Tolga Tanış; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Muhammed Ali'nin cenazesine katılmak için gittiği Louisville'de yaşananlar, sanırım Türkiye'nin dünyadaki yerine dair süren tartışmalar açısından fikir verici nitelikteydi.
Hikâyeyi ve sonuçlarını maddeler halinde ele almaya çalışacağım. 1- Erdoğan, Ali’nin geçen haftaki ölüm haberinin ardından cenaze törenine katılmaya karar verince, hemen törende konuşma yapacak kişiler arasına alındı. Ama haftabaşı birden işler tersine döndü. Önce konuşmacı listesinden çıkarıldı. Sonra da perşembe günü vardığı Louisville’de hiç de beklendiği gibi karşılanmadı. Ali’nin cenaze namazı sırasında tabutla arasına polis kordonu çekilmesi... Tabutun üzerine Kabe örtüsünden parça koymak istediği halde reddedilmesi... Aileye vermek için getirdiği hediyeleri kimseye verememesi... Hava olduğu gibi dönmüştü.2- Durum anlaşılınca cenaze namazı sonrası kentten erken ayrılmaya karar verdi tabii. Ve akşam katıldığı bir iftar sırasında önümde yaşanan, Ali’nin törenini organize eden ve tabutunu taşıyanlardan bir aile dostunun, Cumhurbaşkanlığı yetkilisinden özür dilemesi esnasında, işin sorumlusunun Ali’nin isim haklarını alan şirket olduğu anlaşıldı.3- Muhammed Ali’nin ailesi, Ali’nin isim haklarının yüzde 80’ini bundan 10 yıl önce 50 milyon dolara CKX şirketine satmıştı. CKX de, 2.5 yıl önce elindeki lisans haklarını Authentic Brands Group’a devretti. Adına çıkarılan ürünlerin satışından elde edilecek gelirle ilişkili bir anlaşma bu. Şirket, konuyla ilgili yorum yapmıyor. Ancak o özür konuşmasından sonra da teyit ettiğim gibi, şirket, ticari çıkarlarını düşünerek cenazede Erdoğan’ın resme girmesini istemedi. 4- Eleştiriyoruz. Ancak kabul etmek lazım, Türkiye’nin uluslararası alanda bir ağırlığı var. Bunu en son Mart’ta Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak için geldiği Washington’da programda olmamasına rağmen Başkan Obama’yla yaptığı baş başa görüşmede de gördük. Fakat aynı uluslararası etki gücü, bu sefer salt ticari menfaatlerini düşünen, Türkiye’nin vaat edebileceği IŞİD’le mücadeleye destek gibi şeyleri umursamayan bir şirketi ikna edemedi. 5- Şirketin, cenazede Ali’nin Müslüman kimliğinin törenin tümüne hâkim olmasını istemediği doğru. Nitekim cuma günkü tören Kuran okunmasıyla başlasa ve töreni yöneten bir imam olsa da, iki rahip, iki haham, hatta budistlerin bile konuşma yaptığı sahnede halka seslenen tek bir Müslüman din adamı yoktu. Dolayısıyla Ürdün Kralı Abdullah neden katılmadıysa Erdoğan’a da o yüzden bu şekilde davranılmış olabilir. Ama karar verenin ticari çıkarlarını düşünen bir şirket olduğunu düşünecek olursanız... Erdoğan eğer dünyada imajı farklı bir lider olsaydı, şirket de onu sahnede göstermekten çekinmezdi. 6- Ancak tam tersine aileden kimsenin Erdoğan’la bir fotoğrafının olmaması için organizasyon özel çaba gösterdi. Buna da Erdoğan’ın Ali’nin ailesine hediye vermek için Muhammed Ali Merkezi’nde beklediği odanın önünde tanık oldum. Erdoğan içeride 15 dakika bekledi. Sonunda Ali’nin dokuz kızından biri olan Jamillah Ali geldi. Ama sonra merkezin CEO’su tarafından kısa sürede dışarı çıkarıldı. 7- Şirket, Erdoğan’a yaklaşımıyla en azından ABD’den bakınca Erdoğan’ı bir dünya lideri olarak değil, imajı sorunlu bir Türkiye lideri olarak gördüğünü ortaya koymuş oldu. Ama bu sonucun dışında, Türkiye’nin Cumhurbaşkanının bu duruma düşürülmesinin sorumlusu bir yönetim anlayışı da var ki... Perşembe günü daha olaylar başlamadan, heyetteki bazı önemli isimler Dışişleri Bakanlığı’nın bu işin organizasyonunda payının olmadığını, her şeyi Cumhurbaşkanlığı’nın ayarladığını gururla anlatıyordu. Dediğim gibi, eleştiriyoruz. Ancak Türk Dışişleri’nde halen muhakemesi sağlam, dinamikleri anlayan insanlar olduğu da doğru. Eğer Dışişleri baştan işe dahil olsaydı, belki Türkiye’yi yöneten kişi de yanında gazeteciler ve bürokratlarla neredeyse bir tam gününü havada geçirip bu duruma düşmezdi. 8- Şirketin milyonlarca dolar gelir beklediği Muhammed Ali markasını imaj kaygısıyla Erdoğan’la ilişkilendirmekten kaçınmasının politik bir boyutu da var mıdır? Olabilir elbette. Çünkü unutmayın. Törende konuşanlardan biri de hem eski başkan olan hem de karısı şimdi başkan adayı olan bir politikacıydı. Ve iki hafta önce de anlatmaya çalıştığım gibi. Erdoğan, Amerika’nın en ünlü başsavcısı tarafından, ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit sayılan Reza Zarrab gibi bir isimle ilişkilendirilmiş bir lider. Şirket nasıl riske girmek istemezse, aynı şey Clinton kampanyası için fazlasıyla geçerli. * Bu olaydan sonra ne değişir? Çok bir şey değişmez. Sonuçta uluslararası alanda nasıl görüldüğünü önemsemeyen bir yönetim anlayışı var Ankara’da.Ancak bu tarihi vakadan sonra en azından şunu söyleyebilirim. Diyelim ABD’de bir başka tanınmış Müslüman şahsiyet daha vefat etse Erdoğan bu kez hemen ‘Kalkın cenazeye gidiyoruz’ demez.
Cassius'un Ali olma öyküsü
"Benim ailem bile" dedi adam, "Başta Muhammed Ali'yi yadırgadı.
Beyazlara hakaret ediyordu. Vietnam Savaşı’na karşı çıkıyordu. Bunlar çok tartışmalı şeyler. İstemedik. Sahiplenmedik. Ama ne zaman ki başardı, biz de onu kucakladık.” Louisville’de taksicilik yapan 60’larında siyah bir Müslüman erkeğin sözleri bunlar. Muhammed Ali’nin doğduğu evin biraz ötesindeki bir barakada kızarmış tavuk satan Big Mama’s dükkânının önündeki sohbetimizden.
***
Durumu o kadar iyi anlatıyor ki aslında... Dünyayı değiştiren insanların başta yaşadıkları yalnızlığı... Çizginin dışına çıktıklarında kendi çevrelerinden bile destek görmelerinin zorluğunu öyle güzel özetliyor ki...
İşte Ali’nin iki günlük cenaze törenini takip etmek için Kentucky Louisville’e indiğimde ben de hep bu çelişkiyi kavramaya çalıştım. Bu 250 bin kişilik tutucu güney kasabası nasıl bir yer ki, içinden böyle bir devrimci çıkardı? Louisville’de ne vardı da, Ali’yi yetiştirdi?
***
Bütün hikâye, Ali’nin hayatı boyunca uğradığı ayrımcılıkta yatıyor. Hem de ayrımcılığın her türlüsünü yaşamış olmasında.
Bir defa yoksul siyah mahallesindeki evinin önüne gidip etrafı gezdiğinizde, büyürken karşılaştığı ekonomik ve sosyal engellere tanık oluyorsunuz. 60’larda Amerika’da yaşanan ırk ayrımcılığını, siyahların haklarının yasalar karşısında da korunmadığı yılları düşündüğünüzdeyse daha küçük bir çocukken yüz yüze kaldığı zorlukları anlıyorsunuz.
Mesela annesinin anlattığı bir öykü var ki... Çocukken içeri girdiği bir bakkalda derisinin rengi yüzünden su içmesine izin verilmeyişi...
Öfkesi, beyazları düşman görmesi... Aç bırakılan bir aslanın bakıcısını parçalaması gibi.
***
O zaman anlıyorsunuz. Hepsini bir arada düşündüğünüzde, beyazlara ait ne varsa büyük bir nefretle reddeden bir gencin 22 yaşında boksun zirvesine çıkıp İslam’a yönelişini de portreye daha kolay oturtuyorsunuz.
Bazılarının savunduğu gibi İslam’ın mesajlarının da etkisi olmuş mudur? Belki. Ama özünde sosyal bir başkaldırı aslında Ali’nin Müslümanlığı... Dahil olduğu grup ‘İslam Ulusu’ bile siyah milliyetçiliği üzerinde yükselmiyor mu?
***
Kentte her yerde Ali’nin afişleri var şimdi. Üstünde “Ben Ali’yim” yazan tişörtle dolaşan çocuklar... Muhammed Ali yazılı pankartlar...
12 yaşındayken bisikletini çalanları ‘kamçılamak’ istediğini söylediğinde, ona boks öğrenmesini tavsiye eden polis memurunu dinleyip attığı yumrukları meşrulaştıran öfkeli Cassius’un Ali’ye dönüşmesini kutlayan ülke, şimdi bu ufak kasabaya akın ediyor.
Ve binlerce insan, uzun süre gazetecilere Muhammed Ali adını kabul ettirmek için savaşmış adamın ardından o adı taçlandırıyor.
Onlarca ünlü isim... “Tamam” diyor, “Sen Ali’sin. “Ve teslim oluyorum, ben de Ali’yim.”
Ve en önemlisi... Herkes hangi yönünü istiyorsa Ali’nin o tarafını yâd ediyor.
Cenazede Ali’yi anmaya gelenlerden Faslı Müslüman Abdul Rauf Hamidullah gibiler Müslüman Ali’yi... 1979’da onun bodyguard’lığını yapan Abdullah R. Muhammed gibiler ise siyah hakları savunucu Ali’yi...
Bazıları insan hakları savunucusu Ali’yi... Bazıları da büyük bir boksörü, en büyük sporcuyu defnediyor.
Dünya, Louisville’de insanlık tarihinin en büyük isimlerinden birini uğurluyor.
Tolga Tanış - Hürriyet