Disiplin suçu ve siyaset
Prof. Dr. Cengiz Kuday; Bugün Dreyfus olayında Yüzbaşı Alfred Dreyfus için ihraç kararı verenleri kaç kişi hatırlıyor? Fakat haksızlığa uğramış Dreyfus’u bütün dünya hatırlıyor ve tanıyor.
Siyasetçi gelecek seçimi, devlet adamı gelecek kuşakları düşünür.
Bazı mevki sahipleri bulunduğu mevkinin geleceğini düşünür. İnsan ne kadar az düşünürse o kadar çok konuşur. Bundan yaklaşık 120 yıl öncesine gidelim.
Osmanlı İmparatorluğu’nu Kırım savaşının sürdüğü yıllarda tarihinde ilk kez dışarıya borçlanmıştı. Bu borçlar ileriki yıllarda daha da artmış ve faizleri dahi ödenemez hale gelmişti. II. Abdülhamit devrinde Düyunu Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. Çeşitli iş kolları, vergiler ve denetleme görevleri ile beraber devlet gelirinin önemli bir bölümü artık bu kuruma verilmişti. Düyunu Umumiye yönetimindeki alacaklı devletler imparatorluğun -tütün başta olmak üzere- en sağlam gelirlerine doğrudan el koymuştu.
Bu devletlerin güvenlik güçleri Osmanlı’nın güvenlik güçlerini kontrol etme durumuna gelmişti. Makedonya beş bölgeye ayrılmış, jandarma ıslahı için her bölgeye bir yabancı uzman subay verilmiş, yani topraklar bir nevi yabancı denetimine girmiştir. Bu jandarma bölgelerinin komutanlığını ise bir yabancı general yapmaktadır.
Manastır’daki, Rus Başkonsolosu Rostkovski rastladığı her Türk askerine hakaret etmekten geri durmamaktadır. Bir gün resmi bir binanın kapısında nöbet bekleyen Türk askerine kendisine selam verilmemiş olması gerekçesiyle vurur. Hakarete uğrayan asker dayanamaz ve silahı çekip konsolosu öldürür. Olayın ardından kurulan harp divanı, konsolosu vuran Halim adındaki askeri ve o sırada kapıda bekleyen ve hiçbir suçu olmayan bir başka askeri idama mahkûm eder. Harp divanında Enver Bey de görevlidir. Hiçbir şey yapamamanın derin ızdırabını bütün yaşamı boyunca duyacaktır.
Bu olay için o zamanın askeri idarelerince “disiplin suçu” gibi bir bahane ileri sürerler ve disiplinsizlik suçuyla idam edildiklerini savunurlar. Bu konu daha sonraki tarihlerde “disiplinsizlik mi, haksızlık mı” diye tartışılır. Ama dönemin askeri idaresini bu karar çok rahatsız eder.
DİSİPLİNSİZLİK Mİ, HAKSIZLIK MI?
Günümüzde de Harp Okulu mezunları, Milli Savunma Bakanlığı’nca “emre itaatte saygısızlık” yapmakla suçlanıyorlar. Genç teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözünü söyleme isteği defalarca hangi gerekçe ile ret ediliyor? Bu istek neden disiplinsizlik olarak algılanıyor? 26 Ağustos günü kuvvet komutanları ve ileri rütbedeki generaller Kocatepe yerine Ahlat’ta;
“büyük Kürdistan” hayalini kuran bir partinin üyeleri ile kol kola ellerini yukarı kaldırırken disiplin suçu işlemiş olmadılar mı? Bu sorunun yanıtına vicdanlarında nasıl cevap verebiliyorlarsa öyle de kararlar alabilirler.
Bugünlerde gerçek bir adalet savaşçısı olan Zola’nın yerinde olmak isterdim. Emile Zola yalnız bir yazı adamı olarak değil, bağnazlığa haksızlığa karşı savaşan öncü bir aydındı. Yazının girişinde sözünü ettiğimiz, 100 yıl önce yaşanan olay bugün ülkemizde farklı bir biçimde yüzlerce genç subayın geleceği için yaşanıyor.
Bugün Dreyfus olayında Yüzbaşı Alfred Dreyfus için ihraç kararı verenleri kaç kişi hatırlıyor? Fakat haksızlığa uğramış Dreyfus’u bütün dünya hatırlıyor ve tanıyor. Yineliyorum keşke bir hekim olmak yerine aynı cesaretle ve hitabet kabiliyetine sahip bir Zola olabilseydim. Bugün ülkemizde yeni Emile Zola’lara gereksinim büyük.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları