Tarih:
09.10.2012
Emniyet Müdürü korkutmamalı!
Hakan Tahmaz yazdı, Recep Güven kişisel bir şey yapmaya çalışmadı, aynı zamanda devletin yapması gerekenleri de işaret etti...
Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in “ Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz. Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk.”sözleri çok farklı tepkilere yol açtı.Bütün PKK’lılarını, ona sempati duyanları hatta bütün Kürtleri düşman görme potansiyeline sahip olanların bu sözleri vatana ihanet noktasında vardırtmalarında şaşılacak hiçbir şey yok.
Yine devletin en yüksek bürokratından böylesine sarsıcı cümleler duymaya hiç alışık olmayan, aksine sürekli boş hamaset dinleyen evladını çatışmada, askeri operasyonda yitirmiş asker yakınının şok geçirmesi ve kendini ihanet uğramış gibi hissetmesi bir dereceye kadar anlaşılabilir bir durum.
Yıllardır PKK ile çatışmada ya da operasyonda ölen askere, polise ve devlet memuruna şehit, PKK’lılara hatta Kürtlere leş muamelesi yapmış devlet bürokratlarından birisinin kendi kişisel tarihiyle yüzleşirken topluma ve devlete de geçmiş hatalardan arınma çağrısı yapmasının toplumda sarsıcı etki yapması beklenen bir şeydir.
Bugüne kadar emekli polis, asker veya devlet bürokratı geçmişe ilişkin özeleştiri yaptı ama görevinin başında olan bürokrat ilk kez işletilen sisteme dönük bir eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını işletti.
Recep Güven kişisel bir şey yapmaya çalışmadı, aynı zamanda devletin yapması gerekenleri de işaret etti.
Bu konuşmayı farklı kılan noktalardan biri de emniyet müdürünün yaptığı özeleştiriye uygun görev yapması gibi bir fırsatın öğününde duruyor olmasıdır.
Bölgenin en kanlı dönemi olan 1991-96 yıllarında Diyarbakır Emniyetinde istihbarat dairesinden çalışırken kirlenen ruhunu temizlemesini becerip beceremeyeceğini yaşayıp göreceğiz.
Siirt deneyin pek parlak olmadığı Belediye Başkanı Selim Sadak’ın sözlerinden anlaşılıyor.
Bu noktada topluma düşen, cesaretlendirici ve özendirici tutum takınmaktır. Bu, benzer süreçlerin yaşanmasını teşvik edecek ve barışın toplumsal alt yapısının oluşturulmasına katkı sunulmasına yol açacaktır.
Bu nedenle barışa su gibi, hava gibi ihtiyaç duyan ve barışı imkân dâhilinde gören bölgenin siyasetçilerinden ve bütün sivil toplum örgütü temsilcilerinden müdürü cesaretlendirici ve teşvik edici açıklamalar geldi.
Ama bunlar dışında iki farklı yaklaşım daha gelişti.
Biri CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu’nun ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı buluştura yaklaşımı diğeri ise barış için çalışanların sosyal medyada dile getirdikleri bazı tepkiler ve müdürü samimi, inandırıcı bulmayan tutumudur.
Başbakan kimseyi şaşırtmadı.
Meclis grubunda “Biz evlatlarımızı katleden ve bu mücadele esnasında ölen terörist için ağlamadık, ağlamayız. Bunu da çok açık net söylüyoruz. Bu bizim hem insani hem vicdani görevimizdir. Bunu böyle bilmeye mecburuz” diye konuştu.
Başbakan sadece çatışmadan ölen askere, polise ağladığında Kürt’te de evlatlarına ağlamak düşer. Acıları paylaşmaktan imtina edilerek bir arada yaşamın sağlamayacağını eminim müdür gibi geçte olsa başbakan da anlayacaktır.
CHP lideri, Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında “Bu söylem başlangıçta insani gibi görünse de toplumu bölen bir söylemdir. Şehit aileleri ne diyecek buna? Emniyet müdürlerinin bu tür bir açıklama yapma gereği hiç yoktur” sözleriyle tepki göstermesinin anlaşılabilir yanı yoktur.
Kılıçtaroğlu’nun bu sözlerinin müdür hakkında suç duyurusunda bulunan
Şanlıurfa Şehit ve Gazi Aileleri Derneği Başkanı Yılmaz Gözcü’nün “müdürün yaptığı konuşma şehit ve gazileri içten vurmuş, yaramızı kanatmıştır.” Sözlerinden hiçbir farkı yok.
Kılıçtaroğlu ve Erdoğan, bir büyük yangına dökülen bir tas suyu bu biçimde eleştirerek yangının daha da büyümesine vesile oluyorlar.
Şehitleri istismar ediyorlar.
Kürt sorunu konusunda kafalarının karışık olduğunu bir kez daha gösterdiler.
Son olarak sosyal medyada, müdürün samimiyetini tartışılma konusu yapılmasına değinmek istiyorum.
Her şeyden önce müdürün ne derece samimi olduğunu hiç kimse kestiremez. Bunu süreç gösterecektir.
Konuşmanın savaşa mı, barışa mı hizmet ettiğine baktığımızda çok açık barış sürecine bir katkı olduğu görülür. Bunu samimiyet testine tabi tutmak ise doğru bir tutum değildir.
Çünkü barış yanlılarının çoğalması, ancak dünün savaş yanlılarının ya da savaşanlarının önemli bir bölümünün barış çalışmalarına katılmalarıyla olacak.
Toplumun oldukça büyük bir bölümü, PKK düşmanı ve Kürtlerle eşit koşullarda yaşamak fikrine oldukça uzak.
Bu durumda insanların tavırlarında bir değişiklik yaratmadan, çözüm ve barış isteyenlerin daha fazla çalışmaları veya aktifleşmesiyle barışın toplumsal zemini inşa edilemez.
Aksine demokratik çözüm ve barış isteyenlerin daha fazla aktifleşmesi ihtiyacı, tamda barışa uzak insanlara ulaşmak ve onları barışa kazanmak zorunda olunmasından kaynaklanıyor.
“Biz bize yeteriz” anlayışıyla da barış inşa edilemez. Barış isteyenler toplumun çoğunluğunu eşit ve adil çözüme ikna etmekten geciktiği sürece, savaşın ömrünü uzuyor. Bu nedenle savaşa bir tas su dökeni de ciddi alınmak zorunda.
Kaldı ki, Oslo’da müzakereye katılan MİT’çilerden, görevinden uzaklaştırılmış özel harekâtçı Ayhan Çarkın’ın, müdürden daha fazla samimi olduğunu hiç kimse söyleyemez.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları