Osman Kavala’nın eşi Profesör Ayşe Buğra; 'Çok şükür Osman’ın sağlığı yerinde morali de sağlam'
Türk edebiyatının ünlü ismi Tarık Buğra’nın ve oyun yazarı Jale Baysal’ın kızı, iki aydır tutuklu olan Osman Kavala’nın eşi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin sevilen, sayılan ekonomi profesörü Ayşe Kavala Ayşe Arman'ın sorularını yanıtladı...
Türk edebiyatının ünlü ismi Tarık Buğra’nın ve oyun yazarı Jale Baysal’ın kızı, iki aydır tutuklu olan Osman Kavala’nın eşi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin sevilen, sayılan ekonomi profesörü Ayşe Buğra Kavala Ayşe Arman'ın sorularını yanıtladı...
Ayşe Arman; Çok üretken bir akademisyen, pek çok eseri var. Osman Kavala’nın bir anda tutuklanmasıyla birlikte kendisinin de anlattığı gibi şaşkınlık içinde. Beni kırmadı sorularıma cevap verdi.
- Yarın perşembe. Perşembeleri, bir süredir tutuklu olan eşiniz Osman Kavala’yla görüşme gününüz...İki aydır tutuklu olan Osman Kavala’nın eşi
Evet öyle...
- Nasıl hissediyorsunuz perşembeleri?
Görüşme öncesinde heyecanlı ve Osman’ı göreceğim için mutlu oluyorum. Sonrasındaysa, kendimi yorgun hissediyorum. Çünkü söylemek istediklerimin hepsini söyleyememiş, sormak istediklerimin hepsini soramamış oluyorum. Ve kendime kızıyorum...
- Eşiniz, iki ayı geçti, içeride. Neler yaşıyor? Nelerden şikâyetçi? Nasıl bir ruh hali içinde?
Osman yalnız kalıyor. Haftada bir gün, bir saat benimle ve bazen de kız kardeşiyle, bir de gene haftada bir, bir saatlik avukat görüşmesinin dışında kimseyi gördüğü yok. İnfaz memurları hariç tabii. Ama şikâyet etmiyor, etmez zaten...
- Sağlığı nasıl?
Çok şükür yerinde, morali de sağlam. Bol bol okuyor. Cezaevi, klasikleri yeniden okumaya uygun bir yer. Gazete de alabiliyor. Biz evde, hiç televizyon seyretmeyiz, ama şimdi televizyonu da var. Bir radyosu olsa, müzik dinleyebilse iyi olurdu, ama ona imkân yok...
EDEBİYATA SIĞINIYORUM
Bazen, “Bizim başımıza sahiden böyle bir şey geldi mi?” diye düşündüğüm oluyor. Ama yakınımdaki herkesten çok destek görüyorum. Kendi işimi, elimden geldiği kadar aksatmadan yapmaya çalışıyorum, bu bana yardım ediyor. Bunaldığım zamansa edebiyata sığınıyorum...
TAM MONTAİGNE’NİN DENEMELERİNİ OKUYACAK ZAMAN
Bir gün önce söyleyeceklerimi ve soracaklarımı düşünüyorum aslında, neredeyse bir konuşma yapacakmışım ya da derse girecekmişim gibi hazırlanıyorum. Ama Osman’la bir camın ardından telefonla konuşurken o bir saat çok çabuk geçiyor. Bir saatin sonunda da telefon küt diye kesiliveriyor. O telefonun kesilmesi anı zor...
- Nasıl bir ruh haliyle cezaevinin yolunu tutuyorsunuz?
Sakin. Genellikle sakinim zaten. Üstüm aranırken, uzamasın diye çok dikkatli giyiniyorum. Gecikme telaşına hiç tahammülüm yok. Yola çok erken çıkıyorum ve Silivri’ye görüşme saatinden çok erken varıyorum. Orada beklemekten sıkılmıyorum, eşlerini ziyarete gelen kadınlara bakıyorum. Bazılarını uzaktan tanımaya başladım. Geçen hafta ziyarete her zaman çocuğuyla gelen genç bir kadının eşinin tahliye edildiğini öğrendim ve çok sevindim. Keşke bu acılar bitse...
- Birbirinize tiyatro oynadığınız oluyor mu?
Ben tiyatro oynadığımı zannetmiyorum. Osman da sahiden çok güçlü görünüyor. Yaşadığımız şey çok tuhaf. Ama bunu bir tek biz yaşamıyoruz ve bunun farkındayız...
- Siz ne kadar yakın bir çiftsiniz?... Bu geçen 30 yılı nasıl tanımlarsınız?
Her şeyden önce iyi arkadaşız biz. Her konuda aynı fikirde olmasak da iyi anlaşırız...
- Yeni yıla birlikte girememek sizi üzdü mü?
Üzmekten çok şaşırttı galiba. Tuhaf bir şeydi...
- Cumhuriyet gazetesinde 30 yıldır ilk defa ayrı geçirdiğiniz yılbaşı için bir mektup yazdınız ve “Zamanın uğultusunun ortasında akıllı, iyi, dürüst, cesur insan sesleri var; bütün bu güzel sesleri, bir müzik kutusunda saklayıp, sen çıkınca dinletmek isterdim” dediniz. Nasıl bir uğultu bu sözünü ettiğiniz?...
Hayatınızı etkileyen, bildiğiniz gibi yaşamanızı engelleyen, akılla, mantıkla baş edemediğiniz bir şey. Sizi aşan bir şey. Ona rağmen yaşamaya çalıştığınız bir şey... Tabii olup biteni anlamaya çalışıyor ve bir miktar anlayabiliyorsunuz, ama anlamanız uğultuyu durdurup günlük hayatı kurtarmanıza yetmiyor...
- Sizin yeni yıl dileğiniz bu yıl farklı mıydı?
İçinde yaşadığımız ortamın Olağanüstü Hal ortamı olmaması. Ertesi günün ne getireceğini bilerek ve getireceği şeyden korkmadan yaşamak...
- Sizce, eşiniz Osman Kavala’ya yöneltilen FETÖ suçlaması tutarlı mı?
Dosyayla ilgili kısıtlılık kararı var biliyorsunuz. Dolayısıyla, ben bu suçlamanın ne kadar ciddi olduğunu bilemiyorum. Osman da, ben de, Gülen cemaatinin devlet kurumları içinde oynadığı rolü eleştirmiş insanlarız. Bu açık bir şekilde bilinir. Yani böyle bir yakıştırmanın mantıklı bir temeli olması mümkün değil. - Peki Gezi’nin finansörlerinden biri olduğu söyleniyor... Sizce bu tutarlı mı?
Osman’a bugüne kadar Gezi olaylarıyla ilgili herhangi bir suçlama yöneltilmedi. Başkalarına bu konuda açılan davalar da beraatla sonuçlandı. “Gezi olayları” denilen olayların, Türkiye’nin bütün şehirlerine yayılmış, siyasi duruşları, sosyal konumları, hayat tarzları birbirine hiç benzemeyen binlerce insanın katıldığı protesto hareketlerinden oluştuğunu düşünürsek, bunları tek bir insanın organize ve finanse ettiğini öne sürmek epeyce fantastik bir yaklaşım olmuyor mu?
- Bu suçlama ve tutuklama kararı sizde nasıl bir etki yarattı?
Suçlamanın ne olduğunu tam olarak anladığımı söyleyemem. Osman’ın cumhuriyet başsavcılığınca ifadesi alınmadan tutuklanmasının, dosyadaki kısıtlılık kararının, iddianamenin ne zaman hazırlanacağını bilememenin yarattığı bir belirsizlik hali içinde yaşıyorum. Bu arada birtakım medya organlarında eşimle ilgili, kişiliğe saldırı, itibarsızlaştırma niteliğinde yayınlar yapılıyor. Biraz sersemliyor insan açıkçası...
- Niye sizce bir başkası değil de eşiniz suçlanıyor? Makul mantıklı bir sebebi var mı?
Durumun kendisi makul ve mantıklı değil. Ama durumda olan da sadece benim eşim değil. Adı üstünde “Olağanüstü Hal”. Bu hal çok uzun sürdü, çok geniş bir alanda etkili olup pek çok insanı perişan etti ve neredeyse “olağanlaştı.” En kötü olan da bu olağanlaşma hali. Bu konuda analiz yapmaya girişmek istemiyorum. Belki bir gün üzerinde sosyal bilimci olarak da düşünürüm. Şimdi değil...
- Ortada daha iddianame de yok...
Evet. Olmadığı için de adli yargılama sürecine gelemiyoruz. Ama cumhuriyet savcılığında ifadesi alınmadan tutuklanması, cezaevi görüşlerinde avukat kısıtlaması gibi konular önemli. Avukatlar ayrıca her ay yapılan tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılması için de talepte bulundular. Bu konulardaki itirazlar ve talepler reddedildi.
- Osman Kavala’nın yakın zamanda özgürlüğüne kavuşabileceğine dair umudunuz var mı?
Var tabii, olmasa nasıl yaşar insan? Ama süreç uzadıkça bir gün umutlu, bir gün endişeli olmak da kaçınılmaz.
- Eşinizin şu anda Montaigne’nin ‘Denemeler’ini okumasının özel bir sebebi var mı sizce?
Bence tam Montaigne okunacak zaman. Karmakarışık, düşmanlık ve şiddet dolu bir ortamda, şiddeti önlemek için gayret sarf etmiş bir insanın, bu ortama rağmen dünya, hayat ve kendisi üzerine düşünmekten ve yazmaktan vazgeçmeyişi... Kendi düşüncelerini düşünmeye devam etmenin, kendi hayatını yaşamaktan vazgeçmemenin mümkün olduğunu göstermesi. Herkese tavsiye ederim...
EN ÇOK BİRLİKTE KAHVALTI ETMEYİ ÖZLEDİM
- En çok hangi kitabı okumak, hangi müziği dinlemek, hangi filmi ve oyunu izlemek size dayanma gücü veriyor?
Müzikten pek anlamam, ama klasik müzik dinlerim, şimdi de çok iyi geliyor. Roman da okuyorum. En son, daha önce tanımadığım Marias diye bir İspanyol yazarının bir romanını okudum. Osman gözaltına alındığından beri sinemaya gitmedim. Tiyatroya gelince, Osman gözaltına alınmadan önce İstanbul Tiyatro Festivali’nde bir Alman tiyatro topluluğunun Shakespeare’in III. Richard’ını oynayacağını duymuş, “Aman bunu kaçırmayalım” demiştik. Ama topluluk, Osman’ın tutuklanmasından sonra ülkeyi güvenli bulmadıklarını gerekçe göstererek temsili iptal etti. Osman, dünyayla irtibatının kesildiği iki haftalık gözaltı süresinden sonra gazete görmeye başladığı ilk gün bu haberi görüp çok üzülmüş. “Beni düşünmelerine sevindim ama İstanbullu sanatseverlerin böyle bir performanstan mahkûm kalmalarına üzüldüm. Buradaki insanların dünyanın yaratıcılığından, evrensel kültür ürünlerinden uzak kalmaları çok kötü bir şey olur” mealinde bir-iki satır bir şey yazmamı istedi benden. Ben de yazıp Alman bir gazeteci tanıdığa gönderdim, Suddeutsche Zeitung’da çıktı. Sonra III. Richard’ı yeniden okudum. Onu da herkese tavsiye ederim.
- Yaşadığınız zor durumu yaşanabilir kılmak için nasıl normalize ediyorsunuz?
Çalışmaya çalışarak ve okuyarak. Ama insanların savaş koşullarında veya doğal afetlerin yerle bir ettiği ortamlarda bile yaşamayı sürdürdürdüklerini de düşünmek lazım. O koşullarda bile hayat devam ediyor...
- Daha önce hiç yapmadığınız ama tutuklanmadan sonra yapmaya başladığınız şeyler var mı?
Neredeyse hiç cep telefonu kullanmazdım. Şimdi hep yanımda ve durmadan çalıyor...
- Eşiniz birlikte en çok neyi yapmayı özlediniz?
Kahvaltı etmeyi galiba...
- Karanlık ve ışık, dünyayı dönemsel olarak ziyaret edip yerini diğerine bırakıyor. Yakın geleceğin ufkunda hangisi var sizce?
Birkaç yıl önce, dünyanın her tarafından kırk akademisyenle birlikte, Berlin’deki bir araştırma enstitüsünde bir yıl geçirmiştim. Çok güzel, çok verimli bir zamandı. Her yıl hâlâ herkes, bütün gruba yeni yıl tebrikleri yazar. Bu yıl tebriklerle birlikte beni teselli eden de çok oldu. Bu arada Doğu Asya’dan bir arkadaş, 2018’in ‘Çin Takvimi’ndeki “altın köpek” yılına rastladığını ve bunun herkese şans getireceğini yazdı. Köpekleri çok seven bir insan olarak, bundan umutluyum!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları