Onur Öymen; Süleyman Şah Türbesinde görev yapan askerlerimiz bir operasyonla kurtarıldı.
Süleyman Şah Türbesinde görev yapan askerlerimiz bir operasyonla kurtarıldı. Ancak Türkiye’nin egemenlik hakkına sahip bulunduğu Türbeden ve civarındaki araziden çekilmesi ve Türbeyi Suriye toprağı Eşme’ye taşıma kararı ciddi tartışmalara yol açtı. İktidar bu operasyonu büyük bir başarı olarak ilan ederken muhalefet vatan toprağının terkedilmesini şiddetle eleştirdi.
İşin aslı şudur: Osmanlı devletinin kurucusu Sultan Osman’ın dedesi olduğu kabul edilen Süleyman Şah’ın türbesinin bulunduğu yer, Türkiye’ye Fransa arasında imzalanan 1921 tarihli Ankara Antlaşmasının 9. maddesine ve Lozan Antlaşması’nın 3. maddesine göre Türk toprağı sayılmakta, Suriye de bunun kabul etmektedir. Bu Türbenin yeri, Tabka barajının sularının altında kalacağı gerekçesiyle 1973 yılında Türkiye ile Suriye arasında varılan bir anlaşmayla değiştirilerek bugünkü yerine taşınmıştır.
Suriye’de yaşanan çatışmalar sonucunda o bölge terör örgütlerinin tehdidi altına girince Türk Hükümeti Süleyman Şah Türbesinin Kırmızı Çizgilerimiz olduğunu, oraya yapılacak bir saldırının bedelinin misliyle ödetileceğini söylemişti. Yani devletimizin politikası Türbe ve civarının savunulması yönündeydi.
Türk Hükümet yetkilileri ayrıca gerektiğinde Suriye’ye askeri müdahalede bulunulabileceğini ima ederek Cuma namazını Şam’da kılabileceklerini de ifade etmişlerdi.
Bu kararlı ifadelerden sonra ne olmuştur da oradaki askerlerimizin tahliyesi ve Türbe topraklarının terkedilmesi gerekmiştir? İŞID’ın çok kısa süre içinde Türbeye saldıracağı yolunda istihbarat mı alınmıştır? Öyleyse bunun sebebi nedir? Acaba Türkiye’nin Amerika’yla Esat Hükümetine ve IŞID’a karşı Özgür Suriye Ordusu militanlarını eğitip donatma anlaşması imzalaması mı tehdit düzeyini yükseltmiştir? Askerlerin ve Türbenin tahliyesinden başka seçenek kalmadığı için mi bu yola gidilmiştir?
Türkiye’nin imzaladığı antlaşmalara göre Süleyman Şah Türbesinin ve civarındaki toprağın hukuken ülkemizin başka yerlerdeki topraklarından farkı yoktur. Yani Türkiye o toprakları koruma hakkına sahiptir ve görevini üstlenmiştir.
Geçmişte gerek Türkiye, gerek başka ülkeler en küçük bir toprak parçasının terkedilmesini kabul etmemişler ve bu uğurda büyük riskleri ve ağır fedakârlıkları göze almışlardır. Bunun örneklerinden biri Kardak adasına asker çıkartıp bayrak diken Yunanistan’ın Türkiye’nin bitişik adaya düzenlediği bir askeri harekâtla çekilme zorunda bırakılmasıdır.
Benzeri bir durum İspanya’yla Fas arasında 2002 yılında yılında yaşamış, üzerinde kimsenin yaşamadığı Perejil adacığına Fas’ın asker çıkartıp üs kurmaya çalışması üzerine İspanya askeri müdahalede bulunarak Fas askerlerini oradan uzaklaştırmıştır.
Daha ciddi bir durum Arjantin’in 1982 yılında Falkland Adalarını işgal etmesiyle yaşanmıştır. Adadaki 1700 kişilik nüfusu korumakla görevli 80 İngiliz askeri, 600 Arjantin askerinin harekâtı sonucunda etkisiz hale getirilmiş ve Adanın Valisi ertesi gün teslim olmuştur.
İngiltere bunun üzerine 100’den fazla savaş gemisini ve yardımcı gemiyi 8000 mil uzaktaki Falkland’a göndermiş ve Arjantin kuvvetleriyle savaşı göze almıştır. Sonunda Arjantin askerleri çekilmiş ve Falkland adaları yeniden İngiliz egemenliğine geçmiştir. Bu sonu sağlamak için İngiltere 255 askerini kaybetmeyi göz almış, 775 İngiliz askeri yaralanmış, 115 asker esir olmuştur.
İngiltere o savaşta 2 muhrip, 2 firkateyn ile 4 yardımcı gemi, 24 helikopter, 10 savaş uçağı kaybetmiştir.
Yani devletler askeri, stratejik ve ekonomik açılardan pek de önemli olmayan topraklarını bile savunmak için böyle büyük fedakârlıkları göze alabilmişlerdir.
Eğer askeri açıdan Türbe ve civarının savunulması olanaksız idiyse, kırmızı çizgiler gibi kararlılık söylemleri havada kalmıştır. Bu durumda yapılması gereken şey Suriye Hükümeti’yle Türbenin güvenli bir yere taşınması için mutabakata varmaktı. İlişkilerimizin durumu buna uygun değilse, diplomatik usullere uygun olarak, bu temaslar her iki ülkeyle de iyi ilişki içinde olan üçüncü bir devlet aracılığıyla yapılabilirdi. Hükümetin şimdi yaptığı gibi, egemenlik hakkına sahip bulunduğu bir bölgeden çekilip, aynı ülkenin başka bir bölgesinde fiili durum yaratarak tek başına egemenlik alanı kurmasının dünyadaki başka bir örneğini ben hatırlamıyorum.
Ayrıca askerlerimizin Türkiye’nin terör örgütü olarak ilan ettiği PKK güdümündeki PYD’nin kontrol ettiği topraklardan geçirilmesi de o örgütün meşruluğunu kabul ettiğimiz, hatta onlarla işbirliği yaptığımız şeklinde yorumlanmaya başlanmıştır.
Öte yandan, topraklarının korunmasında esas sorumluluk taşıyan Suriye Hükümetinin devrilmesi için silahlı mücadele veren gruplara destek olunması da Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına hizmet etmemiştir.
Egemenlik ve toprak bütünlüğü gibi konuların güncel sorunların ve risklerin giderilmesi için tartışmalı hale getirilmesi ülkemizin güvenlik çıkarlarına zarar verebilir
Bu durumda yapılması gereken Türkiye’nin Orta Doğuda ve diğer komşularımızla ilişkilerde başından beri izlediği politikaları gözden geçirmesi, iç çatışmalara katılmaktan uzak durması, sınırlarından hiçbir silahlı grubun geçmesine izin vermemesi, egemenlik alanlarımızda fiili durumların yaratılmasına müsaade etmemesi ve bölgemizdeki, PKK dahil, bütün terör örgütlerinin bertaraf edilmesine yönelik bir strateji savunmasıdır.
Hatadan dönmenin fazilet olduğu unutulmamalıdır.
Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen