Tarih:
13.05.2012
Gerçek bir öykü!
Annelerine sarılıp, yumuşacık yanaklarını, damarlı ellerini öpebilen bütün çocuklara: Ne kadar şanslı olduğunuzun farkında mısınız?
“Pencereyi açar mısın, daraldım” dedi yaşlı kadın, karşısındaki koltukta oturmuş gazete okuyan orta yaşlı bakıcı kadına…Bakıcı kadın gazete keyfine limon sıkılmasının verdiği keyifsizlikle, “Tamam, açirem” diye söylendi.
Sonra bir hışımla önce tülü çekti, sonra pencereyi sonuna kadar açtı.
“Sinekliği de kaldır, gökyüzünü engelsiz görmek istiyorum” diye seslendi kadın yattığı yerden…
Bakıcı, denileni yaptı. Tam eline televizyon kumandasını alıyordu ki, kesin bir sesle “Hayır” komutu geldiğini duydu:
“Hayır, Sadakat… Sakın!”
Bu kez gülümsedi Sadakat, yatakta ince bir battaniyenin altında sırtüstü yatan kadının gözlerine şefkatle baktı. Gülümseyerek mırıldandı:
“Her sene aynı şeyi yapırsen…”
“Ne yapıyorum?” diye anlamazlığa vurdu kadın.
“Ne vakit Analar Günü olsa, kendini de beni de üzürsen…”
“Hiç alakası yok” diye kestirip atmak istedi kadın, başını ters tarafa çevirdi.
“Öyle dersin ama bak televizyayı bile açtirmırsen…”
Yanıt vermedi kadın…
“Her Analar Günü’nde böyle yapırsen” diyerek söylendi Sadakat, mutfağa geçti.
***
Sadakat’in ardından, baktı kadın…
“Çok bilmiş” diye geçirdi içinden…
“Her Analar Günü’nde böyle yapırsen…”
Bu cümle kulaklarında uzun süre yankılandı…
“Bir de kızıyorum. Haksız mı yani kadın?” diye kendisine öfkelendi bu kez…
Yetmiş sekiz yaşındaydı ve hayatta tek başınaydı…
Annesinin babasının tek evladıydı. Evlenmemişti… Hısım akraba da hayata veda edince böyle bozkırdaki çınar gibi tek başına kalmıştı.
Önceleri çok hoşlanmıştı yalnızlıktan…
Hatta annesi babası hayattayken, kendi parasını da kazanmaya başlayınca nasıl da ısrar etmişti ayrı eve çıkmak için…
Babası “Sen bilirsin” demişti ama annesi direnmiş, “Ben seni bu evden telinle duvağınla göndermek istiyorum” diye tutturmuştu.
Basit bir anne-kız kavgasını bahane edip, bir gece yarısı ayrılmıştı baba evinden…
Artık sadece kendisine ait bir dünyası olacaktı.
Öyle de oldu zaten…
Kiraya taşındığı evi, yirmi yıl sonra satın aldı ve başka bir yere taşınmayı da asla düşünmedi.
Bakkalıyla, kasabıyla, mahallelisiyle akraba gibi yaşadı yıllarca… Ama şu son dört yılda yatağa bağlanıp kalınca, onların hiçbir anlamı olmadığını anlamaya başladı.
Zaten sevdiği komşular da tek tek öbür dünyaya göçmeye başladı, direnenler ise onun gibi kımıldayacak halde değildi.
Birkaç flörtü olmuştu zamanında ama… Onlarla evlenmeyi asla düşünmemişti… Gerçekten âşık olduğu, evlenmeyi düşünebileceği adam ise evli çıkmıştı… Bu yüzden ne kadar çok istese de hatta zaman zaman saplantıya dönüştürse de çocuk sahibi olamamıştı.
***
Allah’tan Sadakat vardı. Ev işlerini yapmakta zorlanmaya başlayınca internetten bulmuştu onu.
Azerbaycanlı’ydı ve o da 50′sini çoktan gerilerde bırakmıştı.
Kocası inşaattan düşüp ölmüş, ardından iki oğlu da evlenip kendi yuvalarını kurmuştu.
Türkiye’ye gidip hasta bakıcılığı yapan bir komşusundan duymuştu bu ülkede çok para kazanıldığını…
Yemeye, içmeye, barınmaya para harcanmadığını, bir de ayda 700 Euro maaş aldığını söylemişti komşusu…
Para çok da umurunda değildi ama genç kızlık hayaliydi İstanbul onun…
Saatlerce fotoğraflarına bakar, bu büyük kentte yaşayan soydaşlarının ne kadar şanslı olduğunu düşünürdü.
Hemen kararını vermişti; İstanbul’a gidecekti.
Türkiye’de iş olanağı sağlayan bir internet sitesine kaydoldu ve beklediği teklif, bir saat içinde geldi.
Emekli bir kadın öğretmen, kendisine hayat arkadaşlığı yapacak Azeri bir kadın arıyordu. Tek şartı vardı:
“Yalan söylemesin yeter!”
O da nefret ederdi yalandan. Hemen yazıştılar ve bir hafta sonra kendisini Atatürk Havalimanı’nda buldu. Tam dokuz yıldır da bu kentte, bu evdeydi…
***
Elinde beyaz bir fincan ve bir bardak suyla göründü Sadakat…
“Adaçayı, limonlu” dedi gülerek…
“Sadakat, özür dilerim kızım” dedi yaşlı kadın, “Kalbini kırmak istemedim…”
Yine gülümsedi Azeri kadın, gitti yataktaki kadının elini tutup yanağından öptü.
Konuşmadılar uzun süre…
“Aç televizyonu” diye seslendi yaşlı kadın bir süre sonra…
Şaşkın gözlerle baktı Sadakat:
“Eminsen?”
Eminim, eminim.
En çok izledikleri kanalı açtı kadın…
Yaşlı bir kadın ağlıyordu ekranda… Yanındaki kanepede bir genç kadın oturuyordu. O da hüzünlüydü…
Bir de oğlu varmış kadının, beş ay önce kara haberi gelmiş sınırdan. Şehit olmuş.
“Allah bana kızımı bağışlasın” diye ağlıyor ve durup durup sarılıyordu genç kadına, ekrandaki yaşlı kadın…
***
Kapının çalan ziliyle yerinden sıçradı Sadakat…
“Hayırlar ola, kimdir ki?”
“Kapıcıdır” diye geçirdi içinden yaşlı kadın… Kim gelecekti ki?
Sonra Sadakat’in neşeli çığlığı duyuldu koridordan…
Meraklandı, “Kimmiş?” diye seslendi.
Yanıt gelmedi.
Tam yeniden bağırmaya hazırlanıyordu ki; başının arkasından kocaman bir gül buketinin yüzüne doğru uzatıldığını gördü…
Sonra “Müzeyyen anne, biz geldik” diye atıldı üzerine genç ve güzel bir kadın…
Başını sağına çevirip baktı Müzeyyen Hanım, salon bir anda dolmuştu:
Yaşadığı ilçedeki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yöneticisi dört kadın, Müzeyyen Hanım’ın bir yıldır burs verdiği iki kız çocuğunu alıp, “Anneler Günü”nü kutlamaya gelmişti…
Gözleri doldu Müzeyyen Hanım’ın, Sadakat’i aradı bakışlarıyla ve güldü:
“Hadi, kapat televizyonu… Misafirlerimize sor bakalım ne içerlermiş…”
***
Anne olan ya da olamayan tüm kadınların ve elbette Müzeyyen Hanım Teyze ile Sadakat Abla’nın Anneler Günü’nü tüm kalbimle kutlarım.
*****
Günün Sorusu
Sorum, bugün annelerine sarılıp, yumuşacık yanaklarını, damarlı ellerini öpebilen bütün çocuklara:
Ne kadar şanslı olduğunuzun farkında mısınız?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları