Kılıçdaroğlu; Türk Ocakları İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu'na katıldı
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; Türk Ocakları İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu'na katıldı ve bir konuşma yaptı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da toplantının açılış bölümü sabah düzenlenen ilk oturumu izleyecekler. Tarihi buluşmada, uluslararası akademisyenler ve din adamları tarafından Müslümanların geleceğe ümitle bakmasını, birlikte yaşama kültürünün gelişmesini hedefleyen çözümler sunulacak.
İslam dünyasının birkaç asırdır çözülmeyi bekleyen dini, siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel sorunları, Türk Ocakları İstanbul Şubesi ile İBB’nin işbirliğinde İstanbul’da konuşuluyor.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da Ali Emir Kültür Merkezi’nde düzenlenen Türk Ocakları’nın kuruluşunun 110’ncu yılında İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumuna katıldı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sempozyumda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Saygıdeğer Hocalarım, ilahiyat dünyasının değerli mensupları, sevgili dinleyiciler; Düzenleme Komitesi Başkanı Prof. Dr. Sayın İbrahim Maraş ve Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Doktor Cezmi Bayram’a böyle bir toplantıda bana konuşma fırsatı verdikleri için yürekten teşekkürlerimi iletiyorum.
Değerli dinleyiciler, Saygıdeğer Hocalarım, “Günümüz İslam Dünyası’nda Meseleler ve Çözüm Yolları” Sempozyumunun ilki 2016 yılında gerçekleştirilmişti. 2016’da düzenlenen sempozyumda bir konuşma yapmış ve İslam Dünyasındaki temel sorunların neler olduğuna dair düşüncelerimi ve sorunların çözümüne ilişkin önermelerimi paylaşmıştım.
Değerli bilim insanları, böylesine önemli bir buluşmada önemli bir isimden alıntı yapmak istiyorum. Bu ismi yadırgamayacağınıza inanıyorum. Alıntı yapacağım kişi Karl Marx; Marx, “Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” der. Elbette filozof olan, bilim insanı olan sizlersiniz…
Ancak, bu cümlenin geniş yorumuna atfen şunu söylemeliyim: Sizlerle birlikte biz siyasetçilerin de öncelikli görevi, ülkesini ve dünyayı daha iyiye ve daha güzele doğru değiştirmektir. Elbette bir sorunun teşhisi ve sorunun nedenlerini bilmek önemlidir. Ancak sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin önermelerde bulunmak, sorunun teşhis ve nedenlerini tespit etmek kadar önemlidir. Eğer, sahip olduğumuz bilgiyi, var olan sorunları ortadan kaldırmaya dönük olarak yorumluyorsak, bir başka soruna da kapı aralamış oluruz. Dolayısıyla, “Günümüz İslam Dünyası’nın Sorunları”nı bilmeli, tartışmalı ve hatta gerçeklikle yüzleşebilmeliyiz.
Değerli bilim insanları, kutsal kitabımız Kuran’ı Kerim’in Bakara Suresi 44. Ayetinde, Yahudi din adamlarına hitaben, şöyle seslenilir; “Siz insanlara gerçek iyilik, erdem ve dindarlığı tavsiye ederken kendinizi unutuyor, bundan muaf olduğunuzu sanıyorsunuz, öyle mi?” Ve ayeti kerime, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” sorusuyla sona erer. Elbette burada hitap Yahudi din adamlarına yöneliktir, ancak muhatabı tüm din adamları, tüm yönetici kadrolar, aslında tüm insanlıktır. Bu ayeti kerimeye atfen, İslam’ın temel değerlerini tüm insanlığa aktarmakla görevli olanlarla bu konuda sorumluluk üstlenenlerin de hangi gerekçeyle olursa olsun, kendilerini İslam’ın temel değerlerinden azade kılma hakları yoktur. Dolayısıyla, siz değerli ilahiyatçıların, bilim insanlarının İslam Dünyasının güncel sorunlarına ve sorunlarının çözümüne ilişkin önlemlerini, itirazlarını çok daha yüksek sesle dile getirmesi, toplumsal barışımızın tesisi açısından bir zorunluluktur.
Değerli bilim insanları, benden çok daha iyi biliyorsunuz ki İslam, hangi gerekçeyle olursa olsun, adaletsizliğe, eşitsizliğe izin vermez. İslam, hangi gerekçeyle olursa olsun, kayırmacılığa, denetimsizliğe, otoriterliğe izin vermez. Bu bağlamda İslam, hangi sistemle yönetildiğimizle değil; nasıl yönetildiğimizle ilgilidir. Ve doğrudan, nasıl yönetilmemiz gerektiğinin yanıtını da kendisi verir. İslam açısından, kriter adaletle yönetilip yönetilmediğimizdir. İslam, tüm insanlığa adalet penceresinden bakar ve adalet penceresinden bakmamız gerektiğini bir şart olarak önümüze koyar. Üstelik İslam, adalet kavramını sadece bir hukuk nosyonu olarak da ele almaz. İslam bizden, yaşamın her alanında ve herkes için geçerli olacak şekilde adaleti tesis etmemizi ve sürekli kılmamızı ister. İslam’a göre, herkes için ve her alanda tesis edilmemiş adalete, adalet denilemez. İslam’ın öngördüğü adalette, “Ama, fakat, ancak” ile başlayan ve adaleti ve adalet arayışını daraltan, erteleyen veya ertelettiren; adaletin gücünü ve etkisini azaltan cümlelere, bahane ve gerekçelere yer yoktur.
Bu nedenle bizler, İslam’ın temel değerlerini savunuyormuş gibi görünerek, zenginliği, kayırmacılığı, özgürlüğü, denetimsizliği kendisine bahşeden; gerçek bağlamından kopartılarak sunulan “Sabır ve şükür” tavsiyeleriyle de milyonlara yoksulluğu, dışlanmayı, baskıyı reva gören anlayışlara karşı, ödünsüz bir şekilde adaleti savunmalıyız. Şunu artık hepimiz biliyoruz. Günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin kaynağı adaletsizliktir. Dolayısıyla günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin tek çözümü de adalettir.
Az önce de belirttiğim gibi adalet bir hukuk nosyonun da ötesinde, bireysel ve toplumsal yaşamımızın tüm alanlarını kapsayan, olmazsa olmaz bir davranış biçimi ve tercih konusudur. Örneğin, adaletli olduğunuzda, fikir ve ifade özgürlüğünü ödünsüz savunuyorsunuz demektir. Bir diğer değişle, fikir ve ifade özgürlüğünün içtihat haline gelmiş evrensel kriterlerini sadece kendiniz için değil, herkes için kabul etmişsiniz, demektir. Üstelik adaletli olduğunuzda, hesap verebilir olmayı da kabul etmişsiniz, demektir.
Konfüçyüs’ün olduğuna inanılan, “Adalet, kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner” sözüne atfen; bir ülkede adalet varsa onun etrafında biliniz ki hukukun üstünlüğü, denetlenebilirlik, hesap verebilirlik, can ve mal güvenliği, şeffaflık, eşitlik, kadın- erkek eşitliği, çocuğun üstün yararı, liyakat, özgürlük, sosyal devlet, hakça bölüşüm, emeğin üstünlüğü, nitelikli ve kaliteli eğitim, insan ve doğa hakları vardır. Bir ülkede adalet yoksa yani adaletsizlik varsa, adaletsizliğin çevresinde nepotizm, kayırmacılık, eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, liyatsizlik, denetimsizlik, kültürel ve sosyal yozlaşma, toplumsal huzursuzluk, çarpık kentleşme, niteliksiz eğitim ve bağımlı yargı vardır. Ve biliyor ve inanıyoruz ki İslam, adaleti ve adaletin çevresinde dönenleri tesis edenlerden yanadır. Peki, adaleti nasıl tesis edeceğiz, ya da etmeliyiz?
Değerli dostlarım, biliyorsunuz ki Yüce Yaradan, Bakara Suresi, 30’uncu ayette aktardığı üzere, “Ben yeryüzünde akıl ve irade sahibi bir halife yaratacağım” diye buyurduğunda, melekler, “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?” karşılığını verir. İşte önümüzde duran tercih budur: Müslümanların, “İnsanın akıl ve irade sahibi ve bir halife olarak yaratıldığı” bu dünyada, “fesat çıkaran ve kan dökenlerden olma” lüksü yoktur. Müslümanlar için akıllarını kullanmak ilahi ve beşeri bir şarttır. Üstelik aklımızı kullanmadığımız, aklıselim sahibi olmadığımız zaman başımıza gelecekleri Yaradan’ın bizlere söylediğini de unutmayalım. Yunus Suresi 100’üncü ayette, “O, (yani Yüce Yaradan) aklını kullanmayanları, aklıselimle düşünmekten nasibi olmayanları iğrenç bir duruma sokar” buyruluyor.
Bu nedenle, içinde bulunduğumuz bu çağda, Müslüman olmanın neyi ifade ettiği, nasıl bir Müslüman kimliğine sahip olmamız gerektiği konusunda, aklımızı kullanarak en geniş mutabakatı sağlamalıyız. Bu mutabakatı da dışarıdan bir dayatmayla değil bizzat kendimiz, İslam ülkelerinin içinde bulunduğu durumla, soğukkanlı bir biçimde yüzleşerek gerçekleştirebiliriz. Kabul edelim ki, bu geniş bir mutabakata dayalı ortak bir kimlik inşasına ihtiyacımız vardır. Özellikle, kendi içimizdeki farklılıklara dahi tahammül edemeyen; kendi İslam yorumunu, şiddet ve dayatma yoluyla hâkim kılmaya çalışan kişi ve yapılara, hep birlikte karşı durmalıyız.
Bu bağlamda, tabii ki din ve vicdan özgürlüğünü, fikir ve ifade özgürlüğünü, sanatsal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlayan değil, aksine tüm bu özgürlük alanlarını herkesi kapsayacak şekilde güvence altına alan bir laiklik anlayışından yana olmalıyız.
Sadece, bireysel olarak değil ülkemizde ve içinde bulunduğumuz coğrafyada, etik ilke ve değerlere dayalı bir düzen hedefiyle yol yürümeliyiz. Çünkü komşusu, dindaşı ve hatta dünya nüfusunun büyük bir bölümü aç yatarken, tok yatamayız. Haksızlık karşısında susup, dilsiz şeytan olmayı tercih edemeyiz.
Değerli Hocalarım, dünyadaki çatışma alanlarının yaklaşık yüzde 60’ını Müslüman ülkeler oluştururken, her gün binlerce Müslüman bizzat Müslümanlar tarafından öldürülüyorken, kafamızı kuma gömemeyiz. Ülkemiz özelinde dahi, gelir dağılımı eşitsizliği gün be gün artıyorsa, buna seyirci kalamayız. Örneğin, şekli olarak, kimin nasıl yaşadığıyla değil, sürdürdüğü yaşam pratiği içinde ne kadar adaletli olup olmadığıyla ilgilenmeliyiz. Bu bağlamda özellikle kamu yönetiminde, liyakati ve liyakatli olduğu kadar liyakat sahibinin adaletini de öncelemeliyiz.
Prof. Dr. Sayın Hayri Kırbaşoğlu’nun 2016’da gerçekleşen sempozyumdaki ifadesiyle söyleyeyim; “Birey ve kurumlarla, onların dindar olup olmamasına değil, dürüst, adaletli ve ahlaklı olup olmamasına bakarak, yollarımızı birleştirmeli ya da ayırmalıyız.” Bu noktada, temel İslami ibadetlerini yerine getiriyor ya da getiriyor görünürken, İslam’ın adalet, dürüstlük ve ahlak anlayışından uzaklaşanları gözden kaçırmamalıyız.
Değerli katılımcılar, konuşmamın son bölümünde de dostane bir eleştiriye zaman ayırmak istiyorum. Konuşmacı listesine baktığımda neredeyse hiç kadın akademisyen, araştırmacı görmedim. Bir iki isim dışında, erkek ağırlıklı bir listeyle karşı karşıyayız. Oysa Türkiye ilahiyat birikiminde kadınlar vardır. Ve bugün de pek çok ilahiyat fakültemizde ya da üniversitelerimizin diğer fakültelerinde, sempozyumun konusu kapsamında çalışma yürüten yüzlerce kadın akademisyenimiz var. Günümüz İslam Dünyası’nın meselelerini kadınlar olmadan konuşamayız, konuşmamalıyız ve kadınlar olmadan çözüm yolları da bulamayız. Bir sonraki sempozyumda ve düzenleyicisi olduğunuz diğer toplantılarda, kadınlara da yer vermenizi, hatta kadın bilim insanlarını bu tür toplantıların düzenleme kurullarına almanızı da önemle istirham ediyorum. Dediğim gibi bu sözlerimi dostane bir eleştiri olarak kabul ediniz.
Değerli dostlarım, bireysel, toplumsal ve ülkeler düzeyindeki sıkıntılarımızla, yardımlaşma, dayanışma, birlikte ve barış içinde yaşama irademizin daha da çoğalması umuduyla Türk Ocaklarının kuruluşunun 110. yılında, “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” adı altında düzenlenen bu Uluslararası Sempozyuma emeği geçenleri kutluyor, düzenleme kurulunu tebrik ediyorum.
Önereceğiniz çözüm yollarının uygulanması için ülkemiz adına gereğini yapacağımızı bilmenizi istiyor; sizlere en derin sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun efendim.
“Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları-2” sempozyumu, 27-29 Haziran 2022 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşiyor.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları