Özgür Özel; 'Devlet Bahçeli'nin geldiği noktayı hepinizin vicadanına havale ediyorum'
Özgür Özel; Devlet Bahçeli’nin geldiği yeri, geçmişte söylediği her lafın ne kadar yalan, ne kadar boş, ne kadar haksız ve ne kadar hakaret dolu olduğunu siz gördünüz, ben sadece bunu hepinizin vicdanlarına havale ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, “Tayyip Bey’in yalan videolarını oynatarak kandırıp açlığına, yoksuluna, işsizliğine rağmen ‘Aman CHP gelirse vatanı böldürecekler çünkü bunlar DEM Parti ile görüşüyorlar’ diye korkuyla kandırdığı bütün vatandaşlara söylüyorum. Devlet Bahçeli’nin geldiği yeri, geçmişte söylediği her lafın ne kadar yalan, ne kadar boş, ne kadar haksız ve ne kadar hakaret dolu olduğunu siz gördünüz, ben sadece bunu hepinizin vicdanlarına havale ediyorum” dedi. Özel ayrıca, “Cumhuriyet Halk Partisi burada. Aklı da ruhu da bedeni de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. Biz, bu ülkenin kurucu partisi olarak kurduğumuz yerdeyiz ve bu ülke için her şeyi, hep birlikte, burada yapmayı teklif ediyoruz. Hodri meydan. El yükseltiyoruz” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu. “Geçtiğimiz hafta insanlık adına utandığımız, öfkelendiğimiz, üzülüp kahrolduğumuz haberler aldık. Para için yeni doğmuş bebekleri musallat olan bir şebeke, bir çete ortaya çıktı. Havva Nur bebeği, Michelle bebeği, Öykü’yü, Ayaz’ı, Kaya’yı, Mive, Melek, Kerem, Roua, Halime’yi annesinden, babasından daha annesinin kucağına kavuşmadan küvöze alan, daha sonra cansız bedenlerini ailelerine teslim eden, bunu yaparkenki süreçte bebeklerin sağlığı ile oynayan, değerleriyle oynayan, ailelerinden para koparmak için insanlığı tamamen kaybetmiş vicdansızların yaptığı hepimizi insanlığımızdan utandırdı” ifadelerini kullanan Özel şöyle devam etti:
“KÜRSÜDEN SÖYLEMEK KOLAY EVLADINI KAYBEDENLERE GİT DE ANLAT BAKALIM”
“Bu çetenin görünen mağdurları ortada olduğu gibi çok da berbat bir şey yaptı bu çete. Sağlık çalışanlarına pandemide duyulan güveni, saygıyı bir düşünün ve bunları lütfen muhafaza edin. Ama bu çürük elmalar, bu çürümüş sistemin ürettikleri; hekimleri, yenidoğan hemşirelerini, yoğun bakım çalışanlarını, sağlık emekçilerini zan altında bırakan, geçmişte evladını kaybetmiş ama şimdi ‘acaba’ sorusuyla o acıları yeniden depreştiren bir travma yarattı. Tabii bunun için çok üzgünüz. Kolay da atlatamayacağız. Böyle kürsüden, dışarıdan söylemek kolay ama yaşayanlara, onu hissedenlere, 18 yıl tüp bebek tedavisi görüp de son denemede, son seferinde muvaffak olup kavuştuğu evladını bu çete yüzünden kaybedenlere git de anlat bakalım. O yüzden çok büyük bir travma var. Hepimiz çok üzgünüz. Tabii bunu duyar duymaz ilk tepkilerimizi verdik. Gölge bakanımız, ilgili bakanlarımız hızlı şekilde İstanbul’a gittiler. Hekim milletvekillerimiz, eczacılar, sağlıkçılar hafta sonunu ve dünü orada geçirdiler. Tahmin ediyorum dün gece saatlerinde Sayın Vali ile görüştüler. Diğer görüşmelerle ilgili çalışıyorlar. İddianameyi hukukçularımız inceliyor, okuyor. Her yerden ihbar yağıyor. Biraz da devlete olan güvenin azalmasıyla CHP’ye hem bu konuya dair hem benzer konulara dair ihbarlar yağıyor. Bu konuda son derece titiz şekilde çalışıyoruz ama meselenin şu ana kadar hakim olduğumuz kısmı bize gösteriyor ki, maalesef yine haklı çıktık. Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanında örgütlü sendikalar, eczacılar, diş hekimleri, CHP, muhalefet partilerinin milletvekilleri bu iktidara, ‘Sağlığı piyasalaştırmayıp, özel hastanelere bu kadar çok alan açmayın, esas devleti eşit, ayrımsız, ücretsiz sağlık hizmeti vermesi gereken devleti bu alandan çekip bu alanı sermayeye açmayın’ derken, ne kadar haklı oldukları bir kez daha ortaya çıktı.”
“SAĞLIK BAKANI’NI DERHAL İSTİFAYA DAVET EDİYORUM”
“Bazı hatalar çok ağır ödeniyor, çok zor oradan dönülebilecek durumda. Öyle bir noktadayız ki son 3, bugün adı geçen, arada bir Sayın Akdağ geldi ve gitti. Uzun süre görev yapan 3 Sağlık Bakanının ikisinin özel hastanesi var zaten. Bir tanesi de bu olaylar yaşanırken İstanbul’daki İl Sağlık Müdürü. O da şimdiki bakan. 19 ay önce biliyorlar. Güya ihbar yapıyorlar. Bunu da üç ay geç yapıyorlar. Sonra bu ihbardan 5-6 ay sonra teknik takip başlıyor. Şimdi birbirlerine soruyorlar. Bebekler ölüyor bunlar takip ediyor. Bebekler ölüyor takip ediyor. Mayıs’ta gözaltılar oluyor ama hastaneler açık duruyor. Ne zaman ki suçlulardan biri yeni bir suç işleyince, zanlılardan biri yeni bir tehditte bulunup savcıyı tehdit edince iş başka bir boyut kazanıp kamuoyu tarafından öğreniliyor. Ondan sonra ortaya çıkan infial, ortaya çıkan ağır duygusal durumun yarattığı toplumsal tepkiden korkup, 19 hastanenin 18’ini, -birinin o zaman süreç içinde ruhsatını iptal etmişler- 18’ini şimdi kapatıyorlar. Esas savcı tehdit edilmese şu anda o hastanelerin yenidoğan ünitelerine bebekler yatıyor olacak. O hastaneler çalışmaya devam ediyor olacak. 19 aydır ettiği gibi teknik takipte, bebekler geçen sene eylülden, ekimden beri bir yıldır ölüyor, nisana kadar ölmeye devam etmiş. Aynı hastaneler çalışmaya devam edecekti. O yüzden mesele öyle kolay kolay çuvala sığdırılacak bir mızrak gibi değil. Buna da izin vermeyeceğiz. Yeni doğan bebekleri öldürerek ve hasta ederek kazanç sağlamaya çalışan gözüdönmüşlüğe olanak sağlayanın bu iktidarın sağlık politikaları olduğunu görmeyen varsa, bundan sonra başına gelen hiçbir şeye şaşırmasın bu ülkede. Bununla birlikte çok net bir durum var ortada. Birincisi ilk yapılması gereken iş şu anki Sağlık Bakanı’nın derhal soruşturmayı etkilememek, delilleri karartmamak, toplumda oluşan yaygın kanaate karşı biraz daha toplumla inatlaşmamak için görevi bırakması lazım. Kendisini kişisel sebeplerle değil, fevkalade ilkesel bir yerden istifaya davet ediyorum. Zira eğer sorgulamanın sonundaki o ilin İl Sağlık Müdürü bu kadar şeyden haberdar ve bunlara mani olamamışsa aksi çok zor ispatlanır ama kanun önünde, bakanlık yetkisiyle, dokunulmazlıkla ve esas her şeyi ortaya dökülmesi gereken bakanlığın başında durarak adaletin sağlandığına kimseyi ikna edemez. Kenara çekilecek, yargılamalar yapılacak, eğer aklanırsa ve bu hükümetin ömrü o güne vefa ederse o zaman tekrar gelsin bakan olsun. Ama şu anda işgal ettiği konum adaletin önünde engeldir. Milletin vicdanının önünde fevkalade sorunlu bir yerde durmaktadır. O yüzden öncelikle bu Sağlık Bakanını derhal istifaya davet ediyorum.”
“AK PARTİ, ÖZEL HASTANE SAYISINI YÜZDE 111 ARTIRDI”
“Ayrıca bugün arkadaşlarımız gerekli başvuruları yapacak. Hem bundan önceki Sağlık Bakanı, hem hastanesi kapatılan Sağlık Bakanı hakkında suç duyurularında bulunuyoruz. Bu meselenin hukuken de en yakından takipçisi olmaya devam edeceğiz. Sağlık Bakanlığının son verilerine göre AK Parti geldiğinde 271 olan özel hastane 572’ye yükseldi, yüzde 111 arttı. OECD’nin rakamlarına göre ise bebek ölüm oranı OECD ortalaması binde 5,7’ken, Türkiye ortalaması binde 9,1. Neredeyse iki katına yakın. Ne yapıyorsak, hani Türkiye’de ne yaşıyorsak kadına iyi gelmiyor, çocuklara iyi gelmiyor, gençlere, yoksullara iyi gelmiyor, ya ne yapıyorsak yeni doğan bebeklere de iyi gelmiyor. Bizim dışımızdaki OECD ülkelerinde binde 5 olan rakam bizde binde 9,1’se yanlış bir şeyler var demektir. Oraya dikkatli şekilde bakmak gerekmektedir. Görünen o ki bu iddianame buzdağının sadece görünen yüzüdür. İhbar patlamaları devlete ve tüm kurumlara yönelen ihbar patlamaları yaşanmaktadır. Bugün hastanesi kapatılan Sayın Müezzinoğlu’nun bakan olduğu 2013’te, 2012 yılı Sayıştay Raporu şunu yazıyor. Özel hastaneler yatak sayısından bile fazla yoğun bakım bildirimi yapıyor. ‘Bunu önleyin’ yazmış Sayıştay. SGK’da yapılan özel hastanelere yönelik denetimlerde, denetmenlerin baskı altına alındığı bildiriliyor. Bakın daha bugün bir SGK denetmenin bize yolladığı not. Mehmet Soylu’nun, Süleyman Soylu’nun kuzeni olur, ortaklarından biri olduğu, açılışına AK Parti’nin çok üst düzeyde katılım gösterdiği INVAMED isimli tıbbi cihaz firmasıyla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda müfettişlerce tespit edilen 15 milyar, milyon değil 15 milyar lira, bu ocak ayında emekliye yapılan zamma giden para 33 milyar lira. 33 milyar. Bir 33 daha bulsa, bir 66 bulsa asgari ücret kadar zam yapabilir. Bütün emekliler için bulunan para 33 milyar lira. Mehmet Soylu’nun INVAMED firmasında tespit edilen yolsuzluk ve kurum zararı 15 milyar lira. Bu kurum zararı sümen altı edilerek, soruşturmayı yürüten altı müfettiş hakkında soruşturma ve dava açıldı. Müfettişler bu soruşturmayı yürüttükleri için suç örgütü kurma isnadıyla yargılanıyorlar diyor. Suçları, Türkiye’deki bütün emeklilerin aldığı zammın yarısını tek başına alan Mehmet Soylu’nun firmasının SGK’ya uğrattığı zararı soruşturmak, Soylu’nun çarkına çomak sokmak. Şu anda o insanları yargılıyorlar. ‘Bir başka yenidoğan çetesi için de hastane gruplarından biri olan Özel Şafak Hastanesi hakkında başkanlığımızda 32 adet soruşturma raporu bulunuyor. 32 kez soruşturma geçiren bu hastanenin hala kurumumuzla sözleşmesi var. Soruşturmaları yapan müfettişler hakkında soruşturmalar açıldı. Hastane, mevcut kurum, başkanımız bir seneden bu yana sağlık soruşturmalarına olur vermemekle övünüyor toplantılarda. İnsan sağlığı ile ilgili bir alanın bu kadar denetimsizliğe terk edilmesini sonuçlarını yaşıyoruz ve gündemde olan bu konu, yapılan yolsuzlukların yüzde 1’i bile değil’ diyor. Yani şunu görmemiz gerekiyor ki artık hem Sağlık Bakanlığı’nın hem SGK’nın bir bütün olarak sil baştan revize edilmesi, liyakate göre donatılması, oraya, ‘Biz devlet olarak arkanızdayız, soruşturmanın sonu nereye giderse gitsin, Soylu’ya da gitse, geçen haftalarda tutuklanan, Nisan’da tutuklanan soysuzların akrabaları herhangi bir CHP’li de olsa, kim olursa olsun nereye giderse gitsin biz arkanızdayız’ diyebilmeliyiz.
“19 HASTANE İBRET-İ ALEM İÇİN KAMULAŞTIRILMALIDIR”
“Bakın bir algı çalışması. ‘Efendim çetenin içinde CHP’li var.’ Bir tane CHP üyesi, geçmişte AK Parti’de siyaset yapmış. Belediye başkan adayı olmuş. Partiye katılmış bir CHP’li var. O dakika attık partiden. Ama bu soruşturmada bir tane DEM’li bulmuşlar, ‘Terörle ilişkileri var…’ Bu soruşturmada önceki bakanınızın hastanesi var. 19’da 18 yandaşlarınızın hastaneleri var. Orada görev yapanı da atayanı da denetleyeni de denetleyene denetletmeyeni de atayan sizsiniz, her meselede, ‘Ben buradayım ben’ diyen şimdi bu konuda sıvışıyor. Ortaya bir iki isim atıp karartma uygulamaya çalışıyorlar. Bu konuyu bütün milletimizin bilmesini isterim ki hangi görüşten olursa olsun cani canidir. Hırsız hırsızdır. Edepsiz edepsizdir. Bebelerin sağlığına mal olanın yeri cezaevidir. Bir kez daha bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu Meclis nasıl kendini bombalayan çetenin, Fethullahçı çetenin hastanesini, okulunu, dershanesini, arazisini, fabrikasını bedelsiz olarak kamuya kaydettiyse, bedelsiz olarak kamulaştırdıysa, OHAL ile. OHAL ne demek? KHK çıkarmak demek. Yani kanun yerine kararname yetkisi demek. Şimdi OHAL’e filan gerek yok. Biz buradayız. Meclis burada. Bu hastanelerin tamamının bu 19 hastanenin ibreti alem olsun diye, bundan sonra bir hastanenin ‘Efendim ben yenidoğan kliniğini kiraladım, ne bileyim çete kiralamış.’ Ya da ‘Ben yenidoğana şunları aldım, görmedim, öyle yapmış’ deyip kimse sıyrılamasın diye. Yarın öbür gün bu hastaneler el değiştirir gibi yapıp yine ruhsat almasın diye. Ya da olay soğuyunca bölge idare mahkemelerinden yürütmeyi durdurma kararları ile ruhsat iptalleri geri dönemesin diye bu Meclis oturup bu 19 hastaneyi ibreti alem için bilabedel kamulaştırmalıdır. Haydi bakalım.”
“BİR TANESİ İKTİDARDA, BİR TANESİNİN BAŞI ŞİMDİ MORGDA”
“Bu çürüyen sistemin bu hale gelmesinin iki ana kolu var. Bir tanesi iktidarda, bir tanesinin başı şimdi morgda, yarın öbür gün defnedilecek. Dün partimizin arasında tarihsel bir husumet olduğu ve 15 Temmuz’da silahlı bir terör örgütü oldukları ortaya çıkan Fethullahçı terör örgütünün elebaşı Pensilvanya’da hayatını kaybetti ve öldü. Bu ülkeye çok büyük kötülükler etti. Aldığı vebalden daha ağır vebal ile öbür dünyaya giden kaç kişi vardır bilmiyorum. Ama sorularını çaldığı ve sınavlarda başaracakken başarısız bıraktığı gençler, mülakatta kendi çetesinden cemaatinden değil diye el ettiği gençler, memurlar, kurumlarda mobbing yaparak işinden ettikleri. Darbe sırasında akıttığı kanlar. Hepimize yaşattıkları. Bunların hepsiyle birlikte bu dünyada adalet önünde hesap vermeden, onun Türkiye’ye getirilememesi, ABD’nin, sözde müttefik ABD’nin nasıl onun hamiliğine soyunduğunun suç üstü ispatıdır, açık ispatıdır ama onu oradan alamamak da dış politikada ne kadar aciz, etkisiz olunduğunun, orada burada herkese efelenenlerin, ülkede darbeye kalkışmış, kendi altına verilen tank ile bu milletin evlatlarını ezmiş, altındaki F-16 ile milletin meclisini bombalamış bir çetenin liderini ABD’den alamamış olmak, hele hele bir dönem ‘Ver papazı, al papazı’ deyip, sonra Trump’un bir telefonu ile onun papazı jet uçağı ile yollayıp, bizim papazın orada kalmasına sessiz kalanlar, şimdi çıkmışlar arkasından konuşuyorlar. Açık açık söylüyorum, açık açık. Bu ülkedeki insanların inancına göre eğer bir çeşme yaptırdıysanız, bir vakfiye, bir vakıf kurduysanız, o vakıftan insanlar karnını doyuruyorsa, verdiği kömürle kışını sürdüyorlarsa sevap kapısı ölseniz de açık kalır. O size sevap yapar. Ama bu Fethullah Gülen öldü ve gitti. Günah kapısı açıktır arkadaşlar. Bu evlatların, bu çocukların, hakkı yenenlerin, onlar yüzünden tayin olmayanların, terfi olmayanların, memuriyete giremeyenlerin, mobbing görenlerin, onların mağduriyetleri devam ettikçe bunun günah kapısı açıktır. Yazılmaya devam edecektir. Ama emin olun ona ne kadar yazılıyorsa, ona ne istediyse verenlerin de günah defterine bunlar işlenmektedir.”
“MEMLEKETİN HAKİMİNİN “SUÇSUZ” DEDİĞİ KHK’LIYI İŞE İADE ETMİYORSANIZ AYNI VEBALİ ALIYORSUNUZ”
“Tabii doğrudan mağduriyetlerin dışında daha neler var. Örneğin KHK’lılar var. Biraz önce ifade edildi. KESK’in Yürütme Kurulu buradaymış. Kendilerinin 4 bin 259 üyesi kanun hükmünde kararnamelerle atıldılar. KESK’in FETÖ ile ne ilgisi olacak? Yetkiyi buradan ‘FETÖ ile mücadele’ diye aldılar ama ne kadar muhalif varsa, hele hele solcu varsa onları da bu fırsattan istifade attılar. Bu 4 bin 259 üyenin 2 bin 512’si halen daha görevlerine iade edilmedi. Sadece KESK üyesi olması da gerekmez. Hangi görüşten olursa olsun, KHK‘yla yani Meclis’in yetkisi OHAL’de Erdoğan tarafından kullanılırken belki bir iftirayla, belki bir yanlış tespitle, o sebeple, bu sebeple listelere girmiş, ihraç edilmiş, hakim bakmış ‘Kovuşturmaya gerek yok’ demiş. Ya da dava açmış yargılanmış, beraat ettirmiş, ‘Suçun yok’ demiş ya da efendim evladını okuturken imkan yok, bunların dershanesine burslu yollamış, zeki çocuğu kapmışlar. Ev sahibi FETÖ’cüymüş Bank Asya’ya hesap açtırmışlar gibi makul, terörle ilişkili olmayan, hayatın doğal akışı gereği bu kurulmuş, zayıf ama terörle irtibatsız ilişkilere, bu memleketin hakimi ‘Sen suçsuzsun kardeşim’ diyorsa, KHK’lılardan bu kararı alan ya da hiç yargılanmayan KHK’lılardan hangi birisini bir gün daha işine iade etmiyorsanız aynı vebali siz de alıyorsunuz kardeşim, aynı vebali alıyorsunuz.”
“VERİLEN VERGİNİN HESABININ SORULMASI İÇİN GÜÇ DİLİYORUM”
“2025 yılı bütçesi geldi, Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne sunuldu, hem gölge bakanlarımız hem grubumuz titiz bir çalışma içindeler. Bu dönem bütçede Cumhuriyet Halk Partisi’nin etkili, net, sert, veriye dayalı, öneren, ihbar eden, kime para ayrılmıyorsa gösteren, kime para ayrılıyorsa onu da gösteren etkili muhalefetini hep beraber izleyeceğiz, grubumuzda bütçe görüşmeleri resmen bugün başlıyor. Bütçenin son oylamasına kadar bu konuda en üst düzey gayret göstereceklerine olan inancımla ve en önemli demokratik hakkın bütçe hakkı olduğu, verilen verginin hesabının sorulması ve bu zor durumdaki insanların paralarının nereye harcandığının, nasıl harcandığının takip edilmesi için güç diliyorum, kuvvet diliyorum, hepinize başarılar diliyorum.”
“SARAYDA DAKİKADA NEREDEYSE İKİ ASGARİ ÜCRET HARCANIYOR”
“Cumhurbaşkanlığı bütçesi yüzde 38 artarak 16.9 milyar liraya yükseldi. Günde 46 milyon harcıyor saray. Saatte 1.9 milyon, dakikada 32 bin lira. Sarayda dakikada neredeyse iki asgari ücret harcanıyor. Geçen sene 23 bin lira harcıyorlardı, bu sene iki asgari ücret harcamaya karar vermişler. Faiz harcamaları bütçede neredeyse 2 trilyon lira, 1.95. Dakikada 3 milyon 700 bin lira faiz ödüyoruz. Şöyle hesaplayın, kişi başına bu sene bütçeye her birimiz için 23 bin lira koydular, bizim adımıza faiz olarak ödeyecekler. Kişi başına bunların yaptığı yönetim anlayışının gereği olarak 23’er bin lira her birimiz faiz ödeyeceğiz. Her beş liralık verginin bir lirası faize gidecek ve hep dedikleri, ‘Efendim vatandaşın cebinden tek kuruş çıkmayacak’ dedikleri KÖİ’lere, kamu özel işbirliklerine tam 202 milyarlar lira ödeyeceğiz. Bütçeye yazmışlar. Bu Meclis’in tutanaklarında var. Sayısız bakan ve o zaman ilk başlarda Recep Tayyip Erdoğan, ‘Milletin cebinden bir kuruş çıkmadan şehir hastanesi yaptıracağım, otoban yaptıracağım, Avrasya Tüneli‘ni yaptıracağım’ dediler ve biz ne tünele, ne otobana, ne havaalanına elbette şehrin o kadar dışında o kadar hantal o kadar büyük değil, uygun yerlerde hastanelere karşı değiliz. Ama dedik ki, ‘Yanlış yapıyorsunuz’. ‘Bir kuruş çıkmayacak’ dediler. Tane tane yazmışlar, bütçede var. Şehir hastanelerine 104 milyar, otoban ve köprüleri 94 milyar, Avrasya Tüneli‘ne tek başına 3 milyar para ayırıyor. Biraz önce söyledim şehir hastanelerine 104, otobana 90. Emekliye verilen zam sadece 33 milyar lira. Emekliye verilen zammın üç katını otobanlara, dört katını şehir hastanelerine. Sadece bu sene arkadaşlar. Sadece bu sene. Sesimizin ulaştığı herkese bu konuyu özellikle dikkatlerine sunuyorum. Ve geçen sene 660 milyar Kurumlar Vergisi’nden vazgeçilmişti, bu sene bu rakamı 701 milyar olarak hedeflemişler. Yani bu beşli çetenin, yirmili çetenin veya çete değil zengin olanların bu iktidarla iyi ilişki kuranların, kazandıkları paradan vergi tahakkuk edecek. Ödemesi vergiden beyefendiler 700 milyar lira vazgeçecekler. Yani emekliye bulunamayan 60 milyarın, asgari ücretliye verilmeyen 200 milyarın 3 katını, emekliye verilmeyenin 10 katını kenara ayırmışlar. Niyetini koymuşlar. Bunu da emeklilere ve asgari ücretlilere bir kez daha ifade etmek isterim. Ve bütçede hepimize hizmet edecek ya bu devlet, bütçede kamu hizmetlerine bir pay ayrılıyor. Bundan 15 yıl önce 2006 yılında yüzde 39,5 pay ayrılırken bugün yüzde 25 ayrılmış. Yani yüzde 40, yüzde 25. Dört lira ayıracakken bize yapılacak bütün hizmetlere 2,5 ayırıyor, 2,5. Bu kadar yani devletin hizmet etmesi gereken millete hizmetini 40’tan 25’e çekiyorlar, ama Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne yüzde 38 artış yapıyorlar. Bunları da dikkatlerinize sunmak isterim.”
“BAĞIMSIZ MADEN-İŞ ONURUMUZDUR”
“Hem bir Manisa milletvekili olarak hem Türkiye’de vicdan sahibi bir yurttaş ve mücadelenin ne kadar önemli olduğunu görünsün isteyen bir siyasetçi olarak ben ilk başta Fernas işçilerine yürekten teşekkür ediyorum. Bu memlekete çok önemli bir şey gösterdiler. Soma’da bütün havzanın aldığından çok ucuz fiyata çalıştırılan, fazla mesaiyi çokça yapılıp hiç almayan, hafta sonu tatilleri ellerinden alınan, insanlık dışı şartlarda çalışanlar Soma’dan çıktılar Ankara’ya yürümek için. Durduruldular, yalınayak yürüdüler. Ankara’ya geldiler 52 gün Ankara’da yalınayak durdular, parklarda yattılar, baretlerini vurdular. Hep hephep ‘Tayyip Bey’e söyledim, bana hak veriyor’ hatta utanmaz adam dedi ki ‘Özgür Bey’e anlattım o da bu sendikayı sevmiyor.’ O benim sevmediğim sendika 301 madenci ölmeden önce müfettişleri alıp da Ayvalık’ta ağırlayıp o sırada suç unsurlarının ortadan kaldırılması için işbirliği yapan sarı sendikayı sevmem ben. Bağımsız Maden-İş Soma’nın onurumuzdur, Manisa’nın onurudur. Duymuş bir yerden zevzek, ‘Özgür Bey de o sendikanın iyi bir sendika olmadığını söylüyor.’ O sendika bizim onurumuz gururumuz. O sendika ile benim ortak şehitlerim var. Süleyman Soylu’nun Ankara’ya sokmayıp, evladına bayramda kavuşmak için giderken Tahir Çetin, Ali Faik İnter Soma’ya 15 kilometre kala öldüler. 52 gün kaldılar, en son açlık grevine başladılar, açlık grevinden apar topar tutuklandılar ama bir yandan da nihayet artık AK Parti milletvekili olan patronlarına ne söylendiyse söylendi, Soma’ya çağrıldılar, davul zurna karşılandılar, meşalelerle karşılandılar ve altı maddelik kazanımlarla 1 Ocak tarihinde Soma Havzası ile aynı maaşı alacak duruma getirilme taahhüdü ile ve diğer kazanımlarla eylemlerini bitirdiler. Buradan ifade ediyorum, 1 Ocak tarihinde ‘Efendim iş soğur, biz yine bunların hakkını vermeyiz’ diyen olursa ben, bu grup, bu parti ve Fernas işçilerinden çok şey öğrenen Türkiye kamuoyu onların yanında yanındadır, iki elimiz yakanızdadır. Sakın buna kalkışmayın.”
“30 BİN LİRANIN ALTINDAKİ ASGARİ ÜCRETİ KABUL ETMEYECEĞİZ”
“Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş, üye sayısı en çok. İşçi ücretlerinin eridiği ve hükümetin enflasyon karşısında işçiyi yalnız bıraktığı için Pazar günü Ankara’da miting yaptı. Çok uzun süreden sonra Türk-İş’i meydanlarda görmeyi önemsediğimizi ifade edeyim. Yıllarca yanlışlarına yanlış dedik, eleştirdik, bazı sendikalarının sarı sendikacılığına itiraz ettik ama geçinemiyoruz diye 85 bin kişi polis kaydına göre, 100 binin üstünde emekçi ile de orada duruyorlarsa, bir eylem yapıyorlarsa biz Türk-İş’e bu sefer diyoruz ki ‘Bu sefer doğru yoldasınız, biz de sizin arkanızdayız.’ 2002 Aralık, AK Parti’nin dağıttığı, AK Parti’nin döneminde ödenen ilk asgari ücret 184,30 lira. Bir asgari ücretlinin aldığı çeyrek altın sayısı yedi. Bugün son alınan asgari ücretle alınabilen altın sayısını çevirdiğimizde arada dağlar kadar fark var. Ve bugün 7 çeyrek altın alabilmek için 35 bin lira asgari ücret almak gerekiyor. Bugünkü asgari ücret 3 çeyrek altın alıyor. 7 çeyrek altın için 35 bin lira gerekiyor. Şimdi Türk-İş’e, Hak-İş’e ve DİSK’e; bundan sonraki süreçte, asgari ücretin hiç olmazsa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geldiği gün kadar değerli olabilmesi için vereceğiniz her mücadelede yanınızdayız. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da 30 bin liranın altındaki bir asgari ücreti kabul edenle asla ve asla bir gönül bağı kurmayacağız. 30 bin liranın altında bir asgari ücret asla kabul edilemez.”
“BU ÜLKEDE BIÇAK KEMİĞE DAYANMIŞTIR”
“Çok kritik birkaç hususa gelirken özellikle Alman Şansölyesi OlafScholz, Türkiye’ye geldi, döndü. Giderken de teşekkür etti. Sayın Scholz’un keyfi yerindeydi çünkü kendi İçişleri Bakanı açıklamıştı, kendi Dışişleri Bakanı açıklamıştı. Almanya, Almanya’daki sığınma talebi kabul edilmeyen Suriyelileri ya da Afganları Türkiye’ye yollamak istiyordu ve bunu birer uçak, birer uçak, bir şehre değil Türkiye’nin çeşitli havaalanlarına yollamak için anlaştıklarını, ilk aşamada 5 bin mültecinin geleceğini, Türkiye’nin bunları kabul edeceğini söylediler. Buradan, önce yalanlama gelmedi, şimdi biz bunları ifade ettiğimizde anlam çarpıtmalarıyla falan ‘Efendim böyle bir şey yok’ diye açıklama yaptılar. Ama esas Alman gazetecinin sorusuna şu cevabı verdi. Alman gazeteci döndü dedi ki ‘Suriye’den ülkemize gelen mülteciler konusunda’ Alman gazeteci sordu, ‘Bugün siz Almanya’daki mültecilerin gelmesi ya da Suriye’den yeni mültecilerin Avrupa’ya gelmemesi için Sayın Scholz’la nasıl bir işbirliği yaptınız?’ Erdoğan cevap veriyor, ‘Suriye’den ülkemize gelen mülteciler konusunda kapımız onlara hep açık olmuştur. Şu anda da açıktır. Lübnan’dan da ülkemize gelenler olursa biz onlara kapımız açık tutarız’. OlafScholz gülüyor, elini uzatıyor teşekkür ediyor, teşekkür ediyor, uçağa biniyor gidiyor. Bugün Esad Suriye’de genel af ilan etti iki hafta önce. Tam zamanı, Esad’la sıkışmanın. Türkiye’dekileri, Suriye’ye geri yollamanın. Bu Esad’la konuşacağına Alman Başbakanı ile konuşup, Esad’la görüşüp anlaşıp eldeki Suriyelileri memleketlerine yollamaya, bunun için de Avrupa Birliği’nin desteğini almaya, ekonomik katkısını almaya uğraşacağına Almanya’ya, ‘Korkmayın, Suriye’den gelene de kapım açık, Lübnan’dan gelirlerse de size geçemezler, biz buradayız’ demektedir. Ben sadece şunu söylüyorum. Sayın Erdoğan, bu ülkede bıçak kemiğe dayanmıştır. Bizim işsizimiz bize yetmektedir, bizim yoksulumuz bize yetmektedir. Bu ülkenin okullarında her beş çocuktan üçü okulu aç gidip aç dönmektedir. Evlatlarımız işsizlikten kırılmaktadır. Buradan sonra yapılacak anlaşmanın, Avrupa’nın mültecisini, Türkiye’de tutmak, bunun karşılığında Almanya’dan aferin almak, Euro almak veya Eurofighter almak değil Türkiye’nin çıkarına uygun olarak sığınmacı sorunu çözmektir. Bunu bekliyoruz. Yapacaksan yap yoksa çekil oradan biz geleceğiz, biz yapacağız.”
“HATAY’IN SESİ OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
“6 Şubat depreminden geçen 21 aya rağmen bütün deprem bölgesi, Malatya’dan Hatay’a kadar çok zor durumda. Hele hele Hatay, Türkiye ortalamasının da onda birinde konut teslim edildiği için bir kışa daha çadırda, konteynırda ya da evlerinde uzakta başka şehirlerde girmek zorunda. Ulaşımda büyük sorun var. Ulaştırma Bakanımız Hatay’a ziyaretini yaptı, Sayın Ulaş Karasu. Bütün STK’larla meslek örgütleri ve servisçilerle, ulaşım alanının tüm paydaşları ile görüştü, raporunu hazırladı. Önümüzdeki günlerde Ulaştırma Bakanı’na gidip konunun takipçisi olacak. Önerilerimizi sunacak. Ve Hatay Havaalanı ile ilgili meseleleri konuşacak. Hatay’daki artık şehri kahreden ulaşım kaosunu konuşacak. Ve bu konuda önce önerileri, doğru yolu gösterecek sonra da bir basın açıklaması yapacak. O bunları yaparken bir diğer gölge bakanımız Hatay’da çalışıyor olacak. Hatay’ı tüm sorunları çözülene kadar hatta Hatay Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına kavuşana kadar asla yalnız bırakmayacağız, Hatay’ın sesi olmaya devam edeceğiz.”
“‘BİR ŞEYLER YAPALIM’ DİYEN HERKESİ YAŞAM HAKKI MİTİNGİNE DAVET EDİYORUZ”
“Malum geçtiğimiz hafta Türkiye’de, geçtiğimiz hafta ondan önceki hafta. Sürekli canımız yandı sürekli üzüldük, sürekli kahrolduk. Kadınlar katledildiler, vahşice katledildiler. Canlarımız bizim uygulamadığımız yasayı uygulayan AK Partili belediyeler yüzünden, işareti, yani kanunda önce yazıp sonra sildikleri ama gerçek niyetlerini kendileri bildikleri itlafla, öldürme ile, ötenazi ile katledildiler, zehirlendiler. Diğer taraftan Narin Bebek gibi, Narinimiz gibi altı yaşındaki, iki aylık bir bebek cinsel tacize uğratıldı. Narin halen daha katili belli olmayan şekilde AK Parti milletvekilinin bildiği ama geçen bunca zamandır savcının bilmediği sebeplerden katledildi. Her gün çocuklar kayboluyor, gençler kayboluyor, bir süre sonra cansız bedenlerine ulaşılıyor. Doğa katlediliyor ve vatandaşlarımız bu konuda seslerini yükseltmek, isyan etmek, bu konuda bir şeyler yapmak istiyorlar. Biz bu Meclis’te komisyonda, genel kurulda, grup başkanvekillerimiz, milletvekillerimiz, partimizin gölge bakanları, etkili bakanlıklar önünde, o şehirlerde nerede varsa sızlayan bir yürek orada oluyorlar, ses oluyorlar. Ama vatandaş diyor ki ‘Daha fazla bir şey yapmalıyız, hep beraber yapmalıyız’. İşte Türkiye’de yaşananlardan rahatsız olan herkesin, kadınların, çocukların, sokaktaki canların, el kadar bebelerin, yeni doğanların iş kazalarında, iş cinayetlerinde hayatını kaybeden emekçilerin, uyuşturucunun pençesine yanlış politikalar yüzünden düşmüş hayatını kaybedenlerin, tüm sebeplerden hayatına son verenlerin, Türkiye’deki herkesin yaşam hakkını savunmak üzere 27 Ekim Pazar günü 14.30’da sizleri ‘Yaşam Hakkı Mitingi’ne davet ediyoruz. İstanbul’da, Beşiktaş’ta. O gün İstanbul Beşiktaş’ta canı yanan herkesi, yaşımı savunan herkesi 14.30’da orada olmaya, ‘Bir şeyler yapalım’ diyen herkesi haydi hep beraber bir şey yapmaya davet ediyoruz.”
“BAHÇELİ’NİN GELDİĞİ NOKTAYI HEPİNİZİN VİCDANINA HAVALE EDİYORUM”
“Bugün kimileri tarihin akışının değişeceği, bir değişikliğin olduğu bir gün olarak da ifade ediyorlar, onu tarih gösterecek, zaman gösterecek. Bugün Sayın Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde yaptığı konuşmayı takip ettik. Görülüyor ki kapalı kapılar ardında birtakım müzakereler yürütülüyor, birtakım sözler alınıyor, sözler veriliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkisinde olan bir af Sayın Bahçeli’nin kendi ifadesiyle bakarsan kendi iradesiyle başka hiçbir şeye gerek olmadan ‘Tecrit kaldırılsın Abdullah Öcalan Meclis’e gelsin ona yan salonda bir kürsü verelim -kendisinin konuştuğu kürsüdür aynı zamanda DEM Parti’nin grupta konuştuğu kürsü- oraya gelsin örgüte silah bırakma çağrısı yapsın, bütün sorunlar bitmiştir başka bir şeye gerek yoktur’ diyen bir dille karşı karşıyayız. Öncelikle şunu söylemek isterim, geçen hafta da söyledim Türkiye’de bir daha şehit gelmeyecekse, bir daha kan akmayacaksa, anaların gözyaşı duracaksa, Kürt’ün de Türk’ün de anasının gözünden akan yaşlar duracaksa, bu ülke bir ve beraber olacaksa, askere, Mehmetçiğe namlular doğrulmayacaksa bunun için söylenen her söz ve söyleyen her aktör kıymetlidir. Kim ne söz söylüyorsa bütün geçmişten yaşadıklarımıza rağmen bu sözlere kıymet veriyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki ‘Bu ülkede terörün bitmesine, annelerin gözünün yaşının silinmesine biz tam destek vereceğiz tam destek’. Ancak bunu yapan kişiye bugün kendine sanki bunu tek başına yapacakmış, o söyleyince olacakmış diye olmayan bir güç, kudret, önem atfeden kişiye şunu söylemek isterim. Bir, geçmişte biz o parti ile sizinle kurduğumuz gibi ilişki kuruyoruz diye, sadece el sıkışıyoruz, size sorduğumuz soruyu onlara da soruyoruz, Meclis’te onlarla sohbet ediyoruz diye ya da seçimlerde adayımıza Kürt seçmenden destek alıyoruz diye bize ne sahte videolarınız kaldı, ne etmediğiniz hakaret kaldı. Bu Cumhuriyet Halk Partililer ki hepsinin gerçek anlamda milliyetçiliğinin zekâtı yoktur sizde ama bu partiye ne terörist dediğiniz kaldı ne bir başka hakaret kaldı. Şimdi bugün Devlet Bey’in geldiği noktayı, geçmişte onun duygularıyla oynayıp, Tayyip Bey’in yalan videolarını oynatarak kandırıp açlığına, yoksuluna, işsizliğine rağmen ‘Aman CHP gelirse vatanı böldürecekler çünkü bunlar DEM Parti ile görüşüyorlar’ diye korkuyla kandırdığı bütün vatandaşlara söylüyorum. Devlet Bahçeli’nin geldiği yeri, geçmişte söylediği her lafın ne kadar yalan, ne kadar boş, ne kadar haksız ve ne kadar hakaret dolu olduğunu siz gördünüz, ben sadece bunu hepinizin vicdanlarına havale ediyorum. Hepinizin vicdanlarına havale ediyorum.”
“BU İŞ MECLİSE BİR AKTÖR ÇAĞIRMAKLA ÇÖZÜLMEZ”
“Ancak Devlet Bey bunu dedi diye, bu lafı söyleyen Devlet Bey, o zaten çok sık döner, o döndü diye ondan bir biz de dönüp doğru bildiğimizi söylemekten geri durmayacağız. Şu kadarını söyleyeceğiz, Devlet Bey’in bugünkü açıklaması apaçık olarak geçmişteki bir hatanın tekrarıdır. Çünkü yine Meclis’i dışlamaktadır. Biz geçmişte de dedik, ‘Bir, ne yapılacaksa Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde yapılacak. Ne yapılacaksa şeffaflıkla yapılacak. Kimseye verilmeyecek bir hesap, tutulamayacak bir söz verilmeyecek ve samimiyetle yürütülecek. O günlerde bizi reddettiler, dışladılar. O gün dedik, ‘Bu tip işlerde toplumsal mutabakat olmadan, tam bir toplumsal mutabakat olmadan sonuç olmadı, olmuyor, olmayacak. Bu sefer daha sonrası daha kötü başlayacak ve daha çok üzüleceğiz.’ Bizi dinlemediler, tek başlarına o zaman AK Parti bu iş süreci götürdü. Ve en sonunda Meclis‘in olmadığı, dışlandığı bir sürecin sonunda yeniden felaketi yaşadık. Hendek olaylarını yaşadık. Dünya kadar polis gitti, dünya kadar askerimiz öldü, bir şehir harabeye döndü ve hep toplumsal mutabakat olmadan olduğu için. Şimdi Devlet Bey, ‘Gelsin, biz ona bir kürsü verelim, benim konuştuğum bu kürsüden, gelsin, benden yarım saat, bir saat sonra kendisi hitap etsin, bütün meseleler bitsin’ diyor. Bu iş Meclis’e bir aktör çağırmakla çözülmez. Bu iş çözülecekse, bütün partilerin içinde olduğu, bu Meclis’in içinde olduğu ve süreci yönettiği, bu Meclis’teki bütün partilerin oturdukları, öyle müzakere masalarında, dikdörtgen masalarda karşı karşıya değil, CHP’nin, AK Parti’nin, İYİ Parti’nin, DEM Parti’nin, MHP’nin Saadet’in yuvarlak bir masanın etrafında, kendi çıkarlarını değil, 86 milyonun, Türkiye’nin çıkarlarını öncelediği bir masada konuşulur. Bu iş konuşulacaksa STK’ları dışlayarak, şehit ailelerinin duygusunu görmeden, gazilerin gözünün içine bakıp ‘doğrusu budur’ diye onları ikna etmeden, sağcısıyla, solcusuyla, Kürt’üyle Türküyle, Laz’ıyla Çerkes’iyle, en solcusundan en sağcısına bütün seçmenlerin ‘Bunda bizim menfaatimiz var, doğrusunu yapıyorlar. Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Gazi Meclis burada yanlış yapmaz’ denen bir mutabakat üretilmeden atılacak tüm adımlar, hele hele işine gelen aktörü parlattığın, işine gelmeyen aktörleri bir şekilde oyunun dışına attığın, bir şekilde onları işlevsizleştirdiğin bir yaklaşım sadece ve sadece Türkiye’nin sorununu değil, Tayyip Erdoğan’ın sorununu çözmek için kurulmuş bir plan gibi kokuyor ve bu yüzden kötü kokuyor.”
“GEÇMİŞTE DE ‘TOPLUMSAL MUTABAKAT KOMİSYONU KURULSUN’ DEDİK”
“Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçmişte ‘Toplumsal mutabakat komisyonu kurulsun’ demiş bir parti olarak, 86 milyonun sorunu olan terörü ve hepimizin sorunu olan ama Kürtleri çok inciten Kürt sorununu yok sayarak, sadece adada tutulan, uzun süredir tutuklu olan, ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmış olan birinin Sayın Bahçeli’nin tutup da kendi gönlünde başka bir yere koyarak daveti ile bu işin çözülmesi mümkün değildir. Bu yüzden biz asla barışa, kardeşliğe karşı çelişkili bir söz söylemeyeceğiz. Barışı savunurken, silahların bırakılmasını savunurken, terörün bitmesini savunurken, 86 milyonun kucaklaşmasını ve Türkiye’yi, hepimizi yoksullaştıran, hepimizi yalnızlaştıran meselelere karşı bir ve beraber olmayı, parayı; silahlara, bombalara değil, parayı gençlere harcamayı savunurken sesimiz titremez bizim. Hiç titremedi hiç titremeyecek. Açık, şeffaf Kürt’üyle Türk’üyle kardeş olan bu milletin gözü önünde ve herkesin gözüne bakabileceğimiz bir süreci savunuyoruz. Milletimizi göz ardı edecek, birbirinden ayrıştıracak, birbirine düşman edecek her hareketin karşısında dimdik durduk. Ve içimizde yaşanan ve yıllardır milletimizin kanını emen sorunlarla boğuşuyoruz. Filistin’de yakılan ateşin ve İsrail’in zulmünün coğrafyamıza yayıldığını görüyoruz. Bu terör ve soykırım elbette bizlerin de önemler alması gereken, iç barışımızı dışarıya karşı her zaman birlikteliği savunmamızı gerektiren bir sürecin içindeyiz. Ancak amacı ister vergi toplamak olsun, ister kendi belirlediği ve toplumla paylaşmadığı bir süreci dayatmak olsun, bunun araçsallaştırılmasını asla ve asla doğru bulmuyoruz.”
“BİR KİŞİYE EV HAPSİ TEKLİF EDEREK TÜRKİYE’NİN BU BÜYÜK SORUNUNU ÇÖZEMEZSİNİZ”
“Çok önemli bir meseleye dikkat çekmek gerekirse, kardeşle kardeşin barışması için düşmana ihtiyaç yoktur. ‘Eski düşmanımı kardeş yaptım. Şimdi yeni düşmanlara ihtiyacım var’ diyerek, birilerini itmek, kalkmak, ötekileştirmek hapishanelerde bırakmak, çürütmek, unutmak, tartışmamak, konuşmamak doğru bir mesele asla ve asla değildir. Net olarak söylüyoruz ki, ben daha dün DEM Parti’nin Eş Genel Başkanı olan ve bir milletvekili iken bir gece yarısı Edirne’ye götürülen Selahattin Demirtaş ile ve Sayın Selçuk Mızraklı ile biri dokuz yıldır, bir tanesi beş yıldır orada. Onlarla görüştüm, onların birer aktör olduğunu ve demokratik siyasetin yok sayılarak yapılacak her şeyin, başka bir felakete dönüşebilme potansiyelini hatırlatmak isterim. Sayın Bahçeli’nin, Sayın Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu yoktur’ demesiyle Kürt sorunu bitmez. Bir çağrı yaptırıp, çağrıya bir cevap alınacağını umarak Kürtlerin ifade ettikleri, talep ettikleri barışçıl, demokratik, Anayasaya uygun ve eşit bir vatandaşlık talebi eden meseleleri çözmeden, görmeden, konuşmadan, ‘Biz yaptık oldu’ diyerek bir kişiye özgürlük, bir kişiye ev hapsi teklif edilerek Türkiye’nin bu büyük sorununu çözemezsiniz. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin odak olduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin içinde olduğu, kimsenin dışlanmadığı ve bir kez daha söylüyorum, 86 milyona, biz beraberiz, sizin için en doğrusunu yapmaya kararlıyız. Bir kişiyi yeniden Cumhurbaşkanı yapmak, birisini adadan villaya almak, bir başkasına bir başka avantaj sağlamak değil. 86 milyonu barıştırmak için atılacak her adımı önemsiyoruz. Bana diyorlar ki, ‘Devlet Bey el yükseltti.’ Ne yapalım? ‘Sen de yükselt.’ El yükseltiyorum Devlet Bey. Ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum, devlet teklif ediyorum. Kürtlere, tam olarak kendilerini ait hissetmeyen bütün Kürtlere, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum. Varsanız, hep beraber bunu yapalım. Gelin her Kürdün kendisini Manisalı Özgür Özel kadar, Rizeli Tayyip Erdoğan kadar, Osmaniyeli Devlet Bahçeli kadar, Edirneli kadar, Antalyalı kadar ve Türk kadar, Laz kadar, Çerkez kadar eşit hissettiği, kendini öteki hissetmediği, tüm demokratik siyaset kanallarının hepimize ve hepsine açık tutulduğu, kimsenin bu Meclisin kürsüsünde söylediği sözden ötürü içerlerde tutulmadığı, üniversitelerde öğrencilerin, akademisyenlerin haklarının yenmediği, şeytanlaştırılmadığı, tüm demokratik hakların dünya standartlarında kullanılabildiği bir ülke yapalım. Tüm Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi yapalım. Hodri meydan. Demokrasi teklif ediyorum, kardeşlik teklif ediyorum. Biz buradayız Devlet Bey. Buradayız. Cumhuriyet Halk Partisi burada. Aklı da ruhu da bedeni de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. Biz, bu ülkenin kurucu partisi olarak kurduğumuz yerdeyiz ve bu ülke için her şeyi, hep birlikte, burada yapmayı teklif ediyoruz. Hodri meydan. El yükseltiyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum.”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları