Soğan Deyip Geçme…
Yüksel Işık; Bir düşünün, iktidar mensuplarının, “biz Togg diyoruz, adamlar soğan” diyerek küçümsediği soğan, ortalama insan için neredeyse varlık yokluk meselesidir.
Abdulhamid’in en sevdiği yemekmiş soğanlı yumurta. Babası Abdulmecid de, “en lezzetli soğanlı yumurta yarışması” yaptıracak kadar düşkünmüş soğana.
Sarayda soğana duyulan ilgi böyle de halkta nasılmış acaba?
İki çobanın kendi aralarında yaptığı konuşmaları duymuşsunuzdur; hani biri diğerine sormuş ya:
“Çok zengin olsan ilk önce ne isterdin?”
“Soğanın cücüğünü” demiş diğeri.
Bir sessizlik olmuş.
Sonra da diğeri sormuş:
“Peki ya sen?”
İçini çekmiş ilki:
“Bana bir şey bırakmadın ki…”
TOGG GÜZEL DE, PEKİ YA SOĞAN?
Bir düşünün, iktidar mensuplarının, “biz Togg diyoruz, adamlar soğan” diyerek küçümsediği soğan, ortalama insan için neredeyse varlık yokluk meselesidir.
İktidarda oturanların tarih bilgisi, Abdulhamid dizilerinden ibaret ve o dizilerde de her şey “güllük gülistanlık” gösterildiği için memleketin “hali pür melali” bilinmiyor olabilir. İktidarın, “soğan yok” diyenlere, “sen soğanın lezzetini ne bilirsin, şöyle soğanın tepesine vurup dağıtabiliyor musun?” demesiyse halk ile iktidarın ne kadar da birbirinden kopuk olduğunun göstergesi olmaktan öteye geçemiyor.
Neden mi?
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre soğangiller önceliği alıyor da ondan…
Maslow, şöyle sıralıyor o ihtiyaçları; fizyolojik, güvenlik, sosyal, saygınlık ve kendini kanıtlama.
Biz hala fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak için debelenip duruyoruz.
Neden?
Çünkü mevcut iktidarın 21 yıllık iktidarının sonunda ülkeyi getirdiği nokta burası. Koskoca bir toplumu, üstelik nereye eksen orada yetişebilecek soğan gibi fizyolojik ihtiyaçlara muhtaç etmiş bir iktidarınız varsa, “Allah başka dert vermesin” demekten ötedir ihtiyacımız. O nedenle iktidarın bundan önceki seçimler öncesinde yaptığı “güvenlik” vurgusu üzerinden seçmeni korkutup kendi şemsiyeleri altına toplam hamlesi, bu seçimde eskisi kadar karşılık bulmuyor.
Elbette hala anlamlı bir seçmen kütlesini peşinden sürüklediklerini görüyoruz ama bunun temelinde değişen hayat ile değişimi takip eden bilinç arasındaki makas aralığı olduğunu belirtelim. Güçlü bir olasılık olarak görülen iktidar değişiminden sonra tıpkı ANAP’ın yaşadığı “kader” her ne idiyse anlaşılan o ki iktidar partisi de onu yaşayacak. Zira “hayat ile bilincin vuslatının” kaçınılmaz sonucudur o.
MUHALEFETİN YAPABİLECEĞİ EN İYİ ŞEY…
Her şey bu kadar açık ve aleniyken muhalefetin bugüne dek neden kazanamadığına gelince…
Önce tarihi bir anekdotu aktaralım.
Henry Kissenger, ABD Dış İşleri Bakanı iken Asya çalışmalarının başında bulunan Winston Lord’dan bölge ile ilgili bir rapor hazırlamasını ister. Lord, günlerce çalışıp, raporu hazırlar ve Kissenger’a sunar.
Kissenger, raporun üzerine, "yapabileceğinin en iyisi bu mu?" notunu düşerek ertesi gün Lord’a geri gönderir. Lord, bu nottan, raporda eksiklikler olduğu sonucuna ulaşır ve raporu yeniden düzenler ve gene Kissenger’a sunar.
Rapor, aynı notla tekrar geri gelir. Lord, bir kez daha bütün titizliğiyle raporunu gözden geçirir ve düzeltmelerini yapıp, Kissenger’a bizzat götürür.
Kissenger, raporu alırken, Lord’un yüzüne bakarak, "yapabileceğinin en iyisi bu mu?" diye sorar.
Lord, "kahretsin, evet, yapabileceğimin en iyisi bu" diye öfkeyle cevap verir.
Kissinger, bütün sükunetiyle şöyle der:
"Güzel, o halde artık ciddiyetle okuyabilirim raporunu."
“Teşbihte hata olmaz” derler; o halde teşbihimizi yapalım.
Muhalefet, seçmenin karşısına ilk önce “ekmek için Ekmeleddin” ile çıkmış; seçmen de, doğal olarak, “yapabileceğinin en iyisi bu mu?” diye sorup iade etmişti. İkincisinde, sandıklar açıldığında ortadan kaybolup, “adam kazandı” diyen biriyle çıkmıştı seçmenin karşısına ve seçmen, ikincisinde de “yapabileceğinin en iyisi bu mu?” diye geri çevirmişti muhalefeti.
Tereddütlü davranırsanız, muhatabınız, sizi geri çevirir; daha kararlı, daha azimli ve ısrarlı olmaktır, “siyasetin mütemmim cüzü”.
Muhalefet, uzun süredir, ilk kez, bu seçimde siyasetin mütemmim cüzüne göre hareket ediyor. Görüyoruz ki muhalefet, yüksek sesle ve kararlılıkla “evet, bu” diyebildiği bir adayla seçime giriyor ve seçmen de, tıpkı Kissenger’ın Lord’a dediği gibi, “güzel, o halde ciddiyetle değerlendirebilirim” deme noktasına gelmiş bulunuyor.
“İÇERİM YANIYOR KEMAL, DIŞARIM SERİN”
“Bin dereden getirilen su” ile harcı karılan, pamuk ipliğiyle de olsa hassas bir biçimde birbirine sarılmaları sağlanan ve 2019 seçimlerinden hemen sonra duvara konulan her bir taşı ve harcı özenle seçilen “Millet İttifakı” ve onun “Amiral Gemisi” konumundaki CHP, belki de son yıllarda ilk kez “harcı alem” olmayan bir vaatler silsilesiyle ve her açıdan “sahici bir aday” ile seçmenin karşısına çıkıyor ve seçmen de ilk kez, kendisini korkutarak oyunu alan iktidar ile arasına bu kadar mesafe koymuş görünüyor. Çünkü seçmen her zaman güvenmek ister.
CHP, Aynı titizliği, sembolik anlamı olan Çankaya gibi yerlere, her ne kadar Millet İttifakının bileşenlerinden birinin adayı olsa da, zamanında, iktidarın değirmenine sutaşıma konusunda benzerleriyle yarışmaktan geri durmayan sembolik anlamı olan adaylar koyma konusunda da gösterebilmiş olsaydı, çok daha anlamlı sonuçlar elde edilebileceği açıktı.
Gene de “bu kadar kusur, kadı kızında da bulunur” misali, bağrımıza taş basacağız ve önceliğimizi memleketin içine itildiği bu çıkmazdan kurtuluşuna vermekle mükellef olduğumuzu unutmadan hareket edeceğiz.
Ne demiş Nazım, Kemal Tahir’e mektubunda?
“…kavgada vurulan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
en mühimi hürriyetlerin.
İçerim yanıyor, Kemal,
dışarım serin ...”
NOT: Gönül rahatlığıyla bayram edeceğimiz, hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı bir Türkiye dileğiyle herkese iyi bayramlar dilerim.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları