loading
close
SON DAKİKALAR

Kıvılcımlı Külliyatı (3)

Ahmet Kale
Tarih: 26.11.2013

Ahmet Kale; Marksist Edebiyat Eleştirisi ve Kıvılcımlı. EDEBİYAT-I CEDİDE’NİN OTOPSİSİ III ''Eksantrisizm''

Ahmet Kale; Marksist Edebiyat Eleştirisi ve Kıvılcımlı

EDEBİYAT-I CEDİDE’NİN OTOPSİSİ III

''Eksantrisizm''

Ve üçüncü karakteristik hastalık olan eksantrisizm konusunda da şunları yazar Kıvılcımlı:

“Eksantrisizm: Geldik Edebiyat-ı Cedideciliğin şu orijinalliğine, en aslına uygun, örneksiz tarafına…

“Çevresini beğenmemek, yabancı hayranlığı, tercüme aşk, iğreti ve çalma duygular, yabancı ve yapma zevkler ve ilh. Edebiyat-ı Cedideciliğin ikinci ve ayırt edici (mümeyyiz) özelliğidir.

“Niçin? Acaba dertlilik, Edebiyatı Cedidecilerin sırf kişisel züppeliklerinden mi? Asla! Belki bizdeki ticaret burjuvazisinin daha çok yabancı finans kapitale acente durumunda oluşundan.

“Eksantrisizm özelliği de, bundan öncekilere benzeyen ve onlarla yakın akraba olan iki derin sosyal kökten fışkırır:

1) Septisizm: Eğer melankolik bedbinlik geleceğe inanmamak demekse, septisizm (şüphecilik) hiçbir şeye inanmamak demektir.

2) Dekadans: Düşme, çöküş, etrafında kendisinden olana sarılıp tutunacak bir şeyciklerin bulunmayışı…

“Bu iki karakter, Edebiyat-ı Cedide eksantrisizminde birbirinin hem sebebi hem sonucu olurlar. Osmanlı İmparatorluğu’nda, üstün kümelerin ekonomik, sosyal temellerindeki dekadans üslup ve manzarası, ister istemez yüksek düşünce ve edebiyat katlarında da bir dekadans üslup ve manzarası yaratacaktı.”

Edebiyat-ı Cedide’yi inmelendiren önemli sapmalarından biri de Batılı olmak isterken, olamayıp eksantriklik durumunda kalmasıdır. Yine Kıvılcımlı’ya bakalım:

“Edebiyat-ı Cedide’nin Batı ile bir ilişkisi var mı? Bir değil birçok var. Peki niçin ona Batılılaşmak diyemiyoruz da eksantrikleşmek, ekseninden kopmak damgasını basıyoruz? Şunun için ki o zamanki Türkiye’nin önünde bir tek Batı (yüksek rejim) vardı.

“Bu Batı ‘tüm’ olarak benimsenilecek bir örnekti. Gerçi artık Batı’nın içinde bir Batı, bir de Batıcık belirmişti. Bu yarılıp belirmelerin ortasında patlak veren çatışmalar yamandı. Ama bir başlangıç için, o örnek biricik kaldıkça, o örnek olduğu gibi bütünlüğü ile alınabilirdi. İş ‘ya hep ya hiç’ işi idi. Örnekten yalnız bir parçacığını, mesela sırf ‘salon’u almak, öteki ekonomik, politik, sosyolojik sorunları hiç olmamış saymak, olmamışa döndürmek, gülünç bir soysuzlaşmadan başka kapıya çıkmazdı…

“Avrupa burjuvazisinin tarihte gösterdiği ihtilal yiğitliğini, hatta tasarlamak için bile, eriyen ve çöken Osmanlılığın, Cedide çağında ne ekonomik ne de politik hiçbir olanak yoktu.

“Onun için, edebiyat bu yokluğun kurbanı oldu. Batı uygarlığından da ala ala, ancak kapısından bakmasına (lütfen izin verilen) Spiritizmacı salonu aldı; ve edebiyat diye de o dejenere (soysuz) salonunun spiritizma masaları altına dökülen sefahat kırıntılarını öptü, başına koydu.

“Edebiyat-ı Cedidece ‘Batılılaşmanın -gerçek bir uygarlığa doğru atılış hızı değil- bir eksantrikleşme oluşu, şu iki dinamizmle ilişkisine göre idi:

A) Edebiyat-ı Cedide çağının Türkiyesi için ‘Batılılaşmak’ ileri bir deprenişti. Edebiyat bütün Batılılık iddialarına rağmen ve hatta -büsbütün enteresan tarafı bu- bizzat o Batılılık iddialarından bile konak konak, çağ çağ geri bir depreniş. Yahut daha doğrusu bir ‘yerinden tedirgin oluş’ oldu. Çünkü Edebiyat-ı Cedide gerçekten ‘zahmete giriyor’, rahatsız oluyordu.

B) Batıya yöneliş ileri bir depreniş olunca, bu deprenişi temsil eden, ister ekonomik, ister sosyolojik, isterse ‘eşsiz’ herhangi bir ‘olay’ aktif (yapıcı) olacaktır. Edebiyat-ı Cedide boylu boyunca pasif bir symptom (hastalık işareti) olarak kaldı.

“Çünkü onun yaptığı ‘Batıcılık’ pısırık bir alçakgönüllülük, mezeleme bir kozmopolitlikti.”

Sonuç olarak:

“Edebiyat-ı Cedidecilikte Batı, dünyanın coğrafyaca bir semti, toplumun özenilecek bir konağı olmaktan çıkıyor, fetişleşiyor, putlaşıyor, Tanrılaşıyordu.”

Bu durumdaki bir Edebiyat-ı Cedideciliğin, kendinden başka akımlarla, özellikle eski edebiyat akımlarıyla polemikleri de içi boş bir horoz dövüşünden ileri gidemiyordu. Bu boş polemikçiliği ve kofluğu da şöyle tespit ediyor Kıvılcımlı:

“Şurası doğru ki, Edebiyat-ı Cedidecilerle karşıtları arasında bir çatışma, hatta hayli çarpışma olmuştu. Fakat bu çatışmalarda devrimle gericiliğin dövüşünü aramak ‘öküzün altında buzağı aramak’tan daha boşuna olur, zira böyle bir şey yoktur. Bu çarpışmaların iki karakteristiği vardır:

a) Bu çarpışmaların yığınlarla ilişkili bir yanı yoktur. Halkçı karakteri sıfırdır. İki oligarşinin oligarşisi (ayrıcalıklı azınlığın azınlığı) arasında bir gıd-gıdıklaşma… Kalabalıkların ruhu bile duymaz. Kozmopolit burjuva züppeliği ile derebeyi serdengeçtiliği arasında; salon çıtkırıldımlığı ile medrese ham sofuluğu arasında ipipillah, sivri külah bir klik savaşı.

b) Konu mu dediniz? Her çeşit düşünce kımıldanışının kanını kurutacak bir formalizm. Style (üslup) ‘kapısında’ dört dolanır, stilden daha aşağıya inmeyi hiç mi hiç göze almamış; stilden derin bir sosyal nesne de ‘var mı imiş, yahut yok olmuş’ umurunda olmayan bir psikoloji derbederliği, konu lümpenliği.”

Bu bölümde Kıvılcımlı ayrıca hem Cedidecilerin hem de karşıtlarının tiplerini ve tiplemelerini yine sosyal ve sınıfsal açıdan inceleyerek eleştirisini sürdürüyor. Takip eden 10. bölümde ise, bu defa Edebiyat-ı Cedide akımının başka kusurlarını neşterliyor iyice. Onları “düşünce kabızlığı” ile suçlarken, halk yığınlarından kopuk oluşlarını, oligarşik bir aristokrasi içine sıkışıp kaldıklarını, halkı coşturup etkilemek için halka yönelme yerine, halka sırt çevirerek gericileştiklerini, dolayısıyla da yeni ve ilerletici düşünceler üretemeyeceklerini anlatıyor. Bu düşünce kabızlığının sonuçlarından biri olarak hem halkın kullandığı dilden uzak çetrefilli bir dil kullanıldığını hem de ruh soysuzlaşmasına uğrayarak eleştirinin başlarında tespit ettiği sapmalara uğradıklarını bir kez daha başarıyla önümüze koyar. Bütün bu saptama ve eleştirileri yaptıktan sonra ilk kitabın bitimi için yazdığı ‘Sonsöz’de yazdıklarını şöyle özetliyor:

“İşte Edebiyat-ı Cedide...

1) Çağda (sosyolojikman): Dekadans (çöküş+yıkılış)

2) Düşüncede (ideolojikman): Deşeans (yıkkınlık)+dejeneresans (soysuzlaşmak)

3) Ruhta (psikolojikman): Depresyon (çökkünlük)+ekstravagans (anormallik) özellikleriyle Edebiyat-ı Cedide her çağın bir ‘tükel’, bir bitevi (küll-tout) olduğuna, edebiyatça olan bitenlerin, ekonomik, politik ve sosyal, derin değişiklik veya durgunluklardan yön ve ilham alan objektif sınıf ilişkilerindeki şartlara boyun eğmiş, yani o şartlarla determine olmuş, ikinci derecede -ama saygıca, özence, önemce kesinlikle değil, sıraca ikinci derecede gelen- ‘belirti ve görünüş’ (symtome at manifostations) olduğuna ne ‘acıklı’ bir örnektir…”

Bu “Sonsöz”le “Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi” kitabı biter ve yayınlanır. Ancak başta da belirttiğim gibi, eleştirinin ve kitabın bir de “analitik” bölümü vardır. Kıvılcımlı o bölümü ayrı bir kitap olarak yayınlamayı taahhüt etmiş, ancak kitap olarak yayınlayamamış. Aylık HER AY dergisinde tefrika ettiğini konuşmamın başında belirtmiştim. Derginin 4. sayısında arka arkaya yayınlanan bölümler, sağ olsun Emin Karaca tarafından dergilerden derlenerek “EDEBİYAT-I CEDİDE’NİN FELSEFESİ” adıyla kitaplaştırılıp okura ulaştırıldı. Bu kitaptaki tespitler de ilk kitaptaki kadar ciddi ve önemli. Ancak ben zamana sadık kalabilmek için sadece kısa özetlerle geçmek istiyorum.

İkinci kitabın girişinde de Kıvılcımlı aradan 2-3 yıl kadar bir zaman geçmiş olduğunu da hesaba katarak yeniden amacını açıklar. Bir kısmını alayım:

“Edebiyat-ı Cedide eğilimleri, bugün esas itibarıyla maddi ve toplumsal temellerini kaybetmiş, fosilleşmiş birtakım ilişkilerdir. O ilişkileri salt aydınlığa çıkarmak ve bilinçli bir şekilde reddetmek bile ortadan kaldırmak için atılmış büyük bir adımdır.


“Onun için, şimdi Edebiyat-ı Cedide hakkında yapılacak ciddi ve bilimsel her eleştiri, vakti geçmiş bir emek veya salt tarihi bir merak eseri sayılamaz. Tersine, Türkiye’deki milli halk edebiyatına hizmet etmek gibi hayati bir davadır ve günün sorunudur.

“Aşağıdaki satırlar bu düşünce ile kaleme alınmıştır. Amacımız Edebiyat-ı Cedide’nin ne olduğunu, yani çevresi hakkında edindiği anlayışları karakterize ederek o hatalara tekrar düşmek istemeyenlere dolayısıyla yararlı olmaktır.”

Bu girişten sonra, ilk kitaptaki konuların kısaca hatırlatılmasıyla analitik dediği incelemeye başlar. Edebiyat-ı Cedide seçkisindeki şiirlerden bol örnekler kullanarak Cedide’nin asıl felsefesini yorumlar. Birinci bölümdeki teşhis ve tespitlerini bol bol örneklerle pekiştirir. Daha sonraki bölümlerde ise Edebiyat-ı Cedide akımının, gerçeklerden kaçtığı gibi, doğadan da kaçtığını örnekler. Sonraki bölüm ise, Cedidecilerin insana bakışı ile ilgili tespit ve eleştirilerdir. Bu bölümde Cedide şairlerinin özellikle de kadınları yok saydığını belirler ve şiddetle eleştirir. Kadını özel bir bölümde inceleyeceğini söylemesine karşın, dergilerde yayınlanan bölümlerde de rastlamıyoruz. Yazıların en son yayınlandığı HER AY dergisi Mart 1938 tarihli. Kıvılcımlı’nın en uzun hapisliğine yol açan Donanma davası da o tarihlerde açılmış olmalı. Yılı 1938 muhtemeldir ki tutukluluk dolayısıyla tefrika devam edemedi. Belki yazının devamı dergiye verilmiştir ama yine de dava dolayısıyla basılmamış olmalı. Ancak biliyoruz ki Kıvılcımlı kadın konusunda çok hassastır. Daha sonra yazıp yayınladığı “Türkiye’nin Üç Katlı Sosyal Ehramı: Kadın Sosyal Sınıfımız” adlı uzun yazısı bu konudaki en özgün araştırmalardan biridir.

Sonuç olarak:

Marksist edebiyat eleştirisi, layıkıyla ancak Marksist yöntemi özümseyip yaşamına uygulayan kimseler tarafından yapılabilir. Kıvılcımlı, “Edebiyat-ı Cedide” eleştirisiyle Marksist edebiyat eleştirisinin çok yetkin bir örneğini veriyor bize. Tüm yaşamını işçi sınıfının kurtuluşuna adamış o büyük devrimciyi bu vesileyle de sevgi, saygı ve şükranla anıyorum.

Ahmet Kale

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları