Şahin Mengü: Bu kanalın geçeceği denizyolu üzerinde Küçükçekmece Gölü, Prehistorik dönemin insan yaşamı bulguları, Yarımburgaz Mağarası, binlerce yıllık eski yerleşim bölgesi izlerini taşımaktadır.
Aşağıda okuyacağınız açıklama “Atatürk’te Birleştik” ilkesiyle yola çıkan Partiler üstü demokratik bir Kuvayi Milliye hareketi olan, benim de üyesi olmaktan onur duyduğum Milli Merkezin bir açıklamasıdır.
“Türkiye Cumhuriyeti, dört denizinde kıyıları ve sahil şeritleri olan bir coğrafyaya sahiptir.
Bu nedenle Anayasa’nın 43. maddesi kıyılar ve sahil şeritlerini özel koruma ve güvence altına almıştır. Bu madde 1961 Anayasasından bu yana önemini ve etkinliğini korumuştur. Hiçbir Anayasa değişikliğinde itiraz, değişim konusu olmamış, kelimesine bile dokunulmamıştır.
Ülke coğrafyasının kıyı ve sahil şeritlerini delen, değiştiren Kanal İstanbul Projesi’nin “yap, işlet devret” kuralı ve genel uygulaması ile yapılması, ÇED raporu düzenlenmesi, Anayasa’nın 43. maddesine esastan aykırıdır. Projeye göre, Karadeniz kıyısındaki kıyı kenarını delerek başlayan, İstanbul Boğazı’ndan daha uzun bir deniz yolu Marmara Denizi ve Çekmece Gölleri kıyılarını yeniden oluşturacaktır.
Açılacak kanal; geçtiği bölgelerde, kimi barajları, akarsuları aşarak kıyı ve sahil şeritlerini temelden değiştirecektir. Bu deniz yolu üzerinde, denize elverişli taşıtlar yük, yolcu taşıyacak, indirme-bindirme işlemleri yapacaklardır. Kanal kıyılarında, genel güvenlik ve deniz hukukuna uyarlı tesisler kurulacaktır.
Bu kanalın geçeceği denizyolu üzerinde Küçükçekmece Gölü, Prehistorik dönemin insan yaşamı bulguları, Yarımburgaz Mağarası, binlerce yıllık eski yerleşim bölgesi izlerini taşımaktadır.
Kanalın geçeceği bölgede tarihi köprüler, tabyalar, koruganlar yer almaktadır. Ayrıca yerleşik birinci derecede askeri gizli veya açık bölgeler, karargâhlar bulunmaktadır. Açılacak kanalın batısında bulunan askeri birliklerimizin ikmal ve takviyesi zorlaşacağı için Trakya’nın savunulması zafiyete uğrayacaktır. İki denizin birbirine bağlanması; birçok bilimsel çalışmayla açıklandığı üzere bölgede geri dönülmez şekilde büyük bir çevre tahribatı yaratacak, ayrıca Marmara Denizi’nin hızla kirlenmesine yolaçacaktır.
Montrö Sözleşmesi yürürlükte olduğu sürece, Boğazlardan geçecek hiçbir ticari veya askeri gemi kanaldan geçmeye zorlanamaz. Bu nedenle kanal geçişlerinden milyar dolarlık gelir sağlanması hayalden ibarettir. Gelir sağlamayacak bir kanalın yapım maliyeti ise ülkemizin güçlükler içindeki ekonomik yapısının kaldıramayacağı kadar büyük bir yük ve darbe olacaktır.
Kanalın kıyıları, Haliç ve İstanbul Boğazı’nın kıyıları ve bütün sahil şeritlerinin tâbi olduğu bilimsel ve hukuki şartlarla örtüşecektir. Bu nedenle işlemin başlaması aşamasından sonlandırılmasına kadar; bütün koşulları, olasılıkları, ayrıntıları yöneten bir organik kanun gerekmektedir. Bu deniz yolunun açılmasından sonra, iktisadi ve siyasi yönetiminin ve otoritenin de bu kanunla kurulması şarttır.
Anayasa’nın 43. maddesinin son fıkrası iki kavramı önemle tespit ve koruma altına almıştır. Eski ve yeni kıyılar ile sahil şeritleri; kamu yararı ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları ile temin ve tesis edilecektir.
Anayasa’nın buyruğu dikkate alınarak; sürekliliği olan, güvenceler içerecek bir “Kanal İstanbul” yasası çıkarılmadan ÇED raporu geçersiz ve hükümsüzdür.
Çıkarılacak yasada, kanalın Montrö Sözleşmesi ve rejimi ile hiçbir ilişkisin olmayacağı, Montrö Sözleşmesi’nin geçerliliği de açık ve net şekilde yer almalıdır.
Bu kanalın açılması, Melen Barajından İstanbul’a su taşıma işine benzemez.
Anayasa kuralı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinden normlar hiyerarşisi yönünden önde gelir.
Bir anımsama da yapmalıyız.
Montrö Sözleşmesi’nin imza töreninden sonra 1936 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras diyor ki:
“Montrö Sözleşmesi dünyada yeni bir umut alevi yakmıştır.”
Bu alevi söndürmeyelim.
İşaret ettiğimiz sakıncalar nedeniyle, Kanal İstanbul Projesine HAYIR diyoruz.
Değerli kamuoyumuzun bilgilerine sunarız.”