1990 yılından bu yana kadına yönelik erkek şiddetiyle feminist yöntemlerle mücadele ediyor, kadınlarla birebir dayanışmamızdan güç alarak şiddet görmediğimiz, eşit ve özgür bir dünya için çalışıyoruz. 2022 yılında kadınlarla dayanışma merkezi ve sığınağımızda kurduğumuz dayanışma, bizlere toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınların hayatlarındaki etkisini ve şiddetin dinamiklerini görme imkanı veriyor; kadınların şiddete rağmen hayatlarına devam etme iradesini gösteriyor. Bir diğer yandan Türkiye’de var olan şiddetle mücadele mekanizmalarının nasıl ve ne ölçüde işlediğini kadınların deneyimleri üzerinden izliyoruz.
2021 yılında Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin etkisini şiddetle mücadele alanında önemli bir zemin eksikliği olarak görüyoruz. Şiddetle mücadeleye dair atılması gereken adımları aşama aşama tanımlamasının yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemine dair sözleşmenin yaptığı vurgu, bugün Türkiye’de erkek şiddeti ile mücadelenin en önemli eksiği. Kadına yönelik şiddete karşı çalışmaların toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve kadınların maruz kaldığı ayrımcılığı ortadan kaldırma hedefiyle yürütülmüyor olması, kadınların cinsiyetleri dolayısıyla ortak ve biricik olarak yaşadıkları ayrımcılık ve şiddeti görmeye engel oluyor. Bir yaklaşım ve hizmet standardı olmaması, kimi uygulayıcıların ve kurumların kadınları güçlendiren bir bakışa sahip olmasını kişisel bir özelliğe ya da inisiyatife indirgiyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne yöneltilen saldırılar ve sözleşme hakkında yaygın olarak dolaşıma sokulan yanlış bilgiler arasında sözleşmenin aile değerlerine karşı olduğu iddiası sıklıkla yer alıyordu. Bu iddianın, toplumsal cinsiyet rollerini sürdürmek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmek ve kadınların özgürleşmesine engel olup erkeklerin patriyarkal düzenden sağladığı çıkarı korumak amaçlarını taşıdığını ilk günden bu yana dile getiriyoruz. Bu yaklaşımı, aileci sosyal hizmet uygulamalarında gördüğümüz gibi kadınların ezildiği bir aile anlayışını dayatma ve LGBTİ+ düşmanlığını körükleme amaçlı aile temalı eylemlerde ve son olarak anayasada aileyi tanımlama çabasında da görüyoruz. Aile hakkında yürütülen bu çalışma, politika, eylem ve söylemler aileyi koruma iddiasıyla toplumsal cinsiyet eşitliğine saldırıyor. Kadınların ve LGBTİ+’ların ayrımcılığa uğradığı ve şiddete maruz kaldığı toplumsal koşulları koruma çabası güden bu saldırılar sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde sürüyor. Bu koşullarda, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmenin ve ayrımcılığa karşı durmanın toplumsal bir görev olduğunu düşünüyoruz.
Aile odaklı politikaların kadınlar üzerinde, özellikle de şiddetten uzaklaşma mücadelelerini zorlaştıran çok yönlü etkisi var. Örneğin; Aile Mahkemeleri’nin kadınların maruz kaldığı şiddeti ve bu şiddetin kadınlar ve varsa çocukları üzerindeki etkisini değerlendirmeden verdiği kararlar önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle velayet ve görüş hakkı konularında, süregiden şiddetin çocuğa etkisi ve çocuğun üstün yararı göz önünde bulundurmadan, babalık hakkı odağa alınarak kararlar veriliyor. Ailenin korunması ve babalık haklarını merkeze alan bir yargı, kadınların ve çocukların şiddetten ve şiddetin etkilerinden uzaklaşabilmesinde önemli bir köstek olarak ortaya çıkıyor. Biz de 2022 yılında, mahkeme salonlarına giderek kimi zaman yıllara yayılan adalet mücadelelerine tanıklık ettik ve kadınlarla dayanışma kurduk. Aile mahkemeleri ve ceza davalarında süren adaletsizliğin kadınlar lehine dönüşmesi için çalışmaya ve mücadele etmeye devam ediyoruz.
Erkek şiddeti ile mücadele, toplumun her alanında süren eşitlik mücadelesinden, ifade ve örgütlenme özgürlüğünden bağımsız düşünülemez. Bu yıl kadın örgütlerine açılan kapatma davalarının yanı sıra 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü eylemlerinde toplanma ve örgütlenme özgürlüğümüzün kısıtlandığı bir yıl oldu. Türkiye’de erkek şiddeti ile mücadele, 1987’de düzenlenen Dayağa Karşı Dayanışma eylemi ile başladı. Kamusal alanda taleplerimizi dile getirmek temel bir anayasal hak olmanın yanı sıra, kadınların maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı söz üretmesi ve mücadele etmesi için en önemli araçlardan biri. Bu hakkımızdan ve hayatın her alanında sürdürdüğümüz mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
Bu yıl dayanışma merkezinde ve sığınakta kadınlarla kurduğumuz dayanışmayla ve yürüttüğümüz izleme ve farkındalık çalışmalarıyla erkek şiddetine karşı feminist mücadelemizi sürdürdük. Okuyacağınız raporda, dayanışmamızda tanık olduklarımız ve edindiğimiz deneyimin yanı sıra mücadele yöntemlerimize dair kapsamlı bilgi ve analizi de bulabilirsiniz.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da çalışmamızı Mor Çatı gönüllüleri ve dostlarının dayanışması mümkün kıldı. Kadından yana yaklaşımla çalışma iradesi ve pratiği gösteren kurum ve çalışanlar sayesinde toplumsal dönüşümü birlikte yaratıyoruz. Türkiye’de erkek şiddeti ile mücadeledeki kazanımlarımızı ve raporda tarif etmeye çalıştığımız zorlu koşullarda mücadelemizi mümkün kılan ise feminist hareket oldu. Türkiye’de her yıl daha da kalabalıklaşarak büyüyen feminist hareketin parçası olmanın verdiği güçle çalışmalarımıza devam edeceğiz. Raporumuzun Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele katkı sunmasını diliyoruz.