Tarih:
05.04.2012
Tek Kuvvet, Tek Adam!
Tarih: 07 Eylül 2010... Yani; 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumundan sadece beş gün öncesi...
Tarih: 07 Eylül 2010... Yani; 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumundan sadece beş gün öncesi...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bursa’daki Şehreküstü Meydanı’nda halka hitap ediyor ve adli yıl açılış töreninde hükümeti eleştiren dönemin Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’i yerden yere vuruyor:
“Halka giden bir metni kalkıyor bir siyasi gibi eleştiriyor. Bu nasıl bir yaklaşım? Eğer yüreğin varsa, çıkar cübbeni çık meydana... Emekliliği bekleme. Ama gelmezler. Sürekli kuvvetler ayrılığından bahsedip yürütmeyi ve yasamayı kuşatma altına alıyorlar. Biz bu çarpık anlayışlar artık son bulsun istiyoruz. Siyasi parti gibi hükümete laf yetiştirip sonra da yargının siyasallaşmasından bahseden bürokratların çağdaş demokrasiyi öğrenmelerini istiyoruz.”
Demek ki neymiş:
Başbakan, üç kuvvetten birinin, diğerlerini “kuşattığını” düşünüyormuş...
***
Bu kez tarih 3 Mart 2012... Başbakan’ın o sözlerinin üzerinden sadece 18 ay geçmiş... Konu yine yasama-yürütme-yargı erkleri arasındaki “kuşatma” tartışması...
Tartışmayı başlatan; iktidara yakınlığıyla bilinen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç... Bir gün önce uluslararası düzeydeki bir toplantıya katılıyor ve “Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz” diyor... Aynı Başbakan bunun üzerine bir açıklama daha yapıyor ve şunları söylüyor:
“Ülkemiz malum kuvvetler ayrılığı üzerine kurulu bir sisteme dayalıdır. Bunun yasama, yürütme, yargı organı vardır. Bu erklerin hiçbirisinin bir diğerini kuşatma yetkisi söz konusu değildir.
Biz bildiğiniz gibi bir erkin, özellikle kendisini kuşattığı dönemi yaşamış bir partiyiz. Hiçbir erkin bir diğerini kuşatmasına asla müsaade etmeyiz.”
Bu açıklama, aradan geçen bir buçuk senede, Başbakan’ın “yargıdaki değişimden duyduğu memnuniyeti” gösteriyor...
***
Ama ufak bazı “detaylar” var ki; görmemek, yazmamak ülkeye de demokrasiye de ihanet olur:
Madem “Ülkemiz kuvvetler ayrılığı üzerine kurulu bir sisteme dayalı...”
Madem yasama, yürütme, yargı organlarının hiçbirinin bir diğerini kuşatma yetkisi yok...
Madem Başbakan, “Hiçbir erkin bir diğerini kuşatmasına biz de asla müsaade etmeyiz” diyor...
O zaman kendisine çok kolay birkaç sorum var:
Erklerden biri, başında olduğunuz “yürütme”, yani hükümet; diğeri de “çoğunlukta” olduğunuz “yasama” yani Meclis...
Son on yılda hükümet, Meclis’e her dediğini yaptırdı mı, yaptırmadı mı?
AKP’li milletvekilleri, “yürütme”nin değil de “yasama”nın üyesi olduklarını bir kez olsun anımsayabildiler mi?
Yani; “yürütme” organı, “yasama” organını dört bir yandan ve tam içinden kuşattı mı, kuşatmadı mı?
Meclis üyeleri, iktidarı duymazdan gelerek, “denetim” yetkilerini bir kez olsun, bağımsız iradeleriyle yerine getirebildiler mi?
Bir tek yasaya; vicdanlarıyla “Evet” ya da “Hayır” diyebildiler mi?
***
Başbakan, demokrasilerdeki “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin ülkemizde sorunsuz işlediğini söylüyor...
Demek ki “içeriden” öyle görünüyor...
Ama benim gibi dışarıdan bakanlar sadece tek kuvvet ve hatta sadece tek adam görüyorlar...
Bu “tek kuvvet” iktidar, “tek adam” ise Başbakan...
“Kuşatıldı” mı tartışılır; ama herkes kabul eder ki yargı “sindirildi”, yasama zaten “kontrol altında...”
Böyle rejimlere verilen bir ad var ama...
O kadar “demokratız” ki söylemek yürek ister!
*****
GÜNÜN SORUSU
Günün değil, asrın sorusu... Sorum, dün 12 Eylül’ü yargılamaya başlayan Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine:
Eğer yargılamanın sonunda sanıkların “suçlu” olduklarına karar verirseniz, onların yaptığı anayasaya yüzde 93 gibi bir çoğunlukla “Evet” diyen vatandaşların, o yasaları 32 yıldır değiştirmeyen Meclis üyelerinin ve uygulayan mahkemelerin cezasız kalması vicdanları kanatmayacak mı?
*****
Amaç, ‘sulandırmak’ mı?
12 Eylül 1980 askeri darbesinin yargılanmasına dün “sözüm ona” başlandı...
Sözüm ona diyorum; çünkü iddianameye göre iki sanık var; ama ikisi de ortada yok... Çünkü yaşları 100’e merdiven dayamış, ikisi de hastanede...
Yargılamanın yapıldığı Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önüne binlerce kişi yığılmış; ama içeriye girebilene aşk olsun!
Sadece iddianamede ismi geçenler, müştekiler, izleyiciler, basın mensupları ve taraf avukatları alınmış; yine de oturacak yer bile kalmamış, 147 kişilik salonda izdiham çıkmış...
Saat 09.30’da başlaması gereken duruşma o yüzden yarım saat geç başlamış...
Bu tarihi (!) davaya bakan Mahkeme Başkanı’nın ilk sözleri de tarihe geçecek türden olmuş:
“Sayın avukatlar... Ayakta kaldınız. Söylemeye utanıyorum ama isterseniz sanıklara ayrılan boş yerlere oturabilirsiniz!”
***
“Olmamış darbe”nin davasında 300’ün üzerinde emekli ve muvazzaf subay yargılanıyor; bu yargılamalar için cezaevi yerleşkesinde yapılan iki koca salon yetmemiş, üçüncüsünün inşasına başlanıyor...
“Olmuş darbe”nin sanık sayısı ise sadece iki; onların da sandalyeleri boş... Hâkim, o boş sıraları “avukatlara” gösteriyor! Yanılıp otursalar; ayvayı yemeleri an meselesi...
***
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hayatlarını altüst eden 12 Eylül darbecileri elbette yargılanmalı... Ama böyle başlayan bir davada “yargılama” değil, olsa olsa “sulandırma” yapılır!
Bu ise; 12 Eylül mağdurlarına yapılacak en büyük ayıp ve haksızlıktır!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları