Muammer Aksoy’dan Abdi İpekçi’ye: Katilleri Tanıyoruz!
Yüksel Işık; Cesaretle ve kararlılıkla kendi geçmişimize bakıp, o karanlık senaryoları deşifre edebilirsek, “güzel ve yalnız ülke” Türkiye’de kardeşçe birlikte yaşamanın zeminini sağlamlaştırabiliriz.
Burası Türkiye!
Neredeyse her güne ünlü birinin faili meçhule kurban verildiği ülke burası!
Biz sadece adları kamuoyu tarafından bilinenleri anabiliyoruz.
Örneğin tarihler 31 Ocak 1990’ı gösterdiğinde, karanlık bir el Prof. Dr. Muammer Aksoy’u katletmişti.
Muammer Hoca, Türkiye’nin, bilenen en demokratik anayasası olan 61 Anayasası’nı hazırlayan ekibin içinde yer almış; milletvekilliği ve Ankara Barosu Başkanlığı da yapmıştı.
Muammer Hoca, Turgut Türksoy’un “Deniz: Güneşin Çocukları” kitabında romanlaştırdığı üzere, ABD’li askerlerin kaçırılmasına şiddetle karşı çıkmış biri.
O gün ve hayatı boyunca “Türkiye’nin içine çekilmek istendiği tuzağa düşülmemesi için” uğraş vermişti.
BİR GÖRÜŞ UĞRUNA!
Öncesinde madenlerimizin millileştirilmesi için mücadele etmişti.
Özerk ve demokratik üniversitenin bayraktarlığını yapmıştı.
Burun kıvıranlar olabilir ama o tam 72 yaşındayken, her biri kendi alanında efsaneleşmiş Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Münci Kapani ve kendisi gibi faili meçhule kurban giden Bahriye Üçok gibi isimlerle ADD’nin kuruluşunu gerçekleştirmişti.
Burun kıvıranların daha kırklı yaşlarda her şeyden elini eteğini çekip sahilde küçük bir kasabada inziva hayatı yaşamayı seçtiği bir ortamda, o, benzerleriyle birlikte “bir görüş uğruna” mücadele etmeyi seçmişti.
İşte o, Muammer Hoca, “devlet hukukla yaşar” diye vecizeleşen bir görüşe sahipti. Bu sözün ne kadar derinlikli bir anlamı olduğunu bugün bizzat yaşayarak hissediyoruz. “Yarını bugünden okumak”, işte böyle bir şeydi!
İdeali, bağımsız ve demokratik bir Türkiye’de yaşamaktı.
Onun bu idealinin gerçekleşme ihtimalinden korkanlar tarafından evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
YA ABDİ İPEKÇİ?
Daha geriye gitmeye hazır mısınız?
Örneğin 1 Şubat 1980’e!
Abdi İpekçi’yi hatırlıyor musunuz?
Abdi İpekçi’yi hatırladığınıza göre sonradan papa suikastı ile ünlenen Mehmet Ali Ağca’yı da hatırlarsınız!
“Vuranı, vurulanı belli bir cinayet, bunun neresi faili meçhul” diyeniniz olabilir!
Öyle midir?
İpekçi, Türkiye’nin hızla 12 Eylül’e doğru sürüklendiği bir ortamda, “editoryal bağımsızlık” fikrinde ısrar eden ender gazeteci yöneticilerindendi.
“Editoryal bağımsızlık”tan, yani bugünün medyasında mumla arasanız bulunması imkânsız bir özelliğe sahip olmaktan bahsediyorum!
Bu kadarla da yetinmemiş; Türkiye’nin hızla sürüklendiği kaos ortamının yaratıcılarıyla ilgili bilgilere ulaşmıştı.
O bilgiyi, dönemin Başbakanı Ecevit ile paylaşmış ve Ecevit’in etrafının da kuşatıldığına dikkat çekmişti.
Yalnız başına bu bile ABD’nin “ours boy”larını, onların adına “kurşun atanlar”ı rahatsız etmeye yetmişti.
1 Şubat 1979 günü, evinden işine giderken, kurşunlanarak öldürüldü.
Katili Ağca’nın İpekçi ile kişisel bir alışverişinin olmadığını biliyoruz.
O TETİĞİ KİM ÇEKTİRDİ?
Peki, niye tetiği çekti?
Niyesi için filmi geri saralım ve 1969’larda kurulan Komando Kamplarına, 6. Filo’yu protesto eden devrimcilere saldıranlara, yüzlerini 6. Filo’ya dönüp namaz kılanlara, Kanlı Pazarlara, Sivas’a, Çorum’a, Kahramanmaraş’a bakalım.
Baktığımız yerden başımızı kaldırdığımızda İstanbul Üniversitesi’nin masum öğrencilerinin bombalandığını, Balgat ve Piyangotepe’de kahvede pişpirik oynayanların, Beşiktaş’ta maç için güvenlik önlemi alan polislerin, Kayseri’de çarşı iznine çıkan askerlerin, Güvenpark’ta evine ya da işine giden masumların katledildiğini göreceğiz!
Nihayet İpekçi cinayetine geri dönelim.
Gazeteci İpekçi’den hukukçu Aksoy’a uzanan ve sayılarını da adlarını da saymayı artık bıraktığımız binlerce cinayet, yüzlerce faili meçhulle örülmüş ve üstü kara bir şal ile örtülmüş “derin” bir çizgi var. Tıpkı daha geçen hafta andığımız Uğur Mumcu ve 6 Ekim 1990’da katledilen Bahriye Üçok ve 21 Ekim 1999’da bombalı bir suikasta kurban verdiğimiz Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerindeki karanlık ve “derin” bir çizgi olduğu gibi.
O “derin” çizgidir; farklılıklarımızla birlikte yaşamamızı imkânsız hale getiren..
O “derin” çizgidir; milliyetimizi, inancımızı sömürerek bizi birbirimize düşmanlaştıran…
O “derin” çizgidir; başkalarının yazdığı karanlık senaryolarda figüran rolü üstlenen katilleri kahramanlaştıran…
Cesaretle ve kararlılıkla kendi geçmişimize bakıp, o karanlık senaryoları deşifre edebilirsek, “güzel ve yalnız ülke” Türkiye’de kardeşçe birlikte yaşamanın zeminini sağlamlaştırabiliriz.
Aksoy’un da İpekçi’nin de ruhu ancak öyle şad olabilir; ancak o zaman Türkiye’nin özgürlükçü ve demokratik bir ülke haline gelmesine de kapı aralamış oluruz.
Bunu yapabiliriz!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları