Nerede çokluk orada yokluk
Ceren Özçelik yazdı, ''Yoksula düşen yaşam alanı ne kadar?''
Hastane binası dışına taşan uzunca bir kuyruk. Ne kuyruğu bu diye içeri giriyor, tahlil kanı vermek için insanların metrelerce uzunlukta bir kuyruk oluşturduğunu görüyorsunuz.
Her kapının, her birimin önünde ayrı bir yığın, aynı umutsuz, sıkıntılı ve sabrı sınanmış yüzler ve yorgun gözler. Oturanlar, gözlerini yere daldırmış, sırasını bekliyor. Kayıt sırasını! Daha bunun muayene, röntgen, tahlil ve sonuç sırası var… Olsun alıştılar nasılsa.
Hastane o kadar kalabalık ki, insan bu kalabalığın içinde ‘sağlıklıysam da hastalanırım’ diyor. Öyle ya onca nefes, o kadar alana fazla.
* * * * *
Dışarıda yine bir başka kuyruk. Otobüs bekleyenlerin rutin eylemlerinden biri. Otobüsün içi ana-baba günü. Bırakın kıpırdamayı, nefes bile almak zor! Yol milim milim ilerleyen araçların istilasında. Otobüste ayakta yolculuk edenler, sinir sistemlerini kontrol altında tutmak zorunda, çoğu zaman tutamıyorlar da. Buluttan nem kapıyorlar, haklılar da…
Kadınlar daha da gergin. Ortalık kalabalıktan istifade etmeye çalışan açlarla dolu. Elini kolunu, önünü arkasını devamlı kolaçan etmek zorunda. Bu kalabalığa düzenli olarak karışan her kadın hayatında en az bir kere tacize uğruyor!
Metrobüs, tramvay ve minibüsler bundan farklı değil. İnsanların burnu camlara yapışıyor. Bu öyle bir muamele ki, aynı manzarayı bir de hayvan taşıyan tırlarda görebilirsiniz. Zaten şoförler de insan taşıdıklarını unutup frenleri zorluyor kimi zaman.
* * * * *
Devlet okullarından birine gidiyor, 50, 60, bazen 70 kişilik mevcuda sahip sınıflara giriyorsunuz. Bir sırada üç-dört kişi oturuyor. Gürültü haliyle had safhada, çocuklar sıkış tepiş eğitim görmek zorunda. Anlatılanı duyuyor mu, sırasına sığabilsin diye büzüşmekten duyduklarını anlayabiliyor mu bilinmiyor.
* * * * *
Kalabalık ‘en gelişmiş’ dediğimiz İstanbul’un her köşesinde… Çokluğun olduğu her yerde yokluk var. Devlet hastanesinin kalabalığını yoksullar oluşturuyor. Sabah trafiğini her gün kendi gibilerle burun buruna geçirmek zorunda kalan, üç kuruşa talim edip ev geçindirmeye çalışan insanlar, devlet okullarında eğitim görenler, yoksul ailelerin çocukları değil mi?
* * * * *
Yoksulların okulda, hastanede, yollarda istiflendiği, zengin ile fakir arasındaki uçurumun her geçen gün arttığı şu memlekette, bir başbakanın çıkıp ‘en az üç çocuk’ talebinde bulunması, ya ironidir ya da insanlarla dalga geçmektir. Bunun ötesinde, esasında üç çocuk talebi, bu amansız kalabalığın daha da büyümesini sağlamak, insanları tek tipleştirmek, geçim ve yaşam derdine koşan insanları düşünmeye vakit ayıramaz hâle getirmek, dolayısıyla istediği boruyu istediği şekilde öttürebilmek için geliştirilmiş bir stratejidir.
Yoksulun yaşam alanı birileri tarafından belirlenmiştir. O küçücük alanda ona düşen nefes sayısını azaltmaya çalışmanın tek açıklaması da onun nefes almasına engel olma isteğidir. Nefes almasın ki düşünemesin… Düşünemesin ki sorgulayamasın… Sorgulayamasın ki eyleme geçmesin, ‘düzen’ bozulmasın…
Ceren Özçelik
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları