loading
close
SON DAKİKALAR

Danıştay başsavcılığından ortaöğretimde türbana iptal istemi

Ömer Faruk Eminağaoğlu
Tarih: 30.01.2016

Ömer Faruk Eminağaoğlu; AKP adına 2008 yılında savunma yapan Bekir Bozdağ, AKP'nin kamu kurumlarında veya ortaöğretimde türban konusunda bir niyet veya çalışmasının olmadığını vurgulamıştır.

AKP hakkında 2008 yılında açılan kapatma davasında, AKP adına 2008 yılında savunma yapan Bekir Bozdağ, AKP'nin kamu kurumlarında veya ortaöğretimde türban konusunda bir niyet veya çalışmasının olmadığını vurgulamıştır.

Savunmadaki bu beyanlar, Anayasa Mahkemesi'nin konu hakkındaki kararında da yer almıştır.

Kapatma davasından kendisini kurtaran AKP, dava sonrasında din sömürüsünü artırarak devam ettirmiş, 2014 yılında ortaöğretimde türbanı serbest bırakan yönetmelik değişikliğini de gerçekleştirmiştir.

Bu yönetmelik değişikliğinin iptali için Danıştay'da oğluma velayeten 2014 yılında açmış olduğum davada, Danıştay Başsavcılığı, yapılan yönetmelik değişikliğinin iptali doğrultusunda 07.01.2016 tarihinde görüş belirtmiş olup, dava devam etmektedir.

Bu davaya, Bekir Bozdağ'ın beyanları da ayrıca kanıt olarak sunulmuştur. (Dava dilekçesi sayfa 6,7)

Dilekçe:


DAVA :Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması hakkında Yönetmelik’in iptali ve yürütmesinin durdurulması

YAYIM TARİHİ : 27.9.2014 tarih ve 29132 sayılı Resmi Gazete

DAVA TARİHİ :30.9.2014


1- GENEL AÇIKLAMA

27.11.2012 tarih ve 28480 sayılı resmi gazetede yayımlanan, Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğin bazı hükümleri, 27.9.2012 tarih ve 29132 sayılı resmi gazetede yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yönetmelikle değiştirilmiş ve yapılan değişiklikler yürürlüğe girmiştir.

Yapılan değişiklikler, açıkça hukuka aykırı olduğu gibi, bu değişiklikten kaynaklı uygulama nedeniyle de, giderilmesi güç veya olanaksız zararların ortaya çıkacağı tartışmasızdır.

Başlayan ve ilerleyen eğitim ve öğretim yılı nedeniyle belirtilen hususlar gözetilerek, 2577 sayılı Yasa’nın 27 nci maddesi hükümleri uyarınca, anılan Yasa’nın 16 ncı maddesindeki süreler kısaltılıp, hatta memur eliyle tebligat yapılması yoluna gidilerek, öncelikle incelenerek, teminatsız olarak, yine koşulların varlığı nedeniyle takdiren savunma süresi de beklenmeksizin, yürütmenin durdurulması ve iptal kararı verilmesi gerekmektedir.


2- TARAF SIFATLARI

a- Davacı sıfatı

Velayetim altındaki oğlum Onat Eminağaoğlu, Çankaya Beytepe Ortaokulu’nda öğrenimine devam etmektedir. Buna ilişkin aile nüfus tablosu ve öğrenci belgesi ilişikte sunulmuştur.

Dava konusu Yönetmeliğin 2012 de yürürlüğe konulan 4 ncü maddesinin d ve e bentleri, kız ve erkek öğrencilere uygulanan hükümler içermektedir. Bu hükümlerde değişiklik yapılması yoluna gidilmiştir. Değiştirilen bu hükümler, velisi olduğum öğrenciye de uygulanan hükümler olduğundan, davacı sıfatının varlığı tartışmasızdır.

Dava konusu Yönetmeliğin 2012 de yürürlüğe konulan 3 ncü maddesinin 6 ncı bendinde kız öğrenciler ifadesi geçmektedir. Bu bent yürürlükten kaldırılmıştır. Kız öğrenciler ifadesi geçen ve kaldırılan bu hükümden, “karma eğitimin” geçerli olması nedeniyle, kız öğrencilerle aynı sınıfta, aynı okulda, serbest ve eşit ilişki, iletişim ve diyalog ortamında bulunan oğlum da doğrudan etkilenmektedir.Artık kız öğrencilere dinsel yönden daha geniş bir alan yaratılmış olup, karma eğitim nedeniyle kız öğrencilerle birlikte aynı ortamı paylaşan velisi olduğum oğlum da, kız öğrencilere yaratılan ve aşağıda açıklanan o geniş ortam dışında olamadığından,yeni uygulamaya göre hareket eden ve edecek kızların, bu dinsel uygulamalarının doğrudan etki alanında kalmakta, bu düzenlemeden doğrudan etkilenmektedir.

Belirtilen nedenlerle, velayeten davacı sıfatıyla bu dava açılmıştır.

b- Davalı sıfatı

Dava konusu edilen ve 27.9.2014 tarihli resmi gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğinin yürürlüğe konulması, Milli Eğitim Bakanlığının başvurusu üzerine, Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla gerçekleştirilmiştir.

Dava konusu edilen Yönetmelik, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda uygulanan, yayımı tarihinde yürürlüğe sokulan, Bakanlar Kurulunca yürütülen bir yönetmeliktir.

Belirtilen nedenlerle dava, Bakanlar Kurulu’nu temsilen Başbakanlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’na karşı açılmıştır.


3- DAVA KONUSU EDİLEN HÜKÜMLER

a- Değişiklik öncesi metin

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 26.11.2012 tarih ve 183435 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nun 26.11.2012 tarih ve 2012/3959 sayılı kararı ile kabul edilerek, 27.11.2012 tarih ve 28480 sayılı resmi gazetede yayımlanan, Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik (ilgili hükümler)

Temel ilkeler

MADDE 3 –

(6) Kız öğrenciler, imam-hatip ortaokul ve liseleri ile çok programlı liselerin imam-hatip programlarında tüm derslerde, ortaokul ve liselerde ise seçmeli Kur'an-ı Kerim derslerinde başlarını örtebilir.

Kılık ve kıyafet sınırlamaları

MADDE 4 – (1) Öğrenciler;

d) Siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz ve giysileri giyemez,
e) Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz, bıyık ve sakal bırakamaz. 3üncü maddenin altıncı fıkrası hükümleri saklıdır.

b- Değişiklik sonrası metin

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 17.9.2014 tarih ve 8 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nun 22.9.2014 tarih ve 2012/6813 sayılı kararı ile kabul edilerek, 27.9.2014 tarih ve 29132 sayılı resmi gazetede yayımlanan, Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik

MADDE 1 – 26/11/2012 tarihli ve 2012/3959 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin altıncı fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“d) Okullarda yüzü açık bulunur; siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz; saç boyama, vücuda dövme ve makyaj yapamaz, pirsing takamaz, bıyık ve sakal bırakamaz,
e) Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda okul içinde baş açık bulunur.”

c- Dava konusu metin

Dava konusu edilen metin, 27.9.2014 tarihli resmi gazetede yayımlanan yönetmelikteki,içeriği yukarıda ortaya konulan 1 nci maddenin tamamıdır.

3 maddeden oluşan bu Yönetmeliğin, 2 nci maddesi yürürlük, 3 ncü maddesi ise yürütme maddesi olup; 1 nci madde iptal edilmekle, yürürlük ve yürütme maddelerinden ibaret diğer maddelerin de uygulanma olanağı kalmayacağından, o maddelerin de iptali, bu şekilde 27.9.2014 tarihli resmi gazetede yayımlanan“Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin” iptali gerekmektedir.


4- AÇIKLAMALAR

Yapılan düzenleme, geleneksel olmakla sınırlı kalmayan, bunun ötesine geçen dinsel bir kural ve uygulamaya dayanak yaratmıştır. Daha önce sadece seçmeli kuran derslerinde varlığı kabul edilen, böylece doğrudan dinsel boyut taşıdığı ortaya konulan ve bu şekilde uygulama alanı bulan durum, şimdi seçmeli kuran derslerinin dışında tüm derslerde, ders dışında, okulun her yerinde, her saatte söz konusu olabilecektir. Bu durum, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, imam hatip lisesi ve imam hatip ortaokulları dışındaki tüm eğitim ve öğretim kurumlarında, dinsel kurallara uygulama alanı yaratmak, bu okulları da imam hatipleştirmek anlamına gelmektedir.

Yapılan düzenleme nedeniyle, önceden sadece kuran derslerinde ve bu derslerde de dine dayalı görünüm nedeniyle kabul edilen uygulama, şimdi kuran dersleri dışındaki tüm zamana yayılmakla, eğitim ve öğretime tamamen dinsel bir alan yönünden bakılır olmuştur.

Seçmeli kuran derslerine girmeyen kız veya erkek tüm öğrenciler de, artık diğer derslerde bu şekilde türbanlı kız öğrencilerle birlikte olmak durumunda bırakılacak, seçmeli kuran derslerinin hava ve atmosferi, görünümü, seçmeli olsun veya olmasın tüm derslere, tüm okula yayılacak, herkes bu atmosferin içinde tutulacak ve bu ortamdan etkilenecektir. Sonuçta kuran derslerinin içeriği seçmeli, görünümü ise tüm okulu kuşatıcı ve kapsayıcı, etkisi altına alıcı bir hale dönüşecektir. Diğer öğrencileri bu durumdan koruyacak hukuksal bir önlem bu düzenlemeler karşısında söz konusu olamaz. Hukuka aykırılık bu derece açıktır.

Önceki yönetmelikteki düzenlemenin bu şekilde değiştirilmesinin, hukuksal gerekçesi ortaya konulamamıştır. Önceki yönetmelikte, inanç alanında ve o derslerle sınırlı uygulama alanı bulan türban, şimdi tüm eğitim zamanına yayılmaktadır. Bu durum bir özgürleşme değil, eğitimin, inançla ilgili olmayan derslerde bile dinselleşmesidir.

Daha önce, eğitimdeki sadece kuran dersine ait olarak varlığı kabul edilen bu görünümün, şimdi kuran dersi koşulundan çıkarılması demek, önceden ancak dinsel yönden geçerliliği kabul edilen bir konuda, şimdi dinin alanının, inanç sahası dışında tüm eğitim zamanına yayılmasıdemektir. Bu da laik eğitimin ortadan kalkması anlamındadır.

Yapılan bu düzenleme ile, önceden seçmeli kuran dersleriyle bağlantılı olarak varlığı kabul edilen bir uygulama, artık seçmeli olsun veya olmasın, kuran dersi olsun veya olmasın, ders saati olsun veya olmasın, tüm eğitim zamanını kaplamakta, o kişiler lehine ayrımcılık yapılmakta, bu ise diğer öğrenciler aleyhine durum yaratmaktadır.

Reşit olmayan, hukuksal ehliyetleri bulunmayan bu kişilerin durumu ile; seçmeli kuran derslerinde türban takılabilmesi durumunun, yine üniversite öğrencilerinin ve kamuda çalışanların üstelik anayasa ve uluslararası hukuka aykırı biçimde türban takmaları durumu, asla bir tutulamaz ve yapılan düzenlemeye gerekçe olarak gösterilemez.

Laiklik ve bunun gereği olarak laik eğitim ve hukuk devleti uyarınca, söz konusu eğitim kurumlarında, bu düzenlemede ortaya konulduğu biçimde dinsel uygulamalara geçerlilik sağlanamaz.

Bu doğrultudaki düzenleme ve bu düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkan uygulamalar çok açıkça, Anayasa’nın 2 nci maddesindeki laiklik ve hukuk devletine, 10 maddesi yönünden ayrımcılık yasağı ve eşitlik hükümlerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

Bu düzenleme Anayasa’nın 24/son maddesindeki, “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” hükmüne, yine Anayasa’nın 42 nci maddesine de aykırılık oluşturmaktadır.

Söz konusu düzenleme, temel hak ve özgürlükler yönünden Anayasa’nın 90/son maddesini de gündeme taşımaktadır. Bu düzenleme Anayasa’nın 90/ son maddesi gözetildiğinde;BM Çocuk Hakları Sözleşmesine, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesine,İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine, bu çerçevede verilmiş bulunan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ile ayrıca bunlara göndermede bulunarak verilenAnayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına da çok açıkça aykırıdır.

Bu sözleşme ve kararlarda hukuka aykırılık son derece açık bir biçimde ortaya konulmuş olup, hukukçu olmanın zorunlu gereği olarak bilinmemesi mümkün olmayan bu kural ve kararları burada ifade etmek, Yüksek Mahkeme yönünden bu hususların bilinmediği anlamına da gelebilecektir.Bu durum gözetilip, ayrıca bir tekrar ya da hatırlatma niteliğinde olacak bu kararları ifade etmeye gerek duyulmamıştır.

Eşitlik çerçevesinde, ayrımcılığa dayanmayan, çağdaş ilkeleri esas alan karma eğitimin, tacizi tetiklediği, bu nedenle karma eğitimden vazgeçilmesi gerektiğini ileri sürenler, daha önce bir korunma aracı olarak, örtünmeyi de ifade etmekte idiler. Bu yollarla örtünme, aynı zamanda dinsel baskı ve sömürü üzerinden, çocuğun bir cinsel obje haline getirilmesi şeklinde gündemde tutulmuştur. Örtünme konusunda belirli mesafe katedenler, şimdi de karma eğitim konusuna yönelmişlerdir. Bu düşünceler, konuya nasıl yaklaşıldığını ve yapılanların hangi anlayışla gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Bu konuda iki haber ekte sunulmuştur.

Orhan Erinç’in de, Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Hoş Geldin Mecelle (!)” başlığı altındaki 25.9.2014 tarihli köşe yazısında vurguladığı üzere,Türk Medeni Yasası’nın 1926 yılında yürürlüğe girmesiyle kaldırılan Mecelle’nin 986 ncı maddesinde, kızlarda buluğ çağının başlangıcının 9, erkeklerde ise 12 yaşı olduğu vurgulanmaktadır. Buluğa ermek, yani cinsel yönden olgunlaşmak, Mecelle’ye göre hem dinsel yönden yükümlülüğe girmek, hem de ergenliğe ulaşmak için yeterli sayılmaktadır. Kızların ilkokuldan sonra okuldan alıkonulmalarında yatan gerçek te budur.

İşte şimdi yapılan yönetmelik değişikliği ile,ilkokulların kapsam dışı bırakılıp, peçeye şimdilik olanak sağlanmayıp, bu husus üzerinden ise gerçekte, ilkokul sonrası örtünme konusu getirilmekle, kız çocuklarına dinsel bakışla cinsel kimlikleri ile yaklaşılmış, onların çocuklukları görmezden gelinmiştir. Öte yandan aslında ifade edilmemesine rağmen yapılan ise, bütünüyle Mecelle hükümlerine uygulama alanı yaratmak, Cumhuriyet, hukuk devrimi ve laikliğe yönelik hükümleri bertaraf etmek sonucunu doğurmuştur.

Türk Tabipler Birliği ile Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği tarafından basın açıklamasına konu edilen ekte yer alan uzman görüşünde de açıkça vurgulandığı üzere özetle;

“BM Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca 18 yaşından küçük olanlar çocuk olarak kabul edilmektedir. Beşinci sınıfa başlayan, yani ortalama 10 yaşında olan çocukların, henüz soyut düşünme becerileri gelişmemiştir. Ergenlik özelliği olarak soyut düşünme 12 yaşında başlayabilmekle birlikte, bu durum daha sonraki yaşlara da sarkabilmektedir. Bu nedenle soyut bir alan olan dinin ve dini kavramların, 10-18 yaş aralığındaki çocuklar tarafından özümsenmesi ve bu konuda kendi kararlarını vermesi beklenemez. Bu durumda çocuğun başını örtmesi, erişkinler veya çevresindeki etkisi altında kaldığı kişiler nedeniyle olacaktır.

Soyut düşünemeyen çocuklar, günah kavramı nedeniyle, suç işlememe psikolojisi altında, suç işlememek düşüncesiyle örtünme yoluna gidecek, bunu yapmazsa kendisini hep potansiyel bir suçlu gibi görecektir. Erken yaştaki suçluluk duygusu, çocuğun gelişimine, özgür ve yaratıcı düşünmesine, özgüvenine doğrudan etki eden bir durumdur. Çocuk yaştaki bu durumlardan kaynaklanan izler, ileriki yaşlarda kimlik ve kişilik yönünden olumsuzlarını ortaya çıkarmakta, ruhsal hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır. Oysa ülkelerin gelişmesi ve kalkınması o ülkede yetişen yaratıcı düşünceye sahip insanlar tarafından sağlanmaktadır.

Başörtüsü takma, kız ve erkek çocuğuna kimliklerinin henüz geliştiği bir dönemde kızların erkeklerden sosyal anlamda farklı olduklarını, kız çocuğunun artık cinsel bir nesne durumuna geldiği mesajını da verecektir. Gelişim düzeyi bakımından cinselliği de henüz bilmeyen ve toplumsal anlamını tam olarak kavrayamayacak olan çocuklar bu uygulamayla gereğinden erken bir yaşta cinsellik konusuna ilişkin sorgulamalara maruz bırakılacaklardır. Bu yaşlarda cinselliği de sağlıklı biçimde anlamaları, algılamaları ve kimlikleriyle bütünleştirmeleri mümkün değildir.”

Yukarıda ortaya konulan düzenleyici işlem, belirtilen ve resen gözetilecek gerekçelerle, neden, konu ve amaç unsurları yönünden açıkça hukuka aykırı olduğundan iptali gerekmektedir.

Açıkça hukuka aykırı olan bu hükümler uygulandıkça, bıraktığı izlerin giderilmesi güç veya olanaksız olacağı ortadadır. Kişinin geleceğini doğrudan etkileyen böyle bir durumda yürütmenin durdurulması koşullarının varlığı da tartışmasızdır.

Dava konusu edilen düzenleme, Anayasa’nın emredici kurallarına aykırı olduğu gibi, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın emredici hükümlerine de çok açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğuna karar verdiği parti eylemleri içinde, bu ve benzeri düzenlemeler, aykırı eylem niteliğinde sayılmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açılan 2008/1 esas sayılı davada, Anayasa Mahkemesi, bu partinin, laik ve demokratik Cumhuriyete aykırılığın odağı olduğu saptaması yapmıştır. Halen hükümet eden ve bu düzenlemeyi yapan da aynı parti hükümetidir. O davada AKP savunma yaparken, kendi lehine olan kanıtların toplanmadığını ileri sürmüş ve savunmasında şunları söylemiştir:

b) Bekir Bozdağ’ın; “Kamu kurumları ve ortaöğretime yönelik bir çalışmamız, böyle bir niyetimiz yok. Anayasaya açık açık yazdık. Buna rağmen hala bu noktada sorgulama yapanlar var. Görüntülerin çoğunun yalan çıktığı, başka haberlerden de anlaşılıyor. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin, iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum.” dediği, gazetecilerin basında yer alan fotoğrafları görüp görmediğini sormaları üzerine Bekir Bozdağ, “ Gördüm. Daha önce de gördüm. Hepsi yalan çıktı.” ifadeleri iddianameye alınırken (İddianame, s. 102), aynı konuşmada geçen ve basında yer alan; “Bozdağ, bugün bazı hastanelerde başörtülü personelin çalıştığını gösteren haberlerin hatırlatılması üzerine de “Biz bu konudaki düşüncemizi gayet açık söyledik. Dedik ki sadece yükseköğrenime dönük düzenleme yapıyoruz. Hatta eleştiriler olunca hazırladığımız metne ‘yükseköğrenim’ kelimesini de ekledik. Bizim kamu kurumlarına veya ortaöğretime dönük bir çalışmamız yoktur, böyle bir niyetimiz de yoktur. Biz bunu defalarca açıkladık. Böyle bir niyetimiz yok, böyle bir çalışmamız yok, böyle bir uygulamamız yok…” şeklinde konuştu.
Bozdağ, bu açıklamalara rağmen hala “sorgulama yapanların” iyi niyetli hareket etmediklerini söyledi. Görüntülerin hatırlatılması üzerine de Bozdağ şöyle konuştu:
“Görüntüleri çoğunun yalan çıktığı daha sonraki başka haberlerden de anlaşılıyor. Bunlarla ilgili görüntüsü olanlar ilgili makamlara ihbarda bulunur, onlar da gereğini yapar. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum.
Daha önce de fotoğraflar gördük, daha sonra hepsi yalan çıktı. En son geçen haftalarda yaşadık, aynı gazetenin verdiği örnekler… Arkası boş… Böyle bir uygulama varsa ilgili makamlara bildirilir, onlar da gereğini yapar. Yapmazlarsa yapmayanlar hakkında gereği yapılır. En son Tarsus’ta yaşanan hadise… Nerelere çekildi, arkasından neler çıktı. Bizim dönemimizde böyle bir uygulama olmamıştır, olmasında da müsaade etmedik. Bundan sonra da etmeyeceğiz. Bizim kamuya, ortaöğretime veya ilköğretime dönük bir çalışmamız yok… Ama bizim olmayan niyetimizi, olmayan çalışmamızı varmış gibi gösterenler kendi ahlak anlayışları içerisinde bunu yansıtabilirler.” (Anadolu Ajansı, 25.02.2007) açıklamaları hiç görmemiş ve iddianameye almamıştır.

Bu savunmada, kamuda, ortaöğretimde örtünme gibi bir amaç ve niyetlerinin asla taşınmadığı, ancak iradelerini çarpıtanların ahlak anlayışlarının sorgulanması gerektiği ifade edilmiş iken, şimdi ortaöğretimde örtünmeye yönelik düzenleme getirilmektedir!!!

Anayasa Mahkemesi aynı davadaki gerekçeli kararında şu vurgulamayı yapmıştır:
…kadın-erkek eşitliğinde ileri bir aşama olan pozitif ayrımcılık temel bir anayasal ilke olarak kabul edilmiştir…
Davalı partinin Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen “demokratik ve laik cumhuriyet” ilkesine aykırı bazı eylemleri belirlenmiştir. Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, Kuran Kurslarına yönelik yaş kısıtlaması ve İmam Hatip Liselerine uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılmasına yönelik toplumsal taleplerin bulunduğu görülmektedir. Ancak davalı partinin bu doğrultudaki siyasal mücadelesini laiklik ilkesinin Anayasanın somut kurallarında ortaya çıkan tercihe uygun biçimde yürüttüğü savunulamaz. Bu sorunlar toplumda ayrışma ve gerginliklere yol açacak düzeyde siyasetin temel sorunu haline dönüştürülmüş, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmış, toplumun temel ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarının siyasetin gündeminde yer alması güçleşmiştir. Davalı parti kurulduktan hemen sonra girdiği ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olarak ülkeyi yönetme yetki ve sorumluluğunu üstlenmiş bulunmaktadır. Bu sorumluluğun yalnızca kendi siyasal tabanına karşı değil, tüm ülkeyi kapsayan, kamu yararı amacıyla ve devlet iktidarı kullanımı için geçerli tüm anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği inkâr edilemez.
Anayasa Mahkemesinin E. 2008/16, K. 2008/116 sayılı kararıyla iptal edilen 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir.

2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 106 ncı maddesinin emredici kuralı uyarınca, ortaya konulan gerekçe ve kararlar gözetildiğinde, açılan bu davanın, Dairenize söz konusu madde uyarınca yüklenen görev gereği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na da, siyasi parti eylemi olarak bildirilmesi zorunluluğu söz konusudur.


SONUÇ ve İSTEK:

Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 17.9.2014 tarih ve 8 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nun 22.9.2014 tarih ve 2012/6813 sayılı kararı ile kabul edilerek, 27.9.2014 tarih ve 29132 sayılı resmi gazetede yayımlanan, Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik hakkında;

1- Savunma süresi beklenmeden veya savunma süresi kısaltılarak, tebligatın görevli eliyle yapılması yoluna gidilerek, açık hukuka aykırılık karşısında, giderilmesi güç veya olanaksız zararlar gözetilerek, teminatsız olarak, yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi,
2- Hukuka aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi,
3- Dava ve davaya konu düzenlemeden, 2820 sayılı Yasa’nın 106 ncı maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haberdar edilmesi,

arz ve talep olunur. 30.9.2014

Davacı
Onat Eminağaoğlu’na velayeten Ömer Faruk Eminağaoğlu

Ek dilekçe:

EK BEYANLAR:

30.9.2014 tarihli dava dilekçesi ile açılan davada dayanılan kurallar ortaya konulmuştur.

Yapılan düzenleme ve bu düzenleme ile ortaya çıkan uygulama Anayasa’nın 90/son maddesine aykırıdır.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde, BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesinde, temel haklar bağlamında çocukların yararı gözetilerek düzenlemeler yapılmış ve yine her türlü ayrımcılık yasaklanmıştır. Bu sözleşmeler Anayasa’nın 90/son maddesi kapsamında uygulama alanı bulan sözleşmelerdir. Aynı durum İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi içinde söz konusudur.

Anayasa’nın 10 ncu maddesinde de her türlü ayrımcılık yasaklanmış, eşitliğin esas olduğu belirtilmiş, yine Anayasa’nın 2 nci maddesinde laiklik ve hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmezliği vurgulanmıştır.

Ayrımcılık içeren ve bu bağlamda cinsiyet ayrımcılığını vurgulayan hüküm taşıyan Mecelle, 1926 yılında yapılan hukuk devrimi ile kaldırılmış, laiklik ve hukuk devleti ilkeleri gözetilerek Türk Medeni Yasası kabul edilmiştir.

Laik hukuk sistemi uyarınca bu uygulama halen sürdürülmekte olup, 2001 yılında kabul edilen yeni Türk Medeni Yasası’nda da doğal olarak aynı anlayış benimsenmiştir.

Eşitlik ve cinsiyet ayrımcılık yasağı, temel hak ve özgürlükler yönünden söz konusu olup, bu durum, Anayasa’nın 10, İHAS’nin 14 ncü gibi maddelerinde çok açıkça vurgulanmıştır.

Temel hak ve özgürlükler ise, yine Anayasa’nın 12 nci maddesinde de vurgulandığı üzere, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez niteliğe sahiptirler.

Yapılan düzenleme, Mecellenin 986 ncı maddesi gibi ayrımcılık içerenhükümleri uygulamaya taşıyan niteliktedir. Bu nedenle dava dilekçesinde ve bu ek beyanlarda belirtilen nedenlerle çok açıkça hukuka aykırıdır.

SONUÇ : Dava dilekçesinde ve yukarıda belirtilen beyanlar gözetilerek, dava dilekçesi doğrultusunda karar verilmesi arz ve talep olunur. 27.10.2014

Onat Eminağaoğlu’na velayeten Ömer Faruk Eminağaoğlu /Davacı








Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları