loading
close
SON DAKİKALAR

Özgür Özel: Erken seçimin adayı erken belirlenir, erkenden yola çıkacağız!

Özgür Özel: Erken seçimin adayı erken belirlenir, erkenden yola çıkacağız!
Tarih: 04.02.2025 - 13:35
Kategori: Siyaset

CHP Genel Başkanı Özgür Özel; “Kimse unutmasın, seçim takvimlerini birilerinin talimatıyla hareket eden Yüksek Seçim Kurulları başlatamaz. Seçimleri millet başlatır. Milletin dertleri, beklentileri, milletin talepleri seçimi başlatmıştır."

“TEĞMENLERİMİZİN BORCU, BİZİM BORCUMUZDUR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel, “Türkiye’nin dört bir yanından buraya gelen değerli konuklarımız, Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Televizyonları başından izleyenleri, radyolarından dinleyenleri, Cumhuriyet Halk Partisi adına büyük bir coşkuyla, büyük bir kararlılıkla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz” ifadelerini kullandı.

Özel, şunları söyledi:

“YENİ MİLLETVEKİLLERİMİZLE MECLİS’TE GÜÇLENİYORUZ”

“Bugün Meclis’te, İzmir’de, İstanbul’da ve Türkiye’de güçlenerek başlıyoruz. Her ikisi de kamuoyunun çok iyi tanıdığı, biri İzmir’de biri de İstanbul’da seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi listelerinden aday olan, seçilen, örgütümüzle uyum içinde çalışan, bir süredir bağımsız milletvekilleri olarak görevlerini sürdüren sevgili Cemal Enginyurt’u ve sevgili Salih Uzun’u baba evine, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün evine katılmak üzere kürsüye davet ediyorum. Kendilerini baba evine davet ederken, bundan sonra sevgili Cemal Enginyurt ile birlikte çalışacak olan İstanbul il örgütümüzü temsilen değerli İl Başkanımız, Özgür Başkanımızı kürsüye davet ediyoruz. Özgür Başkan’a ev sahipliğinin yanında Esenyurt sürecinde, Beşiktaş sürecinde ve geçen hafta Çağlayan önündeki örgütümüzle birlikte gösterdiği büyük direnç için grubumuz adına, partimiz adına bir kez daha yürekten teşekkür ediyorum. Salih Uzun milletvekilimizi, değerli genel başkanımızı, partide bağımsız milletvekili olarak görevine devam etmeye karar verdiği gün benden önce arayan ve kendisine dayanışma duygularını ifade eden İzmir İl Başkanımız Sayın Şenol Aslanoğlu’nu buraya davet ediyorum. Sayın Şenol Aslanoğlu’nun şahsında da yerel seçimlerde aday gösterdiğimiz 31 belediye başkanımızdan 29’unun seçilmesine katkı sağlayan, İzmir’de ve tüm Türkiye’de, bu süreçlerde gücümüzü göstermek istediğimiz her yerde ayağa kalkan ve ilk koşan İzmir örgütümüze de yürekten teşekkür ediyoruz. Sağ olsunlar, var olsunlar. Hem Sayın Enginyurt’a hem de Sayın Salih Uzun’a bundan sonra gerek Meclis’te, gerek 81 ilimizde, 973 ilçemizde bizimle birlikte verecekleri demokrasi ve yeniden kurtuluş mücadelesinde başarılar diliyorum. Aramıza hoş geldiniz diyorum.”

“FAR TUTULMUŞ TAVŞAN GİBİ HAKİKAT KARŞISINDA HAREKETSİZ KALDILAR”

“Değerli milletvekillerimiz, 78 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan Kartalkaya Otel faciasının üzerinden tam iki hafta geçti. İçişleri Bakanı olay günü tüm sorumluların 10 gün içinde belirleneceğini taahhüt etmişti. Bugün, o sözün üzerinden tam 14 gün geçti. Sorumlular ortada yok, sorumluluklar ortada yok. Adalet Bakanı’nın önce resmi yazıyla görevlendirdiği, sonra kabul etmeyip ‘Bu rapora Bolu Belediyesi’ni ilave etmezseniz almayız’ dedikleri, ‘Bu rapordan Turizm Bakanlığı’nı çıkarmazsanız almayız’ dedikleri rapora önce ‘korsan’ dediler. Resmi görevlendirme yazısını açıkladık; isimleri açıkladık, resimleri açıkladık. O günkü yedi kişilik bilirkişi heyeti, mesleki namuslarına da kişisel onurlarına da sahip çıktılar. Suçlu görmediklerini o rapora ilave etmediler. Suçlu gördüklerini de çıkarmadılar. Bu sefer önce dediler ki, ‘O rapor korsandır, yoktur.’ Bizim bu raporu ifşa etmemizden ve bilirkişinin raporunun arkasında durmasından sonra bu kez ‘İhtiyaç gördük, heyeti genişletiyoruz’ dediler, mevcut bilirkişiyi inkâr edemeden. O günden bugüne yeni bilirkişiler geldiler, birkaç gün çalıştılar. Ama ne eski rapor, ne o rapora yeni bilirkişilerin ilavesi, ne ayrı bir rapor... Ortada hiçbir rapor yok. Oysa gözaltındakiler hâkim karşısına çıkarken o rapora göre sorumlulukları belirlenecek, gözaltından tutukluluğa sevki talep edilecek ya da edilmeyecek, hakim tarafından karar bilirkişinin bulduklarına göre verilecekti. Ama rapor İl Özel İdaresi’ni, dolayısıyla Bolu Valiliği’ni sorumlu tuttuğu için; rapora bu yönüyle Turizm Bakanı katılıp, ‘Bunlar sorumlu’ dediği için; rapor diğer taraftan Turizm İl Müdürlüğü’nü, Turizm Bakanlığı’nı sorumlu tuttuğu için; raporun da bu yönüne, Bolu Valisi kabul edip ‘Doğrusu budur’ dediği için raporun iki parçası birbirini suçlayan AK Partililerden ve onların atadıklarından oluşuyor. Ne raporda ne de bir başka yerde olmayan sorumluluğu sosyal medya faaliyeti ile CHP’ye yüklemeye çalışanların milletin gönlünde yeri olmadığı, herkesin bu meseleyi doğru yerden okuduğunu gördüler. Gözlerine far tutulmuş tavşan gibi hakikatin karşısında hareketsiz kaldılar; 14 gündür kıpırdayamıyorlar, 14 gündür bilirkişi raporu olmaksızın tutuklamalar yapıldı ve 14 gündür halen daha Bolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Ankara’dan yediği tazyik üzerine ‘Hakikatten AK Parti’yi nasıl sıyırırım, buraya Cumhuriyet Halk Partisi’ni nasıl bulaştırırım?’... Bunun çabası var.”

“TURİZM BAKANININ KENDİ AĞZINDAN AÇIKLAMASI ORTAYA ÇIKTI”

“Turizm Bakanı televizyonlar önüne çıktığında 25 kez ‘bilmiyorum, haberim yok, bilemiyorum’ diyerek aslında nasıl bir acziyet içinde olduğunu ifade etmişti. Daha sonra kendisinin iki yıl önce, üç yıl önce çıktığı bir televizyon programı çıktı. O programda kendi ağzından tane tane ‘Belediyelerin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı dediğiniz aslında nedir biliyor musunuz? Yangın belgesidir, itfaiye içeriklidir. Bu belgeyi verirler, bir daha turizm tesislerinde denetleme yapmazlar. Bizde ise öyle değildir. Bizde sınıflandırma belgesi vardır. Bakanlığın belgesi, işletme belgesidir ve Bakanlık düzenli olarak buraları kontrol eder, düzenli olarak gider, denetler’ diyerek, aslında Bolu Belediyesi’nin bir kere gitmesi gerektiğini ama daha sonra denetimin rutinin kendilerinde olduğunu ve bir şey istenecekse kendilerinin isteyeceğini açıkça söylemiş. İçişleri Bakanı, halen daha verdiği söze rağmen sessiz bir şekilde duruyor. Bu mızrak daha fazla bu çuvala sığmaz. Bu utanç daha fazla gizlenemez. Ama bekleyecekler, bekliyorlar. 21 Ocak’ta yangın sürerken, onlar önce ‘Altı’, sonra ‘10 kaybımız var’ deyince, biz 66 kaybı bilip Valilik ya da Bakan açıklayacak, onların görevidir, onlar açıklasın, spekülasyon olmasın diye beklerken, altı saat Ankara İl Kongresi’ni bekleyip, orada yangın sürerken sanki Kürşad Zorlu yangında kaçıyormuş gibi ona rozet takıp, biz haftalık grup toplantısını ertelerken Ankara İl Kongresi’ni bir güzel yapıp, oradaki konuşmasından sonra gerçek rakamı açıklayanlar, bu sorumluyu da 23 Şubat’ı bekleyip, büyük kongrelerini yapıp, güya bu yangının Bakan üzerinden görevden alınınca AK Parti’nin sırtına yük olmasını engel olup, çok sayıda bakan değişirken, bu ve diğerlerini birlikte değiştirip bu işten kurtulma yoluna gidiyor. Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: Ankara İl Kongresi ayıplı bir işti, yanlış yaptınız. Şimdi büyük kongreyi beklemek, daha büyük bir yanlıştır. Bu Bakan’ı derhal görevden alınız. Çünkü onu ne gün görevden alırsanız alın şu gerçeği değiştiremezsiniz. Bu Bakan’ı da iktidarınız boyunca bu ülkeye felaketler yaşatan bütün bakanları da atayan kalem sizsiniz. Kalem sizin, mürekkep sizin, sorumlu da sizsiniz. Bunu değiştiremezsiniz.”

“BU İŞİN, ANKARA’DA, TEPELERDE SORUMLULARI VAR”

“Meclis facianın araştırılmasıyla ilgili bir Araştırma Komisyonu kurdu. Elbette oy da verdik, üye de veriyoruz. Çalışmalarını da bekliyoruz. Ancak bu komisyonun otele gidip ‘Yangın nasıl çıkmış, sorumlu kimmiş, neymiş?’ diyerek bir süreç içinde yer alması yerine bu komisyonun Kartalkaya yangınından hareketle Türkiye’de bir daha benzer facialar yaşanmasın diye; bir anneanne altı torununu birden kaybetmesin diye, bir baba iki oğlunu ve onun iki oğlunu elleriyle toprağa gömmesin diye, okullar kapanıp da karne sevinciyle eve koşan 36 evlat dün okul başı yapamayıp, sıralarında karanfiller olmasın diye bu Meclis’in oturup bütün kanunları, bütün mevzuatları, sorumluluk alanlarını, yetkileri, eksik yetkilendirmeleri mutlaka doğru tarif etmesi, Türkiye’de bir daha bu felaketlerin yaşanmayacağı şekilde gerekli yasal düzenlemeleri yapması bu Meclis’in önemli görevidir. Peki oradaki sorumlular ne olacak? Yerelde sorumlular yargılanacak. Yargı ne karar verirse hepimiz de süreçleri yakından takip ederek, adil yargılanma, delillerin doğru tartışılması, delillerin karartılmaması noktasında hukukçu milletvekillerimizle, barolarla, meslek örgütleri ile birlikte işin üstünde olacağız. Ama bu işin yerelde değil daha yukarıda, burada, Ankara’da, tepelerde sorumluları var. Bunları bir savcı tutup da sorgulayamıyor. Örneğin Turizm ve Kültür Bakanı’na sorulacak çok sorunun, alınacak çok cevabın ve gerçekten sorulacak bir hesabın olduğuna bu milletin yüzde 99,9’u ikna olmuş durumda. Ama bunu yapmak için Meclis’te bir Soruşturma Komisyonu kurmak gerekiyor. Meclis’te kurulacak bir Soruşturma Komisyonu, bunun kurulma talebi suç duyurusudur. O dilekçenin Meclis’e gelmesi savcılık aşamasıdır. Meclis’teki komisyonun oluştuğu raporun oylanması mahkemeye sevktir. Kabulü Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nin yargılamayı yapmasıdır. İşte bunun için bu Meclis’e görev düşüyor. Ama maalesef, 16 Nisan 2017 Referandumu bir tek adam rejimi yaratırken, sahada işlenen suçların Ankara’da tepedeki sorumlularını veya işbirlikçilerini sorgulamama konusunda da kendisine önemli güvenceler aldı. Bakın 1983’ten 2017’ye kadar Anayasa’da, beğenmedikleri o Anayasa’da eğer böyle bir durum varsa 55 milletvekilinin -yüzde 10- imza atıp ‘Bu Bakan soruşturulmalı’ demesi yetiyordu. Bugün Meclis 600 kişi; 60’ı yetecekti. Sadece Meclis’in sayısı artsa, bu madde artmasa… Ama bu 60 kişi yerine şimdi sadece ‘Bu Bakan’ın sorumluluğunu hissediyorum. Meclis bir komisyon kursun’ diye önerecek milletvekili sayısı 301’e çıktı. 301 milletvekili imza atmadan ‘Bu Bakan’ı konuşalım’ bile diyemiyorsunuz.”

“AYIBA ORTAK OLMAYACAK 21 VİCDANLI VEKİLE İHTİYACIMIZ VAR”

“Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP bir kenara ayrıldığında, onu destekleyen DSP… Bilmem tavrı ne olur? Ve diğer ortakları ayrıldığında; 279 milletvekili var. Yani biz bütün muhalefet birleşsek, hatta yanımıza DSP de gelse bir imza da o verse; 280 kişiyiz. Sadece ‘Bakalım’ bile diyemiyoruz. Oysa ki eski Anayasa’da ‘Bakalım’ demek 276, ‘Yargılansın’ demek yine 276 oyla olabilecekti. Şimdi biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Gölge Turizm Bakanımızın ve Grup Başkanvekillerimizin ortak çalışmasıyla bir soruşturma komisyonu önerisini hazırladık. Bu hafta içinde önce bütün muhalefet partilerinin değerli grup yönetimlerine ziyaretlerde bulunacağız. Onlardan 279 rakamını sağlayana kadar muhalefetten ‘Bu Bakan yargılansın’ önerisinde ortaklaşmak için çaba sarf edeceğiz. Bundan önceki pratikler, bu meseleye samimi yaklaşımları bunu sağlayabileceğimizi gösteriyor. Ardından 21 vicdanlı, oy aldığı Anadolu’nun ve Trakya’nın temiz insanlarından korkacak, onların yüzüne bakamayacak hale gelmeyecek milletvekiline ihtiyacımız var. AK Parti ve MHP’ye o gün sesleneceğiz. Milletvekillerine teker teker ulaşacağız ve diyeceğiz ki, ‘Bu ayıba ortak olmayın. Gelin bu Bakan’ı Yüce Divan’a yollayalım. Anayasa Mahkemesi önünde açık bir şekilde bu çark nasıl kurulmuş, bu sistem nasıl çürümüş, bu denetimler nasıl olmamış, bu evlatlar nasıl yanmış kül olmuş, bu hayatlar nasıl sönmüş hep beraber bakalım.’ Biz, ettiğimiz yeminin sorumluluğu ve ülkemizin insanlarına olan borcumuzla, hepimizin içini yakan Kartalkaya’nın sorumlularının soruşturulması için Meclis’te bulunan 593 babaya, anaya, evlada, kardeşe bu milletin vazife verdiği 593 yüreğe ve beyne sesleniyoruz. Var mısınız? Bundan hesabı hep beraber soralım.”

“90 MİLLETVEKİLİMİZLE DEPREM BÖLGEMİZDE OLACAĞIZ”

“Yangın faciası hala yüreklerimizi yakarken yarın ben Adıyaman’da olacağım, ertesi gün Kahramanmaraş’ta, ondan sonraki gün Hatay’da. Çünkü iki yıl önce saat 04.17’de 7,7; 13.24’te 7,6 şiddetinde Kahramanmaraş merkezli ve 11 kentimizi yıkan, 53 binin üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebebiyet veren o depremin olmaması için o güne kadar bir kör kuruş harcamayan ama 21 yılda vergilerle 26 milyar lira toplayanları ve bu faciaya engel olamayanların bu millete sorumluluklarını unutmadık. Hem deprem olduğu andan itibaren beceriksizliklerini; üç gün boyunca harekete hazır Türk ordusunu korku ile kışlada tutmaları, millet sefalet içinde ayakları bileklerine kadar suda dururken, ilk önce hiç olmazsa bir çadır bekliyorken, kar altında, yağmur altında, çamur içinde duruyorken, çadır sattıranları... Daha depremin üçüncü gününde de seçim odaklı konuşmalara başlayanları, ‘Bir yıl içinde herkes evine girecek’ diyenleri… Unutmadık. Cumhuriyet Halk Partisi grubu olarak, 11 ilde toplam 90 milletvekilimizle birlikte önümüzdeki üç günde depremde yıkılan neresi varsa, hasar gören tüm illerde, ilçelerde var gücümüzle olmaya, onlara iki yıl önce olduğu gibi iki yıl sonra da dokunmaya, onları dinlemeye, anlamaya, onların sorunlarını yeniden Meclis’e taşımaya, onların sorunlarını yeniden kamuoyunda görünür kılmaya deprem bölgesine gidiyoruz. 8-10 Şubat tarihlerinde Erdoğan yaptığı açıklamada… Yani depremden iki gün ve dört gün sonra, 650 bin konutun yıkıldığını, devletin güçlü olduğunu ve bir yıl içinde tüm konutların yapılarak, vatandaşlara teslim edileceğinin sözünü vermişti. Devamında 15 Mart tarihli grup konuşmasında da ilk geri dönüşü yapıp, 650 bin yıkılan konuttan 319 binini bir yıl içinde teslim edeceğinin sözünü vermiş, bu sözle seçimlere gitmiş, bütün Türkiye’de günde defalarca kez yaptığı seçim konuşmalarında bir yıl içinde herkesin evlerine kavuşacağını söylemişti. Depremin birinci yılı bittiğinde çıktık ve açıkladık. Teslim edilen konut sayısı ne 650 bin, ne 319 bin. Sadece 18 bin 19’du. Yani söz verilenin yüzde 2,7’si. Bu konuşmadan iki ay sonra deprem bölgesindeki vatandaşlarımızın çaresizliğini yalanla istismar ederek, evlerine kavuşacağı ümidine oy veren seçmenlerin duygularını istismar ederek seçimi ikinci turda kazanmış birinin verdiği sözü yerine getirme oranı yüzde 2,7’ydi.”

“ERDOĞAN, VERDİĞİN SÖZÜN YÜZDE 30’UNDASIN”

“Şimdi ise depremin ikinci yılındayız. İnsan duyunca kulaklarına inanamıyor. ‘Deprem bölgesine verdiğimiz sözleri tutmanın mutluluğu içindeyim’ diyor. Oysa bakın Erdoğan’ın toplam yıkılan ev olarak söylediği rakam 650 bin. İki yıl sonunda kendi ağzından defalarca söylediği teslim edilen konut; 201 bin. Verdiği sözün sadece yüzde 30’unu tutmuş durumda. Diyor ki, ‘Verdiğim sözü tutmanın kıvancı içindeyim.’ Sayın Erdoğan, verdiğin söz bu. İlk gün, ilk gece, sonra 14 Mart‘ta. 650 bin konut yıkıldı. İlk gün ‘Hepsini vereceğim’ dedin. Bir ay sonra ‘319 bini ilk yılın sonunda’ dedin. Şu anda 650 bin konutun 201 binini verdin. Verdiğin sözün yüzde 30’undasın. Erdoğan’a inananların 10 tanesinin üç tanesi konutta, yedi tanesi konteynerde ya da gurbette akrabalarının yanında. Boş kentler, akrabalarının yanlarına sığınmış aileler, tutulmayan sözlerin ikinci yıl dönümündeyiz. Şimdi ‘Üçüncü yılın sonunda konutlar bitecek’ diyor. İlk sözü bir yılken ve iki yılın sonunda yüzde 30’unu tutmuşken üçüncü yılda. Tut ki üçüncü yılda verildi, iki yıl boyunca verdiğin sözden sonra, iki yıl boyunca konteynıra mahkum ettiklerinin yüzüne bakıp ‘Sözlerimizin hepsini tuttuk Allah’a şükür’ diyemezsiniz. Ayrıca ev teslim oranı Türkiye genelinde yüzde 30’ken Hatay’da 256 bin konutun sadece 46 bini verilmiş, sözün tutulma oranı yüzde 18’dir. Hatay depremde kaybın da, maddi kayıpların da, can kayıplarının da neredeyse yarısına sahipken… Hatay’a giderken de gecikenler, Hatay’ın bütün süreçlerinde de Hatay’a bir türlü yüzünü dönmeyenler, bugün rakamlarla da yüzde 39’luk Hatay dışındaki yerlerde konut teslimi varken, Hatay’ın oranıyla yüzde 30’a düşmekte, Hatay’ın kendi gerçekliği yüzde 18’de kalmaktadır.”

“YARGILAMALAR TAM BİR FİYASKODUR”

“Deprem bölgesinde sadece teslim edilmeyen konut sorunu da yoktur. İlk başta sağlıkta, eğitimde, ticari yaşamda, sosyal yaşamda çok sayıda sorun varken, bir yandan da bu iktidar rezerv alanla rant peşine koşmuş, bilimsel olanla çıkar ilişkili olan birbirine karışmış, bir yerin rezerv alan ilan edilmesi ile oraya yıllarca emek vermiş, evini kaybetmiş kişilerin mülksüzleştirilmesi söz konusu olabilmekte. Ve başta Hatay’da rezerv alan konusunda kimsenin içi rahat olmamakta, evinden olanlara, ellerinden aldıkları yerlerin kimlere nasıl peşkeş çekildiği konusunda duydukları kaygılara kimsenin net bir cevap verememektedir. Depremin ardından yapılan yargılamalar tam bir fiyaskodur. 2 bin 31 soruşturma var, bin 397’si hakkında iddianame düzenlenmiş. Yani her üç sorumludan biri, şu ana kadar savcı karşısına bile çıkmamıştır. Ayrıca 2 bin 31 dosyadan karara bağlananlar 75’tir. Oran yüzde 2.7’dir. Yani her 100 sorumludan 97’sinin henüz haklarında bir karar verilmemiştir. Yani her 100 aileden 97’sinin adalet beklentisi devam etmektedir. Biliyorsunuz apartman isimleriyle, site isimleriyle bu salonda her hafta birkaç ailenin sorununu dile getirdik. Kiminin kısmi iyileşmeler oldu ama kimi halen daha bu sorunla karşı karşıya ve sorumluların yurt dışına kaçmasından, izini kaybettirmesinden ya da bir şekilde işini halletmesinden acı çeken insanlar vardır.”

“‘AÇTIK’ DEDİKLERİ OKULLARIN ÇOĞU KONTEYNER OKULLAR”

“Yüz binlerce vatandaşımız koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşamamaktadır. Aile hekimi yoktur, aile sağlık merkezi yoktur. Hemşire sayısı, doktor sayısı yetersizdir. Meslek örgütlerinin gönüllü onca dayanışmasına, çabasına rağmen bu alanı devlet hala regüle edememiştir. Aşı yapacak hemşire bulunmamakta, hemşire bulunduğunda aşı bulunmamaktadır. Ayrıca yoğun bakım sorunu en büyük sorundur. Yoğun bakıma yatırılması gereken hastalar 12, 24, 36 saat acil sedyelerinde beklemekte, yetersiz yoğun bakımları ölümüne sebebiyet vermektedir. Deprem bölgesinde yüzlerce okul yıkılmıştır, binlerce okul ağır ağır hasar almış, o yüzden yıkılmıştır. ‘Açtık’ denilen okulların çoğu konteyner okullardır. Üç okul, beş okul bir konteyner okulda birleştirilmiş, sağlıksız, elverişsiz eğitime uygun olmayan şartlarda öğrenciler yıllarını kaybetmektedir.”

“SALON İNSANI ERDOĞAN, ALGI OPERASYONLARINA BULAŞMIŞTIR”

“Mücbir sebep, böylesi bir depremde sadece 22 ay uygulanmış, her üç ayda bir Hataylılar, her üç ayda bir Maraşlılar, Adıyamanlılar kalkıp gelip heyet heyet burada gezmiş, üç ay daha uzatılmış. Sonuncusu başta uzatılmamış sonra kapsamı çok daraltılmıştır ve 31 Mayıs’ta yeniden bitecektir. Oysa sadece Van depreminde bir seferde altı yıl mücbir sebep uzatılmış ve uygulanmıştır. Böylesi bir depremde konteynırda çorap satıp geçinen adamdan vergi almaya çalışmanın, oya örüp geçinmeye çalışıp ablamdan beyanname istemeyenin, kendi karnını doyuramayandan devletinin vergi toplamasının bir vicdani gerekçesi ortada yoktur. Ve yine kentsel dönüşüm, yerinde dönüşüm, bölgenin en büyük ihtiyacıdır. 750 bin lira hibe, 150 bin lira kredi yeterli değildir. Grubumuzun önerisi bölgenin talebi en az 1.5 milyon hibe, 1.5 milyon kredidir. Bunların hiçbirisi yerine getirilmemiş, bölgedeki sorular herkesin boyunu aşmış. Ama salon insanı Erdoğan, sıcak salonlardan, kongre konuşmalarından ‘Ben sözümü tuttum’ diyerek algı operasyonlarına bulaşmıştır, algı operasyonlarına sığınmıştır. Burada salon adamı Erdoğan’a, sıcak salon seven Erdoğan’a, atadıklarının alkışını milletin teveccühü sayan Erdoğan’a diyorum ki: Sokağa çık, oraya git, isyanı gör. Millet açtır, açıktadır, perişandır.”

“KİRANIN EN PAHALI OLDUĞU ÜLKE TÜRKİYE”

“Değerli milletvekillerim, kıymetli konuklar. Konut krizi yalnızca deprem bölgesinde değil 81 ilimizde en büyük sorundur. Geçen yıl OECD verileri ile bu kürsüden bir veri paylaşmıştım. OECD diyordu ki ‘Yaptığım çalışmaya göre, kişi başı milli gelire oranla kiranın karşılanması, yani kiranın ülkenin kişi başı milli gelirine oranlanması durumunda, kiranın en pahalı olduğu ülke dünyada Türkiye’ diyordu. Ve kendi karşılaştırmasıyla. 2015’te 100 birim Türkiye’deki kirayı kabul ettiğinde, 2023 kirası 405 birim. Yani sekiz yılda dört kat artmıştı. Bu yıl aynı raporun devamı yayınlandı. OECD diyor ki ‘2015’te 100 olan, 2023’te 405 birim olan kira, Türkiye’de 880 birime çıktı.’ Yani kiralar geçen seneden bu seneye kişi başına milli gelirle Türkiye’de iki kat daha pahalandı. Ve bu oranla dünyada geçen sene biz en pahalı kira iken, hemen arkamızdaki Litvanya‘yla aramızdaki fark, 2,3’tü. Bu sene kirada yine dünyada en pahalıyız, hemen arkamızdaki Macaristan’da fark 4,8 kat. Neredeyse beş kat. Dünyanın kişi başına milli gelire göre, kirası en pahalı ülkesi Türkiye. Beş kat azıyla Macaristan bir arkamızda. Ve bu şartlar altında geçen seneye göre kiralar yüzde 100 artmışken, asgari ücretliye yüzde 30, emekliye yüzde 12’lik zamlarla, en düşük emekli maaşını 14 bin 500 lira yaparak bu insanların hem barınması hem de karınlarını doyurması bekleniyor.”

“TÜRKİYE, ENFLASYONDA DÜNYANIN EN KÖTÜ ALTINCI ÜLKESİ”

“Dün Ocak ayı enflasyonu açıklandı. TÜİK’e göre fiyatlar bir ayda 5,03 arttı. Bu rakam TÜİK’e yani Tayyip’i üzmeyen istatistik kurumuna göre hesaplanmış rakamlar. Oysa ENAG, yani bağımsız bilim insanlarından oluşan bir kuruluş yüzde 8,22’lik bir enflasyon hesapladı. Geçen ay TÜİK enflasyonu yüzde 1 çıkarırken, aslında bu aya doğru ötelediğini hepimiz biliyorduk. Yapılacak zamları Ocak’a bırakarak, kendilerince ilan etmeleri gereken bütün yeni fiyatları Ocak’a bırakarak, hesabı TÜİK ile bir tuttular ve bu ay beş oldu. Bu her emeklinin, her memurun cebine girecek paradan yüzde 4 çalmak demektir, devlet marifetiyle. Bir buçuk yıl önce göreve geldiğinde enflasyon oranı yüzde 38 olan Maliye Bakanı dün yüzde 42 olarak gerçekleşen enflasyonu başarı saydığını söylemiş. Türkiye enflasyonda dünyanın en kötü altıncı ülkesi. Bizden iyi beş ülke; Zimbabve, Sudan, Güney Sudan, Arjantin ve Venezuela. Daha önce en kötü beşinci ülkeydik, bir ülkeyi geride bıraktık diye düşünürken öğrendik ki Sudan ve Güney Sudan ayrı ayrı enflasyonları olan iki ülke olarak ikisi de bizden kötüymüş. O yüzden Türkiye en kötü altıncı ülke. Dünyanın geri kalan bütün ülkelerinin enflasyonları bizden daha düşük. Ve şu saptamaya dikkat edin. Türkiye’de aylık enflasyon, dünyadaki 140 ülkenin yıllık enflasyondan yüksek. Türkiye’nin bir aylık yüzde 5’lik enflasyonu, dünyadaki 140 ülkenin bir yıllık enflasyonundan fazla. Bir de çıkmışlar bu rakamlara başarı diyorlar.”

“ASGARİ ÜCRETİ BİR YIL BOYUNCA ARTIRMAMAYA NİYETLENİYORLAR”

“2024 yılı bitmeden uyarmıştık, bu kürsüden uyardık. ‘Asgari ücreti en az 30 bin lira yapın. Yoksa asgari ücret, çalışanın girmeden açlık sınırının altında kalacak’ dedik. Erdoğan’ın ‘İçimize sindi’ diye makul gördüğü, hatta ‘Çatlasalar da patlasalar da asgari ücret 22 bin liradır, kabul edecekler’ dediği bu ücret, daha ilk aydan, yani emekçinin cebine girmeden tam da dediğimiz gibi açlık sınırının altında kalmıştır. Açlık sınırı 22 bin 131 lira olarak açıklanmıştır ve 22 bin 104 lira olan asgari ücret, cebe girmeden altında kalmıştır. Ocak ayı enflasyonuna göre, asgari ücretten bin 100 lira uçtu. Asgari ücretin bugünkü alım gücü, ilan edildiği güne göre 20 bin 992 liraya eridi. Bin 100 lira kaybetti. Bu asgari ücretle geçim olmaz, sefalet bitmez demeye, işçinin hakkını savunmaya çalışırken biz, bizi duymayanlar 30 bin lira asgari ücret, hedef 30, altında yokuz derken bunu dinlemeyenler emekçilerimizi bir yıl sefalete mahkum etmişlerdir. Şimdi enflasyon hedeflerinin tutturulması için, enflasyona güya yük olduğu için -ki olmadığını hepimiz biliyoruz- asgari ücreti bir yıl boyunca artırmamaya niyetleniyorlar. Ayda bin lira kaybediyor asgari ücret, şimdilik. Yani dört ay sonra verildiği günün gerisine, 17 bin liranın altına düşecek alım gücü. Yedi ay boyunca geçen senenin de altında azalan bir asgari ücretle sefalete zorlamaya çalışıyorlar.”

“BU MİLLETİN YAKASINDAN DÜŞECEKSİNİZ”

“Diğer yandan 3 milyon 870 bin emekli için Meclis’te bir yasal düzenleme yapılması gerekti. Çünkü kök maaşların 12 bin 500 liranın altındaydı, ve eğer düzenleme yapılmazsa 12 bin 500 lira almaya devam edeceklerdi. Maalesef bu Meclis’in düzenlemesi ile ilgili yetki, yasa yetkisi olduğu için münhasıran sadece ve sadece burada olduğu halde, Bakan ‘En düşük emekli maaşını 14 bin 469 lira yaptık’ dedi. O bunu dedikten tam 23 gün sonra, Bakan bunu deyince biz Bakan’a ‘Yavaş ol’ dedik. Yetki Meclis’indir’ dedik. Herhalde ‘Güçlü Meclis’ diye milletten oy isteyip, ‘Referandumda Meclis güçlenecek, yasa yetkisi sadece Meclis’te olacak, bakanlar teklif edemeyecek, yürütme işine bakacak, yasayı biz yapacağız’ diyenler. AK Parti grubu, ar varsa, namus varsa 14 bin 469 lira diye açıklanan rakamı kendi vicdanına göre belirler. Bakan’a ‘Sus’ der. ‘Hadsiz’ der. ‘Sen kim oluyorsun bizim yetkimize karışıyorsun’ der. Üzüntüyle, utançla ifade etmek isterim ki Bakan’ın o hadsizliği yapışından tam 23 gün sonra, bir gece yarısı Meclis’ten en düşük emekli maaşının 14 bin 469 lira olmasına el kaldırdılar. Bu Meclis’i, milletten oy aldıkları bu yasama Meclisi’ni, ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ diye o duvara Amasya Tamimi’nden beri o yazıyı nakşettiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu Meclis’i, bir atanmışın 23 gün sonra iki dudağı arasından vaaz ettiği rakama el kaldıracak kadar mahcup ettiler. Ve saraya mahkum olduklarını tescil ettiler. Gün olunca mangalda kum bırakmayanlara diyoruz ki, ‘Bu utanç size yeter.’ Bu rakama 20 lira bile zam yapmaya, bu rakamı 31 lira zam yapıp 14 bin 500 demeye bile cesareti olmayanlara şunu söylüyoruz: Bu milletin yakasından düşeceksiniz. İlk seçimde düşeceksiniz.”

“VAZGEÇMİYORUM, İŞTE SARRAFTAKİ HESAP…”

“Ve kısa birkaç rakamla ilerleyelim. Bu yaptıkları emekli maaşı zammının bütçeye yükü kendi açıklamalarıyla 47.7 milyar. Bütün emeklilerin asgari ücret alması için gerekli bütçe 400 milyar. Bizim grubumuz önerdi red oyu verdiler. ‘Bu kadar para yok’ diye. Oysa üç ay önce Plan Bütçe’de 37’si sıfır lira vergi veren 43 yandaş müteahhitin, büyük firmaların kurum vergilerinden, kurumlar vergilerinden ödeyecekleri 701 milyar lirayı almamak için bütçeye para koymuşlardı. Vazgeçilen kurumlar vergisi payı. Yine Kur Korumalı Mevduat için 1.8 trilyon lira para koymuşlardı. Toplamı 2,5 trilyon. Emeklinin asgari ücret alması için lazım olanın tam altı katı. Bu yüzden AK Parti’ye oy vermiş emeklilere, MHP’ye oy vermiş emeklilere, ellerini öperek söylüyorum. Sana 14 bin 500 lira verenler, size bulamadıkları paranın tam altı katını zengin müteahhitlere buldular annecim. Dedecim, amcacım bunların müteahhide altı katını bulanlar emekliye bulmadılar. Budan önce, o sebeple bu sebeple bunlara oy vermiş bütün emeklilere diyorum ki Cumhuriyet Halk Partisi gelecek, halkın partisi, emeklinin partisi gelecek ve size hakkınızı verecek, zenginlere değil. Bir başka tartışma: Bayram geliyor, bayram ikramiyesi. 2015’te önerdik. ‘Yapacağız’ dediler. ‘7 Haziran’da olmaz’ dediler. Çoğunluğu kaybedince ‘1 Kasım’da vereceğiz’ dediler. 2015’te söz verip, 2018 seçimlerine günler kala verdiler. O gün bin liraydı emekli ikramiyesi, hem Ramazan hem de Kurban bayramlarında; iki bayramda verilen. Bin liralık ikramiye şu anda 3 bin lira. Bayram geliyor. O gün bizim önerip, ki biz yine de 5 bin lira önermiştik, bin lira vermişlerdi. O gün bizim önerip, onların verdikleri bin lira, 24 kilo dana kıymaya denk geliyordu. Bugün 3 bin lira, 6 kilo dana kıyma alıyor. Bu yüzden bu iktidarın verdiği sözlere, onları tutmamasına ve enflasyona karşı emekliye, emekçiye ne yaptığına bakmak lazım. Sanıyor ki bu hesaplardan kurtulacak. ‘Ey Özgür Bey’ diyor. ‘Elinde bir hesap makinası, sarraf sarraf gezmeyi bırak’ diyor. Vallahi bırakmayacağım, işte sarraftaki hesap. En düşük emekli aylığı, Tayyip Erdoğan geldiği gün 8 çeyrek altın alıyordu. Bugün 3 çeyrek altın alıyor. Tayyip Bey’in iktidarının emekliye maliyeti her ay 5 çeyrek altın. O geldiğinde 57 kilo dana kıyma alan maaş, 24 kilo dana kıyma alıyor. Emekliye maliyeti, 33 kilo dana kıymadır. O geldiğinde bin 285 simit alan maaş, 964 simit alıyor. Maliyeti, 320. Ama simit 15 liralık hesaba göre. İstanbul’da simit 20 lira oldu, bütün Türkiye’de de 20 lira olmaya hazırlanıyor. Bu rakam bin 200’den 700’e düşecek. Ama simit hesabına çok önem verdiği için bugün Ticaret Bakanlığı simidi 20 lira yapana soruşturma başlatmış. Simidi 20 lira yapana soruşturma açılacaksa zavallı fırıncıya değil, Recep Tayyip Erdoğan’a gideceksiniz.”

“TAYYİP BEY’İN EN SEVMEDİĞİ HESABI KAPI KAPI ANLATACAĞIZ”

“Tayyip Bey geldiğinde 7 çeyrek altın alırdı asgari ücret, şimdi 4 alıyor. 3 çeyrek kayıptır. o geldiğinde 41 kilo dana kıyma alırdı, 29’a düşmüş. 12 kilo kıyma kayıptır. O geldiğinde 44 kilo zeytin alırdı, 37 kilodur. 7 kilo zeytin kayıptır. Zeytincinin perişan durumuna rağmen yine de asgari ücretin ilk alındığı ayda zeytinde dahi 7 kilo kayıp vardır. 14,5 çeyrek altın alan en düşük memur da tam yarısını alıyor, yarısı da kayıptır. 87 kilo dana kıyma alanlar, 54 kilo alıyor. 33 kilo kıyma memurun mutfağından kayıptır. Altında üçte bir, kıymada onda dört. Öğrenci 150 simit - çay alıyordu, rahmetli Ecevit’in verdiği KYK kredisiyle. ‘45 liracık veriyor’ diyordu. ‘Biz geldik 3 bin lira yaptık’ diyordu. Ecevit’in verdiği ile 150 simit- çay alınırdı. Şimdi 36 tane alınabiliyor. 64 çay-simit öğrenci için de kayıptır. Bu hesapların hepsi Cumhuriyet Halk Partisi’nin 81 ilinde, 973 ilçesindeki örgütlerimize, bugün burayı şereflendiren İstanbul ve İzmir il başkanlarımızın şahsında bütün örgütümüze yollanmıştır. Yeni asgari ücretle, yeni emekli maaşıyla çeyrek altın hesabı, dana kıyma hesabı, çay- simit hesabı... Bütün örgütümüzü deprem gündemi bittikten sonra, önümüzdeki hafta sonundan itibaren bir tarafı kırmızı kart, bir tarafı bu hesaplar ile sokağa çıkmaya, tarlaya gitmeye, bağa, bahçeye gitmeye, ev ev, kapı kapı gezmeye, kahvehanelere, işçi servislerine, işçi kantinlerine gitmeye, bu hesabı teker teker anlatmaya, Tayyip Bey’in en sevmediği altın, kıyma ve çay- simit hesabını Anadolu’da ve Trakya’da kapı kapı anlatmaya davet ediyorum. Yolunuz açık olsun.”

“MİLLETİN SAHİP ÇIKTIĞI TEĞMENLERİ ERDOĞAN SUÇLADI”

“Tabii bu haftanın en kritik gündemlerinden biri… Daha önce de söyledik, defalarca da söyledik. Türk Silahlı Kuvvetleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu güzel milleti ve bu güzel devleti, bu toprakları emanet ettiği, bu toprakların bir karışı için, her birimizin huzuru için, ay - yıldızlı şanlı bayrağın dalgalanması için gözünü kırpmadan canını vermeye hazır askerlerle, astsubaylarla, uzman çavuşlarla, subaylarla görev yapmaktadır. Bu ordunun şerefli subayları orduya katıldıkları ilk günden iki şeyin hayalini görürler. Bir, rütbe takacakları günün, bir de meslek hayatlarında ulaşacakları en üst rütbeden sonra şanla, şerefle bu ordudan görevini yapmış olarak uğurlanacakları günün. Bu bazen albaylıktan emekli olur, bazen yüzbaşılıktan, bazen amiral, general, bazen çok erken şekilde ay - yıldızlı al bayrağa sarılı bir tabutla. İkisini de birbirinden farklı görmezler. Bu teğmenler o hayalini gördükleri gün, çok sevdikleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, orduya, bayrağa bağlılıklarını dile getirmek için kılıçlarını çekip Ata’ya, bayrağa, millete, devlete sadakat yemini etmek istediler. Yıllardır olan bu gelenek belki de Harp Okulu’na girerken, onları oraya çeken o kılıç çatma törenine izin istediler, ‘Olmaz’ dediler, ‘Törende olmaz.’ Onlar da dedi ki, ‘Tören bitince, Sayın Cumhurbaşkanı gidince, protokol gidince biz bu töreni birlikte yaparız.’ Gittiler, yeminlerini yaptılar. Ardından ‘Emre itaatsizlik ettiniz’ diye disiplin kuruluna sevk edildiler. Aslında ordunun şeref yılıydı bu yıl. Niye? Kurulduğu günden beri ilk kez kara, hava, deniz harp okullarının üçünün de birincisi birer kadın teğmendi. Bu hem Türk kadınının başarısıydı, hem bir Cumhuriyet hikayesiydi. Ama bunu hazmedemeyen bazi şeriatçı odaklar, bunu hazmedemeyen bir takım tarikatlar, cemaatler sekiz gün boyunca sosyal medyadan başta Ebru Teğmen olmak üzere teğmenlere saldırdılar. Selamını gülerek aldığı, hatırını sorduğu, ödülünü verdiği, elini sıktığı Ebru Teğmen’e sekiz gün susup ‘Sen kime kılıç çekiyorsun?’ diye çıkışta bulundu Erdoğan. O günden sonra biz itiraz ettik, millet sahip çıktı, Erdoğan suçladı. Maalesef o günden sonra teğmenlere soruşturmalar açıldı ve maalesef geçen gün teğmenlerimizden beşi ve üç komutanları ordudan ihraç edildi. Birincisi teğmenlere aylardır sosyal medyadan hakaret edenler, cinsiyetçi küfür edenler, tehdit edenler, açık açık hedef gösterenlere bir soruşturma açılmamışken, teğmenler sırf ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ dedikleri için cezalandırılıp atıldılar. Ben şunu söyledim ve söylemeye devam edeceğim. Bir yanda bir cübbeli amirale soruşturmayı aylarca bekletip emekli hakkını verenler, teğmenlerin gençlik hayallerini mahvettiler. Yetmedi. Komutanların emekliliklerini de vermeden emeklilik çağındaki komutanlarını yaktılar. Teğmenlerin de hayatını kararttılar. Beş teğmen ve üç komutanı, hepimizin onurudur, gururudur. Onlar kendilerini hangi mevkiide, makamda görmek istiyorlarsa bunu sağlamak boynumuzun borcudur. İktidar değişene kadar onları misafir edeceğiz. İktidar değişiminden sonra mümkün olan en kısa süre neyse, birkaç hafta, birkaç ay içinde teğmenlerimizi maddi ve manevi hiçbir kayıpları olmadan, dönem arkadaşlarından asla geri bırakmadan teğmenlerimizi o şanlı üniformalarına mutlaka kavuşturacağız.”

“BORÇ, BİZİM BORCUMUZDUR”

“Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde, daha önce Meclis tarihinde yapılmamış birşey yapacağız. Biraz önce sayın Grup Başkanvekilim Cumhuriyet Halk Partisi grubunun oturum sayısını da vererek resmi oturumu açtı, birazdan da kapatacak. Biz kapalı oturumlarda bazı kararlar alıyoruz, siyasi kararlar ya da maddi konularla ilgili kararlar. Şimdi hem bu teğmenlerimizle… Hem de Tuzla Piyade Okulu’ndan uzaklaştırılan yedi teğmen vardı, hatırlıyor musunuz? Atatürk’ün resmini yakasına takmayanlara had bildirdikleri için, görev yaptıkları için ordudan atılmışlardı. İkisi yürütmeyi durdurma ile döndü. Biri ‘Dönmem’ dedi, yargılandı. Beş teğmenimiz için orduya girdikleri ilk gün yedikleri ilk lokma ekmekten, attıkları kurşuna, giydikleri kıyafetten terliğe kadar bütün yapılan masrafı faizi ile çıkarıp, 128’er bin lira tazminat belirlemişler. Bizim bu süreçteki beş teğmeni de yargılıyorlar. Attılar. Onlara da tazminat çıkabilir ya da çıkmaz. Cumhuriyet Halk Partisi grubu kapalı oturumlarında yaptığı oylamayı bugün hiç kimseden gizlemeden, saklamadan, burada huzurunuzda yapıyor. Tuzla Piyade Okulu’ndan atılan beş teğmenin ve bu son atılan beş teğmenin çıkmış ve çıkması olası tazminatlarını Cumhuriyet Halk Partisi grubu milletvekillerinin maaşlarından yapacağımız kesintilerle ödemelerini oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler, etmeyenler? Oybirliği ile kabul edilmiştir. Teğmenimin yediği ekmek de yaktığı kurşun da… Borç bizim borcumuzdur. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Cumhuriyet Halk Partisi nerede durması gerekiyorsa orada durmaya, hangi kararı alması gerekiyorsa o kararı almaya, kime sahip çıkması gerekiyorsa ona sahip çıkmaya devam edecektir.”

“YAPILANLARDA ORGANİZE BİR KÖTÜLÜK VAR”

“Son olarak karşımızda kendinden olmayan herkese düşman hukuku uygulayan, biraz önce Sayın Enginyurt’un da Sayın Uzun’un da konuşmalarında ifade ettiği bir organize kötülük var. Bir gözü dönmüşlük var. Bunun adı; 100 gündür Ahmet Özer’i bir gizli tanıkla içeride tutup, bir kişiye 100 gündür bir iddianame yazamamaktır. Sonra oradan bir delil bulamayınca Beşiktaş davasından tutuklamak ve Ahmet Özer’i içeride tutmaktır. Tunceli Ovacık Belediye Başkanı’na 12 yıl önce ‘Bu cenazeyi ailesine sen götür. Askeri araçla giderse çatışma olur, şehit veririz’ deyip, sonra terörist cenazesi götürmekten, cenazede bulunmaktan kayyum atamaktır. Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’a AK Partili belediyelerden Meclis’ten, Sayıştay’dan, Yargıtay’dan iş alan birisinin araç kiralandı diye onu içeri atmaktır. Belediye Başkanımızın kendi aracı 400 bin lira kasko değerinden pahalıya… Kim kasko değerine araç satıyor? Satıldı diye suç bulup aynı kişinin Isparta Belediyesi’ne Audi A8 araç hediye etmesini görmezden gelmektir. Çünkü o belediye kendilerindendir. Bir yandan da esas hedef Ekrem İmamoğlu olarak dört koldan kendisine saldıran, bir yandan Beylikdüzü davasını, savcının dördüne rapor olarak, dördünde de ‘Hazır değilim’ deyip ileriye tarih alarak, sonuncusunda da ta nisana atarak, Demokles’in kılıcı gibi tepesinde tutulması. Kendine ‘Ahmak’ diyene ‘Sensin ahmak’ dedi diye siyasi yasak kararı verilip istinafta bekletilmesi. Diğer yandan Gençlik Kolları Genel Başkanımız’a yapılan için ‘Senin evladına ben yapmayacağım’ dedi diye yeniden ifadeye çağrılması. Her sözünden bir soruşturma başlatılması. Bunlar ne yapılmaya çalışıldığını bize göstermektedir. Saldırı, sadece Cumhuriyet Halk Partisi’ne değil; bütün muhalefete birliktedir. Sayın Ümit Özdağ’ın yemek yerken gözaltına alınıp götürülüp Silivri’ye tıkılması da. 12 yıl önceki Gezi eylemlerinden 12 yıl sonra RTÜK eliyle videodan bakıp sanatçılara saldırılması da. İstanbul Barosu’nun kapatılmaya çalışılması ya da 76 yaşındaki bir kadının sokak röportajı yüzünden hapse atılması da. Halk TV’den beş gazetecinin gözaltına alınıp sevgili Suat Toktaş’ın altı gündür Silivri Cezaevinde esir tutulması da. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyen teğmenlerin, komutanların ordudan ihraç edilmesi de. Bunlar bir bütünün parçasıdır. Erdoğan tüm tuşlara aynı anda basmakta, iktidarın sonuna geldiğini gördüğü için, kendini kurtarmak için muhalefeti dağıtmaya, şaşırtmaya, sindirmeye çalışmakta; güya kendi için yol temizliği yapmakta; olası rakiplerinden kurtulmaya çalışmaktadır. CHP’ye bütün enerjisini harcarken yoksulları, işsizleri, emekliyi, asgari ücretliyi unutmuştur. Sokağa çıkamaz, pazara gidemez, bir esnaf lokantasında oturamaz, esnafa, ahaliye hal hatır soramaz hale gelmiştir. Sokaklarda üşüyen, kapalı salonlarda ısınan, kendi atadıklarına kendisini alkışlattıran Erdoğan’a karşı sokakta gezebilenlerin, milletin gözünün içine bakabilenlerin artık meydan okuma zamanı gelmiştir. Geçtiğimiz hafta Çağlayan Adliyesi’ne ifadeye çağrılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu’na yapılan çağrının bütün İstanbul’a yapılan bir çağrı olduğunu ifade etmiş, ‘İstanbul’un bütün demokratları sizi çağırıyorlar, ifadeye çağırıyorlar. Gidin, ifade verin’ demiştim. 13 farklı siyasi partiden, birbiri ile bazen taban tabana zıt partilerin, Çağlayan’daki birliktelikleri ve İstanbul’un sosyal demokratlarının, muhafazakar demokratlarının, milliyetçi demokratlarının, Kürt demokratların omuz omuza seçtiklerine ve iradelerine sahip çıkmaları, ifadeye birlikte gitmeleri, ifade alacakların ifadesini Çağlayan Meydanı’nda almaları son derece kıymetlidir. Tüm siyasetçilere ve bütün demokratlara yürekten teşekkür ediyorum.”

“PARTİMİ GENEL SEÇİMLERDE DE İKTİDAR YAPMAK DIŞINDA SİYASİ HEDEFİM YOK”

“Kimse unutmasın, seçim takvimlerini birilerinin talimatıyla hareket eden Yüksek Seçim Kurulları başlatamaz. Seçimleri millet başlatır. Milletin dertleri, beklentileri, milletin talepleri seçimi başlatmıştır. Bu süreç derin bir yoksulluğa sürüklenen vatandaşlarımızın, her alanda adalete susamış olan milletimizin ortak iradesidir. Türkiye’nin iktidarı değiştirme yolculuğu başlamıştır. Geçen hafta bu kürsüde ‘Hep birlikte başlıyoruz’ dedik. ‘Talebimiz erken seçimdir, hemen seçimdir’ dedik. Erken seçim isteyen bir partinin her şeyi ile seçime hazır olması gerektiğini söyledik. Bunu pek çok yerde söyledik, pek çok kez söyledik, bir kez daha da buradan tekrar ediyorum. Erken seçimin adayı erken belirlenir. Erkenden yola çıkacağız. Daha düne kadar ‘CHP iki aday tartışması arasında eziliyor. Gündem hep bu oluyor. Netleşmelidir’ diyen bazılarının şimdi ‘Cumhuriyet Halk Partisi niye adayını erken belirliyor?’ demeye başladığını, ama bir yandan da sokağın ve örgütün bu mücadeleyi, bu yürüyüşü nasıl sahiplendiğini birlikte görüyoruz. Bir yandan İbrahim Tatlıses ile düet halinde Erdoğan adaylığını açıklamıştır. Devlet Bahçeli'nin adayı balda tuz bulunduğu günden beri artık Erdoğan’dır. DEVA Partisi’nin Sayın Genel Başkanı, Yeniden Refah’ın Sayın Genel Başkanları adaylıklarını ilan etmişlerdir. Süreçte adaylığını ilan etmesi gereken partilerden Cumhuriyet Halk Partisi’nin burada yola çıkmasına kimse şaşırmamalıdır. Bugüne kadar sürdürülen tartışmaların maksatlı olarak yoğunlaştırılması maalesef gündeme sis etkisi yapmaktadır. 2014, 2018 ve 2023 yıllarında yapılan seçimlerde adayı geç belirlemenin, yılları aday tartışmasıyla geçirmenin ya da seçime sayılı günler kala krizler yaşamanın bedelini çok ağır ödedik. İşte bedeli daha önce gösterdiğim gibi emekliye bedeli, emekçiye bedeli ortadadır. Bunun için yine geçmişte adayı tek bir kişinin ya da dar bir heyetin, ekibin belirlemesinin sancılarını da çektik. Bunlardan da ders aldık. Bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak ‘Bir partinin genel başkanı, doğal olarak talebi halinde adaydır’ kabulüne rağmen ben partiyi yerel seçimlerde olduğu gibi genel seçimlerde de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk genel seçimlerinde iktidar partisi yapmak istemek dışında bu kadar büyük ama kendi açımdan da hiçbir başka siyasi hedefimin olmadığını bir kez daha huzurlarınızda tekrar ediyorum.”

“CUMHURBAŞKANINI BELİRLEME HEYECANI TÜM TOPLUMDA YAŞANIYOR”

“Tek başıma bir aday ilan etmek ya da dar bir kadro ile adaya karar vermek yerine Cumhuriyet Halk Partisinin adayının 1 milyon 600 bine yaklaşan kayıtlı üyemizle ve hali hazırda partiye davet ettiğimiz demokratların katılımıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sonraki cumhurbaşkanını belirleme heyecanı tüm toplumda yaşanmaktadır. Haftalık ulaştırılan ankette, bu hafta sorulan soruda toplumun yüzde 70’i, Cumhuriyet Halk Partililerin yüzde 90’ından üstü, ayrıca tüm muhalif partilerin seçmenlerinin yüzde 90’a yakın rakamlarla bu yöntemi olumlu, heyecan verici ve sonuç alıcı olarak görmektedirler. Geçen hafta bu kürsüde yaptığım çağrıdan sonra online üyelik başvuruları tam 40 kat arttı. Yani bir günde başvuranın 40 katı her gün online üyelik başvurusu olmakta. Bilhassa gençler, büyük bir heyecanla Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılmakta. Partinin il ve ilçe örgütlerinde biten üye koçanları Genel Merkezin depolarını boşaltmakta, yeni koçanlar hızla basılmaktadır. Örgütümüze yolladığımız yazıyla cumartesi - pazar dahil üye kayıtlarına saat 21.00’e kadar devam ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Parti Meclisince kararlaştırılacak ve ilan edilecek takvimi ile birlikte kayıt sürecek ama o güne kadar kaydedilmiş üyeler bu seçimde oy kullanabilecektir. Buradan bir kez daha Türkiye’nin bütün demokratlarına bir sonraki cumhurbaşkanı seçiminin, adayının belirlenmesi için seçmen kayıtları Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerinde ve online üyelikle devam etmektedir. Biz hem takvimle ilgili partinin yetkili organında bunları çalışmak ve tartışmak, ön seçim yönergemizin hazırlanan taslağını tartışmak, son şeklini vermek ve oya sunmak, yapılacak seçimde aday olabileceklerin kriterlerini belirlemek, üye listelerini, askı listelerini, itiraz sürelerini belirlemek, CHP iktidarında yapılacak adil birer seçime örnek olarak örgüt denetiminde ön seçimimizin tüm detaylarını konuşmak üzere 10 Şubat Pazartesi günü Parti Meclisimizi toplantıya çağırmış bulunuyoruz.”

“TÜRKİYE SİYASETİNE ÖRNEK OLACAK”

“Son olarak şunu ifade etmek isteriz ki, Cumhuriyet Halk Partisi kendi içindeki demokrasiyi Türkiye’ye örnek gösteren, vaat eden bir partidir. Emin olun, bugün Cumhur İttifakı, hiçbir yerde tartışılmayan tek kişi kararları ile kendini ve ülkeyi yönetirken Cumhuriyet Halk Partisi’nin demokratik tutumu önümüzdeki süreçte, 1970’lerde olduğu gibi tüm siyasi partilere ve Türkiye siyasetine örnek olacaktır.

Buradan sayın Erdoğan'ın çok rahatsız olduğu ve maalesef bir kötü niyet değilse büyük bir cehaletten kaynaklanan bir ifadeyi hatırlatarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Sayın Erdoğan’ın sandığının aksine ‘Birleşe birleşe kazanacağız’ ya da ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz’ demek 1970’lerdeki bir Ziraat Bankası soygunun değil, 1940’larda Nazi Almanyasında baskı altında ezilen ve açlıktan kırılan Alman halkının sorunlarını dile getirmek, onlara kurtuluş yolunu göstermek için Bertolt Brecht tarafından yazılmış bir şiirdir: ‘Keiner oder alle.’ Bu şiir dünyada 140 dile çevrilmiştir. Türkiye’de de bu şiir Halkın Ekmeği kitabıyla Türkçeye çevrilmiş ve birbirinden kıymetli şiirlerle hepimizin bilgisi dahilindedir ve Türkiye’nin bugünlerine çokça da ışık tutmaktadır. Almancası 140 dile çevrilen ve bütün dünyanın mücadele edenlerine, sendikacılarına, demokratlarına ilham olan bu şiir Sayın Erdoğan’a gelince bir teröristin sloganı olacak denebilecek kadar cehalete dönüşebilmiştir. Sayın Erdoğan: ‘Keiner oder alle. Alles oder nichts. Einer kann sich da nicht retten. Gewehre oder Ketten. Keiner oder alle. Alles oder nichts.’ Ya hep beraber ya hiçbirimiz. Kurtulmak yok tek başına. Yumruktan ve zincirden. Ya hep beraber. Ya hiçbirimiz.”

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları