loading
close
SON DAKİKALAR

Özgür Özel; Bizim suçumuz belediyeleri AK Parti ile MHP’nin elinden almış olmak. Parayı belediyeden alınca, çalışanları hizmet edemez hale getirerek halkı cezalandırıyor!

Özgür Özel; Bizim suçumuz belediyeleri AK Parti ile MHP’nin elinden almış olmak. Parayı belediyeden alınca, çalışanları hizmet edemez hale getirerek halkı cezalandırıyor!
Tarih: 27.11.2024 - 12:43
Kategori: Siyaset

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programında gündemdeki konular hakkındaki soruları yanıtladı.

 
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, belediye şirketlerine ait SGK ve vergi borçlarının, belediye gelirlerinden kesilmesine yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararı hakkında, “Belediyeler SGK ve vergi borçlarını düzenli ödemeli. En çok AK Partili belediyeler olmak üzere geçmişte ‘Nasılsa af çıkacak’ diye hiç ödememişler. Yemeği AK Parti yemiş, ‘Hesabı CHP ödesin’ diyorlar. Biz de diyoruz ki ‘Faizleri silin, yapılandırma verin, aydan aya ödeyelim.’ Ama bunlar diyor ki ‘Belediyeye yollanan İller Bankası ödeneğinden keseceğiz.’ Amaçları belediyeleri iş yapamaz hale getirmek. Birikmiş devasa borçlardan bugünkü başkanlar sorumlu değil. Bizim suçumuz belediyeleri AK Parti ile MHP’nin elinden almış olmak. Parayı belediyeden alınca, çalışanları hizmet edemez hale getirerek halkı cezalandırıyor.” ifadelerine yer verdi.

“BİZİM SUÇUMUZ BELEDİYELERİ AK PARTİ İLE MHP’NİN ELİNDEN ALMIŞ OLMAK”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, belediye şirketlerine ait SGK ve vergi borçlarının, belediye gelirlerinden kesilmesine yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararı hakkında, “Belediyeler SGK ve vergi borçlarını düzenli ödemeli. En çok AK Partili belediyeler olmak üzere geçmişte ‘Nasılsa af çıkacak’ diye hiç ödememişler. Yemeği AK Parti yemiş, ‘Hesabı CHP ödesin’ diyorlar. Biz de diyoruz ki ‘Faizleri silin, yapılandırma verin, aydan aya ödeyelim.’ Ama bunlar diyor ki ‘Belediyeye yollanan İller Bankası ödeneğinden keseceğiz.’ Amaçları belediyeleri iş yapamaz hale getirmek. Birikmiş devasa borçlardan bugünkü başkanlar sorumlu değil. Bizim suçumuz belediyeleri AK Parti ile MHP’nin elinden almış olmak. Parayı belediyeden alınca, çalışanları hizmet edemez hale getirerek halkı cezalandırıyor. Erdoğan diyor ki ‘Kardeşim belediye bende olsaydı tıkır tıkır çalışacaktı. Verdin CHP’ye. Belediye çalışıyor, keseyim paranızı da gör bak.’ Kime ceza veriyor? Afyon, Kastamonu, Kilis halkına veriyor. Seçim sonucunu hazmedememişler, çirkinleşiyorlar” ifadelerini kullandı.

“CUMHURİYET TARİHİNDE İLK KEZ…”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programında gündemdeki konular hakkındaki soruları yanıtladı.Genel Başkan Özgür Özel, gece yarısı yayımlanan ve belediye iştiraklerini hedef alan Cumhurbaşkanlığı Kararı hakkındaki soruya, şu yanıtı verdi:

“İşin bir bütünü şu. Cumhuriyet Halk Partisi, belediyecilik anlayışıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sosyal yardımlar, geçmişte zaman zaman hatta söylenirdi ben hep itiraz ederdim biliyorsunuz. İşte ‘Kömür dağıtıyorlar, makarna dağıtıyorlar oy için’ falan diye. Biz de derdik ki ‘İnsanlar kömüre muhtaçsa dağıtılacak tabii. Makarna yoksa evde verilecek tabii. Ama bunun partizanlıkla yapılmaması, insan onurunu zedelememesi, evin önüne gidip de AK Parti’nin mahalle başkanının gösterdiği evlere yapılmaması lazım. Bunun hakça, eşit, adil ve incitmeden yapılması lazım’ diyorduk. Bu söylediklerimizi tatbik edecek bir imkân bulduk. Geçtiğimiz dönem 2019’da kazandığımız belediyelerle başladık. Elimizdeki belediyeler de mevcut belediyelerimiz de sosyal belediyecilik noktasında özellikle pandemi ile birlikte çok önemli işler yaptılar. Ve CHP belediyeciliğinde sosyal yardımlar, vatandaşa dokunan hizmetler, vatandaşın gönlüne dokunan hizmetler markalaştı. 31 Mart seçimlerinde de hem doğru adaylar, hem doğru bir kampanya ile mevcut belediyelerimizin yaptığı doğru işler, milletten büyük bir teveccüh gördü. Belediyelerimizin olduğu yerlerde hemen tamamında bir il hariç oylarımızı patlattık ve yeniden seçildi. Cumhuriyet tarihinde ilk kez aldığımız belediyelerde yüzde 60 oy aldığımız da oldu. Örneğin memleketi Manisa dedi ki ‘Bize de CHP belediyeciliği gelsin.’ Cumhuriyet tarihinde ilk kez. Kütahya dedi ‘Bize de gelsin.’ Afyon, Uşak, Denizli, Kastamonu, Kırıkkale, Giresun, Kilis çağırdılar. Karadeniz’de ya büyük şehirlere aldık, büyükşehir alamadığımız Karadeniz’de merkez ilçeleri verdiler bize. ‘Alın ilin merkezini siz yönetin, gelecek sefer de büyükşehire bakarız’ dedi. Seçmen çok net. Bartın’a kadar ki orası bir dönem bizden ayrı kalmıştı, geldiler sarıldılar. Şu anda Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, bu salonda, bu Cumartesi günü 414 belediye başkanı davetli. İlk seçildiklerinde de toplandık ve bir koordinasyon kurduk, Yılmaz Hoca’nın onursal başkanlığında. İyi işleri ortaklaştırıyoruz, tecrübeleri paylaşıyoruz, hep birlikte çalışıyoruz. Altı aylık ölçümler var, ilk kez burada söylüyorum. Aralık ayı sonunda karşılaştırmalı tüm Türkiye’deki CHP belediyeciliğinin karnesi çıkıyor. Ama benim bir gözüm sürekli ölçümlerde. Şunu gösteriyor ki ilk altı ay, yedi ay CHP’li belediyeler aldıkları oyun karşılığını vermişler. Bu her yerde gözüktüğü için oylar istisnasız artıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nden müthiş bir memnuniyet var. Önceden beri yapanlar tecrübelerini yenileri ile paylaşıyor. Kent lokantaları yeni aldığımız bütün belediyelere yaygınlaşıyor, kreşler yaygınlaşıyor.”

“KREŞLERİ KAPATMAYA KADAR GÖZÜ DÖNMÜŞ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Küçükkaya’nın sorularını şu sözlerle yanıtladı:

(Manisa Büyükşehir Belediyesi’nde, Halk Mama Fabrikası kurulması hakkında) Halk ekmek gibi mama alamayan aileler için Halk Mama Fabrikası kuruluyor, bu örneği de bütün Türkiye’de de çoğaltacağız. Acayip olumlu işler yapılıyor. Bunu tabii biz görüyoruz, ben gördüğümde keyfim yerine geliyor. Ama Tayyip Bey de görüyor. Ve gördüler bunu, harekete geçtiler. Bir bütün planın bir parçası bu. Şimdi anlatacağım bu da dün gece Selçuk’ta yaşanan da ya da Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyelerinin kreşlerini kapatmaya kadar gözü dönmüş ve halkın vicdanından iki gün önce dönen mesele de aynı şeyler. CHP’nin başarısından bakıyorlar, memnuniyet nereden geliyor diye. Örneğin İstanbul’da anne kart. Dört yaşına kadar çocuğu olanlara anne kart veriyor, o anne kartla zaten çocuk doğduğunda bir hoş geldin bebek paketi ile gidiyorlar ve ziyaret ediyorlar. Sosyal yardım lazımsa yapıyorlar. Anne kart, çocuk dört yaşına gelene kadar çocuğa, annesine, yanındaki çocuklarına ücretsiz seyahat hakkı veriyor. Dışarıdan bakınca önce anlayamıyor insan. Bir anne kart neden önemli bu kadar? Neden önemli biliyor musun? Kadın evden çıkacak, çocuk var çıkamıyor. Yakında bir kreş de yoksa o anne kartla ücretsiz nerede bir yakını varsa, kendi annesine, kayınvalidesine, kardeşine, eşine dostuna gidiyor, çocuğunu emanet ediyor ve belki bir gündelik işe gidiyor. Boğazına ekmek götürmek için bir çaba içine giriyor. Hiçbir şey olmasa evde soba yakmıyor, evde doğalgaz yakmıyor, gittiği yerde yakıyor ki oradan tasarruf ediyor. İnsanlar açısından bu kadar önemli bir mevzu bu. Anne kart en beğenilen uygulama. İkinci sırada kreşler geliyor. Bunlar oturdular, düşündüler taşındılar. Dediler ki ‘Biz bu hizmetlere mani olacağız.’ Zaten işin karar verme noktasındaki bence yaptıkları tarihi hata da bu. Oysa şunu yapmalılar da demiyorlar ki ‘Sayın Cumhurbaşkanım bu arkadaşlar bu işi doğru yapıyorlar, gelin biz bunları ellerinden alalım ama şöyle alalım. Her mahalleye biz bir kreş açalım’ deseler, bütün millet faydalanacak ve o zaman gerçek bir rekabet olacak. O zaman CHP’nin belediye kreşi ile devletin her mahalleye açtığı kreşi karşılaştırırlar, biz de zaten düzgün kreşler açıyorlarsa yeni kreşler açmayı bırakırız, ‘Devlet yapıyor’ deriz, ihtiyaç olan yere gideriz. Böyle diyeceklerine ‘Efendim niye böyle yapıyoruz biz? Nasıl 65 yaş üstüne ücretsiz ulaşım var, yeni bebeği olanlara da yedi yaşına kadar biz ücretsiz ulaşım verelim bütün Türkiye’de’ deseler, bu başka, bu rekabet. Ama şimdi yaptıkları millete husumet.

“BELEDİYELERİMİZİ ÇALIŞAMAZ HALE GETİRMEK İSTİYORLAR”

Ne yapıyorlar biliyor musunuz? Kreş var, ‘Kreşleri kapatalım efendim CHP’nin işine yarıyor.’ ‘Efendim CHP belediyeciliği çok iyi hizmetler yapıyor’. ‘Ne yapıyor CHP belediyeleri?’ ‘Bunu, bunu, bunu’. ‘Nasıl yapıyorlar?’ ‘Efendim bu adamlar ihaleleri şeffaf yapıyorlar, eşi dostu kayırmıyorlar, mümkün olduğu kadar en ekonomik şekilde yapıyorlar ve ellerindeki imkânlarla vatandaşa dokunacak hizmetler yapıyorlar. Alalım bunların paralarını ellerinden.’ İlk önce ne yaptılar? Belediyelerin sürekli bütün mükellefler için zırt pırt vergi affı, BAĞ-KUR affı, Sosyal Güvenlik affı çıkıyor. Belediyelerde de yaygınlaşmış, AK Partilisi, MHP’lisi, CHP’lisi fark etmiyor. ‘Nasılsa af çıkacak, şimdi ödeyince o parayı bugünden veriyorsun, bekleyelim, af çıkar, yapılandırırız’ diye hemen hemen hiçbir belediye vergi ve SGK borçlarını gününde ödemez olmuş. Bu hale Türkiye’yi AK Parti’nin yönetim anlayışı getirmiş. Bunlar geldiler, belediyelerin birikmiş SGK ve vergi borçlarının hemen onlara yollanan paralardan, devlet para yolluyor ya her ay, bütün belediyelere İller Bankası’ndan. ‘Derhal keselim’ dediler, kestiler. Belediyeler maaş ödeyemeyecek hale gelsin istediler, hizmet yapamayacak hale gelsin istediler. Baktılar hala yapıyoruz. ‘Nasıl oluyor?’ demişler, ‘Efendim biz kesiyoruz ama belediyeden kesiyoruz. Bu belediyelerin şirketleri var, bu belediyeler hizmetleri çoğunlukla şirketlerle yapıyor, elemanlarının çoğu şirketlerde, onu kesemiyoruz. Çünkü orası kamu kuruluşu değil.’ Meclis’e bir yasa getirmişlerdi, çok itiraz olunca geri çektiler. Dün akşam Meclis’ten çektikleri yasayı Cumhurbaşkanı Kararıyla, bu anayasaya aykırı, vergi ile ilgili bir düzenlemeyi kanunla yapmaları gerekir, kanunu getirdiler geri çektiler, itirazların olacağını biliyorlar. ‘Nasılsa bu tek adam rejimi, ben yaptım oldu.’ Kanun olacak şeyi Cumhurbaşkanı Kararıyla getirmişler ve bu sabah uyandığımızda şunu gördük. Bütün belediyelerin ve şirketlerinin devlete olan bütün borçlarına AK Parti’den almışız ya mesela, biz Kütahya Belediyesi’ni MHP’den almışız, Uşak Belediyesi’ni AK Parti’den almışız. Bu belediyelerin geçmişteki bütün borçlarına bugün faiziyle birlikte belediyelerimize yollanacak paradan kesiyorlar. Bunun amacı şu, belediye şirketlerini maaş ödeyemez hale getirecekler, hizmet yapılamasın. ‘Sonra Cumhuriyet Halk Partisi hizmetleri aksatıyor’ diyecekler. Selçuk Belediyesi’nin yüzde 60 geliri Meryem Ana Evi’nden, bütün dünya geliyor, onun otoparkında. Dün gece 03.00’da geldiler, o otoparka el koydular. Orası 1950’lerden beri belediyeler tarafından işletiliyor. 90’larda hukuki statüye bağlanmış, sözleşmeleri belediyeye verilmiş, 20 yıllık sözleşme AK Parti Belediyesi döneminde bitmiş, 2014-2019 arası. AK Parti sözleşmeyi beş yıllık yapmış, Selçuk’la. Sebebi ne biliyor musunuz? ‘Selçuk’u kazanırsak devam ederiz, kaybedersek ellerinden alırız’ diye. Selçuk’u biz alınca, süresi dolunca bu sefer AK Parti’de iken o otoparkı belediye işletiyorken, giriş parasını belediye alıyorken elbette bir tahsis bedeli sözleşmeye göre ödeniyor, elbette belli bir yüzdesi devlete bırakılıyor ama şimdi dediler ki ‘Hayır burasını biz işleteceğiz.’ Yahu belediyenin gelirinin yüzde 60’ı, 600 personel çalışıyor, Filiz Başkanımız, İpek Başkanımız, belediye başkanımız, ilçe başkanımız nöbet tuttular orada, gelmişler dün orada nöbet tutan Filiz Başkan, İpek Başkan hariç bütün personeli gözaltına almışlar, oraya el koymuşlar. Amaç ne? Selçuk Belediyesi’ni çalışamaz hale getirecek.

“ÖNCE GÖNÜLDEN DÜŞTÜLER ŞİMDİ GÖZDEN DÜŞECEKLER”

Bakın kreş kapatırken de aynı şey, memnuniyet var, ortadan kaldıralım. Burada belediye borçlarının yanına şirketleri ekliyor, belediye şirketleri de maaş ödeyemez hale gelsin diye. Selçuk’ta da aynı şeyi yapıyor. Temel yaklaşım şu, Sayın Erdoğan’a demişler ki ‘Bu CHP’li belediyeler iyi gidiyor. Geçen sefer 31 Mart zaferinde iyi hizmetin ödülüyle geldiler böyle giderse genel seçimler de elden gidiyor.’ Sayın Erdoğan da yapabileceği, alabileceği en yanlış kararı almış. Hani geçen sefer 31 Mart’ta, az bir farkla kazandığımızda seçimi iptal ettirme kararını kim aldırdıysa, hangi yanlış akılsa, aynı yanlış akıl, aynı kötü ruh, aynı iş bilmez kafa ki Erdoğan ‘Her şeyin sorumlusu ben’ diyorsa bu tamamen onun sorumluluğunda. Şimdi iyi hizmete engel olmaya çalışarak bizi yeneceğini sanıyor. Bu onlara felaket olacak, bakın burada iddiayla söylüyorum bu AK Parti’nin felaketi olacak. Altı ay sonra amaçlarına ulaşsınlar, CHP’li belediyeler maaş ödeyemez hale gelsin, sıkıntı çeksin, millet vallahi bile bu kötülüğe minnet etmez. Şöyle düşünür, ‘Oyu AK Parti‘ye verince iyiydi Tayyip Bey’ der, ‘Senin istediğini seçince iyiydi. Ben şimdi başka bir belediye başkanı seçtim diye sen benim çöpüm toplanmasın, çocuğum kreşe gidemezsin, bana sosyal yardım gelmesin… Hani eskiden sen kömür getiriyordun, makarna getiriyordun, bazı akıllar seni eleştiriyordu. Bize dokunuyordu ya. Şimdi bize sağ elin verdiğini sol el görmeden sosyal yardım yapılıyor, kartı var yoksulların. Yakacak yardımı, Ankara’da doğalgaz yardımı, Aydın’da et yardımı, her ay et dağıtıyor bizim belediyeler. Bunları elinden alıyorsun ya, bana böyle yaparak oyumu mu alacaksın? Önce bu yaptığım işlerle gönlümden düşmüştü şimdi gözümden düştün’ diyecek. Milletin gözünden düşmek üzereler.

“KREŞ TARTIŞMASINI DOĞRU YERDEN YÜRÜTTÜK, GERİ ADIM ATTILAR”

(Ekonomik sorunlara rağmen iktidarın çıkardığı suni gündemler hakkındaki soruya) Bakın geçen hafta Grup konuşmasında da söyledim. Çok doğru bir yerden yaklaşıyorsunuz meseleye. Hiçbir şey yok. Yusuf Tekin denen şahsiyet kalkmış, gitmiş Batman’a. Batman’a gittin sen, kız çocuklarının okullaşma oranını konuş. Batman’a yeni okul yapmaktan bahset, öğrenci yurtlarından bahset, iyi eğitimden bahset. Batman’a de ki ‘Çocuklarımıza okullarımızda sıcak yemek vereceğiz’ de. Böyle bir şey bekler senden Batman. Atatürk’e saldırıyor, laikliğe saldırıyor, Cumhuriyet’in değerlerine saldırıyor. Olmadık laflar ediyor. Ne yapmaya çalışıyor? Okuldaki pislik, hijyen sorunu, üç çocuktan birinin okula kahvaltı yapmadan gittiği ve okuldan aç döndüğü, okulda parası olan çocukların şişe suyu içtiğini, parası olmayan çocukların tuvaletteki çeşmeden su içmek zorunda kaldığı konuşulmasın diye bizi laiklik tartışmasına çekmeye çalışıyor. Bizim laiklikle, Cumhuriyet’le, Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle ilgili durumumuz, pozisyonumuz belli. Bu konuda zaten ne kendimizden, ne birbirimizden şüphemiz var. Yusuf Tekin’in bu oyununa gelmeyelim diye geçen hafta da söyledim. Biz eğitimdeki sorunları konuşmaya devam edeceğiz. Kreş tartışmasını doğru bir yerden yürüttük, üç gün içinde geri adım attılar. Nasıl aciz duruma düştüler gördünüz. Diyor ki ‘Bizim yazımızda kreş mi var?’ Dün bu kadar büyütüp gösterdim. ‘Belediyenin kreşleri’ yazmış. Bugün bir gazetede okudum, dün akşam bir televizyonda sıkıştıklarında ne yapıyorlar, ‘Efendim bizim için söylemiyorlarmış da bazı belediyeler varmış, orada LGBTİ’ler çalışıyor’. Allah Allah, sıkıştı mı LGBT, sıkıştı mı terörist çalıştırıyorlar belediyede, kreşte. Kardeşim kreşte terörist çalışıyorsa teröristi giderken ya da gelirken davet edersin, alırsın, paketlersin, yargılarsın hapse koyarsın. Terörist bu terörist. Nasıl oluyor da kreşte terörist çalıştırılıyormuş, o yüzden kreşleri kapatacakmış. Ama CHP bunun şiddetle üstüne gelince geri adım atmak zorunda kalmışlar. AK Parti’yi savunan gazeteci söylüyor bunu. Kreşte terörist çalışıyorsa, teröristin yeri hapishanedir. Kreşi kapatmak değildir ki o. Meselenin özü şu. Çok net. Bunlar çaresizliğin, baş edememenin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin doğru yaptığı işlerle, daha doğrusunu yaparak rekabet edememenin sonucu. Bunları ne kadar yaparlarsa milletin gözünden o kadar hızlı düşecekler. Çok net söylüyorum.

“YARDIMLARI 5 KATINA ÇIKARDIK”

(Sosyal yardımlar) Tam 4,7 kat. Biz ‘Cumhuriyet Halk Partili belediyeler AK Partili belediyelere göre sosyal yardım ne kadar arttı’ diye baktık, 6 kat artıran var, 4,5 kat artıran var, 3,5 kat artıran var. Türkiye ortalaması 4,7 kat. Neredeyse 5 kat artırmışız sosyal yardımları. ‘CHP elinizden alır, oy vermeyin ha. Bunlar gelirse bu yardımdan olursunuz’ diyorlardı ya. Tam 5 katına çıkarmışız.

“SEÇİMLERE HAZIRIZ”

(Erken seçim hakkında) Yarın olsa hazırız. Bugünden razıyız. En erken zamanda istiyoruz seçimi. Erken seçim istiyoruz. Hatta bir teyze şöyle bağırdı bana. Neredeydi, şimdi hatırlayamıyorum. ‘Özgür Bey, erken seçim istemiyoruz’ dedi. Ben de baktım, herkes erken seçim derken, bu teyze ne diyecek bana diye. ‘Derhal seçim istiyoruz’ dedi. Derhal seçim. Biz de artık memleket bu hale geldikten sonra derhal seçim istiyoruz.

“ORADA BÜYÜK BİR KANDIRMACA VAR”

(Çayırhan madenindeki özelleştirmeye karşı işçilerin direnişi hakkındaki soruya) “Çayırhan şu, Çayırhan aslında bizim eskiden beri maden gibi, liman gibi, Türkiye açısından stratejik rafineriler gibi, telekom gibi stratejik ve yüksek gelir getiren, devletin iyi işletebildiği alanlarda özelleştirme yapılmasına tamamen karşıydık biz. Bizi tam olarak haklı çıkaran bir mesele. Tam olarak. Şöyle bir şey. Tabii 1999’dan sonra deprem var, kriz var ve zaten başlamış o özelleştirme furyası devam ediyor. 2000 yılında bu iktidar gelmeden önce Çayırhan özelleştirilmiş. 20 yıl boyunca, sözleşmede öyle yazıyormuş. Orayı bir şirket almış ve işletmiş. Kömür çıkarmışlar. Santralde yakmışlar, elektriği devlete satmışlar, sözleşme gereği. Yaklaşık 20 milyar dolarlık elektrik üretilmiş orada. 20 yılda. Yılda 100 milyon dolar. TL yapınca çünkü yanılabilir rakamlar. 100 milyon dolarlık elektrik. 2020 yılında sözleşme bitmiş. Ciner Grubu sözleşmenin gereği devlete. Kira. Zaten şöyle. Aslında orada büyük bir kandırmaca var. Anayasaya göre madenler devletin ve devlet tarafından işletilir ya. Bunlar kömür madenini birine satmıyorlar, kiraya veriyorlar. Kardeşim kömürü alınca geriye maden mi kalıyor? Ne demek, yok oluyor aslında. Ama tabii orası çok büyük bir yatak olduğu için henüz bitmedi. Ciner Grubu işletti ve çekildi oradan. Sözleşme gereği. 4 yıldır devlette. Devlet tarafından işletiliyor. Ben açıkçası size şunu söyleyeyim İsmail Bey. Biz 2000 yılında deprem sonrası para lazım, sıkıntı büyük. Altın yumurtlayan tavuğu kesmişiz. Karnındaki yumurta için. O günden bugüne kadar da yoktu o. Bir mucize oldu. Bizim altın yumurtlayan tavuk dirildi ve geri geldi. Elimizde şimdi. Yılda 100 milyon dolar elektrik satabilecek bir yer. İşçisi orada. Sendikalı işçileri var. Her şeyi orada. Uzmanları orada. Mühendisleri orada. Tıkır tıkır çalışıyor. İstediğin gibi verimliliği artırabilirsin, iyi işletebilirsin. Bunu tekrar özelleştirme kapsamına aldılar.

“SOMA’DAKİ 301 MADENCİYİ ÜRETİM BASKISINDAN DOLAYI KAYBETTİK”

İşçiler şuna itiraz ediyorlar. ‘Ya burası Türkiye’nin en güçlü maden yatağı. Burada da santral var. Çalışıp duruyoruz. Parayı kazan işte. Benim de hakkımı ver, sen de kazan. Neden özelleştiriyorsun’ diyorlar. Çünkü özelleştirmenin de şöyle bir şeyi var. Onu da iki cümle ile özetleyeyim. Normalde devlet yol yaptırdığı müteahhide para ödeyeceğiz ya biz. Biz öderken dolar ya da Euro bazında. O ülkenin enflasyonunu da her sene üstüne ekleyerek, parayı sürekli ödüyoruz. Bunlar şimdi burayı veriyorlar ya. Para alacağız birinden. TL bazında peşin fiyatına altı taksit. Altı yıl birer kez ödeyerek. Hediye paketi yapmışlar. Birine Çayırhan’ı verecekler. 17 şirket ihaleden dosya almış. 4 Aralık günü gidecek. Şunu söylüyoruz. Bu kadar kârlı bir yeri özelleştirince birileri buradan para kazanacak ya, devlet kazanamayacak. Bu birileri gelince ne oluyor? Bunu geçmiş yıl işleten Ciner Grubu için söylemiyorum. Genel olarak şu oluyor bakın. Geliyor, sendika ile uğraşmaya başlıyor. İşçileri önce sendikadan atmaya çalışıyorlar. Ya da sendikayı yandaşlaştırmaya çalışıyorlar. Bu sendika için söylemiyorum. Ama patron devlet gibi değil. İşçinin haklarını daraltıyorlar. Kârı artırmak için. İşçiyi daha çok çalıştırıyorlar. Soma’da o 301 madenci niye öldü derseniz, üretim baskısından ölmüştü. Birim zamanda daha çok kömür çıkaracak şekilde iş güvenliğini, bugün Evrensel’in söylediği o. Kâr geliyor, can gidiyor. Biz Soma’daki 301 madenciyi iş güvenliği tedbirleri iyi alınmadığı için, üretim baskısından dolayı kaybettik. Bugün Çayırhan’ı özelleştirirsin. Gelir birisi alır. Orada daha çok kömür çıkarmak için devlet gibi bakmaz. Daha hızlı. Daha hızlı, daha çok. ‘Efendim gaz geliyor’, ‘Bir şey olmaz’. ‘Başım ağrıyor’, ‘Ağrımayanı getirin’. ‘Çok yoruldum’, ‘Yorulmayanını getirin’. ‘Çok yoruldum’, ‘Atın işten yorulmayanını alın’. Soma’da olan bunlar. Bütün anneler ne diyordu, bütün eşler. Hep ‘Başım ağrıyor’ diyordu, şikâyet edince kızıyorlarmış. ‘Gitme bugün hastasın’ diyorum, işten atarlar diye diye Soma’yı yaktılar ve bitirdiler. Şimdi de aynı noktaya getirmeye çalışıyorlar. Çayırhan’daki direnişi böyle, bu kadar kârlı, kendi kendine hesabın ortada olduğu bir yerde bile bile lades dememek için, altın yumurtlayan tavuğu bir kez daha kesmesin diye kamu, şirkete geçip de çalışanlar işinden olmasın diye biz bu işe itiraz ediyoruz. Bu direnişe sonuna kadar destek vereceğiz.

“EN PAHALI JİPLE, 85 MODEL TRAKTÖRE MAZOT ALAN DA AYNI VERGİYİ ÖDÜYOR”

(Mehmet Şimşek’in ekonomik durum hakkındaki “En zoru bitti kaldı 2 yıl” sözleri) Hep ‘En zorunu geçtik, en kötüsü geride kaldı, bundan sonra daha iyi olacak’ diyorlardı. İlk kez Mehmet Şimşek ‘Daha kötü 2 yıl önümüzde var’ demiş. Bu şu demek, 2 yıl daha emeklinin, 2 yıl daha asgari ücretlinin, esnafın, çiftçinin çile çekeceği bir noktadayız. Ama burada bir şey var. Bıçak kemikte. Bıçak kemiğe dayandı. Buradan sonra dayanacak güç kalmadı. O Mehmet Şimşek iki yıl daha asgari ücretlinin, emeklinin, esnafın ve çiftçinin kemerini sıkmaya, gırtlağını sıkmaya, nefessiz bırakmaya kalkarsa bu ülkedeki bu kesimlerin dayanacak gücü kalmadı. Biz ‘Vergide adalet’ dedik, o da ‘Vergide adalet’ dedi. Bütçe getirdi, geçen seneki bütçeden hiçbir farkı yok. Vergilerin yüzde 65’ini dolaylı toplayacak. Yani kimden, dolaylı vergi ne demek? Elektrik, su, telefon ve her türlü alışverişte içinde bulunan ÖTV’si, KDV’si, hepsi bunlar dolaylı vergi. Çok basit anlatalım. Bir market var. İki kişi marketten alışveriş yapıyor. Peynir alıyor diyelim ki. İkisi de aynı vergiyi ödüyor. Bir tanesi fabrikatör. Öbürü fabrikanın bekçisi. Aynı vergiyi ödüyorsun. Marketten yaptığın bütün alışverişe. Bir benzinlik var, iki tane mazot alan var. 50’şer litre mazot alıyorlar. Birisi Türkiye’nin en pahalı jipine mazot alıyor. Öbürü 1985 model traktörüne. Aynı vergiyi ödüyorlar. Bunların toplamı, dolaylı vergilerin toplamı yüzde 64. Geçen sene yüzde 64’tü. Bu sene de bütçeye koymuşlar, yüzde 64, 65 hedef. Dolaylı vergilerde. Yüzde 20 vergi. Sizin ödediğiniz vergi. Halk TV’nin size ödediği maaş, elinize geçmeden içinden vergi kesiliyor ya. Sizin ve bütün çalışanların, işçi olsun, memur olsun, maaşlarından kesilen vergilerin toplamı da yüzde 20. Etti mi size yüzde 84. Bunun üzerine, 64’ün üzerine 20. Yüzde 3 puan kadar işte esnafların ödediği bir takım vergiler, bir takım farklı vergiler var. Damga vergisidir, odur, budur falan filan. Beyanname vergileri filan. Geriye yüzde 11 kalıyor. Bu yüzde 11 ne biliyor musunuz? Gerçekte vergi vermesi gerekenlerin ödediği vergi, toplam verginin yüzde 11’i. Örneğin büyük holdingler, büyük şirketler. Böyle Türkiye’deki en büyük ihaleleri alanlar, bütün ihracatçılar, bütün üreticiler, bütün fabrikalar, bütün oteller. Hepsinin ödediği toplam vergi yüzde 11. (Sistem) Baştan aşağı bozuk ve Mehmet Şimşek, ‘2 yıl daha katlanın’ diyor. ‘2 yıl daha jeepin sahibi ile traktörün sahibinden aynı vergiyi alacağım’ diyor ya. Onun yerine traktörün sahibinden, tarımda kullandığı mazottan vergiyi çok azaltıp, kaldırıp, öbürüne vergiyi artırması lazım. Bunu nasıl yapacak? Kurumlar vergisi denen vergiyi artırarak yapacak. Yani şirketlerden, zenginlerden alınan vergiyi artıracak. Garibanın yakasını bırakacak.

“MEHMET ŞİMŞEK’İN ÖNCELİĞİ ŞİRKETLERİN KÂRLARI”

(Kanada’da temel gıda ürünlerinden vergi alınmaması kararının Türkiye’de de uygulanabileceği fikri) Bir sürü yaratıcı uygulama olabilir. Ama burada temel mantık: Ben kimin için iktidarım? Ülkeyi yönetmek, bir aileyi yönetmek gibi. Bir anne ve babanın, bir evin bütçesi her şeye yeter ama hepsine birden yetmez. Örneğin ihtiyaçlar, mutfak, boğaz, ısınma, diyelim ki kira. Onun dışında okul ihtiyaçları. Onun dışında futbol maçına gitme, iyi bir televizyon alma, evin annesinin kendine yeni bir çanta alması, paramız bunların hepsine ayrı ayrı yetiyor ama hepsine birden yetmiyor. Öncelik belirliyorsun. Ne diyor evin annesi ve babası oturuyorlar. Bir kere ‘Barınmamız lazım’ diyorlar, ‘Evin kirasını ödeyelim’. ‘Çocukların karnını doyurmamız lazım’. ‘Mutfak masrafını yapalım’. Para azalmaya başladı, ‘Çocuğun ayakkabısı eskimiş’. ‘Onu da alalım. ‘Benim çanta’. ‘Çantayı almayalım’. ‘Futbol maçına gitmeyelim’. ‘Televizyonu yenilemeyelim’. Ne yaptı, esas önceliğini belirledi. Aileyi yönetirken nasıl öncelikler belirleniyorsa, devleti yönetirken de öncelik belirleniyor. Maalesef Mehmet Şimşek’in önceliği şirketlerin kârları. Zenginlerin servetleri. Onlara dokunmuyor. Ama Mehmet Şimşek’in öncelik vermediği kesimler, aslında en kalabalık ama en sessiz kesimler. Bugüne kadar sesini çıkarmayan kesimler. Mehmet Şimşek yüzünü asgari ücretliye döneceğine, emekliye döneceğine, onlara sırtını dönüyor. Yüzünü esas vergi alması gerekenlere dönüyor. Sırtını döndüklerine sahip çıkmıyor.

“DDK’Yİ DEVLETİN DEĞİL AK PARTİ’NİN DENETLEME KURULU GİBİ KULLANIYORLAR”

(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DDK’nın daha çok çalıştırılacağını açıklaması hakkında) Devlet Denetleme Kurulu’nun geçmişte, çalıştırdı ama sonucunu açıklamadı. Aslında Soma’da AK Parti’nin nasıl bir yandaş şirketle ilişki kurduğunu, nasıl 301 kişiyi katlettiğini Devlet Denetleme Kurulu tespit etti. Ama açıklamadılar. Devlet Denetleme Kurulu’nu devletin değil AK Parti’nin denetleme kurulu gibi kullanıyorlar. Esas sorun burada. Yoksa bizim ne belediyelemiz denetlenmekten korkan, ne bir başka şey. Ama işine geldiğinde örtbas edip, işine gelmediğinde görmezden gelip, -Devlet Denetleme Kurulu bence devletin çok önemli bir kurumudur- bir parti başkanı sıfatıyla, bir başka partinin belediyelerini yıldırmak, bezdirmek ve durdurmak için kullanmaya çalışıyor. Sorun burada.

“77 ÜLKE AB ÜYELİĞİMİZ İÇİN İMZA ATTI”

(Gölge kabinenin zayıf olduğu yorumları ve bu sistemin ‘ezber bozan’ olarak nitelendirilmesi hakkında) ‘Ezber bozma’ dediği mesele aslında Cumhuriyet Halk Partisi, olduğu gibi kendisini gösteriyor ve bozulan ezberleri o. Biz Halk Partisiyiz, adı üstünde halkın partisiyiz. Biz Mehmet Şimşek’in yüzde 10’unun değil, yüzde 89 yoksul, dar gelirli ve bu memleketin esas yükünü taşıyanların partisiyiz. Diğer yüzde 10’la kavgamız yok, sorunumuz yok, servet düşmanı değiliz. Ama adil bir vergilendirmeyi, hep birlikte çok kazanmayı ve adil bölüşmeyi savunan bir partiyiz. İki, kurucu parti olduğumuz için kimse kusura bakmasın bizim milliyetçiliğimizle hiçbiri yarışamaz, bizim devlete olan saygımızla hiçbiri yarışamaz. Ve en güçlü yanımız, toplumun genelini ilgilendiren konularda, ekonomide doğruları savunmakken, diğer taraftan ilk ziyareti Kıbrıs’a yapmak… Azerbaycan’ın Zafer Günü’nde Sayın Aliyev’le telefonla konuştum. Kendisi Hikmet Çetin’le birlikte beni Bakü‘ye davet etti, o ziyareti yapacağız. Bakü’ye gideceğiz ama tarihi konuşulacak, birkaç gün içerisinde planlanacak. Sosyalist Enternasyonal toplantısındayız. Önce Güney Kıbrıs Rum kesiminden bir temsilci, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayan ve ordumuzun barış harekatına, oradaki kuvvete ‘işgal kuvveti’ diye bir şey söyledi. Salonu terk ettik hep beraber, sonra girdim sert bir konuşma yaptım. Bu Kıbrıs’ta da bir memnuniyet yarattı, Sosyalist Enternasyonal‘de de bize hak verdiler bu tutumdan dolayı çünkü yapılmaz o. Beş dakika geçmedi Taşnak Partisi bu sefer Azerbaycan’a laf etti. Söz sırası Selin Hoca’daydı, Selin Hoca aldığı sözü ve itirazımızı dile getirdi. Geçmişte iletişim kazaları vardı Azerbaycan’la. Biliyorsunuz 14 Mayıs seçimlerinde açıkça AK Parti’yi desteklemişlerdi. Biz de buna çok üzülmüştük. Ama biz köprüleri atmak yerine diyalog kurmayı, kendimizi doğru anlatmayı, Azerbaycan’ın bizim için önemini anlatmayı… Türki Cumhuriyetleri çalışıyoruz, Orta Doğu çalışıyoruz, çok sayıda Orta Doğu ülkesine ziyaret planlıyoruz. Avrupa’da etkin temaslarımız var. 77 ülkeye imza attırdık; ‘CHP iktidarında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini destekleyeceğiz’ diye. Bakın böyle işlerle uğraşıyoruz. Tam üye olmak ne demek? Bütün vize sorunu bitecek gençlerin, Türkiye bir Avrupa ülkesi olacak. Biz vize sorununu kökünden halledeceğiz. Bütün Avrupa’da kimlik kartıyla gezeceksin. Bu kadar net.

“YETER Kİ SIĞINMACI SORUNUNU ÇÖZELİM”

(Sığınmacı-Suriye ile çözüm ihtiyacı meselesi ile ilgili) Bizim bunu söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Erdoğan her seferinde bize ‘Katil Esat’la görüşmem, katil Esat’la..’ Ben de dedim ki, ‘Ben gideceğim’. Hatta bir temas kurduk, yazı istediler, yazı yolladık. Erdoğan dedi ki, ‘Esat’la görüşebilirim’. Şu anda öyle bir psikolojide ki, gündemi Cumhuriyet Halk Partisi belirliyor. İşte kreşte veya belediyelerde bu sabah yaptığı gibi. Buna engel olmak için... ‘Ben Esat’la görüşeceğim’ dedim, Putin’i devreye soktu, Esat’la görüşme ayarlamaya çalıştı. Vallahi hemen destekledim. Dedim ki, ‘Bana vermesinler randevuyu, Erdoğan’a versinler devletin başı olarak’. Esat’la görüşme yapılacak, barış sağlanacak Suriye içinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulacak, orası güvenli hale gelecekse ve bütün dünya da elini taşın altına sokmaya hazır. Bütün Avrupa ülkeleri ile konuşuyoruz. Orada insanlar gittiklerinde çalışacakları fabrikalar, güvenli konutlar, çocuklarına kreşler, okullar hep birlikte hızla yaptırabiliriz. Avrupa’nın para konusunda derdi yok, onlar ‘Sığınmacı gelmesin’ diyor. Sığınmacıları Türkiye’de, yani Yunanistan’ı düşünürseniz, Avrupa’nın sınırından ta Suriye’ye götürürsen Avrupa da rahatlayacak, bu tehlike ortadan kalkacak. Her gün İtalya’ya geçenler, Fransa’ya geçenler, sızmaya çalışanlar… Bakın buradan söylüyorum. Sayın Erdoğan diyorsa ki; ‘Esat’la görüşmeye gel beraber gidelim’, ben Erdoğan’la birlikte Esat’la görüşmeye gitmeye de varım. Yeter ki arabuluculuk olsun. Eğer ikimiz birden gideceksek ve sorun çözülecekse gidelim. Yeter ki Türkiye’deki sığınmacı sorununu çözelim. Hatta Sayın Erdoğan şöyle bir çağrı yapsın, Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin liderlerine desin ki; ‘Gelin Esat’la birlikte oturalım, bu sorunu Türkiye adına hep birlikte çözelim’ desin. Vallahi ben de varım.

“GÖREVLERİNİ EKSİKSİZ BİR ŞEKİLDE YERİNE GETİRİYORLAR”

(CHP’nin Gölge Bakan politikasıyla ilgili) Gölge Bakan İngiltere’de anayasal bir kurum, dünyada uygulamaya konulduğu yerler var ama Türkiye için yeni bir uygulama. Geçmişte söylenmiş ama bir muhalefet tarzı olarak söylenmiş, ‘Gölgeleri gibi izleyeceğiz’ denilmiş, ilan edilmiş. Geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi de bir ara niyetlendi ama her bir bakanlığa beş-altı kişi. Biz şöyle yaptık; Parti Meclisimizin içinden Merkez Yönetim Kurulu üyesi olarak, yani Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla 17 arkadaşımızı ve bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmak üzere 18 kişiyi görevlendirdik. Tabii gölge bakanların şöyle bir zorluğu oldu: Önce yerel seçim aday belirleme gündemi, sonra yerel seçim gündemi, ardından yerel seçimlerdeki büyük başarıdan sonra bir dönem gölge bakanların haberlerinin, yaptığı etkinliklerin geri planda kaldığı doğru iletişim açısından. Ama arkadaşlarımız, her biri verilen görevi harfiyen ve çok etkili şekilde yerine getiriyorlar. Bir de görünen ve görünmeyen şekilde. Örnek; Yankı Bağcıoğlu, Milli Savunma Bakanı ile üç kez görüştü ama onun iletişimini yapmıyoruz. Neden? Hassas bir konu. Mesela teğmenleri de konuşuyor, geçmişte rahatsız olduğumuz bir sürü şeyi de söyledi. Belli konularda bilgi alıyor, bilgi veriyor, geliyor çalışıyor. Aynı zamanda mesela yarın ve yarından sonra da Konya’daki şehit ailelerini ve derneklerini ziyaret edecek. Şu anda Türkiye’de nerede bir şehit aileleri ve gazi derneği varsa Yankı Bağcıoğlu oraları ziyaret ediyor. Yarın İzmir’de Dünya Robot Olimpiyatları’na katılacağım. Türkiye’nin geleceğini kurtaracak iş orada. Yüksek katma değerli ve ithalata bağlı olmayan, adeta evlatlarımızın beceri ve zihinleriyle Türkiye’ye gelir getirecekleri, inanılmaz doğru bir alan. Türkiye’nin geleceği orada, oraya çalışıyoruz. Milli Eğitim Bakanımız, bu bakana karşı çok önemli etkili işler yapıyor. Gölge Sağlık Bakanımız,  yenidoğan çetesini ilk andan itibaren yerinde takip ediyor, randevu sistemi ile ilgili çalışıyor. Ama biz tercihen belli dönemlerde belli bakanların etkinliklerinin iletişimini önüne çıkarıyoruz. Mesela şu anda Ekonomi Masamız, Ekonomi Takımımız geçen hafta Gaziantep’teydi, Malatya’daydı, Kahramanmaraş’taydı ve Samsun’daydı. 50 ile gidecekler, neredeyse benim yüzümü iki ay görmeyecekler. 50 ilde Ekonomi Masası çalışacak, dinleyecek. Hepsi bir yandan ne yapıyorlar? Hem sorunları bildiğimizi gösteriyorlar, çözüm önerilerimizi anlatıyorlar, öneri ve eleştirileri alıyorlar, bir yandan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin hükümet programını hazırlıyorlar. Biz kendi parti programımızı iktidara yürürken hükümet programına evrilecek bir şekle dönüştürüyoruz. Bunun için her bir bakanımız çalışıyor. Ulaştırma Bakanımız Ulaş Karasu, Hatay’ın ulaşım sorunu ile ilgili gitti orada defalarca çalışma yaptı. Hatay‘dan inanılmaz olumlu dönüşler var ve bu bilgileri biz Ulaştırma Bakanlığı‘yla da paylaşıyoruz. Bütün bakanlarımız gölge bakan olarak takip ettikleri bakanlıklarla ilişki içindeler, hem bakan düzeyinde hem alt düzeyde. Ama bir takım engellemeler, bir takım randevu vermemeler… İşte Adalet Bakanı mesela, telefonumuza çıkmıyor üç haftadır. Neden çıkmıyor? Adalet Bakanı benim asker arkadaşım. Ben asteğmendim sonra teğmendim, o kısa dönem görev yapıyordu. Benim Soma Komisyonu’ndan arkadaşım. Benim birlikte grup başkan vekilliği yaptığım arkadaşım. Siyasi görüşlerimiz böyle ama insani olarak birbirimize hiç kusur işlemedik bugüne kadar. Yazıyı yazıyoruz, ‘Ahmet Özer‘le görüşeceğiz’ diye. Öğleden sonra gelmesi lazım. Her seferinde nezaketle bakanlık özel kalemi, bizim özel kalemimize dönüp, ‘Yazı geldi imzaya çıkarıyoruz’ deyip, dakikalar, saatler içinde çıkarken Ahmet Özer konusunda ilk önce o telefon geldi, arkadan imzalamadılar. Arkadan 28 gündür, ilk iki-üç gün ben aradım, yazıştık. 25 gündür telefonlara da çıkmıyorlar. Bir aracı aracılığıyla, hatrını kıramayacağım çok kıymet verdiğim bir aracı aracılığıyla; ‘Sayın Bakan çok üzgün,size karşı çok mahcup, bu çarşamba bir daha soracakmış’. Adalet Bakanı kime, ne soruyor? Çarşamba günü kime, ne soruyor? Bir ana muhalefet liderinin, bir milletvekilinin, bir cezaevi ziyareti. Ben gideceğimi bildiriyorum. Sen de orada tedbir alacaksın.

“BİRİKMİŞ DEVASA BORÇLARDAN BUGÜNKÜ BAŞKANLAR SORUMLU DEĞİL”

(Belediye şirketlerinin SGK ve vergi borçlarının, belediye gelirlerinden kesilmesi hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Kararı)

Ben bütün belediyelerin düzenli olarak, Sosyal Güvenlik Kurumu’na vergi borçlarını ödemesi gerektiğini savunuyorum. Başkanlarımıza da talimatım bu yöndedir. Buradaki sorun en çok da AK Partili belediyeler olmak üzere geçmişte nasılsa af çıkacak, düzenleme olacak diye hiç ödememişler bu paraları. Devasa borçlar var ve adeta yemeği AK Parti yemiş, ‘Hesabı CHP ödesin’ diyorlar. Biz de diyoruz ki ‘Bunu böyle yapmayın, faizlerini silin. Yapılandırma verin. Aydan aya biz ödeyelim bu paraları’. Ama bunlar diyor ki ‘Bir seferde keseceğiz’. Daha doğrusu ‘Belediyeye yollanan İller Bankası ödeneğinden keseceğiz’. Maksatları, amaçları belediyeleri iş yapamaz hale getirmek. Birikmiş o devasa borçlardan bugünkü o belediye başkanları sorumlu değil. Bizim suçumuz belediyeleri AK Parti ile MHP’nin elinden almış olmak. Yaptıkları iş, kayyum atayarak belediye başkanlarını cezalandırırken aynı zamanda halkı da cezalandırıyorlar ya. Burada da bu parayı belediyeden alınca, belediyenin çalışanlarını ve onları hizmet edemez hale getirerek halkı cezalandırıyor. Tayyip Erdoğan örneğin Afyon halkına diyor ki, ‘Kardeşim belediye bende olsaydı tıkır tıkır çalışacaktı. Verdin CHP’ye. Belediye şimdi çalışıyor, keseyim paranızı da gör bak sana nasıl hizmet edecek’. Kime ceza veriyor? Afyon halkına veriyor. Kastamonu halkına veriyor. Kilis halkına veriyor. Seçim sonucunu hazmedememiş. Bu hazımsızlığın sonucunda çirkinleşiyorlar. Yaptıkları o.

“SOKAKTA CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KONUŞTUKLARI KONUŞULUYOR”

(Bahçeli’nin ‘DEM Partililer gitsinler, Öcalan ile görüşsünler’ çıkışına karşın belediyelere kayyum atanması) Ben yaşananların hepsini iktidarın Türkiye’de değişmekte olduğunu, milletin önüne gelecek ilk sandıkta bu iktidarın gideceğini ve yerine Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarının ya da Cumhuriyet Halk Partisi’nin ağırlıklı olarak içinde olduğu bir iktidarın geleceğini gördüler, buna karşı her şeyi deniyorlar. O süreçten bağımsız görmüyorum. O süreçten bağımsız değil. Gündemi ellerine almak için, şu anda ne konuşuluyor? Ben pazara gittim. Pazarda gördüm. 81 vilayete, 130 milletvekilimiz gitti. Oradan geriye geldiler. Dediler ki ‘Sokakta, pazarda biz konuşuluyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin konuştukları konuşuluyor’. Ne konuşuluyor? Teyzeye gittim ben. Dedim ki ‘Teyzecim ne maaş alıyorsun?’ ‘Biliyorsun’ dedi. Dedim ‘Bilmiyorum teyze’. Dedi ki ‘12 bin 500, en çok sen söylüyorsun’ dedi. ‘Nasıl’ dedim. Tam anlatacağım, çeyrek altın hesabını o bana anlattı. ‘Bunlar geldiğinde 8 çeyrek alıyormuşuz, sen dedin ya 3 çeyrek. Nerede 3 çeyrek. 3 çeyrek 15 bin lira’ dedi. Teyze hesabı bizden iyi yapıyor. ‘3 çeyrek 15, ben 12 bin 500 alıyorum evladım’ dedi. ‘2,5 çeyrek’ dedi. Pazarda gezdiğimizde bütün arkadaşlar enflasyon ile ilgili sorunları dinlediler. Asgari ücretle ilgili de ‘30, altıda yokuz’ dediler. Bizim 30 bin liranın altında olmadığımızın toplumda bilinirliğini bu hafta ölçtürdük, yüzde 76. Hızla artıyor. Altın hesabının bilinirliği yüzde 85 çıktı. Asgari ücret talebimizle ilgili bilinirlik de yüzde 80’e doğru tırmanıyor. Her hafta buna bakıyoruz. Her fırsatta bunu anlatıyorum. Bütçe geliyor. Bu bütçede biz önümüzdeki hafta da bütçeden önce son grup konuşmamı yapacağım. Bütçeye yönelik de konuşacağım. Orada da çarpıcı bir hesap daha yapacağım. Bir şey daha göstereceğim. Esas mesele şu. Emekli maaşı, Tayyip Bey’in geldiği gün 8 çeyrek altın. Şimdi 2,5 çeyrek altın. 5,5 çeyrek altın kayıp. Asgari ücret 7 çeyrekten, düştü 3 çeyreğe. 4 çeyrek altın kayıp. En düşük öğretmen maaşında 15 çeyrek kayıp bakın. 15 çeyrek. Eğer Ecevit’in geldiği günkü gibi verilse, 23 çeyrek altın. Şimdi 8 çeyrek altın. 40 bin lira en düşük öğretmen maaşı. 8 çeyrek. 15 çeyrek altın kayıp. Erdoğan’ın iktidarının öğretmene maliyeti. Emekliye maliyeti. Ben bu hesabın dışında bir şey konuştum mu, toplumun yüzde 85, 90’lık kısmına aslında ihanet etmiş oluyorum. Beni işim bunu konuşmak.

“VATANDAŞIN DERDİ YUSUF TEKİN’İN BAKANLIĞINI KORUMAK İÇİN KAVGA ÇIKARMA TALEBİ DEĞİL”

(Konunun daima ekonomiye dönmesi hakkında) Zaten işin özü de bu. Şimdi televizyonun başında, örneğin Yenibosna’daki teyze. Şimdi izliyor beni o. Oturmuş izliyor. Ben Milli Eğitim Bakanı’nın, -siz her şeyi soracaksınız- tuzağına düşüp, burada 20 dakika laiklik konuşsam, 20 dakika onun polemiğini yapsam, teyze televizyona terlik atar. Televizyona terlik atar. Der ki ‘Ne oldu bizim altın hesabı’ der. ‘Zammı konuş zammı’ der. ‘Hayat pahalılığını konuş’ der. Onun derdi o. Onun derdi Yusuf Tekin’in bakanlığını korumak için kavga çıkarma talebi değil ki. Bu 30 bin lira asgari ücret talebini de yükseltiyoruz. Bir de işin dün arkasını çevirdim biliyorsunuz. Esnaf boyutu var. 10 kişiye kadar çalışan esnafa, çalışan başına 6 bin lira sosyal güvenlik desteği. Şu an 700 lira o. 6 bin. 30 bin lira asgari ücret ya. Bunu mahalledeki berber nasıl versin? 6 bin lirayı verince cebine o 30 bin lira değil 24 bin lira vermiş olacak. Anlatabiliyor muyum? AK Parti zaten 23 bin liraya, 22 bin liraya, 24 bin liraya razı etmeye çalışıyor. Biz alan açısından 30 bin lira, veren açısından 24. Net üzerinden konuşuyorum. Brütlerini konuşuruz. Önemi yok. Alan açısından 30 bin lira, veren açısından 24 bin lira olacak. 10 kişiye kadar çalıştıranlarda. KOBİ’ler için de verilen 500 lira yerine, 4 bin lira destek söyledik. Daha fazla olan için 3 bin lira destek söyledik. Kaynağı da var. Artan sosyal güvenlik primlerinden devlet 1 trilyon kazanıyor. ‘250 milyarını küçük esnaf ve KOBİ’ye versin’ diyoruz. Benim esas meselem bu.

“GÜNDEMİ TOPYEKÜN ELE GEÇİRMEK İSTİYORLAR”

Şimdi Devlet Bahçeli ne yapmaya çalışıyor? Üç aşamalı izah edeyim. Daha doğrusu hatırlatma yapacağım üç tane. Ben buraya ilk geldiğimde siz bana ne sordunuz? Dediniz ki ‘Sayın Genel Başkan iktidar anayasa değişikliği diyor, sivil bir anayasa, siz ne diyorsunuz’? Ben dedim ki ‘İktidar uyanıklık yapıyor. Anayasa tartışmaları sis etkisi yapar, başka bir şey görünmez. Yani asgari ücret konuşamazsın. Döner döner anayasa konuşursun. Çünkü anayasanın her bir maddesinden bir tartışma çıkar. Yeni konuşacak bir şey çıkar. Pozitif ya da negatif’. O yüzden ben dedim ki, ‘Mevcut anayasaya uymayanlarla anayasa yapamayız’. O gündem kapandı. Durduk, birazcık zaman geçti. Bu zamanın üstüne çeşitli tartışmalar çıkardılar. Küçük küçük tartışmalar. Ama bir büyük iş daha yaptılar. Ne dediler, ‘İsrail Türkiye’ye saldıracak’. Bakın bir anda Türkiye’nin bomba gündemi oldu. Televizyon kanalları hemen eline çubukları aldılar. ‘İsrail’deki F-35 bizim F-16’mız. Onun kaç fırkateyni var?’ Başladık savaş konuşmaya. Hemen ‘Bu konuya hiçbir arkadaşımız girmesin. Yalan atıyorlar’ dedim. Kapalı oturum. Hatta kapalı oturum talebime de itiraz edenler oldu. İşte tweetler atıldı. Müsavat Bey, canı sağ olsun, eleştirdi. ‘Milletten kaçırıyorsunuz’ filan dedi. Dedim ki ‘Anlatsınlar, ama anlatmadıklarını ifşa edeceğim’. Gelip hiçbir şey anlatmadılar. Çıktım kapının önüne. ‘İsrail tehdidi diye bir şey yok. Bize içeride anlatmadılar. Anlatılanı açıklayamam’ dedim. O tartışma bitti mi? Neden bitti? Adamın amacı yoksulluk konuşulmasın. İşsizlik konuşulmasın. Enflasyon konuşulmasın. Savaş konuşulsun. İkinci büyük saldırıydı bu. Gündemi topyekün ele geçirmek için.

“DEVLET BEY CUMHUR İTTİFAKININ BU SÜREÇ İÇİN SÖZCÜSÜDÜR”

Şimdi üçüncü büyük hamle. Dediğiniz süreç, açılım. Bu meselede topyekun, başka tarafları da var anlatacağım, Kürt seçmene yönelik bir hamle, muhalefeti birbirine düşürmeye yönelik bir hamle. Şunu söyleyeyim, kendilerince zekice, uyanıkça tasarlanmış bir hamle. Bir büyük lafı ortaya atıyorlar, nedir? ‘Çözüm süreci olsun’. Çözüm süreci lafı yorgun bir laf. Geçmişten sabıkalı bir laf. ‘Ne yapalım, büyük bir iş yapalım. Ama bunu biz yapmayalım’. Neden? ‘Geçen sefer çözüm sürecinde biz çok kaybettik diyor’ AK Parti. ‘Bunu küçük ortağa yaptıralım’. Neden? ‘Ondan az gider’. Bir kere zaten yüzde 18’lik MHP’yi yüzde 5’e düşürmüşler. MHP’de şu anda bulunanların, MHP’ye oy verenlerin, MHP ile ilişkisi 2015 seçimlerindeki gibi ‘MHP şunu yapsın, bunu yapsın’ diye bir ilişki değil. Düşünsene halen MHP’deyse, Sinan Ateş suikastını sindirmiş, halen MHP’deyse bu kadar yoksulluktan canı yanmayan, işsizlikten canı yanmayan, MHP sayesinde çocuğunu devlette işe sokan, bilmem ne yapan filan. Böyle ilişkileri olanlar kalmış MHP’de. En olmayacak laf nedir? ‘Abdullah Öcalan serbest bırakılsın’ değil mi? ‘Abdullah Öcalan Meclis’e gelsin’ dedirttiler Devlet Bey’e. (O zaman Erdoğan ile Bahçeli arasında uyum var) Hiçbir şüphem yok. Erdoğan çıkıp ne dedi? ‘Devlet Bey’in iradesinin arkasındayım’ dedi. Her fırsatta Devlet Bey’i övüyor. İki taraftan da ‘Sorun yok’ dediklerine göre. Devlet Bey Cumhur ittifakının bu süreç için sözcüsüdür. Ağzından çıkan her laf, Erdoğan’ı bağlar. Bitti. Bağlamıyorsa söyleyecekti. ‘Ben Devlet Bey gibi düşünmüyorum’. Dedi mi, demedi. Dedirttiler. Neden? Bunu Erdoğan söylerse, şu an Erdoğan’ın oyu yüzde 30. Biraz daha düşerse, zaten nerelerden geldiler buraya. Bizim oyumuz 32-32,5. Onların da 31 filan. Öyle ölçülüyor. Yani dünya kadar kararsız var. O kararsız niye kararsız, oralara bakmak gerekiyor. Yani esas ölçü şu. Esas anket son seçimin sonucu. Biz yüzde 38 aldık, Erdoğan 36,5. Orada her iki tarafa da verilmiş. Diğer adaylar kazanamaz diye oylar, emanet oylar var. Seçmen ona bakıyor şimdi, kim ne yapıyor? Ama biz normalde seçimden önce 22’lerde ölçülürken, hani 25 aldık beş partiyle birlikte. Geçen sene bugün, daha doğrusu kurultaydan önce yüzde 17 ölçülen kararsızlar dağıtılmış oyumuz şimdi 33. Kararsızlar dağıtılmadan 13 olan oyumuz da işte şimdi kararsızlar dağıtılmadan 29 nokta küsur veya 28 nokta küsur. Belediye anketleri müthiş. Çok iyi geliyor. Ona belki de hani bütün veri gelince bir özel program yapalım yani. Konuşalım, CHP belediyeciliğini. Et, süt, okul suyu ya. Okullarda su sebili koyduk. Beyoğlu’dan başlayarak, Türkiye’ye yayıldı. Okula su sebili koyduk, bedava su içiyor. Her şey var. Önemli olan bu hizmetleri ortaklaştırıp, bu hizmetleri standardize edip, millete en doğru şekilde göstermek. Millet hissediyor. Aldığı hizmetten memnun ve olumlu reaksiyon veriyor.

“KAYBETMEYİ HAZMEDEMEDİLER, KABULLENEMEDİLER”

(MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ziyareti hakkında) 22 yıl boyunca seçimlerden ikinci çıkmışız, seçimleri kaybetmişiz. Son 2019’da da önemli belediyeler almışız ama birinci parti olmamışız. İkinci olmuşuz. Açık farkla hep AK Parti olmuş. Ben gelmişim, genç bir kadro ile birlikte, hep birlikte çalışmışız. Doğru işler yapmışız. Doğru adaylar göstermişiz. Hepimizin emeği var bunda. Hep birlikte büyük bir başarı kazanmışız. Bu başarıda herkes döndü, Cumhuriyet Halk Partisi’ne bir baktı. Bunlar bu başarıyı hazmedecekler mi? Bu başarıyı tevazu ile mi karşılayacaklar, şımaracaklar mı diye. Bizim, 100 yıllık partinin şımarma lüksü yoktur. 100 yıllık partinin kibir lüksü yoktur. 100 yıllık parti başarıyı da başarısızlığı da demokrasi sınırları içinde hazmetmek durumundadır. AK Parti’de bugün yaşananlar kurumsal kültürlerinde kaybetmek olmadığından, biz kaybetmeyi de bilen partiyiz. Niye? İsmet Paşa kaybettiği gün bir şey yaptı. Görevi Adnan Menderes’e teslim etti. İktidarı Demokrat Parti’ye teslim ederek, Türkiye’nin demokrasi olduğunu tescil etti. O kayıp, Türkiye demokrasisinin kazancıydı. Biz hiçbir zaman kaybettiğimiz seçimden sonra milletle kavga etmedik. AK Parti kazanmayı biliyor. İlk kez kaybetti. Kaybetmeyi beceremiyorlar şu anda. Kaybetmeyi hazmedemediler, kabullenemediler. Millete kafa tutuyorlar. Birinci parti olarak çıkmışım, bayram gelmiş. Bütün partilerin genel başkanlarını aradım. Bakın 1 Ocak’ta AK Parti’nin Genel Başkanı Erdoğan hariç herkesi aramıştım. Devlet Bey’i de aradım. Çünkü seçildiğimde hepsi beni tebrik etti. Devlet Bey dahil. Erdoğan beni tebrik etmemişti. Abdullah Güler’i aradım. AK Parti Grup Başkanını. Ama bayram gelince ‘Artık ben birinci partiyim’ dedim. Birinci partinin sorumluluğu ile ikinci partiden başlayarak hepsini aradım. Telefon görüşmesinde de Sayın Erdoğan gayet olumlu mesajlar vererek, tebrik de ederek, ‘Seçim başarınızdan dolayı kutluyorum’ dedi bana telefonda, ben de dedim ki ‘Ben sizi ziyaret etmek isterim’. ‘O da memnun olurum’ dedi. Ziyarete gittim. O ziyaretin anlamı şu. Türkiye’nin birinci partisi 22 yıldır kendisine uzatılmayan eli uzatarak, bir selamlama yaptı. Kime? AK Parti’nin Genel Başkanı, AK Parti’ye oy verenlerin, ülkenin Cumhurbaşkanı, Cumhur ittifakına oy verenlerin şahsında Erdoğan’a. Ben AK Parti ve MHP seçmenini selamladım. Dedim ki, ‘Biz birinci partiyiz. Bizden zarar gelmez.’ Bu şu demek değil. Biz muhalefet etmeyeceğiz demek değil. Erdoğan’a da söyledim. Dedim ki ‘Ben bu milletin taleplerini sıralayacağım’. Tutanağı var. 28 Şubat paşaları bir maddeydi, o maddede mesafe alındı. Gezi tutukluları bir bütün halinde bir maddeydi. Onun dışında emekli maaşları vardı, asgari ücret vardı. Çiftçiye verilmeyen desteklemeler vardı. Esnafın sorunları vardı. Bir paketti. Sadece 28 Şubat. Bazıları o zaman şey dedi. Adalet için. Öyle değil, yargılama bitmiş ve tek yetki Cumhurbaşkanındaydı. Ondan istedim. Bir tek onu yaptı. Ama dedim ki ben ona ‘Emeklinin sorununu çözmezseniz, asgari ücreti çözmezseniz biz bu konuda çok ciddi itirazlarda bulunacağız’. Ben çünkü bu halkın temsilcisiyim. Bitti. Sonra da Sayın Erdoğan iade-i ziyarete geldi. Bunun toplamında, bugüne kadar CHP muhalefet adına neyi eksik yaptı? Ben bunu sorarım.

“‘HÜKÜMETİ UYARIN’ DİYE OY İSTEDİM AMA ASGARİ ÜCRETE ZAM YAPMADIKLARI GÜN ‘ERKEN SEÇİM’ DEDİK”

(Seçimden birinci parti çıkmasına rağmen neden hemen erken seçim istemediği hakkında) Komik olurdu, çünkü bir veya iki gün önce son gittiğim herhalde diyelim ki Marmaris’te ya da Kilis’te, Afyon’da, Kastamonu’da, her yerde mikrofonu almışım, seçmenin karşısına geçmişim, demişim ki; ‘Bu bir yerel seçim. Bu seçim hükümete kırmızı kart göstermiyorsunuz, sarı kart gösteriyorsunuz. Ben sizin sorunlarınızı konuşuyorum. Bu seçimden sonra AK Parti, bu seçimi kaybederse erken seçim çağrısı yapıp da hükümeti değiştirmek gibi bir talebimiz yok. Korkmadan oy verin’ demişim seçmene. Ben bu seçim sonucunu araçsallaştırarak, bunu bir kırmızı kartmış gibi değil, ‘Siz uyarın hükümeti’ dedim. Yüzde 38 oyun içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu söylemine güvenen, bir erken seçimi yani ‘Bu seçimi AK Parti kaybederse yeniden bir seçim ortamı mı olacak?’ diye tedirgin olanların ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı iyi diye oy verenlerin tedirginliğini ortadan kaldıran bir söz verdim seçmenlere. Seçim gecesi de dedim ki; ‘Bu seçim sonucunu araçsallaştırarak bir erken seçim talep etmiyorum. Hükümetin karşısında birinci partiyiz şu anda. Ama şu anda ana muhalefet partisiyiz. Vatandaşın sorunlarını dile getireceğiz, mücadele edeceğiz, sorunları çözerse ne ala ama çözmezse en sert muhalefeti yapacağız ama vatandaşın geçim derdi var, geçim olmazsa seçim olur’ dedim. Ardından da bir ay sonra tematik mitinglere başladım. Nereden başladım? Rize’den çay mitingi yaparak başladım. Türkiye’de şu ana kadar, bakın bir yerel seçimden sonra yıllarca mesela geçen yerel seçimden sonra ilk miting ne zaman yapılmış diye bakarsanız, bırakın bir ayı iki-iki buçuk sene miting yok. Ben bir yıl içinde 14 tane miting yapmışım, tematik mitingler yapmışım ve vatandaşın derdini dile getirmişim. Ankara’daki o Emekli Mitingi… A Haber kamerası böyle koşuyor, ne arıyor biliyor musun? Mitingde genç CHP’li yığma arıyor ki haber yapacak. Dilleri çıktı, bulamadılar. O kadar yoksul ve o kadar yorgun ve o kadar üzgün bir kitle vardı ki meydanda. 110 bin emekli. Gebze‘deki Emekçi Mitingi... Sözümün özü şu, bizim yaptığımız iş şu: Ben yerel seçimde ‘AK Partililer, MHP’liler korkmadan oy verin, bu bir genel seçim değil’ dedim diye seçim akşamı demedim. Ama Mayıs’ın 10‘undaki ilk tematik mitingle başladık, Haziran’a doğru ‘Geçim olmazsa seçim olur, asgari ücrete zam, emekliye zam’ dedim. Emekliye 10 bini 12 bin 500 yaptılar. 10 bin lira olduğu gün 25 kilo dana kıyma alıyordu, bugün 20 kilo dana kıyma alamıyor. Asgari ücrete zam yapmadılar, zam yapmadıkları gün ‘Bu maaşla geçim olmaz. Bundan sonra çare yok, seçim olur’ dedim, o günden beri de diyorum.

“MİLLETİN İSTEDİĞİ MUHALEFETİ YAPIYORUZ”

(Grup toplantısı çıkışı ATV kamerasına viral olan ‘pazara git’ sözleri hakkında) ‘Pazara git’ dedim çünkü ülkenin gerçek haberi pazarda bende değil ki. Biz en sert muhalefeti yapıyoruz ama üslubumuzda hakaret ve küfür kullanmıyoruz. Bu milletin istemediği bir şey.

“BENİM KONUŞMAM GEREKEN, DERDİ GEÇİM OLAN SEÇMEN”

(Ateş İlyas Başsoy’un Erdoğan’a oy verenleri Erdoğan’a hakaret etmeden incitmeme önerisi hakkında) Ateş İlyas Başsoy çok önem verdiğim biri, bütün kitaplarını da okudum. Benim ilk okuduğum kitabı şuydu, gırtlağım düğümlene düğümlene okudum: ‘CHP neden kaybeder? AK Parti neden kazanır?’ Orada Selim Türkkan diye bir karakter vardır; ortalama seçmen, siyasetsiz seçmen. Siyasetle ilişkisini seçime doğru karar verme sürecinde kuran, oyunu attığında da siyasetle ilişkisini kesen, derdi geçim derdi olan seçmen doğru benim konuşmam gereken seçmen. Yoksa politik seçmene her gün konuşuruz zaten. Ama esas mesele Ateş İlyas Başsoy’un Selim Türkkan’ına derdini anlatabilmek. Orada yalnız bir şey var. Selim Türkkan oy atıyor diyelim ki Erdoğan’a. Sen Selim’in hakkını savunuyorsun, duyuyor. Örneğin asgari ücret. Selim Türkkan diyor ki, ‘Keşke Özgür Özel’e atsaydık’. Ama oyunu atmış Erdoğan’a, yoksulluk var, Selim Türkkan diyor ki, ‘Ben bir daha AK Parti‘ye atmayacağım’ Kime atsam diye bakıyor, karşısında Erdoğan’la birbirine hakaretler eden, hakaret davaları açan, kavgalar eden bir Özgür Özel var. ‘Bundan da olmaz’ diyor. Ya kararsız kalıyor, gitmiyor ya başka partiye gidiyor. O yüzden veya tam Erdoğan’dan kopmuş, ben Erdoğan’a ağır bir hakaret ettim. Selim Türkkan diyor ki, ‘Sen benim seçtiğime nasıl öyle konuşuyorsun?’ diyor, pat Erdoğan’ın tarafına geçti. Aslında kopuyordu ondan.

“HALKIN PARTİSİYİM, HER KESİMDEN OY ALMAK SORUMLULUĞUM”

(AK Partili Özlem Zengin’in ‘Eskiden DEM Parti’ye benzerdi, şimdi AK Parti’ye benziyor CHP. Bizim yaptığımız gibi kesimden oy alma söylemini geliştiriyor’ sözleri ile ilgili olarak) Benim her kesimden oy almak gibi bir sorumluluğum var çünkü ben kitle partisiyim. Çünkü ben Halk Partisi’yim, halkın partisiyim. Ben sadece bir görüşe sahip olanların partisi olursam, biz orada sağdan da soldan da saydığımızda yüzde 20 ile 25 arasındayız İsmail Bey. Ama ben yüzde 50 artı biri tek başıma alırsam Atatürk’ün partisini yüzyıl sonra tek başına iktidar yapmış olurum. Benim derdim bu. Bunun için de vatandaşın sorunlarını konuşacağım tabii ki. Devlet Bey’in gündemini, Erdoğan’ın gündemini konuşmamam lazım. Şimdi sorunuzdan kaçmış gibi olmasın. Devlet Bey şu anda ateş topluyor piyade deyimiyle. Devlet Bey üzerine ateş topluyor, sürekli ‘Abdullah Öcalan gelsin, konuşsun’ dedi. Şimdi ‘DEM’e izin verelim. Gitsin, görüşsün’ diyorlar. Ateş eden oraya ediyor. Orası yüzde 18’den yüzde 5’e düşmüş zaten. Kaybetse kaybetse ne kaybedecek? Erdoğan, susuyor ve bir kenardan izliyor. Tamamen bu. Belli bir zaman sonra… Bakın önce Abdullah Öcalan buraya geliyordu, şimdi DEM Parti oraya gidiyor. Söyleyerek, bir şeyler yaparak işi bir yere oturturacaklar kendilerince. Bizim buradaki, dediniz ya ‘Sizin pozisyonunuz?’ Çok net. Biz terörü bitirecek her türlü fikri destekleriz ama şartlarımız olur. Biz terör bitsin, annelerin gözyaşı dursun isteriz net. Ama bir, bunun gizli kapaklı yapılması yerine ve partiler üzerinden götürülmesi yerine dışarılarda, Meclis’te olmasını ve bütün partiler açık olmasını, Meclis tabanlı bir çözüm öneririz. Sebebi de şu: Bütün dünyada meclisler tarafından yönetilen sonuçlardan sonuç alınmış, dışarıdaki süreçlerden değil. ‘Meclis’te olsun’ deriz. ‘Açıklıkla, samimiyetle yürütülsün’ deriz, şeffaflık ve samimiyet. Dördüncüsü de ‘Toplumsal mutabakat olsun’ deriz. Toplumsal mutabakatta benim bir kırmızı çizgim var. O masa kurulduğunda ilk gün Türkiye’deki bütün şehit aileleri ve gazi derneklerinin temsilcisi üç yapı var, iki dernek ve bir vakıf. Ben geçen hafta onları ziyaret ettim tek tek. Onlar çağrılacak, bütün bu aileler adına ilk gün görüşlerini söyleyecekler. Süreç içinde ihtiyaç duyduklarında gelecekler, katılabilecekler. ‘Son gün bir karar veriyorsak onların rızasını ararım’ dedim. Aslında dört madde. Bu dördüncü madde de benim hassasiyetim. Toplumsal mutabakatın sağlandığını oradan bilirim. Neden? Evladına yetiştirmiş, büyütmüş, askere göndermiş. Ya da uzman çavuş olmuş, gitmiş hepimizin yerine can vermiş. O anne hepimizin yerine acıların en büyüğünü yaşamış, içi yanıyor onun içi. Ama diyorlar ki bakın, bana şehit ailelerinin dernek başkanları kayıt altında söylediler, videoları var, canlı yayında da yanımda oturuyorlardı: ‘Biz Meclis odaklı olacaksa ve bizi rahatsız edecek şeyler yapılmayacaksa başkaları yanmasın diye biz yüreğimize taş basarız. Ama siyasi çıkara alet edilmesin’ dediler.

“BAHÇELİ’NİN BOMBA GİBİ ATILIP ALTI DOLDURULMAYAN SÖYLEMLERİYLE MEŞGUL DEĞİLİZ”

Bu yüzden biz her gün gündemin ortasına bir bomba gibi atılan ama altı doldurulmayan Sayın Bahçeli’nin söylemleriyle meşgul değiliz. Bizim meşgul olduğumuz mesele şu, bize Kürt sorununu demokratik yollardan çözecek örneğin kayyum meselesini Türkiye’nin gündeminden çıkaracak… Bir belediye başkanı suç işlediyse yargılanır, ceza alırsa yerine belediye meclisinden yenisi seçilir. Öyle yerine kaymakam atamak, ‘Benim yolladığım adayı seçmezseniz belediye başkanınızı alırım’ başka. Geçen sefer 45 belediyeye yaptılar. Şimdi iki tanesi bizim, toplam yedi belediye bunu yaptılar. Bunları görmek lazım. Demokratik yollardan atılacak ve herkesin kabul edilebileceği adımlarla hem Kürt sorununu çözen, hem terörü bitiren güçlü bir irade ortaya konması lazım. Biz bu iradeye katkı sağlarız. Ama ben başkasının planının parçası olmam.

“MESELE, SARAY REJİMİNİ SÜRDÜRMEK İÇİN MUHALEFETİ BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK”

(Süreçte Demirtaş’ın hiç konuşulmaması hakkında) İlk gün söyledim, ‘Hiçbir aktörü dışlamadan’ dedim. Burada Demirtaş dışlanıyor. Demirtaş’ın suçu ne? ‘Seni başkan yaptırmayacağız’. Demirtaş, ‘Demokratik yönetilsin Türkiye, başkanlık sistemi olmasın’ dedi diye Demirtaş kötü. Demirtaş’ı neden sorumlu tutuyorlar? Halkı sokağa davet etmiş tepki göstermek için, olaylar çığırından çıkmış ölümlerden Demirtaş’ı sorumlu tutuyorlar. Yanılmıyorsam 56 kişinin ölümünden sorumlu tutuyorlar Demirtaş’ı. Çünkü o demokratik tepki göstermek için sokağa davet etmiş, o olayla sorumlu tutuluyor. Diğer taraftan Abdullah Öcalan, silahlı bir terör örgütü kurmuş. 40 bin kişi hayatını kaybetmiş. Bakın orada 50 kişiden bahsediliyor ve Demirtaş duruyor, 45 - 50 bin kişinin ölümünden sorumlu olan Abdullah Öcalan, Meclis’e çağrılıyor. Şimdi burada bir samimiyet olsa Demirtaş‘tan da katkı istenir, bütün aktörlerden birden katkı istenir silah bırakılması için. Demirtaş’ın Kürtler üzerindeki etkisini düşünün. Ama mesele; saray rejimini sürdürmek, Tayyip Erdoğan’ı yeniden seçtirmek, bunun için muhalefeti birbirine düşürmek, bunun için belki Kürtlerle CHP arasına bir soğukluk sokabilmek cinlikleriyle Abdullah Öcalan’a özgürlük, Demirtaş‘a hapiste çürüme. Böyle bir hesabın içine girmişler. Bu yüzden ben ilk gün yine dedim, kötü kokular alıyorum. Kötü koku bu. Bu ne demek? Şehit ailelerine itiraz ettiği de bu. Diyorlar ki, ‘Bizi siyasi çıkarlar alet ederlerse hakkımız helal etmeyiz’. Ben devletin çıkarından da yanayım, milletin çıkarından da yanayım. Ama siyasi çıkardan AK Parti’nin ve MHP’nin siyasi hesaplarından yana değilim. Ben bu Meclis eliyle, bu milletin bir planı varsa o plana katkı sağlayacağım. Ama başkasının planının parçası olmayacağım. Bu kadar net.

“MİT; FETÖ, IŞİD VE PKK KONUSUNDA ÜÇ KAPSAMLI SUNUM YAPTI”

(MİT Başkanı’nın ziyareti) Bu olay şöyle başladı, ben zaten Erdoğan’la ilk görüşmemizde de şunu demiştim: ‘Kritik konular olduğunda bakanlarınızın ve kurumlarınızın bize bilgi vermesi gerekir’ dedim. Eskiden örneğin Demirel bakanlarını yollar Ecevit‘e bilgi verdirtirdi, Ecevit Demirel’e bilgi verdirirdi, Özal SHP’ye bilgi verirdi. Özellikle Dışişleri, İçişleri, Milli Güvenlik, Milli Savunma. Bu bakanlıklar. Kurum olarak da Milli İstihbarat Teşkilatı. Bir sonraki iktidar, biri gider biri gelir. Demokrasi böyle bir şey. Maalesef şimdi 22 yılın sonunda bu unutuldu. Bir sonraki iktidarın bilgilerini güncel tutuyorlar, devletin belli bilgilerini aktarıyorlar. İki sebebi var. Bir, yarın iktidar olduğunda bu bilgilerden yoksunsan kendine değil Türkiye’ye kaybettiriyorsun yabancı muhataplarının yanında. Ben şimdi Eurofighter meselesinde Almanya ile devletin kamuoyuna açıklanmayan nasıl bir müzakere yaptığını bilmezsem, yarın biz iktidar olduğumuzda Almanya nezdinde Türkiye’nin çıkarları nasıl savunacağım? Bu olabilir mi? Dedik ki, ‘Bize bu bilgileri verin’. Erdoğan da ‘Olur’ demişti ve bakanlar karşılıklı görüşüyordu. Biz bir yandan iktidarı eleştiriyoruz, bir yandan iktidara hazırlanıyoruz. Bu çerçevede ben zaten MİT’in de bize kritik konularda sunum yapması gerektiğini düşünürken ve bunu daha önce ifade etmişken bir baktım MİT AK Parti‘ye gitmiş. İbrahim Kalın’a bir yazı yazdım, aslında eleştirel bir yazıydı ama üslubu dahilinde. Bir devlet dairesine yazıyorsun; Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı’na. Dedim ki, ‘Onlara yapılan sunum bize niye yapılmıyor? Ya sebebini açıkla..’ Yani bunların FETÖ konusunda zafiyeti çok, CHP’nin ihtiyacı yoksa bunu söyleyin. Böyle yazmadım ama… İki, eğer iktidarın bilmesi gereken bir şey varsa son seçimlerin birinci partisi, gelecekte iktidar namzeti olan Cumhuriyet Halk Partisi‘ne de bu bilgileri vermelisiniz. 29 Ekim günü Anıtkabir‘de yerimde duruyorum, bekliyoruz Erdoğan gelecek ve yürüyeceğiz. O sırada MİT Başkanı yanıma geldi nezaketle, elimi sıktı, hatır sordu. ‘Yazınızı aldım’ dedi, ‘Müsait zamanda geleceğiz, nasıl ilerleyelim?’ Özel kalemleri eşleştirdik ve önce haftaya, sonra güne, sonra saate karar verdik. Öyle bir ilerleme yöntemiyle ve buraya geldiler. İlk önce gelmeleri ile ilgili şöyle bir kaygıları oldu, ‘MİT’e gelir misiniz?’ dediler. Çünkü güvenlik açısından, dinlenmek… ‘Çok kritik bilgiler vereceğiz’ dediler. Ben dedim ki, ‘AK Parti‘ye gitmeseydiniz, onlar MİT’e gelseydi ben de gelirdim. Ama AK Parti‘ye gidip de CHP’ye gelmezseniz AK Parti’ye sunum yapıyor, CHP’yi ayağına çağırıyor diye biz zor durumda kalırız. Bu yüzden de AK Parti’de nasıl güvenlik aldıysanız gelin burada da alın’ dedik. Geldiler, güvenlik tedbirlerini aldılar ve burada bir sunum yaptılar. Sunumda FETÖ konusunda, IŞİD konusunda ve PKK konusunda üç kapsamlı sunum yaptılar. ‘Biz bu toplantıdan ne bekliyoruz?’ diye aramızda heyet olarak çalıştık yedi kişi, 15 başlık belirlemiştik. Ben sunumları aldıkça sildim, altı tane kaldı 15’ten. Yanımdaki iki arkadaşa gösterdim. Onlar da baktılar, onlar da check ettiler; ‘Evet bu böyle’... Altı soruyu sordum, sunumları uzmanlar yapmışken Sayın MİT Başkanı sorularıma bir devlet dairesinin, devletin çok önemli bir kurumunun başkanına yakışır üslupla ve içerikte cevap verdi. Konuyla ilgili meselemiz bu.

“KÜBRA PAR DOĞRU VERDİ; BİR GAZETE, ‘CHP ÜYELERİNİ MİT’E SORACAK’ DİYE YAZDI, BU DA YAYILDI”

(‘CHP’ye üye olacaklar için MİT’ten bilgi alınacak’ iddiası hakkındaki gerçek) Aslı şu. Biz yurt dışında büyük bir yapılanmaya gidiyoruz. Başta Amerika. Çok önem veriyoruz çünkü orada oy oranımız yüksek, çünkü Amerika’ya göç eden kesim Cumhuriyet Halk Partisi‘ne oy veren bir kesim yüzde 80-85 oranında oy alıyoruz. Ama Amerika’da seçmeni sandığa götürme oranımız da çok düşük. O kadar azı oy kullanıyor ki, ne kadar artırırsak o kadar oy gelecek. Bunun için arzu ederiz ki, tabii bu hemen hemen öyle mümkün değil, biz 52 eyalette yapılar kuralım. Bu konuda biz bu irademizi ortaya koyduk. Bundan önce bir temsilcimiz vardı, o ayrı bir şey temsilci, temsilci siyasi temsildir, mutlaka emekleri de vardır. Ben kendisine de bir şey demem. Şu anda bizim temsilcimiz değil. Emekleri de vardır gayretleri de vardır, o dönem kendisiyle çalışanlar mutlaka istifade etmişlerdir. Ama biz Amerika’da seçmenimizi sandığa taşıyabilecek, daha etkin, Avrupa’daki gibi bir birlikler yapısı kurabilir miyiz? Ona çalışıyoruz. Bu da duyulduğunda, bize hiç olmadığımız ziyaretlerden başvurular geliyor. Bir bundan endişe ediyorum. Orada FETÖ etkinliği olabilir. İki Almanya’da da, Amerika’da güvendiğiniz insanlara da gelip başvurular yapılacak. Bununla ilgili çerçevemiz şu, ben dedim ki İbrahim Kalın’a, ‘Ben bazen size bazı isimleri sorabilir miyim?’ O da dedi ki, ‘İmkanlarımız dahilinde her türlü yardımı yaparız.’ Birisi geliyor, ‘Ben burada birlik başkanı… Tanımıyorum, sorsam FETÖ’yle bir bağlantısı var ya da yok diye bir bilgi gelir mi? Buna dedi ki ‘Biz bu katkıyı size sağlarız’. Bu mesele bir, mevcut üyelerimiz için değil. Almanya’daki birliğin ya da Fransa’daki birliğin üyelerine sormayacağım. Ne gerek var? İkincisi, bir yerde yapım varsa, bir CHP’li varsa, örneğin Fransa’daki, Paris’teki birliğimin başkanı. O da konudan şüpheliyse ve onun rızası varsa soracağım. Yani ben, Almanya’daki birliğime şimdi yeni bir üye geliyorsa, onu benim birliğim tanıyorsa, güveniyorsa bir daha neye MİT’e sorayım? MİT’e her üyelik sorulur mu? Mesela bizim Paris’te başımıza bir şey geldi. Birisi geldi, birliğe girdi, sızdı ve bize orada sıkıntı yaşattı. Böyle bir durum olmasın diye benim birliğimin başkanı, yönetimi, ‘Ya böyle bir başvuru var ama biz bilemedik’ derse bana sorarsa, ben de onu soracağım. Benim derdim şey olabilir mi? Ama bunu bir gazete, aslında Kübra Par bunu gayet doğru verdi. Bir gazete, geceleyin 11.00 gibi, ‘CHP üyelerini MİT’e soracak’ diye verdi. Bu da internette yayıldı, Kübra Par dört kere doğrusunu yazdı ama o yayılandan dolayı o gün bir tepki dolaştı. Sağ olun siz sabah erken saatlerde netleştiniz. Bundan sonra da bir daha söyleyeyim: Yurt dışındaki birliklerle ilgili her üyeyi sorma değil, şüpheli durumlarda hiç olmadığımız yerde, doğrudan ben, bize başvuruyorsa, birliğimizin olduğu yerlerde de birlik başkanımız ve yönetimi talep ederse soracağım. Yanlış anlaşıldı.

“BU MEMLEKETİ KURTARIRSA ÖĞRETMENLER KURTARACAK”

(24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Anıtkabir ziyareti hakkında) Geçen sene 24 Kasım’a çok hazırlıksızdık. Yani daha partide tebrikleri kabul ediyoruz, görev dağılımları yapıyoruz filan. Geçen sene 24 Kasım’da aslında gönlümden geçmişti. Ben öğretmenlerle birlikte gitmeyi çok istiyordum. Başöğretmene gidiliyor. Sonra şöyle düşündük. Hem benim annem ve babam öğretmen. Orada 23 tane de Manisa Gazi İlkokulundan Semra öğretmenim var. Kendi öğretmenim kalçasını kırdı, 15 gün önce. Yatıyor, izliyordur beni. Gülseren öğretmenim. Onun en yakın arkadaşı ve kardeşimin öğretmeni, okulumuzun da müdür yardımcısı, benim de öğretmenliğimi yapmış olan Semra Öğretmen var. İlkokulda. Ortaokul, lise Bornova Anadolu Lisesi’nden 22 öğretmen var. Onlarla birlikte Anıtkabir’e gittik ama yanımızda tabi benim annem ve babam olunca tabi diğerleri çok haberleşmedi. Milletvekillerimizin öğretmenleri, genel başkan yardımcılarımızın, gölge bakanlarımızın öğretmenleri ile beraber gittik. Çok keyifli bir gündü. Böyle babamın koluna girdim. Annemin elinden tuttum. Bir fotoğraf denk gelmiş. biz burada yürüyoruz. İsmet Paşa’ya doğru. Esas fotoğrafta daha resmi durduk da bu fotoğraf spontan çekildiği için yürürken, çok gündeme geldi. Bizim için de çok gurur verici. Kardeşim Barış da oradaydı. Ben bütün öğretmenlerin bir kez daha ellerinden öpüyorum. Hangi yaşta olurlarsa olsun. Atanmayan öğretmenler dahil. Bu memleketi kurtarırsa öğretmenler kurtaracak. Aydınlanma kurtaracak. İyi bir eğitim kurtaracak. Onun için de önce öğretmenlere hak ettiği değeri vermemiz lazım. Maddi ve manevi.

“PARTİMİZE ATILAN İFTİRALARIN HAKSIZ OLDUĞUNU GÖSTEREN BİR ZİYARETTİ”

(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı forsu ile ilgili verilen talimat hakkında) Öncesini, sonrasını söyleyeyim. Şimdi kanuna göre Cumhurbaşkanı bir resmi binaya gittiği takdirde oraya Cumhurbaşkanı forsu olan bayrak çekilir. Biz devlet yönetmiş ve devleti yönetmeye talip bir parti olarak Erdoğan buraya geldiğinde dedim ki ‘Bir forslu bayrak bulun.’ Dediler nereden bulacağız? Dedim ‘Cumhurbaşkanlığından isteyin, onlarda vardır. Onu alın. O bayrağı çekeceğiz. Ama geri vermeyin’ dedim. Bana sordu özel kalem müdürümüz. ‘Ne diyeceğiz’ dedi. ‘İleride çok lazım olacak dersiniz’ dedim. Birazcık böyle şaka ile karışık öyle bir talimatımız oldu. Meselenin özü şu İsmail Bey. Cumhuriyet Halk Partisi devletin geleneklerini bilen bir partidir bir. İkincisi Sayın Erdoğan’ın aracı köşeyi dönüp gelirken Cumhuriyet Halk Partisi’ne bayrak çekiliyordu. Bazı muhalif arkadaşlar forsa takılmış. 83 milyon ‘Bayrağı indirecekler’ denen parti, Türk bayrağının yükselmekte olduğunu, Cumhuriyet Halk Partisi’ne Türk bayrağı çekildiğini, ‘Vatanı böldürecekler, bayrağı indirecekler, ezanı dindirecekler’ diyenlerin bu partiye gelip ziyaret yaptıklarını gördü. Gelmelerinden son derece memnunum. O geçmiş süreçlerde partimize atılan o iftiraların tamamının seçim kaygısıyla yapılmış işler olduğunu ve haksız olduğunu da gösteren bir ziyaretti. Ülkenin Cumhurbaşkanı ülkenin ana muhalefet partisine ziyarete tabii ki gelecek. Bundan daha normal bir şey yok. Oraya o bayrak tabii ki çekilecek. Çekilen bayrağın forslu olması devlet geleneğidir. Ama 83 milyon canlı yayında, ekran ortadan ikiye bölüktü, birçok televizyonda sonradan gördüm. Erdoğan’ın arabasının girişini, bizim onu karşılamamızı gösterirken bir yandan da bayrağın göndere çekilmesini gösterdi. Bu parti o bayrağı o göndere çeken ilk partidir. Biz o bayrağı o göndere çekerken başka parti yoktu. Kimsenin haddine değil Cumhuriyet’in kurucu partisine ‘Bayrağı indirecekler’ demek. Böyle çekerler. (Forsu saklatmışsınız) Saklattım. ‘İleride lazım olacak’ dedim. Çünkü biz yeniden tarafsız bir Cumhurbaşkanı seçene kadar, geçiş döneminde bu partinin üyesi bir Cumhurbaşkanı görev yapıyor olacak. Tabii ki bu partiyi ziyarete gelecek. O bayrağı o gün bir daha göndere çekeceğiz.

“ATATÜRK’E SAYGISIZLIĞA TEPKİ GÖSTEREN TEĞMENLERİ ATTILAR, ONLAR BİZDE ÇALIŞIYOR”

(Teğmenler konusunda) O teğmenler geçen seneye kadar yönetmelikte de olan, gelenekte olan, ‘Bu sene yapmayacaksınız’ dedikleri yemini, doğru, resmi tören dışında, resmi tören sona erdikten sonra yaptılar. 8 gün boyunca hiçbir şey denmedi. Sonra Erdoğan’a ‘Tamam işte normalleşme CHP’ye yarıyor. Bitirme onlara bitirt. Nasırına bas’ dediler. Erdoğan da nasırımıza basıyor. Ben de şunu söylüyorum: O teğmenlere ceza vermeyin arkadaş. Verecekseniz de bir uyarı cezası verin. Siz de uyarmış olun. Madem bir disiplinsizlik olarak görüyorsunuz. Ama yılların emeğini, ailelerin emeğini, o güzel insanların emeğini zayi etmeyin. İlk kez tarihinde hava, kara ve deniz harp okulunda üç birinci de kadın. Bunu bozmayın. Türk kadınının gücünü gösteriyor bu. Bozmayın. Bunu yaparlarsa buna en net cevabım şu: Biz o teğmenleri yalnız bırakmayız. Kabulleri halinde en uygun yerde, yanımızda, dibimizde istihdam ederiz. Onları muhtaç halde bırakmayız. Onları takip ederiz. İktidarımızın ilk bir ayında onları yeniden şanlı ordumuza dahil ederiz. Bunun sözünü veriyorum. Bundan önce de görevden ihraç edilmiş dört teğmenimiz vardı. Kurum söylemeyeceğim ama üçünü Cumhuriyet Halk Partisi’nin etki alanındaki kurumlarda istihdam ediyoruz. Bir tanesi daha iyi bir iş buldu, orada. Atatürk rozeti takmayanlara tepki gösteren dört teğmeni de atmışlardı ya, o dört teğmen de şu anda çalışıyor. Atatürk’e saygısızlık yapanlara tepki gösteren dört teğmen vardı. Onları geçtiğimiz yıllarda attılar. Onların üçü bizim kontrolümüzdeki birimlerde çalışıyorlar. Bir tanesi daha iyi bir iş buldu. Biz bunu bugün söylemiyoruz. Biz bunu geçen sene de yaptık zaten. (Milli Savunma Bakanı’nın açıklamasına bakılırsa ihraç etmeye hazırlanıyorlar) Vallahi hiç tavsiye etmem. Şunu da söylüyorum: Biz iktidar olduğumuzda böyle haksızca Atatürkçülüğünden dolayı bunların attığı teğmenler orduya geri dönecek. Mağduriyetlerini giderecek düzenlemeleri yapacağız ve onları şanlı ordumuza geri kazandıracağız. Ama bugün bu kararın altına kim imza atarsa ve kim sessiz kalırsa, sıralı amirleri, buna itiraz etmeyen ve mani olmayan kim varsa, onları da geldiğimiz gün emekli edeceğiz.

 

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları