Ecevit: Hikayesini kendi yazan adam!
Yüksel Işık; Ecevit’in hikayesi, bize, her ne olursa olsun, ilkelerimize sahip çıkmayı, haklının, doğrunun, gerçeğin yanında durmamızı öğütlüyor. Bir de tarihe iz bırakmak için mücadelenin gereğini…
Bülent Ecevit’i yitireli 15 yıl olmuş.
Türkiye O’nu Karaoğlan lakabıyla bağrına basmış; adını dağa taşa yazmış; o hale gelmeden önce uzun ve meşakkatli bir yolculuktan gelmişti.
Üniversite eğitimine devam ettiği sırada sınıf arkadaşı Rahşan (Aral) ile evlenmiş; bu evlilik, yıllar sonra Türkiye’nin siyasal seyrinde iz bırakmıştı.
Londra Basın Ataşeliği görevini üstlendiğinde tarihler 1946 idi.
1950’de döndüğü Ankara’da Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yapmış; Ulus’ta başlayan gazeteciliğini daha sonra Milliyet Gazetesi ve Forum Dergisi’nde sürdürmüştü.
LİDER KUMAŞI!
Edip Cansever’in “Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi” dizesi size ne hatırlatıyor bilemem ama Ecevit’in kişisel hayatına baktığınızda, Türkiye’nin politik evrelerinin birbirine ne kadar benzediğini görüyorsunuz.
Ecevit, 1953’de, CHP’ye üye olmuş.
Nedenini biliyor musunuz?
CHP’nin malvarlığına el koyan DP iktidarını protesto etmek için!
Yani siyasal hayatımızda iz bırakan Ecevit’in CHP öyküsü, böyle başlamış.
Sonrasını biliyorsunuz; henüz 32 yaşında iken milletvekili, 34 yaşında CHP Parti Meclisi üyesi olmuş; 27 Mayıs sonrası oluşan Kurucu Meclis’te görev almıştı.
Deyim uygun düşerse “uyaroğlu” değil, Ecevit; kendine özgü duruşu, çıkışları olan biri. Örneğin 27 Mayıs darbesini yapan ekiple ülkenin geleceği konusunda CHP’nin düştüğü fikir ayrılığının kaynağı da Ecevit’miş.
O kadar ısrar etmiş ki nihayetinde aralarında Alpaslan Türkeş’in de bulunduğu MBK’nın pek çok üyesi tasfiye edilmiş ve yeni oluşturulan yapıyla bir an önce demokratik ortama geçilmesini sağlamıştı.
Hemen sonrasında kurulan kısa süreli üç Hükümette de Çalışma Bakanı olarak görüyoruz Ecevit’i. Şimdilerde unutulmaya yüz tutan “işçi babası Ecevit” lakabını da o zaman almıştı. Zira Türkiye işçi hareketinin bağımsız bir sendikal örgütlenme sürecine girmesine neden olan 274-275 Sayılı sendikal örgütlenme ve grev hakkı, Onun döneminde yasalaşmıştı.
Lider kimdir?
“Takipçilerini aynı hedef etrafında birleştiren, onlardan güç alan ve onlara güç veren; bilgisi, görgüsü ve kavrama yeteneğiyle liderlik yaptığı topluluğun aritmetik gücüne geometrik özellik kazandıran”1 kişidir, lider.
Ecevit’e baktığımızda gördüğümüz de budur!
“BEKLEMEKLE OLMAZ, ADIM ATMAK ŞART!”
Tarih, Ecevit’in önüne açmıştı bir kere; 18 Ekim 1966’da CHP Genel Sekreteri, 14 Mayıs 1972'de CHP Genel Başkanı olmuştu.
“Yiğit namıyla anılır” derler, Ecevit’in de Karaoğlan namıyla anılması, 1973 seçimlerine rastlar.
Sonraki tarihlerde çok daha net görebiliyoruz ama “ortanın solu” kavramının teorisyeni Ecevit, bütün politik hayatı boyunca, evrensel bir çerçeveye sahip sosyal demokrasi yerine bilinçli olarak demokratik sol kavramını kullanmıştı.
Uygulama sürecinde Ecevit’in tutumu ve demokratik sol kavramın yarattığı sonuçlar tartışılabilir ama Ecevit’in bilinçli bir tercih içinde olduğu tartışılamaz.
Dağa taşa “umudumuz Ecevit” yazılan dönemin sonunda “kadayıfçı” Erbakan ile kurduğu koalisyon sonucu, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakan olmuştu.
Başbakan olduktan sonra tarihte iz bırakan kimliğine ne kadar bağlı kaldığı tartışılır ama bir sonraki seçimde yüzde 40’ları aşmasını bilmişti.
O yıllardır, Türkiye’de kardeşin kardeşi katlettiği; tozun dumana karıştığı yıllar. O yıllardır, Kahramanmaraş, Çorum katliamlarının olduğu 12 Eylül darbesine giden yıllar.
Darbe olunca 12 Eylül’e karşı çıkmış; yalnız bırakıldığını düşünerek, CHP Genel Başkanlığından istifa etmişti. Sonrasında tümüyle kendi projesi olan DSP’yi kurmuş; bir zamanlar küresel güçlerin iktidardan uzaklaştırmak istedikleri Ecevit, DSP ile birlikte, 1999 seçimleri öncesi küresel güçlerce kabul görmüştü. Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesinin bu nedenle olduğu söylenir.
Hayatını, titizlikle sahip çıktığı ilkeleri belirlemiş; kendi hikayesini kendisi yazmıştı.
Bu bir anma yazısı ama her anı, geleceğe ışık tutar aynı zamanda.
Ecevit’in hikayesi, bize, her ne olursa olsun, ilkelerimize sahip çıkmayı, haklının, doğrunun, gerçeğin yanında durmamızı öğütlüyor.
Bir de tarihe iz bırakmak için mücadelenin gereğini…
Yunus Emre’nin aşağıdaki dizeleri de aynı şeyi söylemiyor mu?
“Çeşmelerden bardağın,
Doldurmadan kor isen.
Bin yıl dahi beklesen,
Kendi dolası değil.”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları