Okurlar sırada tanışıp evleniyor
Hangi yazarın imza günü kitabevi kapanana kadar sürer?
Hem kolay anlaşılan tarzı hem de işlediği günlük popüler konularla büyük bir okur kitlesine ulaşan Özdil artık aileden biri olarak görülüyor.
Bu nedenle de okurları onu özellikle imza günlerinde hiç yalnız bırakmıyor.
Ortalama bekleme süresinin iki saat olduğu bu kuyruklardaki insanlar Özdil'e aynı zamanda bir çok anı ve yaşam hikayesini de hediye ediyor.
Biz de, Hürriyet'in 3'üncü sayfasının sevilen sakini Özdil'le kuyruklardaki bu hikayeleri ve karşılaştığı ilginç olayları konuştuk:
En küçük ziyaretçim 42 günlük bir bebekti
- Her imza günü 6-7 tükenmez kalem tükenir. Biriktirmeye niyetim vardı. Okurlara kaptırdım... Koleksiyonum bozuldu maalesef.
- Şu ana kadar en küçük, 42 günlük bir bebek geldi. Suadiye’de annesi ve babasıyla gelmişti. En büyük okur ise 94 yaşında emekli bir kadın öğretmenimizdi, o da Ankara’da geldi.
- Anne adayları hamileyken, genellikle doğmamış bebeklerini adına imzalatıyorlar. Doğunca da e-posta yoluyla bana fotoğraflarını gönderiyorlar. Biriktiriyorum. Albüm haline getireceğim. Şu ana kadar ismini koyduğum bebek sayısı 23. Kitabı imzalarken ismini koyduğum iki bebek var. Biri erkek Ege, diğeri ise kız, İzmir.
- İlkokul öğrencisi bir minik kız, İsim Şehir Hayvan’ı kedisi adına imzalatmıştı. Son imza günümde de, gene bir kız çocuğu, İsim Şehir Bitki’yi yavru köpeği adına imzalattı. Tarçın’dı yanlış hatırlamıyorsam.
- İsmini koyduğum işletme sayısı 11. Açacağı kafeterya veya restorana isim önermemi isteyen okurlarım oluyor. Bunların da tabelalarının fotoğraflarını gönderiyorlar.
- Uzun kuyruklar sizce neden oluşuyor? Unutamadığınız anılarınız var mı?
Uzun kuyrukların neden oluştuğunu doğrusu düşünmedim. Bunu okurlara sormak lazım.
Ben okurlarım için imzalıyorum, okurlarım da benim hatıra kitabımı imzalıyor.
İmza günlerimin toplamı 100 saati buldu. Kaç kişi olduğunu saymadım ama kaba hesap dakikada iki ya da üç kişiye imza vermeye çalışıyorum.
Kuyrukta tanışıp evlenenler var
Kuyrukta tanışıp evlenen var. İstanbul’da ilk imzamda kuyrukta beklerken tanışıp, evlendiler. İnsanlar kuyrukta beklerken arkadaş oluyor. Çünkü oradaki herkes aslında zihniyet arkadaşı, zihniyet hemşehrisi, hatta zihniyet akrabası. Uzun süre kuyrukta bekliyorlar ve bu sırada birbirlerine yardım etmeleri gerekiyor. Arada gidip yemek yemek için, fotoğraf çektirmek ya da ihtiyaçlarını giderme konusunda birbirlerinden yardım istiyorlar.
Nikah davetiyesi koleksiyonum var. Nikah şahidi olmamı isteyenler oluyor.
Bursa’daki imzaya gelen bir nişanlı çift, daha önce flört ederlerken İzmir’deki imza günüme de gelmiş. Evlenmek için üçüncü kitabı bekliyorlar.
Kız arkadaşının, erkek arkadaşının mail adresini verip, yaşgününü kutlamamı isteyen çok olur. Veya, eşinin mail adresini verip, evlilik yıldönümünü kutlamamı isteyen... Yetişebildiğim kadar kutluyorum.
Yabancılar da geliyor
İmza günlerime Amerikalılar çok gelir. Rus gelinlerimizden katılanlar olur. Almanlar gelir. İngilizler, canım Azerbaycanlılar ve enteresan şekilde Ankara’da bir Kübalı okur gelmişti. Çoğunun eşi Türk ve kendileri de Türkçe’yi çok iyi biliyor. İsrailliler de geldi.
Her şehre gidemiyoruz maalesef. Ancak, komşu şehirlerden imza günlerine yoğun katılım oluyor. Mesela Ankara’ya, Eskişehir, Gaziantep, Aksaray, Antalya’dan gelenler olmuştu.
Hediye koleksiyonum var. Kuran gelir, anahtarlık gelir. Tişört yaptırıp gelenler oluyor. Okurlarım eli boş gelmek istemiyor. Hatıra getiriyor. Bu bazen bir forma, bazen bir biblo olabiliyor. Kazak örüp getiren okurum olmuştu. Bunlar çok özel hediyeler. Okurla benim aramda. Sergilemeyi ya da başka bir projede kullanmayı düşünmüyorum. Maddi değeri çok düşük ancak benim için manevi değeri paha biçilmez hediyeler bunlar.
"Bir kamyonet bayoz geldi, aşevine verdik"
Tabii bu hediyeler yüzünden bazen başımıza işler de geliyor. İzmir’de bir keresinde espri olsun diye ‘İlk gelen boyoz getirsin, özledim’ dedim. Bir kamyonet boyoz geldi. Aşevine vermek zorunda kaldık. Bursa’da kestane şekeri hücümuna uğradık. Dağıtıyoruz.
Aanne ve babamın tabutlarını beraber omuzladık
Annem, babam vefat ettiğinde, okurlarım hem camiye hem de kabristana geldi. Tabutları beraber omuzladık. Annem babam için helva dağıtan da mevlüt okutan da oldu. Sağolsunlar.
"Kendime alıyordum, sana da aldım''
Yapmayın göndermeyin diye yalvarmama rağmen gönderiyorlar. Bir bakıyorsunuz bir kasa portakal gelmiş. Çoğunun üzerinde tanıtıcı yazı bile bulunmaz. Bazılarında ‘alıyordum sana da alıp gönderdim’ gibi notlar olabiliyor. Canının çektiği bir şeyden bana da tattırmak isterler.
- Sizi bir nevi aileden biri olarak mı görüyorlar acaba?
Sanırım öyle. Özellikle İzmir’de ve yurdun çeşitli yerlerinde yaşayan İzmirliler bana sadece Yılmaz diye hitap ederler. Çoğu bana kuzen, kardeş, oğlum, abi gibi akrabalık sıfatlarıyla seslenir. Bu bana büyük onur verir.
Ayrıca hiç çağrıda bulunmamamıza rağmen çeşitli üniversitelerden gönüllü gruplar var. Mutlaka imza günüme gelip fotoğraf çeker ve onları sosyal paylaşım sitelerinde paylaşırlar. Yanında fotoğraf makinesi olmayanların fotoğrafını çekip, onlara e-posta yoluyla gönderirler. Bu gönüllü arkadaşlar, kuyruktaki yaşlı, bebekli, hasta olup da bekleyenleri bulup öne getirirler.
KSK'lılar ve göztepeliler yanyana
Doğma büyüme hasta Göztepeliyim. Göztepeli taraftarlar istisnasız her imzama gelir. İstanbul, Ankara, Bursa farketmez, Göztepeliler mutlaka gelir. İzmir’de, Göztepe forması giymiş gençlerle, Karşıyaka forması giymiş gençlerin, yan yana durduğu ve kavga etmediği, belki de tek yer, benim imza kuyruğudur. Karşıyakalılar’ın sanırım tek sevdiği Göztepeli benim... KSK formasıyla gelirler, formayı imzalatırlar.
-İzmir Atatürk Lisesi mezunu olduğum için, mezunları gelir. İzmir Atatürk Liseliler yaşadıkları şehirde bir şekilde birbirlerini buluyor. Mesela Bursa’da yaklaşık 15 kişilik bir doktor grubu geldi. Değişik yaşlardan mezunlar ve ayda bir gün bir araya geliyorlarmış.
Kırmızı ışıkta duran insanlar
- Sıra adaletini nasıl sağlıyorsunuz? Sırada yaşlı amca ve teyzeler gördüm. Öne gelmeleri teklif edildiğinde dahi bundan çekiniyorlardı.
Çok hassaslar gerçekten. Bu yurttaşlar aslında kırmızı ışıkta duran yurttaşlar. Kural neyse ona uyarlar ve asla ayrıcalık talep etmezler. Bir örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in damadının ve torununun Ankara’daki sırada 5 saat beklediklerini imza bittikten çok sonra öğrendim. Yazar ve gazeteci arkadaşlar gelir ve kuyrukta beklerler.
- Peki bundan haberiniz olsaydı öne geçmeleri yönünde bir çağrıda bulunur muydunuz?
Hayır.
Serumla gelen okurum oldu
Doğan Kitap’tan arkadaşlar şahittir, gözlerimize inanamadık, serumla gelen okurum oldu. Fiziksel engelli okurlarımız gelir. Onlar da öne geçmek istemezler. Ben onların yanına giderim. Engelli sporcular gelir. Bundan çok gurur duyarım.
Sporcular gelir... Pekin’deki 2008 Paralimpik Olimpiyatları’nda okçuluk dalında, tarihimizin ilk altın madalyası kazanan Gizem Girişmen... Aynı olimpiyatta, 100 metre sırtüstü yüzmede altın madalya kazanan Durducan Nevruz... Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda finale kalan ilk Türk kızı, İzmir’in gururu Semra Aksu... İlk aklıma gelenler.
Öyle bir şey söyledi ki...
- Okurlarınızla aranızda geçen unutamadığınız diyaloglar var mı?
Unutamadığım diyaloglardan bir tanesi... Rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun torunu gelmişti mesela... Sadece bir cümle, öyle bir şey söyledi ki bana, milyarlarca sayfa yazsam, bugün yaşadığımız siyasi atmosferi o şekilde özetleyemem.
Silivri’ye tıkılan MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun annesi Belgin hanımefendi gelmişti, İsim Şehir Hayvan’ın imza gününe, imzalatıp, oğluna götüreceğini söylemişti. Sonra malum, içerdeyken vefat etti Kaşif Kozinoğlu... Aradan zaman geçti. İsim Şehir Bitki’nin imza gününe de geldi, Belgin hanımefendi... Bu sefer, oğlunun kitabını getirmişti bana, imzalayarak... “İki kitap arasında, sen anneni kaybettin, ben oğlumu kaybettim, oğluma sarılmak için sana geldim” dedi. Verecek cevap bulamadığım ender zamanlardandı.
Ortak nokta samimiyet
- Kemoterapi hastası bir genç ile coşkulu 30 kişilik motorcu grubu aynı kuyrukta buluşabiliyor. Dünyaya bakışı bu kadar farklı olan insanları aynı kuyrukta bir araya getiren size göre nedir?
Gerçekten bilmiyorum. Ama, samimiyet ya da sahicilik insanların ortak noktası olabilir. Gazetecilik için objektif meslek denir ama aslında subjektif bir iş. Yani herkesin bakış açısı farklı. Dolayısıyla aynı fikirde olmamız mümkün değil. Kitap için kuyruğa girenlerin hepsinin de birbiriyle hem fikir olması mümkün değil. Ama, en azından yazdıklarımızın kendimize ait, özgün ve samimi fikirler olduğunu bildikleri için ya da bundan emin olduklarını düşündüğüm için, farklı toplum katmanlarında olan insanlar aynı çizgide buluşabiliyor herhalde.
Holding patronu ile işsiz genç yanyana
İsimlendirmek istemem ama holding patronlarının ya da ekonomi sayfalarının manşetlerinde gördüğümüz işadamlarının gelip işsiz bir gençle, emeklilerle aynı kuyruğa girdiğine defalarca şahit oldum.
- Yani samimiyetinizin sınıf farkını ortadan kaldırdığını mı belirtiyorsunuz?
Öyle olduğunu düşünüyorum.
Başı sargılı beyfendi unutuldu, evine gitti
Bağdat Caddesi’nde yapılan bir imzada başı sargılı bir beyefendi görüyorlar. Öne almak istiyorlar. Kabul etmiyor. ‘Bari gelin bankta oturun, sıranız gelince haber verelim’ diyorlar. Sonra, o telaşla onu unutuyorlar. O da sabırla saatlerce orada bekliyor. İmza günlerinde kuyruk, mağaza kapanınca ancak nihayete eriyor. O gün de öyle olunca, mağazanın ışıkları kapanınca o beyefendi, gelip yetkililerle konuşuyor. Benim gittiğimi öğreniyor. Kendisinin orada unutulduğu ortaya çıkıyor. İletişim bilgileri alınıyor. Anlaşılıyor ki, aslında bir gece önce düşmüş. Hastanede kalması isteniyor. Ancak, ısrarla imza gününe gelmek istiyor ve geliyor. Başına bir de bu hadise geliyor. Haberim oldu. Evine gidip, kitabı evinde imzaladım.
Her şeyi sağ elimin performansı belirliyor
- İmza günleri ortalama kaç saat sürüyor?
Bunu biraz da benim sağ elimin durumu belirliyor. Çünkü, bazen iki hafta üst üste imza günü yapıyoruz. Elim üç ya da dört gün içinde ancak normale dönebiliyor. Önce bir uyuşukluk başlıyor, sonra bir elektriklenme oluyor ve dirseğimden omuzuma kadar çıkıyor. O anda insan bir robot gibi, gayretle imzalamaya devam edebiliyor. Ama daha sonrasında sıkıntılar ortaya çıkıyor. Bazen geçiyor ve devam edebiliyoruz. Bazen de geçmiyor ve o haftaya yeni imza günü koymuyoruz. Dolayısıyla 9.5 saat süren de 4.5 saat süren de oldu. Elimin durumu belirliyor.
Birçok doktor okurumun bu anlamda faydasını gördüm. Tavsiye ve ilaç önerileri oluyor. Dirseğim ve elim için aparat getiren doktor okurlarım oldu.
- Kuyruklardaki insanlarla yaptığım söyleşilerden edindiğim izlenim ve ilgi, imza günlerinin gelecekte de uzun süreceğine işaret ediyor. Dolayısıyla, süreyi kısaltmak için hiç formül düşündünüz mü?
Okurlardan da çok formül geliyor. Damga hazırlamamı öneren de, bir metin hazırlayıp çoğaltıp dağıtmamı öneren de oldu. Tabii bu benim istediğim bir şey değil. Tatil gününden dört, beş saat ayırarak orada bulunan insanlara, en azından “teşekkür ederim” yazmak benim görevim.
Bu konuda okurlar da çok duyarlı. Mesela, kitap sayısında sınırlama koymuyoruz. Başlangıçta bunları geri çevirmiyoruz. Ama saatler ilerledikçe, okurlar ellerinde beş ya da altı kitap olmasına rağmen sadece birini imzalatıyor. Hem kuyrukta bekleyenlere saygı, hem de benim çok yorulduğumu düşündükleri için bunu yapıyorlar. Çünkü, o sekiz, dokuz saat boyunca masadan kalkmam.
Okur kuyruk stratejisini yaratıyor
- İmza günlerinde fiyatların satış performansı nasıl oluyor?
Genelde, imza günlerini aynı yerlerde yapıyoruz. İnsanlar, kitapları satın alıp kuyruğa giriyor. Bu da ekstradan bir kuyruk yaratıyor. Ama artık hem biz hem de okurlar tecrübe sahibi olduk. Kitaplar önceden satın alınıyor. Ya da imza gününün yapıldığı kitabevinde kitap satışı yapılmıyor. Başka kitap evlerinden alıp geliyorlar. Kuyruğu bitirebilmek için eskiden en sona görevli arkadaşları gönderiyorduk ve sıraya yeni kişi alınmıyordu. Bu sefer de okurlar kuyruğa girmeyip, bitene kadar beklemeyi tercih etmeye başladı. Okurlar bu anlamda bizim aldığımız önlemlere karşı kendi kuyruk stratejisini belirliyor. (Gülüşmeler)
Korsan baskı getirip, imzalatan da çok... Elbette imzalıyorum. Hem kitap pahalı, haklılar, hem de okunsun diye yazıyoruz, okunsun da nasıl okunursa okunsun... Korsan’ı yaratan koşulları ortadan kaldırmadan, korsan’ı ortadan kaldıramazsın.
Sabahtan itibaren su bile içmiyorum
- İmza sürecinde tuvalete dahi gitmediğiniz söyleniyor. Bu doğru mu?
- Doğru. İmza günlerimin olduğu günlerde, sağlığa aykırı olmasına rağmen, tuvalete gitmemek için sabahtan itibaren su bile içmem. Aslında okurlarım bu konuda bana kızıyor ve ara vermemi istiyorlar. Ama yağmur altında bile insanların dört saat beklediğini görünce böyle bir şey yapamıyorsun.
- Beni bu anlamda etkileyen bir diğer davranış da, elinde birden çok kitapla gelen okurlarımdan bazılarının beni yormamak için tek kitap imzalatması ve onu da kendi adlarına değil, bir arkadaşı, akrabası adına imzalatmasıdır.
- Üniversiteli, liseli gençlerin tatil günlerinde gelip beklemesini görmek, ailesi çalıştığı için onların adına gelip sırada bekleyen genç yaştaki arkadaşları görmek, tüm hoyratlığa karşı Türk aile yapısının hala ne kadar sağlam durduğunu göstermesi açısından beni umutlandırıyor.
- Kitapları imzalarken iki ok çiziyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?
İlk kitabımın adı, İsim-Şehir-Hayvan'dı. Hayvan’dan Yılmaz'ı çıkarmak çok hoşuma gitmişti. Bunda da benzer yöntemi uyguluyorum.
Her okura farklı cümlelerle hitap etmek daha doğru ve gerekli. Ama süreyi kısaltmak, insanların çektiği sıkıntıyı azaltmak için genelde aynı metinleri tercih ediyorum. Dakikada iki ya da üç kişiye imza vermek için başka çıkar yol yok.
'Yılmaz heliyor' diyen yalan söylüyordur
- Sadece kitapçılarda mı imza günü düzenliyorsunuz? Festival ya da başka türlü etkinliklerde bu anlamda bulunmuyor musunuz?
Hiçbir belediye, parti, üniversite organizasyonuna asla katılmam.
- Neden?
Çünkü bu bir kitap. Çıkaran yayınevi belli. O yayınevinin istediği yerlerde imzalarım.
Mesela bir takım festivallere, partilerin ya da belediyelerin organizasyonlarına katılacağımız yönünde duyurular yapılıyor. Bunlar tamamen benim dışımda gerçekleşiyor. Utanmadan, para teklif edenler oluyor. Anladığım kadarıyla, "şu kişiyi getireceğiz" diye belediyeleri tokatlayan bazı kişiler var. Buradan tekrar duyurayım. Katılmıyorum. "Yılmaz geliyor" diyen varsa mutlaka yalan söylüyordur.
- Ünlü isimler kitap imzalatmaya geliyor mu?
Dizi oyuncuları, söz yazarları, futbolcular, milletvekilleri geliyor. İsim-Şehir- Hayvan kitabı tiyatro oyunu oluyor. Şu anda provaları yapılıyor. Ben kimlerin oynayacağını henüz bilmiyorum. Mesela bu oyunda rol alacak bir devlet tiyatrosu sanatçısıyla kuyrukta tanıştım. Bana bir anda kitabımla birlikte , oyunun metnini uzattı ve çok şaşırdım.
- Milletvekilleri de geliyor dediniz. Hiç hükümetten kimse geldi mi?
Hayır.
Nasreddin hoca'nın da torunuyuz
- Bir okurunuz, sizin için "hem anlatıyor hem güldürüyor hem de düşündürüyor. Sanki çağımızın Nasreddin Hoca'sı gibi" bir ifade kullandı. Bu sizce doğru bir tanımlama mı?
Bu benim için çok onur verici bir tanımlama. Biz sadece Fatih Sultan Mehmet'in ya da Kanuni Sultan Süleyman'ın torunları değiliz. Aynı zamanda Nasreddin Hoca'nın Yunus Emre'nin torunlarıyız. Dolayısıyla benim için çok onur verici bir benzetme. Hayata gülümseyerek bakmayı severim. En karamsar durumların bile hayatın bir gerçeği olarak kabul edilmesine inanırım. Sorunların, gülümseyerek daha kolay aşılabileceğine inanıyorum.
Cenaze sonrası sağlık bakanı'nın sözlerini unutamam
- Yakın zamanda çok kısa süreyle anne ve babanızı kaybettiniz. Bu süreçte okur desteği size nasıl güç verdi?
Cami avlusunda da, cenaze namazında da, cenazeyi yıkmaya gittiğimizde de, kabirde toprağa verirken de hep yanımda okurlar vardı. Bu benim için hem onur hem de huzur verici bir durum. Babamı ve annemi Urla'da defnettik. Mesela Urla halkı onları bağrına bastı. Bu beni çok mutlu ediyor. Kendi yakınlarını ziyarete gittiklerinde mutlaka bizimkilere de uğruyorlar. Ben gittiğimde orada taze çiçekler görüyorum. Annemle, babamın mezarına bakıyorlar. Bu beni gerçekten çok etkiliyor.
O dönemde taziyelerini bildiren sayısız vatandaşlarımız oldu. Aynı şekilde, AKP’lilerden de çok sayıda telefon aldım. Bakanların çoğu aradı. 10'dan fazla bakan, milletvekili bizzat telefonla aradı. CHP Genel Başkanı, MHP Genel Başkanı, milletvekilleri, il başkanları sahip çıktılar. Dualarını esirgemediler. Kişisel bir şey daha paylaşayım; mesela Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın kendi babasını kaybettikten sonra yaşadıklarıyla ilgili anlattıklarını şu anda dahi çok net hatırlıyorum ve unutamıyorum. "Ölümden gayrısı yok" derler. Ben bunları yazdıklarımızın samimiyetine destek olarak algıladım.
"Biz, Yılmaz'dan umutlu değildik"
- Peki hiç öğretmenleriniz geliyor mu imza günlerinize?
Çok. Ortaokul, liseden öğretmenlerim hatta üniversiteden öğretim görevlilerinden gelenler çok oldu. İzmir Atatürk Lisesi'nden felsefe öğretmenim gelmiş ve daha sonra televizyon kamerasına şöyle demişti; "Biz, Yılmaz'dan hiç umutlu değildik. Nasıl oldu böyle bir şey. Biz de şaşkınız". Bu da unutamadığım hatırlarımdan biridir. Bu görüntüyü Star Haber'de görev yaparken de yayınlamıştım.
Öğretmenlerim beni arar, yazdıklarımı eleştirir, konu tavsiyesinde bulunurlar. Yani öğretmenlerim bana öğretmeye ben de onlardan öğrenmeye devam ederim. Bu sadece benim kendi öğretmenlerimle sınırlı değil elbette. Öğretmenliğimi yapmayan ama öğretmen olan çok sayıda okurumdan da gelir. Eğitimcilerin eleştirilerinin özellikle altını çizerek okurum.
Konunun uzmanları sizi besler ve bu gazetecilik açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle e-posta iletişimine çok önem veririm. Herhangi bir konuda çok sayıda yetişmiş insanımız var. Daha sağlıklı yazabilmemiz için böyle bir derya var adeta.
Çocuklara masal kitabı imzalıyorum
İmza günlerinde dikkatimi çeken bir diğer olay da, ilkokul çağında çocuklarıyla gelen anne-babaların kendi ellerinde benim kitabım, çocuklarının ellerinde ise bir masal ya da çizgi roman olmasıdır. Onları da bana imzalatırlar. Böylece çocuklarına, yazarların imza gününe gidilir ve bu şekilde davranılırı öğretiyorlar. Bu da gerçekten benim şimdiye kadar hiç düşünmediğim ve hayran olduğum bir davranış biçimi.
Kitap almayıp, kırık alçısını, tişörtünü, gazeteden kesilmiş küpürleri imzalatanlar da oluyor.
- Peki İsim-Şehir-Hayvan ve İsim-Şehir-Bitki'den sonra üçüncü kitabınız ne zaman gelecek?
Sessiz Film’i yazıyorum. Şu ana kadar yayımlanan iki kitap, gazetede çıkmış yazılarımın belli bir mantık çerçevesinde derlenmesinden oluşuyor. Sessiz film öyle değil. Normalde şu anda bu kitabı çıkaracaktık. Ancak hem benim tembelliğimden hem de yaşadığımız konjonktürün 2014 senesinde çok belirleyici bir aşamaya geleceğini öngörüyorum. Yani, belediye, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi süreçlerin en azından şekillenmiş olması gerekiyor. O yüzden Sessiz Filmi 2014'e erteledik. Ama iki kitabın devamı İsim-Şehir-Eşya ve İsim-Şehir-Artist gibi gelecek.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları