Tarih:
26.05.2013
Düş hırsızı dünya
Mustafa Mutlu, 'Mutlu olmak için, asla birilerinin benim için bir şeyler yapmasını beklememe gerek yoktu.'
Çocukluk hayallerimi düşünmüştüm; on üç buçuk yıl önce bir gün...Adapazarı depreminden hemen sonraydı ve yerle bir olmuş Düzce’de bir çadırda kalıyordum.
“Olmak istediğim” yer ile “olduğum yer” arasındaki farkı bulmaya çalışmıştım.
“Keşke”lerimin muhasebesini yapmıştım sonra...
Asla pişman olmadığım yaşanmışlıkları düşünmüştüm ardından...
Ve bu yaşanmışlıkların arkasında, en kötü deneyimlerin olduğunu fark etmem geç olmamıştı:
Onlarla büyüyüp, koca bir adam olmuştum.
Oysa çocukken hayallerime sınır çizmezdim...
Ellerimi uzatıp yıldızlara dokunur, onları basamak olarak kullanıp güneşe bile “Merhaba” derdim.
Güneş o kadar yakındı ki; “Akın var, güneşe akın... Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın” diye şiirler okuyarak coşardım.
Sanal arkadaşlarım olurdu kimi zaman; tamamını benim yarattığım... Yanımda kimse olmasa bile kendimi oyalayacak oyunlar keşfeder, bir şekilde gülümsemenin yollarını bulurdum.
Mutlu olmak için, asla birilerinin benim için bir şeyler yapmasını beklememe gerek yoktu:
Hayal gücüm vardı benim ve istediğim her şeyi yapabilirdim!
Beğendiğim kırmızı renkli plastik oyuncak araba pahalı olduğu için alınmadı mı; ne gam! Evdeki mavi oyuncak arabamı kırmızıya boyar muhteşem bir galibiyet elde ederdim yoksulluk karşısında... Hayallerimin yenilmesine izin vermezdim, veremezdim.
Hatta kendi eserim olduğu için bir başka zevk alırdım o kırmızı arabayla oynarken...
Sonra, büyüdüm.
Ne yazık ki hayallerime sınırlar koymam gerektiğini söyleyenlere inandım:
“Yıldızlara uzanma, boş hayaller peşinde koşma! Hele ki güneşe; sakın yaklaşma, yanarsın!”
Herkes el ele vermiş, benim hayallerime savaş açmıştı sanki...
Ne kadar direnebilirsin ki böyle bir beyin yıkama operasyonuna; ben de direnemedim birçoğumuz gibi...
Beynimi başkalarına emanet verdim, hayallerin yerine “kendi acı gerçeklerini” koydu onlar da...
Kurallar, kurallar, kurallar!
“Yapma, etme, gitme, gelme, ağlama, gülme, bakma, konuşma, inme, çıkma, sana ne!”
Beynim uyuştu zamanla...
“Öğrenilmiş çaresizlik” batağına sapladılar beni; tıpkı büyüklerinin onlara yaptığı gibi...
Ben onların, çoğu anlamsız ve tamamı acı sonla biten kurallarına uymak için çırpınırken, ruhumun günden güne solduğunu fark edemedim elbette...
Hayal kırıklığına uğrayacağımı düşünerek “hayal kurmaktan” korkmayı bile öğrettiler bana; inanabiliyor musunuz?
Mavi oyuncak arabamı kırmızıya boyamayı akıl edemeyecek kadar uyuştum... Bu onların işine geliyordu çünkü... Bir de “kırmızı araba” satacaklardı bana!
Hayal etmeyi unuttukça tembelleştim; tembelleştikçe hayallerim bitti!
Çocukken asla korkmadığım yalnızlıktan korkmaya başladım sonra; öyle ya, kendime yetecek hâlde değildim artık!
Sanal arkadaşlarım yine oldu, fakat çocukluğumdaki gibi değillerdi; canlı, kanlıydılar karşımda...
Ama gerçek olamayacak kadar sahteydiler!
Ben ise o kadar büyümüştüm ki, çocukluğumdaki sanal arkadaşlarımı rüyamda bile göremiyordum artık...
Bana ne mi olmuştu?
Steve Price’ın dediği gibi:
“Düş hırsızı bir dünyada düşlerimi çalmışlardı...”
“Büyümek” diyorlardı bunun adına!
Değil akın başlatıp güneşi zaptetmek; başımı gökyüzüne çevirip yıldızlara bile bakmaz olmuştum.
Hayallerim bitmişti çünkü ve ortaya çıkan “ben”, ben değildim aslında...
Bu yüzden “mış gibi” yaşamayı kabullendim zamanla...
Biliyormuş gibi, mutluymuş gibi, yapıyormuş gibi, yaşıyormuş gibi...
Çocukluk hayallerimi düşünmüştüm; on üç buçuk yıl önce bir gün...
Adapazarı depreminden hemen sonraydı ve yerle bir olmuş Düzce’de bir çadırda kalıyordum.
“Olmak istediğim” yer ile “olduğum yer” arasındaki farkı bulmaya çalışmıştım.
Sonuç; felaketti:
Düş hırsızı dünya, benim de düşlerimi çalmıştı!
Ama yine de en azından bunu fark edebilmemi sağlayacak kadar bir “çocuk” kalmıştı benden geriye...
Bilirsiniz; tutsaklığın farkına varmak, kurtulmak için atılan ilk adımdır ondan...
Ve ben on üç buçuk yıl önce, o gün...
Kırmızı arabamı buldum; sakladığım çocukluk eşyalarımın arasından!
İki kanat taktım kapıların hemen arasına...
Sonra geceyi bekledim; yıldızlara bakmak için...
Atlayıp “kanatlı kırmızı plastik arabama”, yıldızları basamak yaptım kendime...
Ve kendi güneşimi, kendi imalatım olan arabamla zaptetmeye adadım ömrümü yeniden!
“Yapma, etme, gitme, gelme, ağlama, gülme, bakma, konuşma, inme, çıkma, sana ne” diyenlere inat; sadece kendi hayallerimin kölesiyim artık...
Bu da...
Böyle biline!
GÜNÜN SORUSU
Sorum size:
Çocukluk hayallerinize ne kadar yakınsınız? Olmak istediğiniz yer ile olduğunuz yer arasında uçurumlar oluştuysa sizin de... Kendi oyuncak arabanızı eski eşyalarınızın arasından bulup, kendi güneşinizi fethetmeye çıkmanın zamanı gelmedi mi?
Mustafa Mutlu - Vatan
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları