldı ve onlar alınıyor. Yem desteği yine aynı şekilde çiftçiye, tarıma verilmeye başlandı.
Değerli arkadaşlarım, burası bir sanayi kenti, bir eğitim kenti ama aynı zamanda bir tarım kentidir Hatay. Gözbebeğimiz bir kenttir. Kadim bir kenttir. Görkemli bir tarihi olan kenttir. Dolayısıyla bu kente bütün dünya titriyor. Bu kentin onarımı gerekiyor. Kurallarına göre, tarihine göre, tarihi dokusuna göre, ruhuna göre yeniden onarılması gerekiyor. İnşallah bunu yapacağız. Göreceksiniz 14 Mayıs’tan sonra yeni bir güne başlayacağız hep beraber. Ve bu yeni günde göreceksiniz Hatay da, Kahramanmaraş da bütün Türkiye de yeni bir anlayışı, yeni bir ufku görecek. Hiç kimsenin ötekileştirilmediği bir ufku görecek değerli arkadaşlarım.
Öyle bir tablomuz var ki değerli arkadaşlarım, insanların dükkânı yıkılmış, esnafın dükkânı yıkılmış, sanayicinin fabrikasında hasar var, çiftçi yem bulamıyor. Bütün bunların çözülmesi lazım. Şimdi diyorlar ki, efendim çiftçinin borcu var, bankalara ödesin. Nasıl ödeyecek? Esnafın kredi borcu var, ödesin. Ya dükkân yıkılmış nasıl ödesin! Faizleri de ödeyecek. Bırak faizini, anaparayı ödeyemez. Fabrika çalışmıyor, herkes kenti terk etmeye başlamış.
Bakın değerli kardeşlerim, olağanüstü hallerde olağanüstü kararlar alınır diye sözlerime başlamıştım. Çiftçinin, esnafın, üreticinin, sanayicinin bir an önce kendisine dönmesi için ona güç vereceksiniz, destek vereceksiniz. Esnaf dediğiniz sıradan bir insan değildir. Kentin ruhudur esnaf. Dükkânı açtığı zaman sabahleyin bismillahla açar dükkânını. İnsanlar önce esnafa giderler. Dükkân yıkılmış, faiz istiyorsun. Ne dedim? Olağanüstü kararlar alacaksınız. Bir diyeceksiniz ben esnafın bankalarda olan kredilerinin faizlerini siliyorum, anaparayı da siliyorum dükkânı yıkılmışsa. Daha ne olsun? Kişinin efendim çek borcu var. Her kişi bir tarafa dağıldı kardeşim, herkes bir yerlerde. Emin olun devlet yönetiminde kural şudur; bir olayla karşılaştığınızda derhal planlarsınız derhal. Kısa dönemde ne yapacağım, orta dönemde ne yapacağım, uzun dönemde ne yapacağım planlarsınız. Ve bu planı çalıştırırsınız. Aksi halde devleti yönetemezsiniz. Kuralları koyarsınız ve herkes o kurallara uyar. Böyle yapmak zorundasınız.
Değerli arkadaşlarım, beşeri sermayeden büyük kayıp var. Haberleri var mı acaba Allah aşkına? Adıyaman’a, Malatya’ya, Kahramanmaraş’a gittim; buraya da benim dördüncü gelişim. Mühendisi, mimarı, doktoru, ustabaşı, sanayicisi, fabrikalarda çalışan nitelikli eleman kenti terk etmiş vaziyette. Bu insanların geri gelmesi lazım, fabrikaların çalışması lazım, esnafın dükkân açması lazım. Bu kısa vadede yapılması gereken şeylerdir bunlar. Esnaf geldi dükkân açmak istiyoruz yer yok dediler. Bir sanayici tek katlı prefabrik dükkânlar yapabiliriz dediler. Milletvekilime söyledim yer bulun biz derhal yapalım bir ay içinde gelsin esnaf dükkânı açsın orada. Yer bulun, bize yer verin. Okullar açılması lazım. Yıkıldı, yapın derhal okulları, açın okulları. Yapamıyorsanız bize söyleyin, biz söyleriz, okulların tamamını yaparız biz. Niye yapmayalım arkadaşlar?
Özel okullarda çalışan öğretmenler. Onların da derdi var. Eğitim bitmiş, onlar da parasız kalmışlar. Bir kenti kent yapan unsurlardan birisi de o kentteki entelektüel birikimdir. Yani mimarıdır, yani mühendisidir, yani avukatıdır, yani sanayicisidir, yani üniversitesidir, yani eğitim kurumlarıdır. Bunların olmadığı bir kent, kent olmaktan çıkar. Kenti kent yapan, şehri şehir yapan bu ruhtur, bu ruhun korunması lazım. Bununla ilgili önlemlerin alınması lazım. Fabrikada çalışacak işçi yok, herkes çıkmış. Çözümü basit, söyledim, elli sefer söyledim, diyeceksiniz ki, “olağanüstü bir durum var, deprem bölgesinde çalışmak isteyen işçilerden vergi almayacağım, sigorta primi almayacağım devlet olarak ben yatıracağım…” Onu diyeceksiniz, o zaman kişi gelir burada çalışmaya başlar. Bir avantajım olsun benim, riskli bir bölgede çalışıyorsam bir avantajım olsun. Devlet bunu yapmak zorundadır. Bunu yapmadığınız takdirde kimse gelmez ve o fabrikalar çalışmaz, uzun süre öyle kalır.
Olağanüstü dönemler, devletin olağanüstü fedakârlık yaptığı dönemlerdir. Rahmetli Ecevit, büyük deprem olduğu zaman Marmara’da, derhal vergi kanunları çıkarmıştı, yeni vergi kanunları, “herkes elini cebine atsın ve biz bu yaraları saralım.” Ve düzenli olarak da toplanan paraların nerelere harcandığını, Başbakanlığın internet sitesinde yayınlıyorlardı. Bunların olması lazım. Bunlar olmadığı zaman devlet yönetilmiyor demektir, bir sorun var demektir değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, Samandağ’da yazı göndermişler; yeteri kadar su veremeyeceğiz, az su tüketen ürünleri ekin diye. Bir devlet bunu yapar mı arkadaşlar? Bir iktidar bunu yapar mı? Verin kardeşim bize, deyin ki Devlet Su İşleri bunu yapamıyor. Vallahi de billahi de bizim belediye başkanlarımız süratli bir şekilde yaparlar ve suyu da verirler. Ne olacak, yaparız biz. Çünkü bizim özel bir beklentimiz yoktur. Bir daha söylüyorum, bizim özel bir beklentimiz yoktur. Çiftçi üretecek ki karnımız doysun. Siz bunu yapmadığınız takdirde daha pahalı bir bedel ödüyorsunuz. Başka ülkelerin çiftçilerine dünyanın dolarını, avrosunu aktarıyorsunuz. Bizim insanımız bunları yapar niye yapmasın.
Değerli arkadaşlarım, demografik yapı. Hatay’ın demografik yapısı da çok değerlidir. Olması gereken bir yapının korunması lazım. Zaten yeteri kadar bozuldu. Şimdi dışarıya aşırı göçün ve onların tekrar gelmemesinin demografik açıdan sorun yaratacağını hepimiz biliyoruz. Aklı başında olan herkes bilir bunu. Bunu düşünüyorlar mı acaba? Gereğini yapıyorlar mı acaba? Devleti yöneten kişi bugünü değil, yarını değil, üç yıl sonrasını değil devleti yöneten kişi devletin liyakatli kadrolarıyla ülkenin 20 yılını, 25 yılını, 30 yılını, 100 yılını düşünmek zorundadır. Liyakatin özünde bu yatar zaten. İşi ehline verdiğiniz zaman sorunlar çok daha kısa sürede çözülmüş olur.
Bakınız, 37 gün geçti hala molozlar var, enkazlar var. 180 milyon ton enkaz bir yerlere taşınacak. Asbesti düşünüyorlar mı acaba? Gerekli önlemler alınmadığı takdirde bu kentlerin kanser üreten bölgelere dönüşebileceklerini düşünüyorlar mı acaba? Allah rızası için bir çevre mühendisiyle görüştüler mi acaba? Devleti yöneten kişi bütün ayrıntıları düşünmek zorundadır. Nasıl düşünür? Çağırır liyakatli kadroları, hepsini çağırır. Beyler ne yapacağız der. Mimarı, mühendisi, doktoru, avukatı herkes hangi alandaysa. Sanayicisi. O alanlara giren herkesle görüşür. Bu olayı biz nasıl en kısa sürede çözeriz ve yaraları en azından sarıp sarmalayabiliriz. Bunu yapması lazım.
Değerli arkadaşlarım, hep afetten sonrasını düşünüyoruz. Bir kural daha var. Devletin yönetenlerin unutmaması gereken temel bir kural daha var: Afetten sakınma. Bu hiç konuşulmuyor. Yani afet olmadan önce biz öyle önlemler almalıyız ki afet olduğunda ya hiç can kaybı olmasın veya asgari olsun. Elin oğlu yapıyor, Japonya yapıyor; deprem oluyor, bizden daha yüksek depremler oluyor, kimsenin burnu kanamıyor. Neden? Afetlerden sakınıyorlar. Bir afetten sakınma vardır, bunun yönetimi vardır. Birde afet yönetimi vardır. Yani afet olduktan sonra ne yapacağız birde onun yönetimi vardır. Biz afetten sakınmayı adeta defterimizden silmişiz. Oysa devletin liyakatli kadroları bunu belirlemiş durumda, bunu yazmış durumda, bunu raporlamış durumda. Kahramanmaraş’ta şu derecede veya şiddette deprem olacak diye raporlar yazılmış. Rapor öyle mükemmel yazılmış ki deprem olacak, şu büyüklükte deprem olacak deniyor, şu kadar can kaybı olacak, şu kadar bina yıkılacak diyor. Deprem oldu hepsi oldu. Demek ki, devletin liyakatli kadroları biliyor ama bunun önlemini yani depremden, afetten sakınmanın kararı alınmıyor değerli arkadaşlarım.
Bir şey daha. Gittiğim yerlerde sanayicilerle de konuşuyorum, esnafla da konuşuyorum, onların temsilcileriyle konuşuyorum, sivil toplum örgütleriyle de konuşuyorum. Tüccar, ticaret borsası, ziraatçılarla da konuşuyorum. Diyorum ki, diyorsunuz ki burada fabrikalar çalışmıyor. Ama Hatay’da da çalışmıyor, ama Adıyaman’da da çalışmıyor. Malatya’da kısmen var, biraz daha iyi ama orada da nitelikli eleman kaybı dolayısıyla fabrikalar yeteri kadar çalışmıyor. O zaman yapılması gereken ne? Bu bölgenin tümüyle afet bölgesinin tümüyle özel planlaması lazım özel. Özel bir yasa çıkması lazım burayla ilgili. Özel planlama, özel yasa çıkması lazım. Buraya gelecek olan insanlara belli avantajların sağlanması lazım.
Değerli arkadaşlarım, bunlar çalışma falan yapmıyorlar ama biz çalışmalarımızı da yaptık. O konuda hiç kimsenin endişesi de olmasın. Bir rapor hazırladık bu işin uzmanlarıyla. Bakınız; 750 bin depremde yıkılan, orta ve ağır hasarlı bina var. 750 bin bağımsız birim var. 250 bin güçlendirmeye muhtaç, güçlendirilecek. 500 bin de yaklaşık yeniden inşa edilecek konut var. 750 bin konut ne demek? 750 bin kapı demek. 750 bin dolap varsa dolap demek. 750 bin, 800 bin ya da 1 milyon musluk demek bakıldığı zaman. O zaman eğer bunları yapacaksanız bu bölge için özel bir yasal düzenleme yapacaksınız. Bu bölgede bütün bu yatırımların bu bölgelerde yapılması lazım. Kapının, pencerenin, kablonun hepsinin bu bölgede yapılması lazım. Yani bu bölge, kapıyı gidip başka bir yerden almayacak buradan alacak. Buradaki fabrikadan alacak. Burada fabrika kurulacak ve devlet diyecek ki, hiç meraklanma kardeşim sen fabrika mı kuruyorsun, kapı pencere mi, gel kur senden 5 yıl vergi almayacağım, 3 yıl vergi almayacağım, sana teşvik vereceğim gel burada kur, istihdam yarat. Dolayısıyla siz lojistik olarak da büyük maliyete katlanmayacaksınız. İstihdam yaratacaksınız. Bölgeyi ayağa kaldıracaksınız ve bütün konutları depreme dayanıklı yapacaksınız. Yani afetten sakınan bir politikayı izlemiş olacaksınız. Bu istihdam yaratır. Hepsini yaptık, sonra ne olacak? Gayet basit, Türkiye’nin gücü var; Ortadoğu’ya, Afrika’ya bütün bu fabrikalar ihracat yapabilirler. Bölge bu çerçevede ele alınıp değerlendirilmek zorundadır. Erzurum’a gittiğimde söyledim, Erzurum’u özel ekonomi bölgesi yapacağız. Merkez Erzurum, Kars’tan, Iğdır’dan tutun Elazığ, Tunceli’yi de içine kapsayan büyük bir tarım ve hayvancılık özel iktisat bölgesi yapılması lazım. Bu bölgenin de kendine özgü koşulları düşünülerek. Tekstilden tutun sanayinin değişik alanlarında özellikle inşaat sanayinin ihtiyaç duyduğu bütün ürünleri bu bölgede üretmek zorundasınız. O zaman hem istihdam yaratırsınız, hem bölgeyi ayağa kaldırırsınız, hem böylece herkes gidip de İstanbul’un, İzmir’in varoşlarında asgari ücretle iş bulabilir miyim diye düşünmeyecektir. Bizim düşüncemiz bu. Hiç endişe etmeyin. Yapamadılar, yapmıyorlar. Söylüyorum yapın diye. Çünkü bu memleket bizim memleketimiz, vatan bizim vatanımız. Kardeşim yapın bunları, niye yapmıyorsunuz? Getirin, bu bölge için özel bir yasa getirin, özel teşvikler getirin, herkes gelsin burada üretsin, burada çalışsın, burada istihdam yaratsın. Dolayısıyla hem Ortadoğu’nun ve Akdeniz havzasının… Bir daha ifade edeyim. Ortadoğu’nun ve Akdeniz havzasının en güçlü ekonomik yapılanmasını bu bölgede yapabiliriz. Her şeyimiz var. Eksik olan geleceği iyi görmeyen siyaset, onun dışında her şeyimiz var. Gelip yatırım yapacak işadamımız mı yok? Dünya kadar var. Yeter ki teşvikini ver, yeter ki imkânını sağla. Bunların tamamının olması lazım değerli arkadaşlarım.
Başka bir şey daha. Değerli arkadaşlar, deprem sonrası temeller atıldı eyvallah. İnşallah o binaların tamamını biz tamamlayacağız hiç kimse endişe etmesin. Hepsini tamamlayacağız. Soru şu; kimin kabahati var? Bu olayda kimin kabahati var? Size anayasanın 57. maddesini okuyacağım. Anayasa, yani şu anayasa 57. maddesi okuyayım. Başlığı konut hakkı, yani ev hakkı. “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde…” “Şehirlerin özelliklerini…” Şehrin özelliği; Hatay’ın bir özelliği var, Maraş’ın bir özelliği var. “Şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını…” Fay hattı var mıdır, yok mudur, havuzu mudur, denizi midir, deniz kenarında mıdır, denizden uzak mıdır, karasal iklim mi vardır, ılıman iklim mi vardır nedir özelliklerini. “Gözeten planlama çerçevesinde...” Böyle bir planlamayı devlet yapmak zorundadır. Anayasa öyle diyor. “Konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır…” Kim alır? Devlet alır. Hangi tedbirleri? Konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri devlet alır. Ayrıca “toplu konut teşebbüslerini de destekler” diyor.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Onun da 25. maddesi konut hakkını gözeten bir maddedir. Biz de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini imzalayan, Meclisten geçiren bir ülkeyiz. Yine Anayasa bu maddeye baktığınız zaman diyor ki, eğer sen ev alıyorsan, sen işyeri alıyorsan ben her türlü güvenceyi sağladım, rahatlıkla alabilirsin, bir olayla karşılaştığında sorumlusu sen değilsin, sorumlusu benim diyor, Anayasa öyle diyor.
Değerli arkadaşlarım, çünkü vatandaş diyor ki ben sana güvendim gittim senin verdiğin güven çerçevesinde evimi aldım, dükkânımı aldım ama bana mezar oldu, benim ne günahım var.
Bir şey daha. Bir binanın yapımı için tam 23 imza. Mimarı, mühendisi bilmem nesi 23 imza gerekiyor. 23 imzanın hiçbirisinde konut sahibi veya dükkân sahibinin imzası yok. Tamamı kamu. Soruyorlar mühendise, jeoloğa, makine mühendisine, mimara hepsinin imzaları var. Hepsinin imzaları ne demektir? Satın aldığın daire depreme güvenli dairedir, deprem konusunda güvenli dairedir. Satın aldığın dükkân deprem konusunda güvenli bir yerdir. Kim veriyor bu güveni? Kamu veriyor. Şimdi diyorlar ki, size yer yapacağız, evinizi yapacağız ama sizi borçlandıracağız. Bize 20 yılda taksitle ödeyeceksiniz. Niçin kardeşim, benim ne günahım var? O imzaların hiçbirisi bana ait değil. O imzaları ben atmadım. Devlet olarak, anayasanın gereği olarak sen her türlü teminatı verdin. Dedin ki bu ev, bu daire, bu bina, bu alışveriş merkezi mükemmeldir rahatlıkla gidebilirsin, rahatlıkla satın alabilirsin. O zaman benim günahım yok.
Değerli arkadaşlarım, şimdi depremzedeyi borçlu çıkarıyorlar. Olmaz değerli arkadaşlar. Hani diyor ya şair galiba Necip Fazıl. Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa diyor. Böyle bir şey olur mu? Kardeşim, imar iznini sen veriyorsun. Onları da söyleyeyim, imar affını çıkarıyorsun sen vatandaş değil. Denetleyecek olan iktidar ben değilim. Onlar gelip denetliyorlar; bina sağlam mıdır değil midir, kentsel dönüşüm alanları riskli alanlara yapıldı mı yapılmadı mı, vatandaş nereden bilecek fay hattı nereden geçiyor? Onu yapan da yine kamu. İmar rantını gözeten gene sensin o konuda, vatandaş değil. Düşük orta gelirliye sen konut yapacaktın o konutlar yeteri kadar sağlam değil. Dolayısıyla bütün bunlar varken depremzede borçlu çıkarılıyor.
Hatay’dan bütün depremzede kardeşlerime, evi yıkılan veya yıkılacak olan ve yerine yeni ev alacak olan bütün vatandaşlarıma sözüm sözdür; Allah nasip eder iktidar olduğumuzda herkesin anahtarını teslim edeceğiz, beş kuruş almayacağız, hiç endişe etmeyin.
Bakın değerli arkadaşlarım, beş kuruş almayacağız dedim. Zaten almak suç. Alırsanız suç. Niçin? Anayasa 125, açayım 125. maddeyi. 125. maddede gayet açık, gayet net düzenleme var değerli arkadaşlarım. Diyor ki orada, “idare yani devlet kendi eylem ve işlemlerinden yani kendi attığı imzalardan doğan zararı ödemekle yükümlüdür” diyor. Bu kadar açık, bu kadar net bir hüküm var. Dolayısıyla eğer bir helalleşme olacaksa, anahtarı teslim edeceksiniz. Ölen canlar için, vatandaşlarımız için özür dileyeceksiniz. Helalleşme o zaman olur. Anahtarı vereceksiniz, gel helalleşelim diyeceksiniz. Sen eve ruhsat veriyorsun, mühendisi, mimarı herkes geliyor, herkes bakıyor, her türlü imzalar atılıyor. Denetim öncesi, denetim sonrası, inşaat sırasında, inşaatın sonrasında her türlü denetimler yapılıyor. Her türlü imzalar atılıyor, vatandaşın evi yıkılıyor, enkazın altında kalıyor, sana bir tane efendim ev yapacağım, sen bana parasını ver. Olmaz, böyle bir şey olmaz.
Bizim anlayışımız şu; kimin kusuru varsa kusuru telafi edecek, olan da odur. Evet, ölenleri geri getiremeyiz ama onun yaralarını saracağız ve inşallah bu sorunu da hep birlikte çözeceğiz. O zaman şunu düşünün; vatandaşın devlete borcu yok ama devletin vatandaşa borcu var. Getirecek onu, gereğini yapacak. Devlet bunu yapar mı? Bunu da düşünen var. Niye yapmasın kardeşim?418 milyar doları hortumlayanlardan alacaksın parayı, vereceksin vatandaşa, bitti o kadar.
Devlet akılla yönetilir değerli arkadaşlarım. Devlet ilimle, irfanla yönetilir, bilgiyle yönetilir devlet. Devlet önyargıyla yönetilmez, kinle, öfkeyle devlet yönetilmez. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” diye bizim atasözümüz vardır. Dolayısıyla bakarken vatandaşın sorununu çözerken en azından hukuk, en azından vicdan, en azından ahlakın gereğini yapacaksınız. Vatandaşı ne borçlandırıyorsun kardeşim, neyi var zaten alıyorsun elinden, neyi var Allah aşkına! Başını sokacak bir ev bulmuş, sen de bu ev güvenlidir diye rapor vermişsin. Veren vatandaş değil, bilen de vatandaş değil. Sorumlu vatandaş sen bana para vereceksin ben sana ev yapacağım. Tam tersini yapacağız. Hem helalleşeceğiz, hem ona evi beş kuruş almadan anahtarını teslim edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha ifade edeyim. Depremin üzerinden 37 gün geçti hala ortada bir rapor yok. Hükümetin yayınladığı hala bir rapor yok. Rahmetli Ecevit, büyük Marmara depreminde, depremden sonra, 17 Ağustos’ta oldu 21 gün sonra raporu yayınladı ve bütün dünya bu raporu gördü nedir ne değildir diye. Hala ortada rapor yok. Bu da devlet dediğimiz mekanizmanın nasıl çalıştırıldığını gösteriyor. Nitelikli insanlar var, birikimli insanlar var, bunlar her şeyi doğru saptayabilirler ama dediğimiz gibi bir koordinasyon yok. Büyük bir sorunumuz var. Dolayısıyla ben soruyorum, siz de sorun. Bu depremin raporu nerede? Bu depremin sorumluları kim? Bunları öğrenmek zorundayız. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak öğrenmek zorundayız.
Bu vesileyle ben tekrar hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılara acil şifalar diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.
Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları