loading
close
SON DAKİKALAR

Üniversite: Giren de pişman, girmeyen de...

Mustafa Mutlu
Tarih: 21.07.2012

Mustafa Mutlu yazdı: Üniversiteler de üniversite mezun olmak da artık 'beş para' etmiyor...

Üniversiteye giriş sınavlarının sonuçları dün açıklandı.

Kazananlar sevindi, sıralamada istediği yere ulaşamayanlar ise kahroldu.

Oysa “kazanan” da “kazanamayan” kadar kaybetmeye mahkzm bu ülkede...

Bunu önceki gece bir kez daha gördük:

Kenan Işık’ın sunduğu “Kim Milyoner Olmak İster?” adlı yarışmanın önceki akşamki yarışmacılarından biri de 35 yaşındaki Ayça Seren Ural’dı...

Ayça, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden, yani benim okulumdan mezun!

Biri kız iki çocuk annesi...

Hayatını nasıl kazanıyor biliyor musunuz?

Şişli Meydanı’nda simit satarak...

***


Gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, dergilerde, ajanslarda çalışanları toplayın; bizim sektörde çalışanların sayısı 20 bini geçmez...

Oysa bu, Türkiye’nin dört bir yanındaki 70 küsur İletişim Fakültesi’nden sadece bir yılda mezun olanların sayısı...

20 bin kişilik istihdam alanı var ve her yıl o alana yönelik 20 bin genç daha geliyor!

Sonuçta; yüzde 95’i hayal kırıklığına uğruyor ve işsiz kalıyor...

***


Ayça, Şişli Meydanı’nda simit satıyormuş...

Benim dönem arkadaşlarımdan meslekte kalanların sayısı bir elin beş parmağını geçmez... Herkes ayrı bir alana savruldu!

“Kereste” işiyle uğraşan ve çok da başarılı olan bir arkadaşım bile var örneğin... Hepimizden zengin!

Gazeteci olamadı ama iyi bir keresteci oldu.

Sakın yanlış anlaşılmasın, kerestecilik de kutsal meslek, her meslek gibi... Ama bizim işle ne ilgisi var?

O arkadaşımız neden 50 küsur dersin sınavına girip dirsek çürüttü?

(Kızma Osman, seni seviyorum...)

***


Bırakın bizim sektörü; üniversitelerden bu yıl 500 binden fazla genç mezun oldu...

Kaçı eğitimini aldığı alanda iş bulacak?

Birkaç bin doktor ve hemşire, birkaç bin mühendis, birkaç bin öğretmen, birkaç bin ilahiyatçı, birkaç bin işletmeci...

Gerisi...

Ya işsiz ya keresteci ya da simitçi...

***


Başbakan yıllardır süren protestolara nihayet kulak vermiş ve üniversitelerin “parasız” hale getirilmesi için çalışma yapılmasını emretmiş...

İyi etmiş!

Üniversiteler de üniversite mezun olmak da artık “beş para” etmiyor çünkü!

*****


Günün sorusu 

Sorum grev yasağına karşı çıktıkları için ayda 4 bin 500 lira maaş alan Türk teknisyenleri işten atıp, ayda 12 bin liraya Romen ve Yunan teknisyen ithal eden; bir de otel, yemek ve ulaşım masraflarını karşılayan THY yöneticilerine:

O koltukları bırakmak zorunda kaldığınızda başınıza gelebilecek şeyleri ara sıra olsun düşünüyor musunuz?

*****


TGB’li bir üniversitelinin kaleminden köy izlenimleri...

Kararlı muhalif duruşlarıyla ön plana çıkan Türkiye Gençlik Birliği üyesi üniversite öğrencileri, “emeğin ne olduğunu” anlamak ve “yerinde görmek” için iki haftadır Malatya’da...

Bu gençlerin çoğu İstanbul’da, Ankara’da doğmuş ve belki de ilk kez bir köye gidiyor... Üstelik “görmek” için değil, “kayısı toplama işinde” çalışmak için...

Bu ilginç deneyimde yaşadıklarını ve hissettiklerini çok merak ediyorum.

Grupta bulunan öğrencilerden Sevda Gül Tuncer’in izlenimlerini bugünden itibaren sizinle günü gününe paylaşacağım. Üniversiteli idealist bir genç kızın kaleminden “köy ve tarım işçisi gerçeğini” merakla okuyacağınıza eminim:

1. GÜN

TGB köylüden öğrenmeye, emeğin önemini anlamaya gidiyor, diye anlattık yolculuk sebebimizi... Ve nihayet ikinci ekiple birlikte ben de Malatya’dayım.

Malatya’ya vardıktan sonra otobüsle Durucasu’ya kadar geliyoruz. Ancak buradan sonra gideceğimiz köye otobüs ya da dolmuş olmadığı için otostopu tercih ediyoruz. İlk öğrendiğim şey şu oluyor:

Burada herkes otostop çekeni arabasına alıyormuş. Yani insandan korkmuyorlar...

Çalışmayı yapacağımız alana varıyoruz.

Geniş, düz bir arazi üzerine kurulmuş çadırlar ve hemen önünde serili kayısılar karşılıyor bizi.

Hemen solumuzda ise kayısı ağaçları uzanıyor tepeye doğru.

“Patik” yapan arkadaşlarla kucaklaşıyoruz...

Eşyalarımızı yerleştirir yerleştirmez işbaşı yapıyoruz.

Kayısı kısaca şöyle işleniyormuş:

Önce ağaç sallanıp dökülen kayısılar toplanıyor. Sonra bu kayısılar islim çadırı denen yerde kükürt yakılarak bir gün bekletiliyor. İslimdeki kayısılar sergilere seriliyor, iki gün sergide bekleyen kayısı tekrar toplanıyor... “Patik” denilen kayısının çekirdeğinin çıkarılması işlemi yapıldıktan sonra kayısı tekrar kurumaya bırakılıyor, üç gün sonra toplanıyor... İşte bu kayısı, bizim her gün yediğimiz, bazen çöpe attığımız, burun kıvırdığımız kuru kayısı haline gelmiş oluyor.

İlk gelenlere bir veya iki gün bu üretim süreci öğretiliyor... Dolayısıyla şimdilik köylüye yardım amaçlı gidemedim. Ama köylü ağabey ve ablalar bizi ziyarete geliyor.

Bu ziyaretlerin birinde bir köylü ablanın söylediği sözlerle bugünkü notlarımı bitirmek istiyorum... Çünkü bu cümle bundan sonraki tüm günlerime damga vuracak gibi...

“Siz bizi anlamaya geldiniz öyle mi? O zaman çalışın burada saatlerce, uğraşın, didinin güneşin altında... Bayılın, hasta olun, ağaçtan düşüp ölen arkadaşlarınızın arkasından gözyaşı dökün... Sonra götürün kayısıları satmaya... Bırakın üç beş kuruş para kazanmayı, zarar edin, sersefil açıkta kalın... Hah; işte o zaman anlarsınız köylüyü...”

DEVAM EDECEK

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları