Dr. Mustafa Peköz, Küresel sermayenin yapısal krizinin etkilerini ve bundan etkilenen Yunanistan'ı anlatıyor...
AB üyesi ülkelerin içerisinde bulunduğu mali krizi olarak tanımlanan süreç, dünya kapitalist sisteminin merkezinde olası ekonomik ve politik gelişmeler bakımından bize bir fikir vermektedir.
Küreselleşme olarak tanımlanan yeni tarihsel evre, dünya kapitalist sistemi ile ezilen halkları arasında politik mücadele biçimleri ve araçları bakımından çok önemli değişiklikler gündeme getirirken, aynı zamanda kapitalist sistemin kendi iç ilişkilerini yeniden düzenlemeyi de kaçınılmaz kılmaktadır.
Küresel sermayenin yapısal krizi, bugünkü verili koşullar içerisinde incelendiğinde, kapitalist sistemin yönetimsel gücünün çok daha fazla merkezileşmesine yol açtığına dair bir çok somut veri sunmaktadır. Küreselleşme sürecine tekabül eden finans krizi, kapitalist sistemin stratejik ülkeleriyle, eksen ülkeler arasındaki ekonomik ve politik ilişkileri de yeniden tanımlanmaktadır. Bu aynı zamanda küreselleşme sürecinin yeni bir halkası olan sömürgeciliğin alacağı biçim bakımından da bir fikir vermektedir. Örneğin İtalya gibi küresel krizi yaşayan birinci gruptaki ülkelerle, Yunanistan gibi küresel sömürgecilik ilişkileri içerisinde yer alan eksen ülkelerin durumları birbirleriyle bağlantılı olmakla birlikte, aralarında ciddi farklılıklar bulunuyor.
Independent on Sunday gazetesinde Patrick Cockburn imzalı bir yorumda, “Yunanistan, borç yükünden kurtulmak için bağımsızlığını satıyor” biçiminde yapmış olduğu değerlendirme, küresel sistemin sömürgecilik ilişkilerine dair bize bir fikir vermektedir. Cockburn: “Yunanistan'ın yarın Euro bölgesi ülkeleriyle bağımsızlığını sona erdirecek bir uzlaşmaya varması bekleniyor. Bu anlaşmayla Yunanistan, Almanya ve müttefiklerinin ekonomik ve önemli ölçüde de siyasi sömürgesi haline gelecek. Berlin, ülkenin başbakanının kim olacağından eczanelerin hangi ilacı dağıtabileceğine kadar her şeyde söz sahibi olacak. Demokrasinin beşiği Yunanistan'da kendi kaderini tayin hakkı, dışarıdan dayatmalara yenik düştü. Her zaman olduğu gibi en ağır bedeli yoksullar ödeyecek.”
Avrupa Birliği. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası'nın birlikte hazırlamış oldukları ekonomik ve siyasal planın bütün ayrıntılarının Yunanistan tarafından kabul edilmesinden sonra 130 milyar euroluk mali yardım serbest bırakıldı. Ancak bu paranın nerede ve nasıl kullanılacağı yine AB Merkez Bürokrasisi tarafından sıkı bir şekilde denetlenecek.
Uluslararası kredilenme kuruluşu, Belçika’nın kredi notu AA, Slovenya’nın A, İspanya’nın (A), İtalya’nın (A-), İrlanda’nın (BBB+), Kıbrıs’ın (BBB-) ve Portekiz’in (BB+) negatif kademesine indirildiğini açıkladı. Mali krizin aşılması için yaklaşık olarak 1,2 trilyon Euro kriz bölgelerine aktarıldı. Yardım finans gücünü elinde tutan Almanya, Fransa’yı da yanına alarak hazırlamış olduğu ekonomik-politik planları söz konusu ülkelere bir bakıma dikte ettirdiler.
AB eksenli geliştirilen küresel sömürgecilik politikalar, Yunanistan somutunda özellikle Euro bölgesini kapsayan 17 ülkede fiilen uygulanmaya konuldu. Ülkelerin ekonomik ‘bağımsızlığını’ özellikle ‘mali yapılandırmasını’ içeren yetkilerini önemli bir kısmı, Brüksel merkezli AB bürokrasisine devredildi.
Almanya Başbakanı Merkel, Euro bölgesinde olan ve finans kriziyle karşı karşıya olan “Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda'nın Yunanistan'ın yolundan gitmeleri durumunda’ aynı politikaların da bu ülkelere dikte ettirileceğini çok açık bir şekilde ifade etti.
Cockburn’in belirttiği gibi Yunanistan, başta Almanya olmak üzere AB’nin merkez ülkelerinin fiili bir ‘sömürgesi’ haline gelmiş buluyor. Yunanistan’da uygulanan esasen küresel kapitalist sistemin ‘yeni’ sömürgecilik modeli olup, özellikle Doğu Avrupa ve Balkanları kapsayan AB üyesi diğer ülkelere fiilen dayatılmaktadır.
Yunanistan örneği daha somut olarak neyi ifade eder:
Birincisi, küresel kapitalist sistem kendi iç ilişkilerini düzenlerken, egemenlik ilişkilerini de yeniden planlamaktadır. Küresel sömürgeleştirme stratejisini belirleyen küresel sistem, enerji yatakların bulunduğu bölgeleri askeri işgallerle denetim altına alırken, kendi içerisinde ise tersine bunu ekonomik-politik egemenlik ilişkileriyle içten kuşatarak gerçekleştirmektedir.
İkincisi, söz konusu devletler, kendilerini var eden egemenlik haklarının önemli bir kısmından vazgeçmek zorunda kalmaktadırlar. Bir başka ifadeyle ulus-devletlerin kurumsal yapılarının değişmeye başladığını ve yeniden şekillendirildiğini ortaya koyuyor.
Üçüncüsü, egemenlik haklarından vazgeçilmesi, AB Merkezli Bürokratik sisteminin çok daha güçlenmesi anlamına gelmesidir. Örneğin Avrupa Merkez Bankası’nın artan gücü, tek tek ülkelerin mali sistemini düzenleyen yeni kurumsal bir yapının oluşturulması, özellikle dış politikada tek sesliliğin sağlanmasına ilişkin alınan stratejik kararlar. AB’nin çok daha fazla merkezileşmesine yol açmaktadır. Böylece sık sık vurgulanan AB’nin dağılabileceği tezinin aksine giderek çok daha güçlenen bir sisteme doğru evrildiğini görüyoruz.
Dördüncüsü, üretimin farklı sektörlerindeki küresel sermaye gruplarının birleşmeler yoluyla giderek merkezileşmeye başlamaları ve devletlerin fonksiyonel yapılarının da sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn edilmesi: küresel sömürgecilik sisteminin bir eğilimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yunanistan’da yaşanan somut gelişmeler, bu politikaların pratik uygulama dahası deneme alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yunanistan’da kimin başbakan olacağında dahi Almanya’nın karar verecek durumda olması, AB içerisindeki sömürgecilik ilişkilerinin bir versyonu olarak değerlendirmek gerekir. Bu bakımdan küresel sistemin merkezi olan Avrupa Birliği, sömürgecilik ilişkilerinin merkezi rolünü oynaması bir tesadüf olmayıp, onun geçmiş tarihsel rolüyle bağlantılıdır.
AB merkezli mali kriz, Avrupa toplumunda ciddi bir yoksullaşmaya yol açmakta, işsizlik son yılların en üst seviyesine çıkmış bulunmaktadır. Buna paralel olarak toplumsal çelişkilerin hızla geliştiğine en iyi örnek yine Yunanistan’dır.
Burada toplumsal bir devrimin örgütlenmesinin nesnel zemini oldukça güçlüdür.
Sorun bunu örgütleyecek toplumsal kuvvetlerin varlığıdır.
Dr. Mustafa Peköz