Şahin Mengü: Siyaset bilimi, demokrasinin imkanlarından yararlanarak iktidarı ele geçiren ve bir daha aynı yolla gitmek istemeyen partileri tanımlamak için bir formül geliştirmiştir
İstanbul seçimlerinin sonucunun, şehri kimin yöneteceğinin belirlenmesinin çok ötesinde, küresel ölçekte yansımaları olacaktır.
Biraz geçmişe gidelim
"Laiklik elden gidecekmiş. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek"
"'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir', yalan. Egemenlik sandığa giderken milletindir. Ama, maddede ve manada egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır"
"Demokrasi araç mı olacak, amaç mı olacak. İşte burası tartışmaya açılmalıdır. Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz. Demokrasi ancak ilmi noktada ele aldığımız zaman bir araç olduğunu göreceğiz .. Eğer demokrasi halk iradesinin tecellisi ise, o halk neyi istiyorsa onun neticede ortaya çıktığı bir araçtır. Öyle ise, demokrasiye inandığını söyleyenler bunun neticesine de katlanmak zorundadırlar".
Yukarıdakiler, Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu sırada kayda geçeni sözleridir (Kaynak: You Tube).
Bu sözler, millet egemenliğini sadece sandık sonucuna indirgeyen, demokrasiyi de arzu edilen sonuca götüren araç olarak gören; demokratik yöntemler zorlanarak sandıkta ulaşılan sonucu devletin temellerini yıkmak için kullanmayı meşru kılan ve her çağdaş devlette bulunan "kurucu iradeyi" yok sayan bir anlayışı yansıtıyor. Böyle bir anlayışın, demokrasiyi, demokrasinin yöntemleriyle ortadan kaldırmaya, "totaliterizm"i (toptancılık) yerleştirmeye ve iktidarda zorla kalıcı olmaya kapı açtığı bellidir.
Siyaset bilimi, demokrasinin imkanlarından yararlanarak iktidarı ele geçiren ve bir daha aynı yolla gitmek istemeyen partileri tanımlamak için bir formül geliştirmiştir:
"Bir kişi, bir oy - bir defa (one man, one vote - one time)"
Formülün birinci kısmı, seçimlerin her bireye yönetim hakkındaki tercihini belirtmek için sandıkta eşit fırsat verilmesi gerektiğine vurgu yapan demokrasinin en temel ilkesini yansıtıyor. Formülün ikinci kısmı ise, demokrasiyi araç olarak kullanarak iktidarı bir defa ele geçiren totaliter eğilimli partilerin iktidarı aynı yöntemle bırakmayacakları öngörüsüne dayanıyor.
İktidara demokratik yöntemlerle gelerek totaliterizme kayan ve bir daha gitmeyen iktidarlar için dünyadan verilebilecek örnekler vardır. Bu örneklerin en yaygın şekilde akla geleni Hitler Almanya'sıdır. Hitler, iktidarı sandık yoluyla ve meşruiyet içinde ele geçirmiştir, sonuç malumdur.
"Bir kişi, bir oy - bir defa" formülünün siyasal İslamcı partiler bakımından da geçerli olup olmadığı son yıllarda tartışılmaya başlanmıştır. Seçimle kazandığı mutlak iktidarı bırakan siyasal İslamcı partiye verilebilecek tek örnek vardır. Tunus Ennahda partisi ikinci geldiği başka bir seçim sonrası iktidarı daha çok oy alan laik partiyle paylaşmıştır.
Buna karşılık, aksi örnekler birden fazladır. Demokratik yöntemlerle yönetimi ele geçirdikten sonra aynı yoldan iktidar değişikliği yolunu tıkadıkları anlaşılınca, Cezayir'de İslami Selamet Cephesi 1992'de, Mısır'da Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler 2013'de darbe yoluyla iktidardan uzaklaştırılmıştır.
Bu tartışma kapsamında dünyanın merakla izlediği siyasal İslamcı parti AKP'dir.
2002'de iktidara gelen AKP'ne, batıda, "Hristiyan demokrat" partilerin Türkiye versiyonu gibi bir anlam yüklenmiş ve "ılımlı İslam" ile demokrasiyi bağdaştırarak diğer Müslüman ülkelere örnek olabileceği ümidiyle, dış dünyada yaygın şekilde destek görmüştür. Bu destek, seçimi kaybetmesi halinde, AKP'nin, demokrasinin gereği olarak, iktidarı devredeceği varsayımına da dayanmıştır.
Bu varsayım ilk kez yargının iktidar denetimine alındığı 2010 anayasa değişikliği ile sorgulanmaya başlanmıştır. AKP'nin demokrasiden yararlanarak ele geçirdiği iktidarı aynı yolla bırakmayabileceği kaygısı, eşitlik ve adalet ilkelerinden her defasında daha fazla uzaklaşan izleyen seçimlerde artmıştır. Adil ve eşit olmayan seçim ortamları, uluslararası gözlemci kuruluşların raporlarına da yansımıştır.
Ne var ki, CHP başta olmak üzere muhalif siyaset, geçmiş seçimlerin öncesinde, sandıkta ve sonrasında hiçbir varlık göstermeyince, bu kaygı bir sınamaya tabi tutulamamıştır. Hal böyle olunca, seçimleri kaybetmesi halinde AKP'nin yönetimi barışçıl şekilde devredip devretmeyeceği belirsizliğini korumuştur.
31 Mart seçimlerine ilişkin kampanya döneminde oluşturulan eşitsiz, adaletsiz, baskıcı ortam ile, tepe yöneticilerin tehditkar söylemleri, AKP'nin, genel idare bir yana, yerel yönetimleri bile ne pahasına olursa olsun bırakmayacağı kaygısı taşıyanları haklı çıkaracak nitelikte olmuştur.
Seçim sırasında YSK'nın ve Anadolu Ajansı'nın sergilediği tutum, AKP yöneticilerinin özellikle İstanbul seçimi sonrası davranışları kaygıları artırıcı yönde olmuştur. İstanbul seçimi hakkettiği üzere İmamoğlu'nun kazanması şeklinde sonuçlandırılsa bile, AKP hakkında duyulan kuşku giderilmiş olmayacaktır.
ABD dışişleri bakanlığı sözcüsünün 2 Nisan günü bir soruya verdiği yanıt, İstanbul seçimini dünyanın nasıl gördüğüne örnek olmuştur. Sözcü, seçim sonuçlarının kabulünün demokrasi gereği olduğuna vurgu yapmak ihtiyacını duyarak, şunları söylemiştir.
"(AKP'nin İstanbul ve Ankara seçim sonuçlarını sorguladığına ilişkin) raporları biliyoruz. Serbest ve adil seçimlerin herhangi bir demokrasi için zaruri olduğunu söylemeliyim. Bu, meşru seçim sonuçlarının kabulünün de zaruri olduğu anlamına gelir. Türkiye'den de daha azını bekliyor değiliz...." demiştir.
AKP, dünya nazarında kritik bir eşikte duruyor. Ancak, son seçimlerde şimdiye kadar çok kötü bir sınav verdi....