Ahmet Şık tahliye istemedi!
Filler tepişir, çimenler ezilir durumu söz konusu.
Dün Çağlayan’da arkadaşım
Ahmet Şık’ın savunmasını izledim. Benim için bu dava Ahmet Şık ve Nedim Şener
davasıdır. Ahmet arkadaşım, dostum, kardeşim. Nedim’in nasıl bir gazeteci
olduğunu yazılarından, kitaplarında, televizyon programlarından biliyorum. Nedime
kendimi özellikle sevgili arkadaşım Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine yaptığı çalışma
nedeniyle yakın hissediyorum. Bu neden
benim için Şık, Nedim davası. Bu bana ait olan bir duygu. Bu duygu, davayı
gazetecilik faaliyetlerin yargılandığı dava olmaktan çıkarmaya yetmez. İddianameyi
okuyan ve duruşmayı bir kez bile izleyenin, gözleri kör, kulakları sağır değilse davanın
gazeteciler davası olduğunu görür.
Dün duruşmada bekleniyordu, olmadı.
Ama gazetecilik açısından çok önemli duruşma oldu. İzleyici sıralarında da bol
sayıda yılların gazetecileri vardı. Umarım onlar da Ahmet’in savunmasını
duyduklarında acı hissetmişlerdir. Genç gazetecilere bıraktıkları kirli geçmişten
dolayı utanmışlardır. Ben bazılarının yüzlerinin kızardığını gördüm.
Ahmet’ten önce Coşkun Musluk ve Sait Çakır isimli daha önceden
tanımadığım genç akademisyen ve Oda TV yazarı iki şüpheli savunma yaptı. Ben
onları dinlerken üzüntüden ve utançtan
yerin dibine girdim. Onların söylediklerinden değil, yargının, siyasetin
devletin uğraştığı, ilgilendiği işlerin neler olduğunu gördüğümden. Ya da o
gençleri ne hale düşürdükleri gördüğümden. Korku imparatorluğunun insanları
nasıl zavallılaştırdığını, çaresizleştirdiğini, küçülttüğünü görmek beni
kahretti.
Ahmet’in savunmasından da on
misli gururlandım. Ahmet, son cümlesini söylediğinde mahkemeden birazda zorunlu
nedenle ama gönlüm ferah, içim rahat çıktım. Ahmet savunmasında kırılmadan,
eğilmeden, bükülmeden özgürlüğünü elinden alanlara büyük bir meydan okudu. Ahmet
özgürlüğüne kavuşamadı ama bana savunması çok iyi geldi.
Tahliyeden daha önemlisinin
dik durabilmek, fiziki özgürlükten şok daha kişiliğini, ruhunu teslim etmemek
olduğunu gösterdi. Ahmet kendine ve 300 gündür özgürlüğü için çabalayan
arkadaşlarına yakışanı yaptı ve tahliye talebinde bulunmadı. Bu savunmasında
açık bir şekilde beyan etti.
Ahmet başı dik, onurlu ama
içi sıkıntılı ve üzüntülü cezaevinin yoluna koyulduğunda, internet sitelerine yeni bir bomba düştü. Eski
Genelkurmay Başkanlarından İlker Başbuğ’da tutuklanarak cezaevinin yolunu
tutmuş. Benim aklıma, aklım Ahmet’te olduğu için olsa gerek Ahmet buna ne derdi
sorusu geldi.
Bu tutuklanmanın iktidar içi
hesaplaşma olduğunu mu söylerdi?
Uludere gündemini değiştirmek
için zamanlaması iyi yapılmış bir planlama mı olduğunu söylerdi?
Yoksa yargı karşısından her
kesin eşit duruma gidişi yolunda yeni bir aşamamı diye mi yorumlardı?
Ne derdi gerçekten, nasıl
yorumlardı? Sıradan bir olay olarak yorumlamak mümkün olmadığı bir gerçekse ise
doğru olan ne?
Bir ilk yaşandı. Her şeyin
ilkinde yaşanan gerilim, normal olmayan şeylerin bunda da yaşanacağı kesin.
Üzüntümüze üzüntü katacak
bir durum yok. Sevince kapılacak bir
ortam da yok.
Filler tepişir, çimenler
ezilir durumu söz konusu.
Bir soruyu sormanın zamanı
İlker Başbuğa kefil olan birileri vardı,
ne oldu onlar? Hani Başbuğ, bir
basın toplantısında parmağını sallayarak topluma korku salmaya çalıştığında
kefil olanlar neredeler? Kefil olan
Başbakanlık koltuğunda rahat, rahat oturacak
mı?
Bu manzara karşısında sormazlar
mı bu nasıl adalet, bu nasıl hukuk diye. Biz yine işimize bakacağız, adalet ve
hukuk için 23 Ocak’ta Şık ve Nedim ile Çağlayan’da buluşacağız.
Not: SODEV, bu akşam 2011
yılının geleneksel ödülünü yılın gazetecisi olarak Ahmet Şık’a veriyor. Bu isabetli
karardan dolayı sevgili dostum SODEV Başkanı Erol Kızılelma’yı kutluyorum.
Hakan Tahmaz
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları