Tarih:
23.10.2012
Açlık grevleri ve müzakere süreci
Hakan Tahmaz yazdı, Hükümet diyalog kapısını eskiden silahlı eylemlerin durdurulması şartıyla açıyordu, şimdi silahların bırakılması şartını ileri sürüyor...
Kürt sorununda müzakere ve diyalogun yeniden başlatılması tartışmaları yeni içerik ve biçim aldı.AKP, yaklaşık dört yıl İmralı ve Kandil merkezli Oslo çalışmasından istediği sonucu alamayınca 2011 yazı sonunda topyekûn savaşı devreye soktu.
Bir yılı aşan dönemde “siyasetle müzakere, terörle mücadele” sözünü ağızlarında hiç düşürmedi ama siyaset her daim hedef tahtası oldu.
Oslo süreci de demokratik siyaset, daha açık ifadeyle BDP tümden devre dışı bırakılarak yürütüldü.
Öcalan’ın avukatlarıyla ve ailesiyle görüşmesi keyfi ve yasadışı bir biçimde 450 gündür engeldi. Başbakan bunu partisinin kongresi öncesi çıktığı televizyon programında itiraf etti.
Bu itirafla birlikte, İmralı’yla her an yeni görüş olabileceğini de açıklandı. Hatta Öcalan ile kardeşinin kısa bir süre önce görüştüğünü açıkladı.
Başbakanın bu açıklaması toplumda umut ve beklentiye yol açtı.
Ama açıklamalarının içeriğine ve gelişmelere baktığımızda durumun hiçte parlak olmadığını görüyoruz.
Hükümet artık, Kürt sorununun çözümü ve silahlı eylemlerin durdurulması için bir diyalogdan veya görüşmeden söz etmiyor.
Hükümet, PKK’ ye silah bıraktırmak amaçlı görüşmeden söz ediyor.
Ya da şöyle ifade edeyim:
Hükümet diyalog kapısını eskiden silahlı eylemlerin durdurulması şartıyla açıyordu, şimdi silahların bırakılması şartını ileri sürüyor.
İkincisi ise terörle mücadele, siyasetle müzakerede stratejisi adeta “ esas siyasetle savaşa” dönüştürülerek yürütülmek isteniyor.
PKK cephesinden ise, eski koşullarda diyalog ve müzakerenin olamayacağına ilişkin çok net mesajlar geliyor.
PPK, hiç bir şey olmamış gibi Oslo süreci başlatmayız. Öcalan’ın koşulları ve konumu değiştirilmeden müzakerenin temel aktörü olmasını kabul etmeyiz diyor.
KCK lideri Murat Karayılan’ın dün yaptığı “açlık grevlerinin sona erdirilmesinden kimse topu Öcalan’a atmasın, sorumluluk hükümette, talepler karşılanmadan açlık grevleri sona ermez” açıklaması da bu konudaki kararlılığı bir göstergesidir.
PKK ve KCK tutuklularının 12 Eylül’de başlattığı açlık grevinin iki temel talebi var.
İlki tecride son verilmesi, Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik, adil çözümü ve barış konusunda işlevini yerine getirmesinin zeminin ve olanaklarının yaratılması, sağlık ve güvenlik koşullarının iyileştirilmesidir.
İkincisi ise anadilde savunma hakkının tanınmasıdır.
Kürt siyasal hareketi, insan hakları savunucuları açlık grevinin 42. gününde sokaklardalar. Bugün, 63 cezaevinde sürdürülen açlık grevlerine belediye başkanları ve milletvekilleri gibi seçilmiş demokratik siyasetçilerde dâhil oldu.
Musa Anter’in iki çocuğunun ve Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak’ın bir günlük açlık grevi yapmaları, açlık grevinin çok yakında dışarıya da sıçrayacağını işaretidir.
Türkiye açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmasının önüne geçmek gibi büyük bir sorumluluğu yerine getirmekle karşı karşıya olduğu gibi, 30 yıldır akan kanı durmak ve en köklü sorununun çözüm yoluna girmesinin kilidini açacaktır.
Yeniden müzakere ve diyalogun nasıl geliştirileceğini açlık grevlerinin akıbeti tayin edecek.
Bu nedenle top Öcalan’da değil, hükümette.
Hükümet, toplumdan yükselen sese kulak verir, müzakereyi parlamentodan başlatarak açlık grevlerinin sona erdirebiliri ve “büyük yangını” da söndürebilir.
Hakan Tahmaz
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları