loading
close
SON DAKİKALAR

Kıvılcımlı Külliyatından

Ahmet Kale
Tarih: 15.03.2014

Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ SOSYAL VARLIĞI

1935 yılında kurulmuş olan Marksizm Bibliyoteği Yayınevi’nin ikinci (Yayın sırasında çevirilerle birlikte 7 nolu eser) telif eser Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı isimli 63 sayfalık kitaptır. Bu küçük kitap Kıvılcımlı’nın eserleri arasında çok özel bir yer tutar. Çok yakın zamanlarda bile işçi sınıfının varlığı, öncülüğü vs. tartışılırken, daha 1935’lerde yani 80 yıl önce, bu kitapçıkla işçi sınıfının varlığı ve öncülüğü tereddütsüzce ispatlanır.
Kitabın en son paragrafında şunları söylüyor Kıvılcımlı:
“Bizce genellikle sınıfın ve özellikle işçi sınıfının ne demek olduğu açık ve reeldir (Marksizm Bibliyoteği’nin NO=1 olarak çıkan Karl Marks’ın ‘Gündelikçi İş ve Sermaye’ eserine bakıla. Özellikle; 5, 7, 13, 53, 55. sayfalara). [Bahsedilen, 1935 baskısındaki sayfalar. Y.N.] Yaşamak için, işgücünü serbest bir meta gibi pazarda satan ve bu satımla geçinen insan işçidir. Durumu ve dolayısı ile çıkarı aynı olan bu insanların topuna birden emekçi, proletarya, işçi sınıfı denir. Burada, işçi sınıfının şimdilik sosyal varlığını, elden geldiği ölçüde resmi rakamlara ve bizden başkalarının basılı sözlerine dayanarak inceledik... Demek yapıtımız, bilimsel ve objektif bir araştırma olmak iddiasındadır. “(Kitap, s.63)
Son derece net, şaşmaz doğrulukta bir sınıf tanımı: “Durumu ve dolayısı ile çıkarı aynı olan bu insanların topuna birden emekçi, proletarya, işçi sınıfı denir.”
Kıvılcımlı, bu çalışmasında özellikle 1915 Sanayi İstatistiği’ni, 1927 Sanayi Yazımı Sonuçları’nı ve 1932 yılındaki güncel rakamları karşılaştırarak kullanmıştır. Rakamları kullanarak yaptığı tespitlerden en önemlisi şudur: “İlerletici olumlu olayların başında gelen işçi sınıfının dinamizmidir. Bu dinamizmin ilimce adı proleterleşme (emekçileşme)dir: Bütün öteki sosyal sınıf, tabaka ve zümreler aşınıp eksilirken, çoğalan hep proletaryadır; onun için işçi sınıfının sayısını bir tek rakam üzerinde durdurmak güç oluyor.” Yani kapitalizm yerleşip geliştikçe, bütün toplum katmanlarındaki azalmalar işçi sayısını sürekli arttıran etken oluyor. Hemen verilen birkaç rakama da bakalım: “1915 istatistiklerince, Teşvik-i Sanayi’den yararlanan toplam sanayi işçisi 16309 kişi idi; 1932’de ise, Teşvik-i Sanayi’li yalnız dokuma sanayiinde 16914 kişi çalışıyordu. 1927 Sanayi Yazımına göre, Türkiye’de 48,000 dokuma işçisi vardı. Ekonomi bakanı B.Celâl’e(Bayar) göre, dokuma işçisi 1931’de 68 bini ve 1933’de 127000’i bulur. Aynı olay daha kısa zamanlar ve daha geniş sahalar içinde de gene öyle şaşırtıcıdır: Teşvik-i Sanayili işletmelerde, 1932 yılı 52 bin, 1933 yılı 62 bin küsur kişi sayılıyor: 1 yılda 10 bin kişi çoğalış!
“Şimdi yıl 1935. Türkiye’nin sanayileşme temposu henüz gidiş halindedir. Toplam Türkiye sanayi işçilerinin sayısı nedir? Böyle sorular karşısında kesin cevap olamaz. Demek işçiler hakkında bir rakam verirken, bu rakamın ne zaman, hangi şartlar içinde elde edildiğini, elde edilenin göreceli olduğunu unutmamak gerektir”. Kitap, s. 9)
Üstelik işletmecilerin yeni vergi gibi ürktükleri bazı şeylerden dolayı rakamları eksik gösterdikleri de söz konusu. Yani rakamlar yazılanlardan daha kabarık. Bütün bu gölgelemelere rağmen yine de ulaşılan rakam önemlidir.
“Sanayi nüfusu 299 bindir. Bundan 61 bin işçi olmayan kişi çıkarılırsa, geriye: 238 bin sanayi işçisi kalır demektir. Bunu tam nüfusla karşılaştıralım: 1927 Nüfus sayımı, 13.666.274 kişi sayar. Halbuki ondan bir iki yıl sonraki (1928-1929) devlet yıllığı, Türkiye’de ‘kayıtlı’ nüfusu 10,9 milyon gösterir. Sanayi işçileri 238 bin olunca: 1927 sayımına göre Türkiye’de 57 kişide bir kişi, 1928-29 yıllığına göre 45 kişide bir kişi sanayi işçisidir. Demek: 1/57+1/45=1/25-2=1/50 oranı Türkiye’de sırf sanayi işçisinin tüm nüfusa oranıdır.”(Kitap, s.149) Yani o zamanki Türkiye’de her 50 kişiden biri Sanayi işçisidir. Bu rakama geçici işçiler, tarım proleterleri dahil değildir. İlerde onlara da değinecek Kıvılcımlı. Ancak bu rakamı bile başka ülkelerle karşılaştırdığında önemli sonuçlara ulaşır. Mesela hemen 1917 yılındaki Çarlık Rusya’sıyla karşılaştırır. “50 kişide 1 sanayi işçisi, elbette ileri Avrupa sanayi ülkelerine bakarak, pek az bir orandır. Fakat aynı Avrupa’nın güney ve doğusuna doğru gelelim: İşin gittikçe değiştiğini görürüz. Mesela 1917’de geri bir tarım ülkesi olan Çarlık Rusya’sında 180 milyon nüfusa karşı, 2 milyon 9 yüzbin sanayi işçisi vardı. Sanayi işçisinin nüfusa oranı; 1/62. Eğer 180 milyon nüfusu savaş sonunda 142 milyona inmişsayarsak, aynı oran 1/52’dir”.
“ÖTEKİ ŞEHİR PROLETERLERİ”
Başlık Yine Kıvılcımlı’ya ait. Bu bölümde sanayi proletaryası dışındaki işçileri ele alarak, işçi sınıfının sayısal durumunu ve gelişimini belirlemeye çalışıyor. Ötekiler derken kastettiği kesimler, mevsimlik sayılan ama yılın en az 8 ayı çalışan yaprak tütün işçilerini ki bunların sayısı o zamanki güncel yayınlara dayanılarak 150-200 bin kişi olarak saptanmış. Başka bir kesim, sayıları toplamda 65-70 bin kişiye ulaşan “Ulaşım ve nakil araçları proleterleri” ve nihayet sayıları 200 bin kadar olan “ticaret hizmetlileri”dir.
Bundan sonraki bölümlerde “Tarım proleterleri” ve “Hesaba katılmayan proleterler” incelenir. Tarım proleterleri bölümünü şu paragrafla bitirir: “Bütün bu olan bitenler bize şunu anlatır: Tarımsal işgücüne olan ihtiyaç artıyor, yani kır proleterlerinin sayısını artıran eğilim, köyde kapitalizm ilerliyor ve büyüyor. Onun için, Türkiye’de kapitalist tarım ilişkilerinin açıldığı yerlerde, modern ekonomi ve şehir ile uzaktan yakından bağlı tarım işçilerinin sayısı, en az 250 binden (sırf sanayi proletaryasınınkinden) aşağı değildir diyemez miyiz?” (Kitap, s. 28)
Bunlardan sonra “Hesaba Katılmayan Proleterler” başlığıyla, Sanayi ve Tarım kesiminde olan ama pek de hesaba katılmayan işçi kesimlerini göze batırır. Örneğin, dağınık ve teşkilatsız oldukları için sayıları hakkında da pek bilgi toplanamayan ev sanayi proleterleri, evlerdeki halı tezgahlarının sayısı ve durumu anlatılarak verilir. Keza, şehir nakliye ve ulaşım araçları işçileri, posta, telgraf, telefon, tramvay, belediye, hükümet, ev işçileri ve hizmetlileri sayılarak, bunların da genel proletarya sayısına eklenmesini önerir.
Yine tarım proleteleri arasında sayılmayan ama yılın önemli bir bölümünde çalışan ve sayıları on binleri bulan incir, üzüm ve fındık işçilerini de sayar kitapta Kıvılcımlı. Ve nihayet kitabın Bilanço bölümünde, bütün anlattıklarını toparlar. Ve toplam Türkiye Proletaryasının sayısını 798 ila 960 bin olarak hesaplar. Bu sayının 598 ila 710 bini şehir, 200 ila 250 bini de tarımda çalışan işçilerdir. Bunların oransal durumu da şöyle saptanır: “Krizden önceki Türkiye nüfusu (yuvarlak hesap) 14 milyon olsa, gerek köy, gerekse şehir proleterlerinin (800 ile 950 bin) tüm nüfus içindeki oranı 1/14 ile 1/16’dır. (14-16 kişide bir kişi işçi.) Bu oran bile, sanayici Batı ülkelerine bakarak, küçük görülebilir. Fakat Doğu’ya ve tarım ülkelerine doğru gelinirse, oranın, hiç de az sayılamayacağı görülür. Örneğin, 1924-25 yıllarında Lozovsky’e göre ‘Rusya’da 150 milyon nüfustan, ziraat işçileri de dahil olmak üzere, azami (a.b.ç.H.K.) 8 ila 9 milyonu proleter’ idi: Yani, tarım işçileri ile birlikte tüm proletaryanın nüfusa oranı 1/15 ila 1/18 oluyor. (Hem de devrimden 7-8 yıl sonra.)
Türkiye’de işçi sınıfı sayısının ne nicelikte bulunduğu, işçinin şehir nüfusu içinde tuttuğu orandan daha iyi anlaşılır. Çünkü bütün modern toplumlar gibi, Türkiye’de de şehir, tekniği ile kültürü ile, daima köye hakimdir. Köy, şehrin kaderine bağlıdır.”
Ve nihayet “Ön Son Söz” başlıklı bölümle biter kitap. Şu sözler de o bölümden: “Yukarıdaki sosyal bölümlere uygar dünyada Klas denir: Türkçe’sini sınıf biliyoruz. Amacımız söz ve terim tartışması değil: ‘şeyleri adları ile çağırmak’ olduğundan, alt tarafı laftır, kelime oyunudur, der geçeriz.” (Kitap, s. 62)

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları