Murat Eren ile 10 yıllık esaret sürecinin dönüm noktalarını ve 15 Temmuz’dan sonrası...
Türkiye’nin ilk Dijital Kumpas davasının içeride kalan son mağduruydu Murat Eren. 2006 yılından itibaren zaman aralıklarıyla 3 kez hapse girdi. Diğer kumpas davaları çöktü, birlikte suçlandığı insanlar dahil herkes beraat etti, bilirkişi raporları masum olduğunu ispatladı ama o adeta içeride unutuldu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, onu mahkum eden tüm sorumlular hapse atıldı ama o yine serbest kalamadı. Nihayet 18 Ağustos 2016 tarihinde özgürlüğüne ve ailesine kavuştu. Uğradığı haksızlık karşısında onu tanımak ve yaşadıklarını aktarmak benim için şart oldu. Murat Eren ile 10 yıllık esaret sürecinin dönüm noktalarını ve 15 Temmuz’dan sonrasına dair düşüncelerini konuştuk.
Önce nasıl olduğunuzla başlayalım mı?
Öncelikle ilk haberi alışımdan bahsetmek istiyorum. O sırada yüksek lisans için okuldaydım. O gün de tam, denetim serbestliğinin oluşmasıyla bazı suçların yarı oranda infazlarının gerçekleşmesini içeren Kanun Hükmünde Kararname(KHK) çıkmıştı. Herkes ondan yararlanacağımı düşünmüş. Ben de bir gün öncesinden bu kanunun çıkacağını biliyordum, içimde bir umut vardı. Sabah erkenden kanun maddesini okudum ama beni kapsamadığını gördüm. Öğleden sonra bir arkadaşım aradı ve tahliye oluyormuşsun dedi. Ben de, “Yok, beni ilgilendirmiyormuş,” dedim. Tam telefonu kapattım, CNN Türk beraat kararımı alt yazı geçti. Askeri Mahkeme karar verdi yazıyordu ama ben inanamadım. İlk defa cezaevine koşarak gittim! Hep ayağımı sürüyerek gidiyordum. Tamam, benim için güzel bir fırsat vardı, yüksek lisans için dışarı çıkabiliyordum ama gönlünün bir köşesinde bir hüzün olur ya insanın, onu hep yaşıyorsunuz. Ama koşarak gittim bu sefer. Süreci öğrendim, gerçekten doğruymuş. O gün yetişir, yetişmez diye bir sürü şeyler yaşadık içeride ama sonuçta akşam 22:00’de çıktım.
Çıktıktan sonraki hislerinizi nasıl tarif edersiniz?
Bu son 10 günde, 10 yılın birikimi var. 10 yılım öyle bir geçmiş ki, bunu fark ettim… 3 gün sonrasına plan yapamıyorsunuz, hep yarın tekrar tutuklanabilirim endişesi yaşıyorsunuz, hep tedirgin oluyorsunuz… Herhalde 70’ten fazla duruşmaya çıktım, mahkemelere hep çantanızla tutuklanmaya hazır gidiyorsunuz. Ama şimdi ne bir imza sorumluluğum var, ne yurt dışı yasağım, o kadar özgürüm ki… Gece istediğim gibi dolaşabiliyorum, polis bir çevirmede GBT kaydıma baksa eski suçlarım çıkıyor ama en azından artık kendimi ifade edebilirim, daha rahatım, kumpas olduğunu herkes biliyor. Onun özgürlüğü çok güzelmiş, çok özlemişim… Sağlık kesinlikle çok önemli ama dışarıdaki hiç kimse özgürlüğünün farkında değil, kıymetini bilmiyor! Ben her şeye rağmen sağlıklıyım ve özgürüm!
Biz galiba bunu unutuyoruz?
O yüzden ben galiba daha güzel nefes alıyorum! Belki alışacağım, belki bir süre geçecek, nasıl olacak bilmiyorum ama ben oksijenin tadını sizlerden daha iyi alıyorum galiba.
Peki, bu 10 gününüz nasıl geçti?
Bu 10 günün çoğu evde geçti. Benim bir kızım ve bir oğlum daha var, onlar geldi. Çok uzun süredir üç çocuğumla bir arada olmamıştım. Yeniden evlendikten ve en küçük çocuğum olduktan sonra cezaevine girdim, üçünü birlikte kapalı cezaevindeyken açık görüşte sadece bir kere görebildim. Beren daha bebekti, bir tek o fotoğrafımız var bir arada. Bir de ancak şimdi oldu! Bu inanılmaz bir duygu. 3 çocuğumla yan yana durmak çok güzel. Hiç konuşmasak bile, onlarla aynı ortamda olmak bile kelimelerle tarifi olmayan bir duygu.
Biz Beren’i fotoğraflarından tanıdık ve çok sevdik. O da sizi fotoğraflarınızdan sonra yeni tanıyor, nasıl şimdi?
21 günlüktü bıraktığımda, her şey yeni geliyor bana, ona da öyle geliyor. Evdeki her şeyi tanıtıyor bana; oyuncuklarını, isimlerini, ne işe yaradığını, koltukları gösteriyor tek tek… Evden çıkarken sürekli ayrılırken baba uzağa gitme derdi. Şimdi, “Baba az uzağa git, akşam gel beraber yatalım,” diyor. Annesi ya da abisiyle markete giderken nereye gidiyorsun diyorum, istersen sen de gelebilirsin baba ama merak etme çok uzağa gitmiyorum, hemen geleceğim diyor. Çocuk da ben de ciddi bir özlem yaşamışız. Telafi edeceğiz ama öncesine değil sonrasına bakacağız.
Diğer iki çocuğunuzla da yeniden tanışıyor olmalısınız? Duygularını nasıl ifade ediyorlar?
Büşra ve Burak, ikisi de üniversiteye gidiyor. Onlar da hep ayrı büyüdüler. Büyük kızım Büşra, çocukluk dönemlerinde görevlerimden dolayı beni neredeyse hiç görmedi. Bana abi derdi, ben babası olduğuma ikna edene kadar yine göreve giderdim. Sonrasında anneleriyle ayrılmak zorunda kaldık ama hâlâ görüşüyoruz. Onlar İzmir’de annelerinde kaldılar, yine ayrı kaldık. Sonra ben İstanbul’da bir düzen kurdum, üniversiteyi İstanbul’da kazansınlar istedim, oğlum tam geldi ama o dönemde hapse girdim. Yine beraber yaşayamadık. Şimdi ikisi de ayrı ayrı yerlerde üniversiteyi kazandılar, gene görüşemeyeceğiz. Oğlumla daha çok birlikte olabildiğim için özellikle Büşra’nın hali beni son 2-3 gündür çok duygulandırdı. Kızım benimle aynı boyda, çok da güzel bir kız. O 21 yaşında kocaman kız, tıpkı Beren gibi gelip bana sarılıyor, öpüyor… Duygusal olarak benim bakış açımda ikisi arasında hiç bir fark yok ama demek ki, o da bu paylaşımları özlemiş, yılların birikimi… Ben bu duyguları mutlaka tatmışımdır ama cezaevi sürecinden dolayı unutmuşum sanki. O yüzden onun gelip sarılması, koynuma kafasını yaslaması, o kadar kıymetli ki benim için…
Bu sürecin pek çok üzen yanı vardır ama sizi en çok hırpalayan çocuklarınızdan ayrı kalmanız ve de onların büyürken sizden mahrum bırakılması mıdır?
Hırpalayan demeyelim ama bir eksiklik hissettim. Çocuklarımın bana ihtiyaçları vardı ama ben baba olarak yanlarında olamadım… Sağ olsun ailem, babam, kardeşlerim, arkadaşlarım destek oldular ama bir babanın yerini kimse tutamaz! Bir tarafları hep eksik. Yanlarında olamamanın hüznünü hep yaşadım.
Bu süreçte annenizi de kaybettiniz. Babanız o acı yanında sizin için çok büyük mücadele verdi. Şimdi nasıl?
Annemin ben cezaevine girmeden önce kanser tedavisi devam ediyordu. Plasebo etkisi vardır ya, ben ona inanıyordum ve anneme tamamen bitkisel haplar getirttim. İnanır mısınız, anneme çok iyi geldi o haplar, doktorlar bile değerlerine hayret etti ki, bunu bana söyleyen doktor en fazla 6 ay yaşar demişti. 1.5 sene sonra değerleri inanılmaz derecede düşmüştü. Annemi de inandırmıştım, ben de inanmıştım. Ama ben cezaevine girince bir anda morali düştü. Babam da hem annemden hem benden dolayı iki taraflı üzüntü yaşıyordu. Ve sonra annemi kaybettim. Bu 10 senelik süreçteki en büyük acım o, bunu tarif etmem mümkün değil! Babamın mücadelesini de herkes biliyor, söylemeye gerek yok. Çok şükür iyi babam, umarım daha da iyi olacak.
Hapiste hayata nasıl tutundunuz?
Bunun için çok çalıştım. Beni düşünen insanları gerçekten hissettim. Gönülün gönüle değmesi vardır ya, ben bunu hissettim. Böyle tutundum. Ben yalnız değilmişim dedim. 2006’ya kadar hep yalnızmışım ama özellikle son 3-4 yılda yalnız değilmişim dedim. Bu beni ayakta tuttu. Ve hep kendimi geliştirmeye çalıştım.
2016’da açılan bir davanız daha var ve sonuçlanmayan bir tek o kaldı sanırım?
8 Eylül’de duruşmam var. 2012’de benim hakkımda “silahlı terör örgütü kurup yönetmekten” suç duyurusunda bulunmuştu bir mahkeme heyeti, onlar da şu an içerideler. İlk davası Ocak 2016’da yapıldı. Ama dediğim gibi iddianamede bile cezai hükmü olunmaz ibaresi var ama prosedür gereği dava görülecek.
Pilot olmaya doymadım
Başa dönerek 10 yılı kısaca bir hatırlatalım istiyorum. Sizin başınızı ilk derde sokan olay, bir benzin istasyonunda Atatürk hakkında ileri geri konuşan birkaç kişiyle tartışmanızdı değil mi? Böylece mimleniyorsunuz anladığım?
Daha önce görevdeyken de mimlemişlerdi. Fethullah Gülen aleyhinde konuşmalarım olduğunu, TSK içinde yapılandıklarını bildiğimi biliyorlardı. Sadece ben değil ki, ben bir yüzbaşıydım, bu işin mücadelesini veren pek çok komutan vardı. Benim ferdi olarak, en azından söylemlerimle onları rahatsız etmeye çalışan bir duruşum vardı. Atatürkçü olduğumu zaten herkes bilir. Demek ki yaptıklarımız rahatsız etti onları. Bu benzinlik olayı da tesadüfen bir karşılaşmaydı ama tartıştığım kişinin terörle mücadele şubesinde karşıma oturan kişi olması manidar. Bana, sadece bir general ismi ver demeleri manidar. Ve bunu askeri yargı makamlarına iletmeme rağmen, bununla ilgili hiçbir soruşturma yapılmaması ve bunu yapmayanların da zaten onlardan olduğunun tespit edilmesi manidar. Aslında bunlardan bir sonuç çıkması gerekir.
Sonrasında sizinle ilgili isimsiz bir ihbar mektubu geliyor. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a suikast planı, evinizde mühimmat bulundurmak, Danıştay saldırısında yer almak, terör örgütü kurmak gibi pek çok suçla itham ediliyorsunuz değil mi?
İlk şöyle oluyor: Emniyete “vatansever” isimli birinden bir ihbar e-postası geliyor. Burada benim bir yerleri patlatacağım, suikastlerde bulunacağım, Danıştay olayı yeniydi o zaman, onu benim azmettirdiğim gibi bir takım ihbarlarda bulunuluyor. Daha iddianame hazırlanmadan önce bunların olmadığı fark ediliyor. Ben ilk olarak 30 Mayıs 2006’da tutuklandım. Temmuz ayında da Tayyip Erdoğan’a suikastte bulunacağım ihbarı yapılıyor. Genelkurmay’ın önünde, bir kişi (ben subay olduğunu tahmin ediyorum) gazetecilere zarf dağıtıyor. Aslında her şey buradan başlıyor . Savcılar bu konuyu araştırdılar ama ben bununla ilgili bir soruşturma geçirmedim, çünkü biliyorlar böyle bir şey olmadığını. Danıştay saldırısıyla ilgili de soruşturma geçirmedim. Bir tek benim davamı Ergenekon Davası ile birleştirmeye çalıştılar. İşte Osman Yıldırım’ın ifadeleri vardı, benim sözde faili meçhullerimin olduğunu, gerekirse bunların yerlerini gösterebileceğini söyledi. Ergenekon süreci başlayınca, orada gizli tanık olarak benim de Ergenekon’da yöneticilerden biri olduğum söylendi. Ali Fuat Yılmazer, gerçekten suikast yapacaktı ama biz kimseyi inandıramadık dedi. Ama ortada somut hiçbir şey olmadığı için, ben bu suçlamalardan soruşturma geçirmedim. Sadece ismim öyle kaldı gitti benim…
Sizin yargılandığınız Atabeyler Davası Balyoz, Ergenekon gibi kumpas davalarından önceki ilk kumpas davasıydı. Ama özelliği, dijital delille yapılan ilk kumpas davasıydı ve siz de bu davada içeride kalan son insandınız.?
Evet, dijital kumpas davalarında ilk denemeyi bende yaptılar. Aslında bu kumpasların ilk davası Şemdinli davasıdır. Şu an bu davadan içeride Ali Kaya ve Özcan İldeniz adlı iki astsubay kaldı. Aslında ilk deneme oydu. O dosyada 100’den fazla asker vardı ama bu suç o ikisine kaldı.
Yargılamanız 2006’da başladığında daha soruşturma tamamlanmadan YAŞ kararıyla TSK’dan atıldınız. Baştan suçlu kabul edilmişsiniz?
Evet. Bir de YAŞ kararında “disiplinsizlik” sebebiyle benim ilişkim kesiliyor.
Bu herhalde en ağırınıza giden şey olmuştur?
Tabii ki! Benim sicilimde 99 olmamış, Üstün Cesaret Madalyam onaylanmış, onun provaları yapılıyordu. İnanılmaz bir şoka uğramıştım, hakkımda iddianame bile hazırlanmamıştı! Ama disiplinsizlik sebebiyle ilişiğim kesildi ve ben kendimi Mamak cezaevinden Sincan cezaevine geçmiş buldum.
mur3
O karara muhalif komutanlar da olmuş ama sonuç değişmedi. Kendinizi sahipsiz kalmış ya da yalnız bırakılmış hissettiniz mi?
Şerh koyan 2-3 komutan oldu. Ben sahipsizsizlik, mağduriyet kelimelerini bile kullanmak bile istemiyorum. Benim kimsenin sahiplenmesine ihtiyacım yok. A ya da B şahsının benden ne zeka olarak ne de duruş olarak bir farkı var. Biz, bir olursak zaten toplum oluruz. Sahiplenilmeye ihtiyacım yok ama silah arkadaşıyız biz! Silah arkadaşlığı, yolda yürüdüğünüz arkadaşınızla olan ilişkinize benzemiyor.
Canınızı emanet ediyorsunuz birbirinize…
Birbirimizi, ailemizi emanet ediyoruz. Ölürsem; şu devre arkadaşım var, o aileme sahip çıkar, çocuklarımı yönlendirir diyorum kendime. Biz hep bunların planlamasını bilinçaltında yaparız. Kardeşliğin çok ötesi bir durum… Sahip çıkmasını değil ama yanımda olmasını beklediğim hem komutanlarım hem silah arkadaşlarım vardı. O zamanlarda, sözle bile olsa “yanındayız” denmesinin verdiği morali size anlatamam! Bunu diyenler, benden şüphe etmeyenler de vardı tabii. Ama bu davalarda hep algı operasyonları yapıldı, ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye medyada o kadar çok söylendi ki… Ben ilk dışarı çıktığımda, o yüzden herkes uzak kaldı benden, iş bulamadım. Neden? Başbakana suikast iddiasıyla yargılanmışım. Ya gerçekse, işe alırsam benim de başıma bir şey gelirse diye haklı kaygı içindeydi insanlar, onlara bir şey demiyorum. Beni tanıyan insanlar için söylüyorum, kimseye dargın değilim ama yanımda olanla olmayanı eşit tutarsam, yanımda olana haksızlık ederim. Ama kimseye küs değilim, ben affediciyimdir.
Devlete de dargınlığınız yok, çağırılırsam yine görevimin başında olurum diyorsunuz.
Tabii ki! Çok isterim, ben pilot olmaya doymadım, çok seviyorum. Bunu Murat Eren olarak söylemiyorum, devlet bana çok ciddi yatırım yaptı, özel kurslar verdi, ben de bunu değerlendirdim diye düşünüyorum. Kendimi iyi yetiştirdim, benim hiç boş zamanım olmadı. Hiçbir şey yapmıyorsam düşünüyorum. Kitap okuyorum, hobilerim var, maket yaparım, farklı alanlarda kendimi geliştiririm.
İki yüksek lisans yaptınız bu süreç içinde mesela.
Şimdi üçüncüyü yapıyorum. Görevdeyken Hacettepe Üniversitesi’nde “Cumhuriyet Tarihi” üzerine yapmıştım. Sonra “Eğitim Yönetimi Denetimi” bölümünde yaptım, şimdi de “Hukuk” üzerine yüksek lisans yapıyorum.
O zor dönemin ardından bir şirkette iş bulup böylece İstanbul’a geliyorsunuz değil mi?
İstanbul’da ilk İstanbul Havacılık Kulübü’nde part time uçuş eğitmenliği yaptım, önce gidip geliyordum. 2008’in ortalarında da bir şirkette güvenlik biriminde yönetici olarak işe başladım, şirketin en tepesine kadar çıktım ama sonra ayrıldım ve 2011’de kendime iş kurdum. İyiydi de durumum ama 2013’te tekrar hapse girince hepsi yok oldu. Şimdi yeniden başlayacağım. Hayat bana bu süreçte o kadar çok şey öğretti ki… Önceden hiçbir şey olmasa da limon satarız derdik, bu laf ağızlara pelesenk olmuş ama hiç de öyle söylendiği kadar kolay olmuyor…
Yaptığınız için biliyorsunuz…
Bu konuda nefsi yenmek, Züğürt Ağa filminde patates domates diye bağırıyor ya Şener Şen, o çok zor bir şey aslında.
Atatürkçülük bir yaşam tarzıdır
Böyle bir 10 yıl geçirip içinden dimdik ve umutlu çıkabilmek kolay bir şey değil. Savaşçısınız demek ki?
Benim aklıma hep Atatürk’ün Erzurum Kongresi gelir biliyor musunuz? Atatürk o dönemki ordudan atılıyor, paşalığı elinden alınıyor ve üniformayı çıkarıyor. Fakat ne sivil elbise alacak parası ne de etrafında öyle bir imkânı olan var. Dönemin Erzurum valisi ona kıyafetlerini veriyor, ona öyle bol geliyor ki… Erzurum Kongresi’ndeki fotoğrafta o nedenle üstünde sivil kıyafet vardır ve üstünden dökülür. Yani Atatürk kimseye minnet etmiyor! Mücadelenin kaynağı orada başlıyor aslında.
Buraya gelmişken, çıktığınız gün “Ben Atatürk’ün askeriyim” dediniz. Bu konuda yapılan yanlışlar sonucu kimi insanların aklında olumsuz düşünceler var. Atatürk’ün askeri olmak ve de Atatütürkçülük ne demek size göre, açar mısınız?
Atatürk devrimciliği çok derin mevzu, onu yaşayabilmek lazım. Ben onu okuduğumda, incelediğimde hep özümsemeye dikkat ettim. Şu tarihte, şunu yapmıştan ziyade; hep niye yapmıştır, o tarihte şartlar nelerdi, ben olsam nasıl yapardım, sonuçları nelerdi diye okudum. Kendimi hep onun yerine koydum. O yüzden benim için tarihler, kişiler önemli değil.
Yani ezberciliğe kaçmadınız. Bu konuda hatamız bu ezbercilik miydi sizce?
Bence o oldu. Atatürkçülüğü bir kimlik gibi gördük, hâlbuki o bir yaşam tarzı. Bunu sadece Atatürkçülük anlamında söylemiyorum. Atatürk’ün askeri olmak; hedef gösterdiği subay kimliğinden ziyade, ta Metehan’dan başlayan bir Türk subayı duruşu vardır, onda hiçbir değişiklik yok. 2000 yıl önce neyse Türk subayının duruşu bugün de aynı. Siz bakmayın vatan hainliği yapanlara veya duruşunu çıkarları uğruna değiştirene! Biz böyle yetiştiriliyoruz. İsyan etmem, akıl ve bilim yolundan ayrılmam. Çocuklarıma da hep şunu söyledim: Ben sizlerden takdir, teşekkür beklemiyorum ama bilimden uzaklaşmayın, araştırın, sorgulayın.
Genel anlamda Atatürk Cumhuriyet’i kurmuş ama devamında biz onu ilerletmek için çalışmamışız desem katılır mısınız?
Evet ve şimdi oraya dönmeye çalışıyoruz! Çünkü başka bir şey üretememişiz. Size katılırım, hatta çalışmaktan ziyade biz okumayan bir toplumuz. Birisi bize her şeyi anlatsın, bir bilirkişi olsun istiyoruz.
Bir de yine bir kurtarıcı bekliyoruz sanırım. Bu Atatürk’ün yapmak istediğine ters değil mi?
Olmaz mı? Atatürk görse şimdi topa tutar bizi! Bu üstelik sadece Atatürk’te yok ki, geçmişte yaşamış gerçek liderlerin hepsi aynı şeyi düşünmüş. Bu sosyolojik bir durum. Biz kendimizi tembelliğe bırakmışız, bir hap gibi her şeyi biri bize versin istiyoruz. Tarihimizi bile o çarpıtılmış dizilerden öğrenmeye çalışıyoruz. Fesin bile Osmanlı olduğunu sananlar var.
Çuvaldızı toplum olarak kendimize batırmamız lazım belki artık? Hep başkalarını suçlu buluyoruz ama dönüp biz nerede hata yaptık diye bakmıyor muyuz acaba?
Kesinlikle! Hep suçluyu dışarıda arıyoruz. Hep Amerika yüzünden biz bu haldeyiz, nedense hiç kendimizde suç bulmuyoruz. Sonra da tabii ki gelen herkes kendisine göre doğruyu yapıyor.
Sizce çözüm ne olmalı, Türkiye yoluna nasıl devam etmeli?
Hiçbir akıma dahil olmayan, ülkesini seven sosyologlar, siyaset bilimcileri, tarihçiler gibi her alandan bilim insanlarıyla alt meclisler, komiteler kurmamız ve bilimsel bir toplum analizi çıkarmamız lazım. Ondan sonra da kimseyi ötekileştirmeden yönetim biçimimizi, TSK’dan eğitim sistemine kadar, her alanda kendi kültürümüze, bu toprağın insanına uygun bir biçimde yapılandırmalıyız. Araplaşmayalım ama Amerikalılaşmayalım da! Anadolu insanı olarak, ırkımız nereye dayanırsa dayansın, Türk milleti olarak birbirimize iyice kapanalım. Öncelikle eğitim sistemiyle birlikte, nesil atlatana kadar sabırla gençleri iyi yetiştirelim. Öteki diye bakmayalım birbirimize, affedelim. İnsan devrimi kendinden başlatır, ilk önce bir kendimiz değişelim. Bu zamana kadarki yaşadığımız olumsuzlukların sebebi kendimiziz. Bizim öfkelerimiz, korkularımız bize bir şekilde geri geliyor. O zaman da ötekileştiriyoruz. Ama bunun yerine affedici olup, gülümsemeyi yüzümüzden eksik etmeden, birbirimize muhabbetle bakalım. Sanki sakal boyu ölçüsü var da boyu ne kadar uzunsa, imanı da güçlü gibi bakmasınlar mesela, gerçek İslam’ı onlar da okusunlar. Veya kadınlar için söylüyorum, başı ne kadar kapalıysa o kadar Müslümanım veya tam tersi ne kadar açıksa o kadar modernim diye düşünmesin kimse.
Anadolu’daki Müslümanlık böyle değildi aslında, biraz Arap Müslümanlığı etkisine girdi ülke sanki?
Aslında gerçek İslam var ve bir tane! Fakat gerçek İslam (Arabistan’daki de Avrupa’daki de Türkiye’deki de) bozulmuş, bir sıkıntı var. Şu an yaşadığımız bu sıkıntıların sebebi, az önce bahsettiğim düşünce sisteminde. Biz bu düşünce sistemimizi değiştirmediğimiz, asıl devrimi kendi beynimizde yapmadığımız sürece bu problemlerin hiçbirini çözemeyiz. Sen niye böyle düşünüyorsun diye kimseyi ötekileştirmemeliyiz bir kere. Kavgadan uzak duralım. Ben böyle düşünüyorum, sen de böyle düşünüyorsun. Farklı düşünüyorsak da, ortak noktamız mutlaka vardır.
Ortak nokta olarak laikliğe sahip çıkılabilir mesela?
Tabii ki. Aslında gerçek İslam’ı bilsek böyle olmayacak. Gerçek İslam ne Cumhuriyet ile ne demokrasi ile ters düşüyor. Ama bize anlatılan radikal İslam var ya, hep uç noktada. Her konuda radikal bir kesim var bizde. Kadınlar, çocuk yaşta evlilikler vb. konularda o kadar absürt şeyler söyleniyor ki! Oysa kültürdür bu ve bize uymuyor bu kültür. Bize sonradan katmaya çalışıyorlar, bak İslam’da böyle bir şey var, sen de bunu kabul et demeye çalışıyorlar, hâlbuki yok böyle bir şey! Devlet otoritesinin bunun üzerine gitmesi, bilimsel araştırmalar yapması gerekiyor. Diyanet’i siyasi olarak değil, bu şekilde kullanması gerekiyor. Yoksa İslam tek, tek bir kitap var. Onu düşünerek okuduğunuz zaman, hiç öyle şeriat kanunları filan yok, ben inanmıyorum hiçbirine, onlar sadece kişilerin yorumu. Bir de Anadolu kültürü var. Ama kültürel, sanatsal, bilimsel hiçbir şeyimiz kalmadı! Biz şurada dans eden insanlar görmeliyiz, bir tarafta horon tepen insanlar da bir tarafta oynayan efeler de olmalı. Bu kültürleri bir arada tutmalıyız. Tek eksenimiz din olmuş, sen Müslümansın ben değilim vb. Hâlbuki İslam bunun tacı, biz önce kültürümüzü oturtalım. Sosyal hayattaki tüm faaliyetler yatay ilişkidir, dikey ilişki tektir ve o da kişi ile Allah arasındadır. Bir de karışmayalım lütfen kimseye nasıl yaşıyor diye! Sakallı mı, değil mi, içki mi içiyor, kime ne?
Şu anda tarih yazılıyor
Siz ve sizin gibi bir sürü insan yıllarca FETÖ yapılanmasını anlatmaya çalıştınız. Şimdi her şey açığa çıktı. Sizce bu zamana kadar alınan önlemler yeterli mi ve TSK ile ilgili yapılması gerekenler ne?
Birincisi, neredeyse 50 yıldır bu adamlar bu işin peşindeler. Bunu 1-2 senede kazımanın imkânı yok. Cihaz yok ki, dokununca anlaşılsın. İçeride çok fazla varlar ama bunu da yine sabırla, tek tek çözmemiz gerekiyor. Müslümansa ilahi adalete teslim ediyorlar, ilahi adalette kurunun yanında yaş yanmaz. Devlet otoritesi öyle bir otorite olmalı ki, masum olan insanları çok iyi ayırt etmemiz lazım, onların kul hakkı önemli. Çünkü ben 10 sene bunu yaşadım! 10 senedir sesimi mahkemelerde duyurmaya çalıştım ama demek ki kendimi yeterince ifade edemedim ya da karşı taraf zaten onlardan olduğu için neden ifade edemediğimi anladım. Daha doğrusu biz biliyorduk zaten. 50 yıldır bu iş sürüyorsa, temizlenmesi de en az 25 sene sürer. Nesil atlaması gerekiyor bunun için. Yeni zihniyetlerin yönetim kademesine gelebilmesi için, bizim eğitim sisteminde çok ciddi bir çalışma yapmamız gerekiyor. Bu TSK için de Emniyet için de yargı sistemi için de geçerli. Tabii o arada onlardan doğan boşluğu da bir başka yapının doldurmaması gerekiyor! O yüzden çok dikkatli adımlar atmamız gerekiyor. Askeri eğitim sistemine de çok dikkat etmemiz gerekiyor. Subayların en az %50’si FETÖ’ye hizmet ediyordur. Ama öyle bir yapı oluşturursunuz ki, bir bakmışsınız senden benden vatansever olmuşlar. Devletin gücü de orada. Yoksa ne yapacağız bu kadar adamı? Düşünsenize 40 bin subay varsa 20 bin subay onlardan, bu kadar subayı öldürecek miyiz? Bunların içinde gerçekten kazanılabilecek hiç kimse mi yok? Gerekiyorsa atılan öğrencileri de kazanalım. Ama bizzat militan gibi çalışan, tayin şubelerde, kritik yerlerde görev yapan akıl hocalarını asla affetmeyelim! Ama işin ucundan, bilmeden, aidiyet ihtiyacı için onlara bulaşmış olanları da kazanmaya bakalım. Özellikle de çocuklarını, ailelerini kazanalım. 20 bin subayı atarsın ama hepsinin birer tane çocuğu olduğunu düşün, astsubaylar da var, bu ülkede en az 150-200 bin tane potansiyel devlet düşmanı yetişiyor! Tamam babaları vatan haini, atalım ama onların ne günahı var? Devlet desin ki, “Senin baban vatan haini ama ben devlet baba olarak senin her türlü eğitim, sosyal ihtiyacını ben karşılayacağım. Sen bu vatanı seven gerçek vatanseverlerden biri olacaksın, babanın inadına, yeni baban benim!” Öbür türlü düşünsenize, bilinçli olarak yapılan kripto denen yapılar gibi, bir de bilinçsiz olarak insanları gömeceğiz yer altına, onlar da zamanla kinlenecek, filiz vermeye başlayacak ve yine zehirleyecekler bizi.
Askeri liselerin kapatılması kararını nasıl buldunuz?
Çok üzüldüm. Kapatılabilir geçici bir süre ama bitti dememeliyiz. Sadece hain çıkarmadı ki bu okullar, kahraman da çıkardı. Albay Sait Ertürk var mesela, 15 Temmuz gecesi köprüde çatışırken şehit oldu. Generallerimize bakın, çoğunluğu kahraman çıkarmış bu okulların.
İmam Hatip Lisesi mezunlarının alınma konusu tartışma yarattı, sizin fikriniz nedir?
O siyasi iradedir. Hiç aldatılmamış olan, bu işi gerçekten gören, sadece bilimsel kimlikleri olan insanların fikirlerini alarak yeni bir teşkilatlandırma yapılabilir. TSK’nın yapılanmasına yakışır; herhangi Alman, Rus, Amerika, Fransız ekolü olmadan bu yapılabilir. Dünyanın en eski ordusu biziz ama başka ekolle hareket ediyoruz, böyle acı bir şey olabilir mi?
TSK’ya güven de azaldı, nedir hissiniz?
Halk haklı değil mi? Siz onu bırakın, TSK içinde de kimsenin birbirine güveni yok ki! Her gün böyle ölmeye devam ediyor bu insanlar. Can vermek bir anlık bir şey belki ama onların eşleri, çocukları, anne babaları bir ömür yarım yaşayacak. Çok arkadaşım var şehit olan, aileleriyle hâlâ görüşüyorum, bunları yaşadığım için söylüyorum. Gülerken bile ağızları yarım kalıyor insanların, güldüklerinden utanıyorlar…
İtibarın toparlanması ülkenin güvenliği açısından da önemli değil mi? Stratejik olarak bu kadar kritik noktada olan ülke şu an dışarıdan savumasız da görünüyor olabilir mi?
İçeride sıkıntı olmuş olabilir ama dışarıdaki güçler şöyle düşünüyordur bence: Ordu birbirine girdi, halkına ateş etti ama şu da bir gerçek ki, bu milletin her biri bir asker! Sokaklara çıktılar, tankın altına yattılar, ateş ediliyor, düşenlerin arkasından gelmeye devam ediyorlar. Aynı savaşlardaki gibi, normal bir insan yapar mı bunu? Ve orada sağcısı solcusu herkes var. Yani, bu halk istedi mi sınırda da eline kazma küreğini alır, mantıksız olduğunu bilir ama yine sokağa çıkar. Bizim genlerimizde olan duygular bu işte. Ben 15 Temmuz’dan sonra dış güçlerin biraz daha temkinli olacağına inanıyorum. Evet, orduda yıpranma oldu ama ordunun arkasında yerini alacak pek çok deli var bu ülkede.
15 Temmuz aynı zamanda kurucu ilkelere dönülmesine mi yaradı sizce?
Kurucu ilkeler zaten en önemli konu! Belki de bu bizim için milat. Hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Tarihte 20-25 seneyi, kitaplardan 2-3 sayfada okuyup geçiyoruz değil mi? Atatürk şu tarihte şunu yaptı, aradan beş sene geçti Harf Devrimi’ni yaptı, saltanatı kaldırdı vs. Ama o süreçte yaşananları düşünsenize. İçerideki isyanları, çıkan isyanlarla daha başlangıçta kan döküldüğünü tarih sayfalarında okuyoruz. 15 Temmuz’un üzerinden de henüz 2 ay geçmedi, daha yeni. Bugünden yarına bir çözüm yok, şu anda tarih yazılıyor. İnşallah o tarihin içinde bizim de isimlerimiz olur. Bu mücadeleyi de biz görmeyeceğiz nasılsa, iki sene sonra kimbilir ne olur mantığı bize yerleşmiş ama öyle değil. Ben ölürsem, benim iki tane büyük evladım var, üçüncüyü de aynı zihniyetle yetiştiriyorum. Onlar da aynı benim gibi devam edecekler.
Ve diyorsunuz ki yapabiliriz ve ben umutluyum?
Yapacağız! Benim şüphem yok. Çünkü ben bunun mücadelesini vereceğim, bugüne kadar da duruşumla, yaptıklarımla hep verdim. Gençlere söylemlerimizle örnek olmaya çalışıyoruz, ben bunun mücadelesini veriyorum ve inanıyorum karşılığını da alacağım. Neye inanıyorsanız inanın, her öğretide bu var zaten, iyi niyetle yaptığınız her çalışma karşılığını bulur.
Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Bu 10 senede öğrendiğim bir şey daha şu oldu; insanoğlu plan yaparmış, Azrail gülermiş. O misal, derinlemesine plan yapmıyorum. Size abartılı gelebilir belki ama ben tüm kalbimle yarının daha iyi olacağına inanıyorum. Ama nasıl olacak bilmiyorum, ben sadece iyiyi düşünüyorum. Tabii ki ufak tefek planlarım var. Uçuş hocalığı yapabilirim, ticarete tekrar dönebilirim bilmiyorum ama iyi olacağını biliyorum.
Bitiriyoruz ama size bunca acıyı yaşatan insanlara dair ağzınızdan tek olumsuz söz duymadım.
Bana hem sivil hem askeri mahkemede ceza verenlerin hepsi içeride, cezalarını çekiyorlar. Allah’a havale ediyoruz ya bazı şeyleri çok çaresiz kalınca, gerçekten ona bırakmak lazım. İnandığınız şeye bıraktığınız zaman, sihirli bir değnek yok hemen cezasını çeksin diye ama olaylar manzumesi gelişiyor. Siz görmeniz gerekeni görüyorsunuz ve evet, o da cezasını gördü diyorsunuz. Benim gibi pek çok insan da diyordur, bak cezasını gördü. Hiçbir şey tesadüf değil.
Son söz ne olsun?
Ben sadece herkese çok teşekkür ediyorum. Bu süreçte yanımda olan, kalbi kalbime değen, iyi ki varlar! Hiç tanımadığım insanlardan mesajlar alıyorum, hiç olumsuz mesaj almadım. Bu bile benim daha iyi olmam için sebep. Ve o gülümsemeyi asla eksik etmememiz lazım, her şeye rağmen çünkü gülümsemek direnmektir. Beni yıkamadılar, çok uğraştılar, gerçekten çok uğraştılar. Bu görmediğimiz anlamına gelmiyor veya görmezden geleceğimiz anlamına da gelmiyor. Her şeyi gereken zamanda yaparız ama gülmek direnmektir!
Özlem Özdemir - Gazeteport