Cehaletin Panzehiri Cesarettir
Yüksel Işık; O konuştukça anlamışlar ki Mısır’ın en cahili bu adammış. Tıyneti açığa çıkınca kimse yüz vermez olmuş. İtibarı yerlerde sürüklenen adamın rahatı kaçmış. Mısır’da oturamaz hale geldiği için başka memleketlere göçmek zorunda kalmış.
Derler ki “insan dilinin altında gizlidir”.
Rivayet edilir ki eski zamanların birinde Mısır’da, iyi huylu olduğu sanılan biri yaşarmış. Mütevazi bir şekilde giyinir ve neredeyse hiç konuşmazmış. Bu özelliği nedeniyle ünlenmiş ve herkesin ilgisine mazhar olmuş. Çünkü alim için sükut bir vakarlık belirtisidir. O kadar ki bazı aklı başında insanlar dahi onu ziyarete gelir; Onun vakurluğundan ışık almaya çalışan pervaneler gibi etrafında dolaşırlarmış.
Gösterilen ilgiden çok memnun olan adam da, kendini alim zanneder olmuş.
“Niye susuyorum ki?” demiş; “konuşmazsam benim alim olduğumu kim bilecek?”
AYNA, AYNA, SÖYLE BANA…
Başlamış konuşmaya.
O konuştukça anlamışlar ki Mısır’ın en cahili bu adammış.
Tıyneti açığa çıkınca kimse yüz vermez olmuş. İtibarı yerlerde sürüklenen adamın rahatı kaçmış. Mısır’da oturamaz hale geldiği için başka memleketlere göçmek zorunda kalmış.
Giderken, ibadethanenin duvarına şunları yazmış:
“Kendimi alim sandığım için üzerimdeki perdeyi kaldırdım ve cahilliğim açığa çıktı. Eğer aynada kendimi bakmış olsaydım, cahil perdemi yırtmaz, bu duruma da düşmezdim.”
Kıssadan hisse şu ki bilginler için sükut ağırbaşlılığı ifade eder; cahiller içinse perde işlevi görür.
Gelelim meramımıza…
Son on gün içinde “sinir uçlarımızı zedeleyen” pek çok gelişme yaşandı.
Önce Sezen Aksu’ya yüklendiler; yıllar önce yazılmış bir şarkı sözü üzerinde “minik serçe”yi pes ettirmek istediler. Bereket, “çiğ yememişti”, Sezen; “karnının ağrıması için bir neden yok”tu. “Dilini koparırız” dedilerse de, geri adım attıklarına tanık olduk. Bu arada Aksu’nun “dilini koparmak isteyenler” olduğu kadar bu durum karşısında Aksu’nun “yetmez ama evet”çi olduğunu hatırlatarak, “oh olsun” diyenler de oldu ne yazık ki!
Henüz bu durumu atlatamamıştık ki kullandığı bir atasözü, Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına neden oldu. Söz uygun mu, değil mi tartışması bize düşmez ama Kabaş’ın hapsedilmesi, birilerinin “yüreğini soğutmak” için yetmemiş olacak ki Trabzon’da bir küçük çocuğa kürsüde, “hain” dedirtiler.
Kime?
Ana muhalefet partisinin liderine…
CEHALET İKLİMİNİ CİDDİYE ALMALIYIZ
Bana sorarsanız Cumhurbaşkanının yapılan kurgudan o an haberdar olmuş olması; bununla birlikte “olay” gözlerinin önünde gerçekleştiği halde müdahale etmemesi manidardır. O çocuğun birkaç gün sonra kullandığı “söz”ün anlamını bilmediğini itiraf etmesinden ve kullandığı kişiden özür dilemesinden çok sonra “esasında çocuk ne demiş önemli değil” sözü de bana göre manidar.
Ve nihayet Atatürk’ün Samsun’a çıktığı noktaya dikilen “İlk Adım Anıtı”na yönelik bir saldırı gerçekleştirildi.
“Aniden olmuş” bir saldırı değil bu!
Atlamışlar kamyonetlerine, ipini, urganını alıp da gitmişler.
“Planlı” yani!
Neden?
Güya sevmiyormuş Atatürk’ü…
O nedenle heykeli kaldırmak istemişler.
İnandırıcı bir tarafı var mı?
Elbette yok ama bu cahillerin cesaret aldıkları bir politik iklim ve kendilerini teşvik eden bir iktidar olduğu kuşkusuz.
Ne yazık ki Atatürk ile politik hesaplaşmalarını bu tarz cehalet yöntemleriyle yapmayı tercih ediyorlar ve açık ki bu hesaplaşma yöntemini ciddiye almanın zamanı gelmiş görünüyor.
Neden?
Çünkü cehalet ikliminin cesaretlendirdiği bu tiplerin, önceden yazılmış ve uygulanması için adım adım ilerledikleri bir senaryonun figüranı yapanların “yüzyıllık hesaplaşma” gibi bir hedefleri var.
Anlaşılan o ki iktidar, “dilinin altına gizlediği” senaryosunu gerçekleştirmek için iktidar gücünü kullanarak, toplumsal itibarı olan şahısları “yer ile yeksan etmek” istiyor.
Atatürk’e saldırabilme cesareti de bu bakış açısından peydahlanıyor.
ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR TÜRKİYE İÇİN VATANİ GÖREV…
Mesele, “iki meczup” küçümsemesinin ötesine işaret ediyor ve açık ki 2023, ya “yüzyıllık hesaplaşma” hırsına kurban verilecek ya da “İkinci Yüzyıla demokratik ve özgürlükçü bir Türkiye vizyonu” ile girilecek.
İşte bu nedenledir ki farklılıklarımızı zenginlik kabul edebilecek bir iklim oluşturarak, kendimizi ifade edebileceğimiz bir politik ortam oluşturana dek birlikte ve yan yana durmamız şarttır.
Dillerinin altına sakladıkları cehaleti açığa çıkarmak “vatani bir görevdir”.
Ve biz, şairin dediği gibi bu vatanı seviyoruz:
“Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İpin, kurşunun rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları