loading
close
SON DAKİKALAR

Kılıçdaroğlu, ülkemizde yabancı asker postalı istemiyoruz!

Kılıçdaroğlu, ülkemizde yabancı asker postalı istemiyoruz!
Tarih: 17.10.2023 - 13:40
Kategori: Siyaset

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bugün CHP TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu. Bastır parayı, FETÖ'cü müsün? Hemen ertesi gün tahliye oluyorsun. Bastır parayı, istediğin kararı aldırabilirsin. Kim bu adam?”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-“Cumhuriyeti kuran bir parti, kökleri Kuvayı Milliye'de olan bir parti nasıl olur da yabancı askerlerin Türkiye'ye gelmesine izin verir? Akıl tutulması gibi bir şey... Söyledim, bir daha söylüyorum: Ben kendi ülkemde, biz kendi ülkemizde kadınıyla erkeğiyle, vatanseveriyle, bayrağını sevenle kendi ülkemizin mübarek topraklarında yabancı asker postalı istemiyoruz.”

-“Kendi topraklarına yabancı askerleri davet edip, terörle mücadele ayağı altında burada onların bazı müdahalelerde bulunmalarına izin vermek açık ve net söylüyorum, vatana ihanettir. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum!”

-“Bahçeli bugün konuşmuş. Şöyle diyor: ‘Türkiye'ye gayrimeşru yabancı postalların ayak basması diye bir şey yoktur. Şayet olursa verilecek sadece bir canımız vardır.’ Bakın değerli arkadaşlar, bizleri kandıracaklarını sanıyorlar. ‘Türkiye'ye gayri meşru yabancı postalları...’ Yani meşru yabancı postallar gelebilir. Ben meşru yabancı postal da istemiyorum kardeşim. Ben kendi ülkemde yabancı asker postalı istemiyorum terörle mücadele konusunda. Meşru ne demek? Efendim ben el kaldıracağım, yabancı askerleri isteyeceğim, böylece meşruiyet kazanmış olacak. İstemiyoruz, istemiyoruz, yabancı askeri istemiyoruz...”

-“Terörle mücadeleyse gideriz. Terör bana saldırdı, size saldırmadı. Teröristler bana saldırdı, 1 askerimiz şehit oldu, size saldırmadı. Siz çocuklarınızı parayla pulla askere gönderdiniz, ben evladımı parasız pulsuz askere gönderdim.”

-“Haklı olanların mahkemede, haksız olanların dışarda olduğu bir süreci yaşıyoruz. Osman Kavala, Can Atalay, Barış Pehlivan, Selahattin Demirtaş, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Suriyeli sığınmacılardan şikayet eden Batuhan Çolak, Süha Çardaklı, Eray Ertürk... Bunlar içerideler, uyuşturucu baronları dışarıdalar. Cumartesi Anneleri haklı davalarını Anayasa Mahkemesi kararına rağmen evlatlarının, babalarının, eşlerinin mezar yerlerini istiyorlar bize gösterin diye. Ona bile izin verilmiyor, Anayasa çiğneniyor, Anayasa Mahkemesi kararı çiğneniyor. Özetle bu ülkede adalet yok.”

-“Adaleti eğer saraydan bekleyip, sarayın talimatı ile yerine getirirseniz adalet adalet olmaktan çıkar. Adaleti mahkeme salonunda sağlayacak olan yargıçtır ve yargıç hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir. Eğer yargıç hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre değil de birilerinin telkiniyle karar veriyorsa, cebini doldurduğu için, yani rüşvet aldığı için karar veriyorsa, o zaman yargıda ciddi sorunlarımız var demektir. Yargının çürümesi devletin çürümesi demektir.”

-“13 Ekim 2023'te Timur Soykan, Birgün Gazetesi'nde bir habere imza attı, Türkiye'nin en önemli haberlerinden birisine imza attı ve Birgün Gazetesi'ne atılan imza son derece değerliydi, yargıda rüşveti anlatıyordu. Apar topar hemen yayın yasağı getirdiler. Timur Soykan’ı da kutlamak lazım böyle bir yazıyı yazdığı ve bir gerçeği kamuyla paylaştığı için.”

-“Mustafa Doğan İnal, Erdoğan'ın avukatı. Defalarca söyledim, bu kadar kirli bir adam yoktur. Defalarca söyledim, ya bu adamın mal varlığını açıklayın kardeşim. Bastır parayı, FETÖ'cü müsün? Hemen ertesi gün tahliye oluyorsun. Bastır parayı, istediğin kararı aldırabilirsin. Kim bu adam?”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Teşekkür ederim. Hiç endişelenmeyin; hakkı, hukuku ve adaleti sağlayacağız, hiç endişelenmeyin.

Efendim, hepiniz hoş geldiniz. Hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Ayrıca bizleri radyolarının başında, televizyonlarının başında, sosyal medya hesaplarında izleyen, dinleyen bütün vatandaşlarıma, kadın-erkek, yaşlı-genç herkese Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kucak dolusu selam gönderiyoruz.

Zor günler yaşıyoruz, bunun hepimiz bilincindeyiz, farkındayız ama A Milli Futbol Takımımız, yani Bizim Çocuklar Avrupa Kupası'na katılmaya hak kazandılar. Bizim Çocuklara inanıyorum, güveniyorum, inşallah kupayı getirecekler ve hep beraber mutlu olacağız.

Tabii değerli arkadaşlarım yakınımızda Filistin-İsrail çatışması da var, bütün dünyanın gözleri orada. Çocukların, kadınların, yaşlıların öldürülmesini hiçbir insan kabul edemez. Savaşın bir an önce sonlanması en büyük dileğimizdir, sağduyuya davet etmek bizim de görevimizdir ama İsrail'in uyguladığı politikanın en büyük eleştirilerini İsrailli aydınlardan aldığını da unutmamamız gerekiyor. Bu dünyanın haklı olarak Filistin davasına verdiği desteğin de bir anlamda ifadesidir. İsrailli aydınlardan Haaretz Gazetesi yazarı Gideon Levy aynen şunları yazıyor:

"Bütün bunların arkasında İsrail'in kibri yatıyor. İstediğimiz her şeyi yapabiliriz, yaptığımız şeylerin bedelini ise asla ödemeyiz ya da cezalandırılmayız diye düşünüyoruz. Sanki istediğimiz her şeyi yaparız da hiç rahatsız edilmeden hayatlarımıza devam ederiz diye düşünüyoruz. Filistinli insanları tutukluyor, öldürüyor, taciz ediyor, mülksüzleştiriyoruz. Aynı zamanda Filistinlilere pogrom, yani kıyım düzenlemekle meşgul İsrailli yerleşimcileri koruyoruz" diyor. Bu kadar açık, bu kadar net İsrail'i eleştiren bir İsrailli aydını görmedim ve kendisini gerçekten yürekten kutluyorum bir gerçeğin altını çizdiği ve dünyaya açıkladığı için. Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'nın Genel Komiser Lazzarini de "dünya insanlığını kaybetti" diyerek bu faciaya dikkati çekiyor.

Biz Filistin halkının kendi topraklarına kavuşmasını istiyoruz. Biz Mescidi Aksa başta olmak üzere bütün kutsal mekanlara saygı istiyoruz. Biz Filistin halkına yönelik insanlık dışı ablukanın kaldırılmasını istiyoruz. Biz akan kanların durdurulmasını istiyoruz ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Ortadoğu'ya barışın gelmesi için OBİT dediğimiz Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurularak Türkiye'nin bu bölgeye barış getirmesini istiyoruz. Bu politika bizim politikamız ama hükümetin, şu andaki hükümetin de bunu uygulaması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım; Amasra maden faciası dolayısıyla Bartın ve Amasra'ya gittik. 14 Ekim 2022'de 43 madencimiz hayatını kaybetmişti. Davaları takip ediyoruz. Davaları takip ederken ne kadar dikkatli davrandığımızı, ne kadar haklı olduğumuzu, insanların haklarının savunulması gerektiğini ve bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi'nin verdiği mücadeleyi de topluma anlatmak zorundayız.

Bakın değerli arkadaşlarım; uzun uzun olayı anlatmak istemem ama bir bilirkişi raporunda yer alan cümleleri sizlerle paylaşmak isterim: Metan oranının sadece patlama günü değil, defalarca riskli seviyeye çıktığı, bunların kayıtlarının müessesede olduğu, ancak böyle durumlarda dahi zaman zaman işçilerin çalıştırılmaya devam ettirildiği yazılmaktadır. Yani göz göre göre 43 işçinin ölüme gönderildiğini ifade ediyor. Yine aynı şekilde hayatını kaybeden bir madenci ailesinin açtığı dava sonucu gelen bilirkişi raporu: "Sonuç olarak Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğünün kazanın meydana gelmesinde yüzde 100 kusurlu olduğu ifade edilmektedir." Yüzde yüz kusurlu...

Diyeceksiniz ki, peki yüzde yüz kusurluysa Türkiye Taşkömürü Genel Müdürü ne oldu? Terfi ettirildi. Sadece Amasra'da hayatını kaybeden maden işçilerinin ailelerine değil, nerede maden çıkarılıyorsa, kömür çıkarılıyorsa, yüzlerce metre aşağıda insanlar alın teri döküp ekmek parası kazanıyorsa, onların tamamının da hayatının riskli olduğunu ifade etmek isterim. Ama bu davayı hepimiz yakından izliyoruz; avukat arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız izliyorlar. Aileleri ziyaret ettim, iki aileyi ziyaret ettim, onlara da aynı şeyi söyledim. Siz hak talebinde bulunuyorsunuz, hak ve adalet arıyorsunuz. Hiç endişe etmeyin, Cumhuriyet Halk Partisi kim hak istiyorsa, adalet istiyorsa onların yanında olacaktır.

Kadınlar hiç endişe etmeyin, yalnız erkekleri ikna etmekten de çekinmeyin. Yüzde 50 cinsiyet kotasını ve fermuar sistemini getireceğiz. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi büyük tarihsel dönüşümlerin her zaman öncüsü olmuştur, burada da öncüsü olmayı sürdüreceğiz.

Meclis'te bir tezkere görüşülüyor, terörle mücadele tezkeresi olduğu kamuoyuna sunuluyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ve doğrudan doğruya terör örgütünün saldırısına uğrayan bir kişi olarak teröre her zaman karşı çıktım. İnsan olan herkes teröre karşı çıkar. Terör bir insanlık suçudur; her yerde, her zaman, her ortamda ifade ettim. Terörle mücadele kaçınılmazdır. Terörle mücadele için ne gerekiyorsa, bizden ne isteniyorsa eyvallah, hiç itirazımız yok. Terörle mücadele konusuna bir tezkere getirdiler, güzel.

Bakın değerli arkadaşlar, o tezkerede şunlar yazıyor: "Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi." Eyvallah, hiç itirazımız yok. Terör varsa, Türkiye'yi tehdit ediyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri yani güvenlik güçlerimiz giderler, müdahale ederler. Uluslararası hukukun da verdiği bir avantajdır bu, uluslararası hukuk buna izin veriyor. Ama cümle şöyle bitiyor: "Ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması..." Aynı amaçlara matuf olmak üzere; yani yabancı bir silahlı kuvvet Türkiye'ye gelecek ve burada belli olaylara müdahale edecek. Buna izin verin diyorlar.

Cumhuriyeti kuran bir parti, kökleri Kuvayı Milliye'de olan bir parti nasıl olur da yabancı askerlerin Türkiye'ye gelmesine izin verir? Akıl tutulması gibi bir şey... Söyledim, bir daha söylüyorum: Ben kendi ülkemde, biz kendi ülkemizde kadınıyla erkeğiyle, vatanseveriyle, bayrağını sevenle kendi ülkemizin mübarek topraklarında yabancı asker postalı istemiyoruz. Evet, bir daha ifade edeyim: Biz kendi ülkemizde, bu mübarek topraklarda yabancı asker postalı istemiyoruz. Kendi topraklarına yabancı askerleri davet edip, terörle mücadele ayağı altında burada onların bazı müdahalelerde bulunmalarına izin vermek açık ve net söylüyorum, vatana ihanettir. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum!

Yabancı askerler Türkiye'de neye müdahale edecekler? Ya neye müdahale edecekler? Terörle mücadeleyse, terörle mücadele konusunda kahraman ordumuz var, terörle mücadele konusunda polislerimiz var, terörle mücadele konusunda uzman çavuşlarımız var, terörle mücadele konusunda korucularımız var. Bunlar 30-35 yıldır terörle mücadele ediyorlar, 30-35 yıldır... Kimisi elini bıraktı, kolunu bıraktı, gözünü bıraktı, ayaklarını bıraktı terörle mücadelede ve onlar basın toplantısı yapıyorlar. Diyorlar ki: "Yabancı askeri davet işgaldir ve biz yabancı asker istemiyoruz. Eğer bize görev verilirse ayağım yok, cepheye giderim, kolum yok, cepheye giderim, gözüm yok, cepheye giderim" diyor. Daha ne desinler ya, daha ne desinler?..

Bunu söyledim ve onlardan bazı yanıtlar da istedim, Bahçeli'den ve Erdoğan'dan. Erdoğan'dan tık yok bildiğim kadarıyla, Bahçeli bugün konuşmuş. Şöyle diyor: "Türkiye'ye gayrimeşru yabancı postalların ayak basması diye bir şey yoktur. Şayet olursa verilecek sadece bir canımız vardır." Bakın değerli arkadaşlar, bizleri kandıracaklarını sanıyorlar. "Türkiye'ye gayri meşru yabancı postalları..." Yani meşru yabancı postallar gelebilir. Ben meşru yabancı postal da istemiyorum kardeşim. Ben kendi ülkemde yabancı asker postalı istemiyorum terörle mücadele konusunda. Meşru ne demek? Efendim ben el kaldıracağım, yabancı askerleri isteyeceğim, böylece meşruiyet kazanmış olacak. İstemiyoruz, istemiyoruz, yabancı askeri istemiyoruz... Terörle mücadeleyse gideriz. Terör bana saldırdı, size saldırmadı. Teröristler bana saldırdı, 1 askerimiz şehit oldu, size saldırmadı. Siz çocuklarınızı parayla pulla askere gönderdiniz, ben evladımı parasız pulsuz askere gönderdim.

Bir de efeleniyor: "Efendim, ABD'nin insansız hava aracımızı düşürmesinin hesabı er geç mutlaka sorulacaktır." Sen külahıma anlat. Ya arkadaşlar, papazı teslim ettiklerinde bunlardan ses çıktı mı ya? Bakın tezkere yine şunu söylüyor: "Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak." Yani yabancı asker buraya geldiğinde onun ne yapacağını, neler yapacağını, nasıl olacağını, yetkiyi Cumhurbaşkanına veriyorlar. Meclis hikaye, hiçbir yetkisi yok... Milli Kurtuluş Savaşı'nı yöneten Gazi Meclis, Mustafa Kemal Atatürk'e Başkomutanlık yetkisini bile üç ay süreyle vermiştir... Biz bütün yetkiyi verelim, ne biliyorsanız yapın diye. E kardeşim sen papazı teslim ettin, ben sana nasıl güveneceğim? Çıktın milletin önüne: “Bu can bu bedende kaldıkça asla bu teröristi, bu papazı alamazsın” dedin. Güzel... Ne dedi Trump? "Bak beni kızdırma, senin mal varlığını araştırırım, dünyaya da duyururum." Ne oldu? Papazı götürdün, tıpış tıpış teslim ettin. Ben şimdi sana mı güveneceğim?

Cemal Kaşıkçı cinayeti; toplum unutabilir ama bizim hafızamız unutmaz. Cemal Kaşıkçı cinayeti. İstanbul'da konsoloslukta Cemal Kaşıkçı öldürüldü. Dava açıldı, sonra bir tehdit geldi, götürdüler davayı teslim ettiler katillerine. Yani Suudi Arabistan'a götürdüler, davayı teslim ettiler. Ben şimdi sana mı güveneceğim, sana mı güveneceğim? O davanın bir itiraz şerhi vardır, bir hakimin yazdığı şerh vardır, o çok önemlidir.

Yine Kuzey Irak'ta bizim askerin başına çuval geçirdiler değil mi? Gazeteciler Erdoğan'a sordular: Amerika'ya nota verecek misiniz? "Ne notası kardeşim, müzik notasında mı söz ediyorsunuz?" Şimdi aslansın kaplansın; İHA düşürüldü, ben bunun intikamını alacağım. Elinden tutan mı var? Git intikamını alsana, elinden tutan mı var? Üstelik açıklamıyorsun, korkuyorsun, onlar açıklıyorlar biz düşürdük diye.

20 milyon dolara Mavi Marmara'daki haklı davamızı sattılar, 20 milyon dolar bağış yaptık dediler ve vatandaşlar bunu duymasın diye o 20 milyon dolarlık bağış sözleşmesini de gece saat 12'de Meclis'ten geçirdiler Meclis Televizyonunu da kapatarak. Biz bunları bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Dolayısıyla Bahçeli yok canımızı veririz falan filan değil; yabancı asker buraya geldiğinde, sen davet ettiğinde Kemal Kılıçdaroğlu olarak yabancı askerlerin önünde bütün CHP'liler olarak duracağız ve onları kovacağız. Hiç tereddüdümüz yok, beraber gideceğiz, beraber mücadele edeceğiz ve bunları göndereceğiz. Yok öyle bir şey. Bu ülke Milli Kurtuluş Savaşı'nı veren bir ülkedir. Ben Milli Kurtuluş Savaşı'nın tarihine ihanet getirmeyeceğim.

Evet arkadaşlar, adalet... Kocaeli'nde yaptığımız bölge toplantısında bugün adalet konusuna gireceğimi ve bazı olayları açıklayacağımı ifade etmiştim. Değerli arkadaşlarım; Balzac'ın 1800'lerde söylediği önemli bir cümlesi vardır, ifadesi vardır: Kanunlar güçlülerin delip geçtiği, zayıfların ise takılıp kaldığı bir örümcek ağına benzer. Bunu unutmayın. Kanunlar güçlülerin delip geçtiği ama zayıfların ise takılıp kaldığı bir örümcek ağına benzer.

Bunun altını şimdi hep beraber dolduralım: Haklı olanların mahkemede, haksız olanların dışarda olduğu bir süreci yaşıyoruz. Osman Kavala, Can Atalay, Barış Pehlivan, Selahattin Demirtaş, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Suriyeli sığınmacılardan şikayet eden Batuhan Çolak, Süha Çardaklı, Eray Ertürk... Bunlar içerideler, uyuşturucu baronları dışarıdalar. Cumartesi Anneleri haklı davalarını Anayasa Mahkemesi kararına rağmen evlatlarının, babalarının, eşlerinin mezar yerlerini istiyorlar bize gösterin diye. Ona bile izin verilmiyor, Anayasa çiğneniyor, Anayasa Mahkemesi kararı çiğneniyor. Özetle bu ülkede adalet yok. Paranız varsa size göre adalet var, paranız yoksa içeride kalabilirsiniz. Bu ülkede hiçbir vatandaş, aklı başında olan hiçbir vatandaş adaletin olmadığını gayet iyi biliyor.

Değerli arkadaşlarım, Süha Çardaklı'nın böbreğine stent takılmış ve 30 gün içinde o stentin çıkarılması lazım. Eğer çıkarılmazsa böbreğini kaybedebilir. Bunu da ilgililerin dikkatine bir şekliyle sunalım değerli arkadaşlarım.

Adaleti eğer saraydan bekleyip, sarayın talimatı ile yerine getirirseniz adalet adalet olmaktan çıkar. Adaleti mahkeme salonunda sağlayacak olan yargıçtır ve yargıç hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir. Eğer yargıç hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre değil de birilerinin telkiniyle karar veriyorsa, cebini doldurduğu için, yani rüşvet aldığı için karar veriyorsa, o zaman yargıda ciddi sorunlarımız var demektir. Yargının çürümesi devletin çürümesi demektir. Çürüme sözcüğünü, devlette çürüme sözcüğünü ilk telaffuz edenlerin de CHP'liler olduğunu hiç kimse unutmasın. Çünkü çürümeyi bizzat görüyoruz ve yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bir sorunla karşılaştığımızda nereye başvururuz? Bir haksızlıkla karşılaştığımızda nereye başvururuz? Elbette gideriz bir avukat tutarız ve dolayısıyla hakkımızı ararız. Nerede? Mahkeme salonunda. Ama yargıç, yani mahkeme, yani adalet dağıtanlar adaletsizlik dağıtıyorsa ne olur? Adaletsizlik dağıtıyorsa, tercihini güçten göre yapıyorsa, telkinle karar veriyorsa, ileride terfi ederim, bu çok önemli bir adamdır; siyasi nüfuzunu birisi kullandığı zaman onun emrindeymiş gibi davranıp karar veriyorsa orada adalet ölüyor demektir değerli arkadaşlarım.

Fatih Sultan Mehmet yüzyıllarca önce söylemiş: "Kadıyı satın aldığın gün adalet olur, adaletin öldüğü gün de devlet ölür" diyor. Bunlar hani Fatih Sultan Mehmet Han diyorlardı, bari hiç değilse sözünü tutun. Kadıyı satın almayan mı var Allah aşkına? Bütün mafya baronları var, bu kürsüde defalarca dile getirdim. Seyyar mahkemeler kuruldu; bir davaya bakılacak, davadaki yargıçlar çok temiz, çok düzgün ve hukukun üstünlüğüne göre karar verecekler. Bakıyorlar ki patron, yani mafyacı, yani uyuşturucu baronu mahkûm olacak, mahkemeyi değiştiriyorlar, yerine yeni bir mahkeme getiriyorlar. Aynı yerdeki hakimleri değiştiriyorlar -affedersin- yerine yeni hakimler getiriyorlar. Sonra ne oluyor? Onun lehine karar çıkıyor. Tek hakimli olan yerlerde de seyyar hakimler var. Bir hakim kendi isteklerine uyuyorsa cebini dolduruyorlarsa, o hakim mahkemeden mahkemeye değişiyor. Yeter ki onlar bir an önce dışarıya çıksınlar. Değerli arkadaşlarım, mafya, siyaset ve adalet iç içe geçerse devlette çürüme başlar ve adalet dediğiniz kavram büyük ama büyük yaralar alır.

Bu içeride bizim söylediğimiz; Fatih'ten başladık, söyledik... Şimdi yeni bir rapor çıktı, Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi'nin Küresel Organize Suç Endeksi 2023 Raporu. Rapordan bir bölüm okuyorum. Yani yabancılar bizi nasıl görüyor? Biz böyle görüyoruz da acaba dışarıdan bakanlar bizi nasıl görüyor? "Türkiye'de faaliyet gösteren ve geleneksel mafya sistemini model alan önemli sayıda mafya tarzı grup bulunmaktadır. Ülkede varlıklarını sürdüren bu grupların hükümetle ve diğer siyasilerle yakın ilişkiler geliştirdikleri ve bu sayede kolluk kuvvetleri ve yargı karşısında koruma sağladıkları bildirilmektedir." Yani Türkçesi: Bunlar gidiyorlar mafya, hakimi de satın alıyorlar, güvenlik güçlerini de satın alıyorlar, paraları veriyorlar ve rahatlıkta at koşturuyorlar. Kim söylüyor? 2023 yılı uluslararası bir raporda gayet açık, gayet net ifade ediliyor.

Bu rapor yanlış mı? Öyle diyebilirler ya; efendim ne demek yabancılar yazdı, bunlar doğru değil. Herkes elini vicdanına koysun ve düşünsün. Bu ülkede mafya liderleri serbest bırakıldı mı? Bırakıldı, isim isim sayabiliriz. Hatta geçenlerde bir tweet attım, ismini de verdim. Adalet Bakanı onu savunmaya kalktı. Akıl alacak şey değil ama arkadan devam eden tweetler gelince sesini kesti. Çünkü biz haklıyız, yargının yıpranmasını istemiyoruz, adaletin yıpranmasını istemiyoruz, hakimlerin saygın kimlikleriyle mahkeme koltuğuna oturmasını istiyoruz. Bu ülkede uyuşturucu baronlarının serbest bırakıldığını hepimiz biliyoruz. Bu ülkede FETÖ borsasının kurulduğunu, parası olanın dışarı çıktığını, parası olmayanın -sık sık kullanıyorum ya- Bank Asya'nın önünden geçeni içeri attılar ama onun patronlarına asla dokunmadılar. Çünkü onlar FETO borsasına dünyanın parasını verdiler ve hepsi dışarıda gezdiler. Hatta uyuşturucu baronlarına, mafya liderlerine vatandaşlık bile verildi bu ülkede.

Şimdi bir de bir anayasa hukukçusu Profesör Kemal Gözler'in saptamalarını okuyalım. Şöyle diyor: Hakimler temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler haline geldi. Koruyan değil, tam tersi bir pozisyon aldı hakimler diyor Türkiye'de. Artık hukuk siyaseti çerçevelendirmiyor, tersine o siyasetin cenderesi altında bulunmaktadır diyor. Bunu da söyleyen bir anayasa hukukçusu. Oysa devlete güç veren en önemli değer adalettir. Adalet mülkün, yani devletin temelidir. Bu temellerin cidden ve büyük ölçüde sarsıldığını hep birlikte görüyoruz değerli arkadaşlar. Kaldı ki, sadece bizim isteğimiz değil, Yüce Yaradan bile hükmedenlere "adaletle hükmedin" der. Yani adalet, insanlık tarihi boyunca verilen bir mücadele sonucu kazanılan bir haktır ve siz adaleti çökertiyorsunuz.

Balzac'ın söylediği neydi? "Kanunlar güçlülerin delip geçtiği, zayıfların ise takılıp kaldığı bir örümcek ağına dönüştü." Buradaki güç, para ve siyasi nüfuz. Paranız varsa veriyorsunuz ve dışarı çıkıyorsunuz. Güç bu... Siyasi nüfuz; birilerinin siyasi nüfuzu varsa, birileri yargı üzerine baskı kuruyorsa... Vardı ya Zindaşti’yi serbest bıraktıran bir milletvekili, AK Partili milletvekili. "Çok telefon etti, baskı kurdu ve ben de bırakmak zorunda kaldım" diye hakim itiraf etmek zorunda kaldı.

Değerli arkadaşlarım; 13 Ekim 2023'te Timur Soykan, Birgün Gazetesi'nde bir habere imza attı, Türkiye'nin en önemli haberlerinden birisine imza attı ve Birgün Gazetesi'ne atılan imza son derece değerliydi, yargıda rüşveti anlatıyordu. Apar topar hemen yayın yasağı getirdiler. Timur Soykan’ı da kutlamak lazım böyle bir yazıyı yazdığı ve bir gerçeği kamuyla paylaştığı için. Daha sonra biz o belgelerin tümüne ulaştık, tümüne baktık nedir bu olay diye, ne kadar doğrudur diye ve araştırdık.

Değerli arkadaşlarım; Fatih Sultan Mehmet'in sözü, efendim diğer sözler, gazetecilerin yazıları veya bizim zaman zaman ifade ettiğimiz, Meclis Genel Kurulunda dile getirdiğimiz... Bunlar siyasilerin, bilim insanlarının, tarihte önemli kişilerin ifadeleriydi. Ama ilk kez bir savcı, devlette görev alan bir savcı, bir çete ve bir rüşvet olayını bir dilekçeyle bildiriyordu. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, 6 Ekim 2023 tarihinde bir dilekçe veriyor, Hakimler Savcılar Kurulu Genel Sekreterliğine veriyor, yargıda ve yargı sistemindeki çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı, kokuşmuşluğu belgeleriyle ortaya koyuyor. Bu yazının ekinde 15 ayrı savcının imzaladığı belgeler, tutanaklar da bunların içinde.

Bu başsavcı ne diyor? "Adalet mülkün temelidir. Adalet olmazsa devletler tarih sahnesinden silinir, toplum çürür" diyor. Hakimler Savcılar Genel Kurulu'na verdiği dilekçede, toplumun çürüyeceğinden ve adaletin devletin temeli olduğundan söz ediyor, bir savcı bir yazıda bunu ifade ediyor. Devam ediyor: "Yargı içinde çeteler oluştu. Bu kadar açık, bu kadar net. Yargı içinde çeteler oluştu. Bu çeteleri yok etmek için kemoterapi uygulayıp kanserli hücreyi toptan yok etmemiz gerekir" diyor. Bunlar kanseri hücredir, yayılabilirler, büyüyebilirler, vücudu sarabilir, bunları yok etmemiz lazım diyor çetelere. Devam ediyor: "Bu çete FETÖ'cü hakim ve savcılara rahmet okutur duruma geldi." Bu çeteler öyle bir noktaya geldiler ki, geçmişle FETÖ'cülerin yaptığı hatırlarsanız gazetecilerin tutuklanması, komutanların tutuklanması, onların hapse atılması, onlarla ilgili idam kararlarının verilmesi. İyi ki idam kalkmış, yoksa hepsi idam edilecekti ve geriye dönüp o hataları düzeltme imkanı da kalmayacaktı. "Bu çete FETÖ'cü hakim ve savcılara rahmet okutur duruma geldi" diyor. Devam ediyor: "Uyuşturucu gibi bir melaneti hoş gören örgüt liderlerini yeni suç işleyeceklerini bile bile salıverilen, kimyasal zehirlerin toplumu çürütmesine katkı sunan, arkadaşlarımız üzerine korku imparatorluğu oluşturup istenilen kararı vermeye zorlayan bu çeteye dur demeliyiz, bu çeteyi çökertmeliyiz" diyor. Kim söylüyor? Savcı söylüyor, devletin savcısı söylüyor.

Peki garabetler ne, onu da yazıyor dilekçesinde. Diyor ki: "125 kilo uyuşturucu madde şüphelisini serbest bıraktılar. Polis yakaladı getirdi, parayı bastırdılar, rüşveti verdiler, adamı serbest bıraktılar" diyor. Devam ediyor: "Para karşılığında -para karşılığı rüşvet tabii- bazı haberlere erişim engeli getirdiler" diyor. Devam ediyor: "1,5 milyon avro değerinde altını gasp eden çete lideri yurtdışına kaçarken yakalanmasına rağmen polis yakalıyor, adamı serbest bıraktılar. Yaklaşık 4 kilo uyuşturucu, 29 bin 28 hap ile yakalanan uyuşturucu tacirini tahliye ettiler" diyor. Devam ediyor: "Silah tacirlerini serbest bıraktılar" diyor.

Değerli arkadaşlarım; Gökçer Tahincioğlu, T24'ün değerli yazarlarından birisi. O da internet sitesinde bir gerçeği daha kamuoyuyla paylaştı; adliye koridorlarında sık sık konuşulan rüşvet tarifesi. Dikkatinizi çekiyorum, bir bakanlığın koridorları değil, adalet dağıtması gereken adalet saraylarının koridorlarındaki rüşvet tarifelerinin ne olduğu konuşuluyor 21'inci Yüzyılın Türkiye'sinde; sarayın getirdiği, tek adam rejiminin getirdiği Türkiye'de bunlar konuşuluyor. Devam ediyor: "Tahliye istiyorsan 500 bin lira gerekiyor, daha ucuza olmuyor bu iş." Devam ediyor: "200 bin liraya erişim engeli getirebiliriz." Senle ilgili bir haber mi çıktı? Bastır parayı, hemen hakime vereceğiz, erişim engeli getireceğiz" diyor. Adli kontrol kararının kalkması için 100-150 bin lira gerekiyor. Adli kontrol mü var? Kaldırmak mı istiyorsun? Getir parayı, 100-150 bin arası vereceğiz ve sonuç çıkacak. "Yurt dışına çıkış yasağının kalkması için 500 bin lira gerekiyor" diyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi soruyorum: Yargıyı çürüten bu çetenin en önemli liderleri kim? Yargıyı bu hale getirenler kim? Yargıyı adaletsizlik dağıtan bir kurum haline getirenler kim ve bunların aktörleri kim? Bu aktörlerle mücadele edilecek mi, edilmeyecek mi? Bu aktörler ellerini yargının yakasından çeksin diye ortaya çıkıp cesaretle bu aktörleri geri çekecekler mi, çekmeyecekler mi? Bizim bunu bilmeye ihtiyacımız var.

Bazı isimler vereyim: Mustafa Doğan İnal, Erdoğan'ın avukatı. Defalarca söyledim, bu kadar kirli bir adam yoktur. Defalarca söyledim, ya bu adamın mal varlığını açıklayın kardeşim. Bastır parayı, FETÖ'cü müsün? Hemen ertesi gün tahliye oluyorsun. Bastır parayı, istediğin kararı aldırabilirsin. Kim bu adam? Salı günü bunları açıklayacağımı söyleyince, Adalet Bakanı "müfettiş gönderdik, olayı soruşturacağız" diyor. Kimin olayını soruşturacaksın sen? Asıl yukarıdakiler bu parayı yiyenler, rüşveti yiyenler ve dağıtanlar. Sen onlarla mücadele edecek misin? Müfettiş oraya ulaşabilecek mi? Erdoğan'ın avukatını çağırıp, tutuklatıp, gözaltına aldırıp "sen neden rüşvet verdin" diyecek misin? İki tane müfettiş göndermiş, göndersin ne olacak yani? Arkasından beraat kararı çıkacak. Bakalım nasıl bir şey olacak, onu da göreceğiz. Mal varlığı araştırılmalı. Bir daha söylüyorum, MASAK'a da çağrı yapıyorum: Yok efendim birisi efendim altın varakla bilmem ne yapmış, MASAK harekete geçti, o geçti... Ya asıl bunun için geçmelisiniz, dilimizde tüy bitti, Cumhurbaşkanı'nın avukatları... Hakimler Savcılar Kurulu'na da geleceğim, orada da ciddi sorunlar var.

Değerli arkadaşlarım, İrfan Fidan. İrfan Fidan kim? O da başsavcıydı. Bir tek Yargıtay kararının altında dahi imzası olmadan Yargıtay üyesi olarak Anayasa Mahkemesi'ne seçildi. 100 yılı aşkın tarihi olan Yargıtay tarihinin kara bir sayfasıdır bu. Evet oyu verenler için söylüyorum. Ya Yargıtay üyesi dediğiniz kişi Yargıtay'da belli bir süre çalışır, Yargıtay'ın diğer mensupları bunu görür, ondan sonra seçilecek ise Anayasa Mahkemesi'ne seçilir. Ama Covid döneminde dahi önce erteleyip, gerekli kulisleri yapıp, sarayın desteğini alıp, bir tek karara imza atmadan paraşütle Anayasa Mahkemesi'ne üye olarak atanacaksın. Kimsin sen? Gücü nereden alıyorsun? Ne dedik? Siyasi nüfuz... Siyasi nüfuzu kullanan ya da siyasi nüfuza teslim olan kişi yargıçlık yapamaz, hakimlik yapamaz. Onu soruşturacak cesarette olan birisi var mı?

Hasan Yılmaz, Adalet Bakan Yardımcısı. Bakın nerelere atanıyor bunlar, nerelere atanıyorlar? Yani ana aktörler bunlar; alttaki garibanla niye uğraşıyorsun, ana aktörle uğraşacaksın. Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığındaki tedbiri kaldırtıp, onun yurt dışına gitmesine kapıyı açan kişidir. Ne yaptılar? Ödüllendirdiler, gel kardeşim sana burayı veriyoruz, sen artık bakan yardımcısı olacaksın. Öbürünü ödüllendirdiler, sen bundan sonra Anayasa Mahkemesi üyesi olacaksın.

Bekir Altun, çürüme organizasyonunu yapan kişi, az önce saydığım bu ağları kontrol eden kişi, gücünü Hakimler Savcılar Kurulundan alan kişi. Bütün bu çürümenin aktörü bir de terfi ettirildi ve son kararnameyle İstanbul Adalet Komisyonu Başkanı yapıldı bu. Ne güzel değil mi?

Mehmet Akif Ekinci, Hakimler Savcılar Kurulu Başkan Vekili. Cumhurbaşkanı'nın avukatı ile az önce söylediğim Mustafa Doğan İnal'ın taleplerini yerine getiren kişidir bu kişi aynı zamanda. Bir kişiyle muhatap oluyor, o kişinin talimatıyla gerekli her şey yapılıyor.

Şimdi bana söyler misiniz, bu çetelerle kim mücadele edecek? Saray mı?.. Terfi ettirdiği adamla ne yapacak? Alttaki hakimlerle uğraşıyorsunuz, alttaki savcılarla uğraşıyorsunuz; onlara baskı kuranlar kim? Onları yönlendirenler kim? Onlara para verdirenler kim? Onları rüşvete alıştıranlar kim? Onları terfi ettirip Anayasa Mahkemesi'nden en aşağıya kadar onları belli yerlere, belli makamlara getirenler kim? Bir başsavcının, sarayın izni olmadan başsavcının atanması mümkün müdür? Mümkün müdür? Bu rüşveti o bilmiyor mu? Kendi avukatının neler yaptığını, hangi dümenlerin peşinde olduğunu bütün o hakimlere sorun -namuslu hakimlere- hepsi bilir, hepsi bilir. Ses kaydı var, o mahkemeye yetkisiz hakimi getirip "sen burada bu kararı al, Hakimler Savcılar Kurulu sana dokunamaz" diye onlara güvence veren kişiler var.

Değerli arkadaşlarım; çürüme yargıda başladıysa, Fatih Sultan Mehmet'in dediği gibi kadıyı satın aldığın gün adalet ölür, adaletin öldüğü gün de devlet ölür. Türkiye'de geldiğimiz nokta budur. Ama bütün bunlara rağmen, bütün bu olumsuzluklara rağmen kararlı, azimli, haktan, hukuktan ve adaletten yana yürüyeceğiz ve asla yolumuzdan sapmayacağız. Kararlı yürüyeceğiz, azimli yürüyeceğiz ve Türkiye'ye gerçek anlamda adalet gelinceye kadar mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Beşli çetelerden de, yargıdaki çetelerden de hesap soracağız.

Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.

 

 

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları