Türkiye’nin bir Prometheus’a ihtiyacı var
Yüksel Işık; Bizim için Türkiye’nin özgürlükçü, laik ve demokratik bir sosyal hukuk devletine dönüşmesini sağlayacak olan manifestoyu aksatmadan yerine getirebilecek, kişisel egolarından arınmış biri olması yeterlidir.
Pandora’nın kutusunu bilir misiniz?
Rivayet o ki insanlık aleminin dünyadaki “cicim ayları” da denilebilecek, hastalığın da, acının da, kederin de olmadığı ilk zamanlarmış.
Prometheus, ateşi çalarak, insanlara vermiş ve böylece Tanrı Zeus’a meydan okumuş.
İnsanlar, kutsal ateşin keyfini çıkarırken Tanrı Zeus’un kızgınlığı katbekat artmış. O kadar ki Prometheus'un çektiği acıyı da yetersiz bulan Zeus’un öfkesi, geçecek gibi değilmiş.
Rivayete göre öfkesini yatıştırabilmek için insanoğlunun yaratıldığı kilden insan kızını da yaratacağını belirtip, Tanrılardan kendilerine özgü özellikleri bu kadına vermelerini istemiş.
Biri nezaketini, bir başkası zarafetini, başka biri de inanılmaz güzelliğini vermiş. Zeus ise kıskançlığını eklemiş ve derken kadına “Tanrıların hediyesi" anlamına gelecek şekilde Pandora adını vermiş.
ZEUS’UN TUZAĞINA DÜŞMEK
Sonra Hermes'i çağırmış bunu Epimetheus'a eş olarak götürmesini emretmiş.
Epimetheus seçimi, öyle rastgele bir seçim değilmiş; zira o ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşiymiş. Henüz kardeşinin yasını tutmakta olan Epimetheus, Pandora’nın güzelliği karşısında bütün dertlerini bir anda unutup, Pandora ile gününü gün etmiş.
Onlar gününü gün ederken, taşınması zor olan bir yükü de olan yabancı birinin kendilerine yaklaştıklarını görmüşler.
Çok yorgunmuş yabancı; Pandora, onu karşılayıp, dinlenmesi için yer göstermiş ama yabancı acelesi olduğunu, gece çökmeden gideceği yere gitmesi gerektiğini belirtip, yükünü emanet almaları halinde kendilerine minnettar kalacağını söylemiş.
Rivayet odur ki tanımadıkları bu yabancı, Hermes’miş ve biraz sonra gözden kaybolmuş.
Epimetheus meraklı olmadığı için gizemli kutuyla ilgilenmemiş fakat Pandora merakını yenememiş. İkisi arasında tartışma çıkıp, Epimetheus bulundukları yerden uzaklaşınca Pandora, kutuya daha yakından bakmış.
Görmüş ki kutusun kilidi yok; açmayı düşünmediği halde kutusun içinden "lütfen çıkmamıza izin ver" şeklinde sesler işitince ipi çözüp kapağı aralamış.
İşte o kutudan minik yaratıklar çıkıp kendisini ısırdıklarını görmüş. Onlardan kurtulmak için kocasına doğru koşmuş ama söz konusu yaratıklar, Epimetheus'u da ısırmışlar.
Karı koca ısırıkları iyileştirmek için uğraşadursunlar, meğer bu yaratıklar, daha önce dünyada görülmeyen hastalık, acı, keder, kıskançlık, sefalet, kibir, felaket, açlık ve ölüm gibi kötülüklermiş.
Tüm bu kötülükleri kutuya koyan da Zeus’muş. Çünkü Pandora'nın er ya da geç bu kutuyu açacağından ve böylece insanlığa zarar vereceğinden eminmiş.
UMUT HEP VARDIR
Epimetheus ve Pandora, el yordamıyla kendilerine bir çare ararlarken, kutunun içinden, "Lütfen aç Pandora, çıkmama izin ver" şeklinde bir fısıltı daha işitmişler.
Ses, öyle tatlı, öyle yumuşak ve öyle huzur vericiymiş ki bu sesin kötü birine ait olamayacağına karar verip kutuyu tümüyle açmışlar.
O an dışarıya güzel mi güzel narin mi narin küp küçücük bir yaratık çıkmış.
Önce Pandora'ya, sonra da Epimetheus'a dokunup iyileşmelerini ve yaşadıkları ızdırabı unutmalarını sağlamış.
Bu yaratığın adı Umutmuş.
Rivayet odur ki umudu kutuya gizlice koyanlar, Zeus’un öfkesi nedeniyle cezalandırılmak istenen insanlara üzülen tanrılarmış.
Kötülükleri yeniden hapsetmek olanaksızmış ama nereye gitmişlerse arkalarından umut da gitmiş ve her yere iyiliği ulaştırmış.
Türkiye’nin şu anki Prometheus’u kim olacak bilinmiyor; simgesel olarak bir isme kendimizi temsil etme yetkisi verebiliriz ama öyle bir çağda yaşıyoruz ki Prometheus, biz hepimiziz!
Uzun süredir Türkiye’nin her yerinde insanı insanlığından utandıran şeyler olduğunu, daha önceki açıklamalarının birinde ‘oluk oluk kan akıtmak’tan dem vuran birinin ifşaatlarından öğreniyoruz. O kadar çok kötülük, o kadar çok yüz kızartıcı şey olmuş ki insan, insanlığından utanıyor.
Bu kadar değil; bütün bu mevzuların konuşulduğu ortamda benzer nitelikli işler devam edeceğe benziyor. Türkiye’nin, tarihinde, daha önce benzerini yaşamadığı bir seçim ortamına giriliyor olmasının da etkisiyle “malum” provokasyonların yapılacağına ilişkin bir ortama doğru sürükleneceğimiz anlaşılıyor.
“Pandora’nın kutusu”, son yirmi yıl içinde ilk kez nerede açıldı, tam olarak bilemiyorum ama insan, her gün yeni bir “kutu” açılıyormuş gibi hissediyor.
İki tane örnek verebilirim.
Birisi Elazığ gibi öteden beri ‘Kürt-Türk hassasiyeti’nin yüksek olduğu bir bölgede Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan ‘muhatabı belirsiz’ afişler astırıyor; bir başkası politik hiçbir vurgusu olmayan Aleyna Tilki gibi bir ses sanatçısının ‘ötekileştirme’ karşıtı paylaşımını bahane ederek konserini iptal ediyor.
KARAYELLER BAŞINA İNDİRMEDEN ÇATINI
Kılıçdaroğlu’nun o pespaye afişler karşısında geri adım atması beklenemezdi; nitekim afişin önüne geçip poz verdikten sonra “batsın bu ayrımcılık, batsın bu diliniz” dedi. Aleyna Tilki ise “Cadı avı dönemine döndük. Ama özel güçlerim var, yaksanız da ölmem” tepkisiyle duruşunu dile getirdi.
Demek ki “kötülüğün” ulaştığı her yere umudu ulaştırabilecek bir ortam da oluşmuş.
Anlaşılan o ki mesele, kimi umudun simgesi yapacağımızda düğümleniyor.
İsimleri biliyoruz; hiç kimse için “armudun sapı, üzümün çöpü” denilemez. İnancı, milliyeti, kişisel özellikleri farklı hiç kimseye ambargo konulamaz.
Bizim için Türkiye’nin özgürlükçü, laik ve demokratik bir sosyal hukuk devletine dönüşmesini sağlayacak olan manifestoyu aksatmadan yerine getirebilecek, kişisel egolarından arınmış biri olması yeterlidir.
Rıfat Ilgaz, boşuna yazmamış şu dizeleri:
“Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol.”
O halde kim temsil edecekse bizim Prometheus’umuzu, el verelim, güç verelim, olsun artık…
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları