Muharrem İnce: Eğitim sistemi siyasal partilerin özel insan mühendisliği çalışması yapacağı bir yer olamayacağı gibi arka bahçesi de olamaz
Muharrem İnce, "Üretimi, istihdamı, iç göçü, şehirleşmeyi, gelir dağılımını doğru düzgün yönetemiyorsanız, eğitimi de yönetemezsiniz. Örnek gösterilen bir ülkenin yaptıklarını aynen yapsanız dahi başarısız olursunuz. Hedeflerimizi besleyen bir iklimin olması gerekir" dedi. ...
BirGün'den Serbay Mansuroğlu'na konuşan Muharrem İnce, "Çocuğun evindeki ağabeyini, ablasını ODTÜ’yü bitirmişken işsizlikle karşı karşıya bırakıyorsanız, babayı, anneyi asgari ücrete mahkûm etmişseniz, kültürel farklılıkları okul üzerinden beslemeye başlamışsanız, inanç, cinsiyet, etnik ayrımları okula taşıyorsanız, eğitimde konulan hedeflere ulaşamazsınız" diye konuştu.
Serbay Mansuroğlu'nun Muharrem İnce ile yaptığı röportaj şöyle:
Herkesin uzlaştığı bir eğitim olacak
-İktidar, 2012 yılında getirdiği 4+4+4 sistemi ile birlikte görünürleştiği şekliyle eğitimi siyasal İslamcı bir rejim inşa etme çabası yönünde bir araç olarak kullanıyor. Bu bağlamda eğitimin laik, çağdaş ve akılcı yapısına sık sık müdahale gündeme geldi. Sizin Cumhurbaşkanlığınız döneminde nasıl bir eğitim sistemi olacak.
Eğitim sorunlarımızla ilgili düşünceleri bilinen biriyim. Nelerin yanlış gittiğini ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini bilen ve düşüncelerini ortaya koymuş biriyim. Benim birinci hedefim, milli eğitimi, milli eğitim yapmak olacak. Herkesin üzerinde anlaştığı ve siyasal iktidarlara, bakanlara göre stratejik hedefleri değişmeyen, “herkesin ama hiç kimsenin olan” bir eğitim sistemi kurmak istiyorum. Eğitim sistemi siyasal partilerin özel insan mühendisliği çalışması yapacağı bir yer olamayacağı gibi arka bahçesi de olamaz. Temel eğitim okullarında değerler, bilgiler, farklı okul türlerine göre değişmemelidir.
Bütün bunlar eğitimi siyasal alanın dışına çıkaralım anlamında bir çağrı olarak görülmemelidir. Eğitim politik alanın tam merkezindedir. Merkezinde olduğu için herkesle, her yurttaşla ilgilidir.
Bugüne değin eğitim sorunlarımızın çözümünde sonuçlara çözüm aranması yerine nedenlere çözüm aranması gerektiğini savundum. Gündelik siyasetin içinde nedenlere yönelen bir tartışma hemen hemen hiç olmamakta. Sonuçlara odaklanılmakta, oradan üretilen çözümlerle yol alınmakta. Bu da bir zaman sonra sorunu daha da çözülemez, iyice derinleşmiş hale getirmektedir.
Türkiye’nin eğitiminde bir kısır döngü var. Heyecanla tanıtılan, uygulamaya konulan sayısız proje başarısızlıkla sonuçlandı. Öyle ki bazı projelerin uygulamaya konulma gerekçeleriyle uygulamadan kaldırılma gerekçeleri aynıdır.
“Milli eğitim” gece görülen rüyaların, benim çocukluğumda diye başlayan nostaljilerin uygulamaya sokulacağı yer değildir.
Eğitimi bir bütün olarak görmek gerekir. Her hangi bir yerinden değiştirmek, tümünü değiştirmeye neden olabilir. Örneğin TEOG’un kaldırılması, sadece orta öğretim kurumlarına giriş biçimini değiştirmiyor. Okulların statülerini, ailelerin planlarını, çocukların önceliklerini değiştirdi. Okulların yönetimine ilişkin başka bir anlayışı egemen kılmaya başladı. Bir grup lise, kendi içinde bir bölge ilan edildi. Devletin eliyle bir kısım lisenin niteliksiz olduğu, bir kısmının nitelikli olduğu gibi akıllara ziyan bir ayrımı doğrudan Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.
»Eğitimde nitelik ve dolayısıyla başarı düşüşte. PISA sonuçlarında; matematikte, fen bilimlerinde ve okuduğunu anlamada ilk 50 ülke arasında yokuz. Bu tabloyu nasıl değiştirebiliriz?
Eğitimde başarı, sadece öğretmenlerin durumuna, çocukların, okul ortamının, müfredatın durumuna bakılarak, öğretmen kötü, başarısız, okullarda donanım eksikliği bizi başarısız kılıyor, müfredat çağdaş, bilimsel değil bu nedenle başarısız demek bir yönüyle doğru ama gerçeğin kendisi değildir.
Çocuklar, öğretmenler, veliler hepimiz toplumla birlikte var olabiliyoruz. Onun sahip olduğu kültürel ve maddi ortamın biçimlendirdiği varlıklarız. Toplumun kültürel, siyasal, ekonomik ve maddi örgütlenmesi, eğitimin yapısını destekleyen bir niteliğe sahip değilse, okulların, öğretmenlerin sorunlarının çözülmüş olması başarı getirmez.
Ben bu durumu iklim kavramıyla açıklıyorum.
Hedeflerimizi kendiliğinden besleyen bir iklimin olması gerekir. Tekil ya da grup temelli çabalar, bütünü dönüştürme gücünü yaratamaz.
Dönüp dönüp, “milli eğitim” diyorum. Üretimi, istihdamı, iç göçü, şehirleşmeyi, gelir dağılımını doğru düzgün yönetemiyorsanız, eğitimi de yönetemezsiniz. Dünyada örnek gösterilen bir ülkenin yaptıklarını aynen yapsanız dahi başarısız olursunuz.
Çocuğun evindeki ağabeyini, ablasını ODTÜ’yü bitirmişken işsizlikle karşı karşıya bırakıyorsanız, babayı, anneyi asgari ücrete mahkûm etmişseniz, kültürel farklılıkları okul üzerinden beslemeye başlamışsanız, inanç, cinsiyet, etnik ayrımları okula taşıyorsanız, eğitimde konulan hedeflere ulaşamazsınız.
Okulda en iyi eğitimi verseniz dahi bunu alan çocuk, çevrenin içinde kaybolur.
Toplam başarı yerine tekil başarılar öne çıkar.
Kamusallık ilkesi eğitimi bilimsel yapar
-Bütçe yapma yetkinizi kullanmayacağınızı baştan açıkladınız. Ancak eğitime ayrılan bütçe sürekli tartışılır. Bugün (2018 için) ayrılan bütçenin yüzde 79’u personel giderlerine ayrılıyor. Bunun için en azından bütçe yapılırken tavsiyeniz neler olacak? Temel eğitimde Anayasa’da yazdığı haliyle eğitimin kamusal ve parasız olması mümkün olacak mı?
Parlamenter sisteme dönene kadar yetkimde olan Bütçeyi TBMM yapacak. Biliyorsunuz Bütçe, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanıyor, TBMM Plan Bütçe Komisyonunda tartışılıyor, Genel Kurul’da kabul ediliyor. Son değişiklikler orada yapılıyor. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanında kaldığı sürece eğitim bütçesi, kontrolümde hazırlanmış olacak. Dolayısıyla sorumluluk bende olacak.
Zorunlu temel eğitim parasız olacak.
Devletin kontrolündeki kamusal eğitimi güçlendireceğiz.
Bir eğitimin kamusallığı okulların mülkiyetinin devlette, personelin maaşının devlet tarafından verilmesiyle ilgili değildir. Eğitimin içeriğiyle ilgilidir. Devlete ait bir eğitim kurumu sadece belli bir inanç grubuna hizmet ediyor, o inancın değerlerini kazandıran bir müfredata sahip ise kamusal eğitim olarak görmemiz gerekiyor.
Kamusal eğitim, müfredat olarak her yurttaşa eşit uzaklıkta olmak zorunda.
Zaten bu ilke yani kamusallık ilkesi, zorunlu olarak eğitimi milli, bilimsel, laik, demokratik yapar.
Kamusal eğitimi, devletin organize ettiği eğitim olarak anladığımız andan itibaren, gerici, ayrımcı her türlü eğitim uygulamalarını kamusal eğitim olarak görmeye başlarız.
Bir kez daha söylemek isterim, kamusal eğitim devletin eğitim hizmeti olarak görülmemelidir.
Kamu, devlet demek değildir.
Devlet, kamunun kendisine hizmet için ortaya çıkardığı temel örgütlenme biçimidir. Kamunun kendisi değildir.
400 bin öğretmenin ataması yapılabilir
-Çok tartışılan bir diğer konu öğretmen atamalarının yetersiz olması. Sınırlı sayıdaki öğretmen ataması KPSS sınavının üstüne mülakatla ve sözleşmeli yapılıyor. Aile birliği yok sayılıyor. Cumhurbaşkanlığınız döneminde nasıl bir çözüm yolu izleyeceksiniz?
Eğitim yatırımlarımız yetersiz. Yatırım bütçemiz sürekli geriledi. İktidar eğitim öğretime açılan yeni okulların sayısıyla övünmedi. Rakam büyüsün diye yeni yapılan okulların, onarılan sınıfların, tadilattan geçirilen, yenilenen okulların derslik sayısıyla övündü. Bu konuda verilen sayılar yalanın ta kendisi. Vatandaşın vergisini kullananların yalan söyleme, gerçeği çarpıtma hakkı yoktur.
Basit bir yöntem önereyim yalanı hemen açığa çıkarırsınız. Derslik demek, ders yapılan yer ise 1 şube anlamına gelir. Okullarımızın yarısı ikili eğitim ise bir derslik iki şube demektir. Verilen sayı doğru olsa tekli eğitime çoktan geçmiş olurduk.
Bu sorunun iki çözümü var. Birinci çözümü yürütme adına Milli Eğitim Bakanlığı , ikinci çözümü ise YÖK yerine getirecek.
Milli Eğitim Bakanlığı ikili eğitim, birleştirilmiş sınıf uygulamalarına son verecek. Kent merkezlerinde okul yapımına hız vereceğiz. Her yeni okul, yeni öğretmen demek. Kent merkezlerinde sınıf mevcutları 24’ten yukarı olmayacak. Eğer bunu yaparsak 400 bin civarında öğretmeni atamış oluruz.
Ancak bu sorunun köklü çözümü, öğretmen yetiştiren okulların öğrenci kontenjanlarını, Milli Eğitim Bakanlığının strateji belgelerindeki tahmini ihtiyaç duyacağı öğretmen sayısına göre ayarlamasıdır. YÖK ve üniversiteler bizim planlamamıza uygun düzenlemeler yapmaz ise biz her yıl alacağımız öğretmen sayısını ilan ederiz.
Çocuklarımızın daha fazla istihdam imkanı olan alanları tercih etmelerini isteriz. Sonunda istihdam garantisi olmayan bölümleri tercih etmelerini istemeyiz.
Sınırlı sayıda öğretmen alımı yapılacak ve buna baş vuran çok fazla ise ister istemez sıralama sınavı zorunlu olmakta. Ancak mülakatı kesinlikle kaldıracağız. Sınavı da zamanla kaldırmayı önümüze koyacağız.
Sözleşmeli atama yerine kadrolu atamayı sağlayacağız. Aile bütünlüğünü önemseyeceğiz.
-Eğitim yöneticileri bir süreden beri iktidara yakın sendikadan atanıyordu. Liyakat unutuldu. Hem adalet zedeleniyor hem eğitimin niteliğine zararı oluyor. Eğitim yöneticiliği yapmış bir isim olarak doğru çözümü nerede görüyorsunuz?
Eğitim yöneticiliği için farklı projelerimiz olacak. Öğretmenler, eğitim fakültelerinden para ve bütçe yönetimiyle ilgili uzmanlık eğitiminden geçmiyorlar. İhale mevzuatıyla uğraşmak, okulun fiziki ihtiyaçlarını tedarik onların işi olmamalı.
Okul müdürleri, aynı zamanda o okulun eğitim lideridir. Sadece okulu fiziksel bakımdan yönetmez, öğretmenlerin pedagojik denetimlerini yapar. Zümrelere başkanlık eder. Dolasıyla bu yönüyle okulun vizyonunun hayata geçirilmesini temsil eder. Öğretmenler üzerinde bilgisi, deneyimi ve becerileriyle liderlik özelliği kazanamamış insanların mevzuattan ve iktidar üzerinden aldığı güç ile okul yönetmesi mümkün olmaz. O orada, sadece zabıtalık yapar.
Okul müdürleri ve öğretmenlerin, çalışanların sendikalar üzerinden iktidara eklemlenmesi kabul edilemez bir durumdur. Sendikalar arka bahçe değil, üyelerinin mesleki gelişimlerine katkı sunan ve haklarını koruyan örgütlenmeler olmalıdır. Bunun böyle olmadığını birlikte gördük.
Diller eğitim dışında bırakılmamalı
-Kürt seçmenlerin bu seçimlerde belirleyici olacağı konuşuluyor. En önemli taleplerinden biri anadilde eğitim. Ne düşünüyorsunuz?
Benim bu konudaki düşüncelerim biliniyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuyla ilgili sayısız kararı var.
Ben bu konuda da diğer konularda da olduğu gibi görüşlerimi ortaya koyarak, gelecekteki uzlaşma için koşul koyan biri olmak istemiyorum.
Bu konu Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü, çocuğun üstün yararı, dillerin, kültürlerin korunması üzerinden tartışılıp karar verilmesi gereken bir konu. O nedenle bu konuların siyasal alanda pazarlık konusu yapılmasını, Türkiye’nin egemenliğiyle ilgili bir alana taşınmasını doğru bulmuyorum.
Benim temel ilkelerimden biri; eğitim resmi dilde yapılsa bile hiçbir dilin eğitim dışında bırakılmamasıdır. Diller insanlığın hazinesidir. O hazineyi, ekonomik ilişkilerin iyice küreselleştiği bir dönemde eğitim kurumunun içine almazsanız, dilin çözülmesine, zamanla işlevsizleşmesine, kullanılmamasına sonrasında da unutulmasına neden olursunuz.
-İmam hatipler de eğitim alanında sürekli tartışılan okullar. Kapatılacak mı? Din eğitiminin nasıl olması gerektiği görüşündesiniz?İmam hatipler, siyasal alanın etkisinin dışına çıkarıldığında kendi mecrasında varlığını sürdürecektir.
Asıl olarak bizim din, devlet ve eğitim arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğine odaklanmamız gerekir. Burada üzerinde uzlaşılan ilkesel tutumları ortaya çıkarırsak sorun önemli ölçüde çözülmüş olur.
Dindarlık ve kindarlık yan yana gelmez
-Konuşmalarınızda gençliğin sorunlarına sıkça değiniyorsunuz. Gençlere kindar ve dindar olmayı hedef olarak koyan bir yönetim var. Siz nasıl bir gençlik istiyorsunuz?
Dindarlık ve kindarlık yan yana getirilecek şeyler değildir. Dindar, doğası gereği, kindar olamaz. Benim hayal ettiğim gençlik; ülkesine karşı sorumluluğu Atatürk’ün ‘Gençliğe Hitabede’ söylediği gibidir.
Dünyayı tanıyan, ülkesini ileri uygarlık seviyesine çıkarmayı amaç olarak benimsemiş, bilimin yol göstericiliğinden ayrılmayan, eleştirel düşünebilen, özgürlük tutkusunu sürekli büyüten bir gençliktir. Benim ülkemin gençleri, keşfetmeye meraklı, bilginin peşinden koşan, kendisiyle ufuk çizgisi arasında kalanla yetinmeyen, ufkun ötesini merak eden gençler olmalıdır. Benim ülkemin gençleri, okullarında matematiği, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, psikolojiyi, sosyolojiyi tüm temel bilimleri en iyi biçimde öğrenen gençler olacak.
Onları eğitimlerinde burslarla destekleyeceğiz.
Her yıl 10 bin başarılı gencimizi yurt dışına bilim öğrenmeleri için göndereceğiz. Onların üniversite kapılarında kalacak yer arama sorununu köklü biçimde çözeceğiz. Sportif faaliyetlerinde her zaman yanlarında olacağız. Gençlerimize dair duyduğum özlem Türkiye’ye karşı duyduğum özlemdir.
Onlarla Türkiye’yi yöneteceğiz, birlikte geleceğimizi kuracağız.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları