Özgür Özel; Ne değiştirirsen değiştir ama emin ol bizimle birlikte anayasa değiştiremeyeceksin!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel TBMM'de partisinin grup toplantısında konuştu; “Ayrılırsanız ne, birleşseniz ne? Ayrılmanıza bel bağlayan, birleşmenize umut bağlayan yok. Biz kendi yolumuzdayız. Hadi oradan keratalar, meşgul etmeyin memleketi!”
CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “CHP birilerinin kendine biçtiği muhalefet gömleğinden sıkıldı, bu gömlek bize dar geliyor, hep beraber yırtıp atacağız. Vakit önümüze örülen duvarları yıkma, başımızın üzerindeki cam tavanı tuzla buz etme vaktidir. Vakit, CHP'nin katillere karşı masumların, zalimlere karşı mazlumların, darbecilere karşı demokrasiyi savunanların, haksızlığa karşı haklıların ve toplumun neresinde olursa olsun adalet arayanların yanında durma vaktidir.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Teşekkür ederim, hepiniz hoş geldiniz. Türkiye'nin dört bir yanından örgütümüzü temsilen buraya koşan gelen değerli il başkanlarımızı, ilçe başkanlarımızı, belediye başkanlarımızı, kadın kollarının, gençlik kollarının kıymetli üyelerini, parti üyemiz olmasa da gönlü cumhuriyetten yana olan, kalbinde vatan, millet, bayrak ve Atatürk sevgisi olan değerli konuklarımız; hepiniz hoş geldiniz, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Haftaya acı haberlerle başladık. Öncelikle Pençe-Kilit operasyon bölgesinde şehit olan Üsteğmen Abdullah Köse'ye -ki bu dakikalarda defnediliyor- Allah'tan rahmet, ailesine, milletimize başsağlığı diliyoruz, bunun yüreğimize düşen son acı olmasını ümit ediyoruz. Silahlı Kuvvetlerimize başsağlığı diliyor, vatanı, milleti koruma mücadelelerinde gösterdikleri emekler için tüm Cumhuriyet Halk Partililer adına bir kez daha minnettarlığımı ifade ediyoruz.
Seller yaşandı, Batman'da 4, Karadeniz Ereğli'de 3, Diyarbakır ve Zonguldak'ta 1'er vatandaşımız olmak üzere 9 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Büyük bir üzüntüyle takip ettik. Bölge milletvekillerimiz yakından ilgilendiler, bölgede çalışmalarına devam ediyorlar. Zonguldak'ta 11 mürettebattan henüz haber alınamadı ve geminin mürettebatından birisinin naaşına ulaşıldı. Diğerleri için ümidimizi korumak, bir mucizeye inanmak istiyoruz, ailelerine sabır diliyoruz, hayatını kaybedenler için bir kez daha başsağlığı diliyoruz.
Bu yaşanan süreçte iktidar partisi ilk kez iklim krizinin bunlara sebep olduğunu söyledi. Toplumun bir kısmı bahane uydurmayın, bir kısmı da e iklim krizi bütün dünyanın sorunu, hükümet ne yapsın dedi. İklim krizinin varlığını kabul etmek önemli ama hükümetler iklim krizine bir doğal afet, biz ne yapalım diyebilecek durumda değiller, doğal afetlerde de biz ne yapalım diyebilecek durumda değiller. Bütün dünya dirençli kentlerden bahsediyor. Sel olacak, deprem olacak, afet olacak ama siz hazırlığınızı yapacaksınız, kentler mutlaka dirençli olacak. Bunun için, dirençli kentler için iktidarın hazırlık yapması gerekiyor. Kastamonu'da, geçen yıl Sinop'ta, Giresun'da, Şanlıurfa'da yakın geçmişte ölümlü sel felaketleri yaşandı. O günden bugüne hiç bir şey değişmiyorsa iklim krizi var, biz ne yapalım diyemezsiniz.
Tabii merkezi yönetim bizde değil ama dirençli kentler için siz niye yapıyorsunuz diye soranlara cevabımız var. Bir örnek olması açısından İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden bahsedebiliriz. Bu hafta sonu cumartesiden itibaren İstanbul'a metrekareye 30 ila 50 kilogram yağış düştü. Bu rakam daha önce AK Parti iktidarlarında "40 kilogram-50 kilogramlık rakamlar tarihin en büyük yağışları, buna kimsenin yapacak bir şeyi yok" diyorlardı. Örneğin Üsküdar Meydanı bir göle dönüyordu, meydanın ötesindeki evler denize nazır hale geliyordu. Hepiniz biliyorsunuz, ümit ederim akşam bu yayın haberleşirken o görüntülere erişme imkanı olan medya mensupları, AK Parti dönemindeki günlük 50 kilogramlık yağışta Üsküdar'ın nasıl sularla kaplı olduğunu da ekrana getirirler.
2019 oldu, yönetim değişti ama daha altyapıyı yapamadan kış geldi, "efendim Bakırköy'de, Merter'de yeraltı geçitlerinde battı çıktılarda su birikti, işte CHP'nin yönettiği İstanbul" dediler. Sonra pandemi oldu. Pandemide Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte İSKİ'de aldığımız bir sunumu dün gibi hatırlıyorum. Dediler ki; zaten bir büyük planımız vardı ancak pandemide trafiğin de olmamasını avantaja çevirerek biz İstanbul'da bir şeyler yaptık. Göreceksiniz bir daha sel, bir daha bu kadar yağışta böylesi görüntüler olmayacak. Ve o günden sonra ilk büyük sınav bu hafta sonuydu, hepimiz birden öyle görüntüler görmedik. Örneğin Esenyurt'ta, Kadıköy'de, Kartal'da, Beyoğlu'nda, Sarıyer'de, Beşiktaş'ta, Avcılar'da, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Zeytinburnu ve Fatih'te 120 noktada kronikleşmiş su baskın alanlarındaki sorun çözüldü, 120 de 120 bu hafta sonunu sorunsuz atlattık.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu yatırımlara 40 milyar TL yerin altına harcadı. Atık sular arıtma istasyonlarına, yağmur suları Marmara Denizi'ne ulaştırıldı. 2 bin 290 metre değil, 2 bin 290 kilometre atık su, 173 kilometre yağmur suyu, 16 kilometre yağmur suyu atık tüneli ve 3 bin 90 kilometre içme suyu altyapısı yapıldı, 92 dere ıslah oldu ve bu hafta sonu İstanbul'dan görüntüler bir göllenme, bir taşkın, mahsur kalan arabalar, sel ve hayat kayıpları yerine dünyaca meşhur ünlü bir metropole yakışır düzeydeydi. İşte dirençli kentlerden ne anladığımız, işte Cumhuriyet Halk Partisi belediyeciliği. Ekrem Başkan'ı ve ekibini huzurlarınızda tebrik ediyoruz.
Şüphesiz tek örnek değil, önümüzdeki günlerde haftalarda Cumhuriyet Halk Partisi'nin halkçı, katılımcı, cesaretli, emek yoğun ve bilime sarılan belediyecilik anlayışı ile ilgili örnekleri bu kürsülerden Türkiye ile paylaşmaya devam edeceğiz.
Değerli Cumhuriyet Halk Partililer; bu hafta sonu, cuma öğleden sonra ve hafta sonu cumartesi günü Cumhuriyet Halk Partili bir heyetle birlikte dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcım, gölge kabinedeki Dışişleri Bakanımız, geçmiş dönemlerde Washington Büyükelçiliği yapmış İstanbul Milletvekilimiz ve partimizden oluşan bir heyetle birlikte Bosna Hersek'te olacağım.
Bosna Hersek 1943 yılından beri 25 Kasım'ı Devlet Günü olarak kutluyor, bu Devlet Günü'ne katılacağız. Aile kökleri Balkanlara dayanan birisi olarak -ki biraz önce Akhisar Bal-Göç gelmiş diye anons edildi- korktum. Başkan orada mı? Ben Balkan Göçmenleri Derneğinin üyesiyim, aidatı yıllık peşin öderim, iki sene sonra başkan bana bir görünür "eyvah aidat borcu mu var" derim. Başkanım aidat borcu varsa ödeyeceğiz. Sizin şahsınızda bütün Makedon göçmenleri, Balkan göçmenlerine bütün akrabalarımıza bin selam olsun. Sağ olun, var olun.
Tabii Saraybosna, Bosna Hersek 1990'larda çok büyük acılar yaşadı. 1995'te Srebrenitsa'da çeşitli kentlerinde, bütün dünyanın gözünün önünde bir katliam, bir soykırım yaşandı. O tarihlerde rahmetli Genel Başkanımız Deniz Baykal gitti, dünyanın dikkatini oraya çekmeye çalıştı. Cumhuriyet Halk Partisi olması gereken yerdeydi, Türkiye olması gereken yerdeydi. Zulme karşı durduk ve Avrupa'nın, dünyanın katliamı, soykırımı işleyene ve mağdura göre değerlendiren tutumunun karşısında durduk; aynı şimdi İsrail-Filistin meselesinde olduğu gibi.
Filistin'de olaylar aslında Filistin halkına da en büyük zararı veren Hamas'ın bir gece yarısı sivillere yönelik roket saldırılarıyla, bir takım alçaktan uçan hava araçlarıyla sınır aşmasıyla başladı. Bunu fırsata çeviren, bunu araçsallaştıran İsrail hükümeti, Hamas'la mücadele adı altında Filistin'e inanılmaz bir saldırıya, adeta bir soykırıma girişti. O günden bugüne 13 bin 300 Filistinli hayatını kaybetti, bunun yüzde 70'i çocuklar ve kadınlardan oluşuyor. Öldürülen çocukların sayısı 400'e ulaştı ve hepimizin gözü önünde Gazze'de elektrikleri kesilen bir hastanede küvözdeki çocuklar çığlık atarak, tıkanarak hayatlarını kaybettiler. Bu kadar büyük bir zulmün karşısında maalesef dünyanın güçlüleri sessizliğe büründüler, aynı 1995'te olduğu gibi. 95'te sustular, sonra Srebrenitsa için yıllar sonra savaş suçu dediler, yargılanmalarına destek verdiler falan. Bugün yapılması gereken, yarın timsah gözyaşları dökmek yerine Filistin'deki çocuklara ve Filistin'e sahip çıkmaktır, bu mezalime dur demektir.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bundan sonraki süreçle ilgili bütün dünyadaki sol, sosyal demokrat, sosyalist liderlere sesleniyoruz: Biz Sosyalist Enternasyonal'in üyesiyiz. Bundan sonra Sosyalist Enternasyonal'de Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan düzeyinde temsil edilecek, her toplantıya bizzat katılacağım. O toplantılarda elbette ki dünyadaki solu, sosyal demokrasiyi, sosyalist partilerle ilişkilerimizi konuşacağız ama Türkiye'nin haklı davalarını, dünyanın gözünü yumduğu meselelerde akrabalarımıza düşenleri de konuşmaktan geri kalmayacağız. Sosyalist Enternasyonal'in geçmişte bu türden girişimleri olmuştu.
Şimdi Sosyalist Enternasyonal nezdinde bütün üye devletlere ve bütün dünyada Sosyalist Enternasyonal üyesi olan ya da olmayan bütün sol sosyal demokrat partilerin liderlerine birer mektup yazdım. İsrail'i, Gazze'de yaşananları, Filistin davasının tarihini, bugününü, orada yaşananlara karşı sol değerlere sahip olanların sessiz kalamayacağını, ülkelerinde ülke kamuoyuna katkı yapmak için pek çoğu akrabalarımızın ülkelerinde iktidar cumhurbaşkanları, başbakanlar, meclis başkanları var, uluslararası örgütlerde söz sahibi olanlar var; hepsine birden Filistin'deki katliamın durdurulması, ateşkesin sağlanması ve bölgeye barış ve huzurun gelmesi için gayret göstermelerini beklediğimiz bir mektubu yazdık ve yolladık. Bundan sonra etkin olarak bu girişimleri sürdürmeye devam edeceğiz.
Arkadaşlarımız çalışıyor, gerekli diplomatik girişimleri başlattılar, ilk fırsatta insani yardımların ulaşmasını sağlamak, Cumhuriyet Halk Partili yerel yönetimlerin insani yardımlarını bölgeye ulaştırmak, soruna dikkat çekmek için Filistin'e gideceğiz, bunun için girişimlerde bulunuyoruz.
Geçtiğimiz hafta grup toplantımızın ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne gittik. Orada ilk ziyareti Yavru Vatan'a değil, Kardeş Vatan'a yaptık. Metrekaremiz, kilometrekaremiz, yüzölçümümüz daha büyük, nüfusumuz daha fazla, kuruluşumuz daha eski. Ancak bütün dünyanın saygı göstermesini beklediğiniz bir bağımsız cumhuriyet ile eğer siz "yavru" ilişkisi kuruyorsanız, gördük ki o Kuzey Kıbrıs'ta çok önemli bir kesimi öyle düşündüğümüz gibi de memnun etmiyor. Diyorlar ki; bizimle eşit ilişki içinde olun, bizimle kardeşlik ilişkisi içinde olun. Biz kardeş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Cumhuriyet Bayramına katıldık, 40'ıncı yıllarını coşkuyla kutladık; Sayın Cumhurbaşkanı'nı, Sayın Başbakan'ı, Sayın Meclis Başkanı’nı ayrı ayrı makamlarında ziyaret ettim, baş başa görüşmeler gerçekleştirdik. Kıbrıs meselesiyle ilgili, Kıbrıs davasıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihsel tutumunu, Karaoğlan Bülent Ecevit'in Barış Harekâtını, o günden bugüne durduğumuz aldığımız doğru pozisyonu, örneğin AK Parti'nin, Denktaş'ın bugünlerde AK Parti'nin de sahiplendiği tezini savunurken yapmış olduğu, yapmak istediği mitinglere Recep Tayyip Erdoğan'ın "burada ne işin var, git yapacaksan adada yap mitingini diyerek" terslediği günleri de hatırladık ve yaptığımız bütün temaslardan sonra rahmetli Denktaş'ın kabrini ziyaret ettik. Kızları Ender Hanım ve çok değerli kızları Değer Hanım sabahın çok erken saatlerinde bizi orada karşıladılar, birlikte saygı duruşunda bulunduk; hepimiz adına çelengimizi koyduk, İstiklal Marşımızı okuduk. Doktor Fazıl Küçük'ün mezarını ziyaret ettik. Değerli oğlu Mehmet Küçük bizi orada gözyaşlarıyla karşıladı ve Türkiye'deki bütün Cumhuriyet Halk Partililere hepsi selamlarını yolladılar.
Ancak burada gündeme getirmemiz gereken bir husus var ki, Kıbrıs'ta belediye Rauf Denktaş'ın anıt mezarı için bir alan ayırdı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de var gücüyle -ki orada çok güzel bir anıt mezar düzenlemesi yapılabilir- katkı sağlayacağını söyledi. Ama Türkiye'den gelen birtakım baskılar halen daha belediyeye alanın devrini yapmamış. Ender Hanım ve Değer Hanım çok büyük üzüntü duyuyorlar, zaman içinde etrafta bir çevirme yapılamamasından, bekçi olmamasından, temizlik yapılmamasından ötürü resmi tören günlerinden sonra oranın metruk bir hale dönüştüğünü söylüyorlar. Aşağıda bir müze var ama onunla ilgili de gerekli işlemler yapılmamış. Bu beklentilerini dile getireceğimi Denktaş ailesine söz verdim. Buradan Dışişleri Bakanı'nın dikkatine sunuyorum, bu konunun da takipçisi olacağız.
Gelecek sene Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 50'nci yıldönümü. Bir aksilik olmazsa Cumhuriyet Halk Partisi, 20 Temmuz günü yapılacak törenlerde en yüksek katılımla hep birlikte orada olacak. Bu gittiğimde Türkiye'nin dört bir yanındaki Kıbrıs gazileri yine orada geldiler, dediler ki; artık 70'li yaşlarındalar; 68, 69, 70, 71... "Bir daha bir şey olursa bir daha gideriz" diyorlar. Ama çok sorunları var, "gaziler arasında ayrımcılık yapılıyor" diyorlar, "Kıbrıs gazilerinin şeref aylığı sorunu içimizi yakıyor" diyorlar.
Ben buradan sesleniyorum, Meclis'teki bütün partilere sesleniyorum, iktidara sesleniyorum: Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 50'nci yılında şu anda 70 yaşlarında olan gazilerimizin bu ufacık ama psikolojik olarak, moral olarak çok önemli beklentilerini 50'nci yıla girerken hep beraber çözmek boynumuzun borcudur, bu konuda tüm siyasi partilere açık davette bulunuyorum.
Değerli milletvekillerim, değerli grubum, değerli konuklarımız; Kıbrıs dönüşü Perşembe günü Sayın Meclis Başkanıyla bir araya geldik. Sağ olsun, hayırlı olsun ziyaretinde bulundu, kendisiyle bütün süreci değerlendirdik. Anayasa, içtüzük meseleleri ileri bir tarihe kaldı, o konuya yeri geldiğinde bir başka zaviyeden, bir başka açıdan girerim. Ama Meclis Başkanımıza Can Atalay özelinde Yargıtay 3. Ceza Dairesi birkaç yere birden had bildiriyor, diyor ki Hatay seçmenine:
"Seni kimin temsil edeceğine karar veremezsin, ben istersem mani olurum" diyor, Hatay'daki milli iradeye karşı bir meydan okuması var. Bu hepimizin not ettiği bir gerçek ama mesele devamında Can Atalay krizini çok aşıyor. Mesele şöyle bir noktada; Anayasa Mahkemesi'ne diyor ki: "Anayasa'dan güç alıyorsun ama ben Anayasa'yı tanımam." Meclis'e diyor ki "yemine çağırmışsınız salmadım, komisyona seçmişsiniz bırakmadım, ben 600'ünüzü de takmam." Meclis Başkanı’na diyor ki: "ben karar aldım, neden okumuyorsunuz? Alt mahkemenin kararını onayladık, bu kadar zaman geçti okumuyorsun" diye Meclis Başkanı’na ayar veriyor.
Biz bütün bunların sonucunda büyük bir rahatsızlık duyuyoruz, Sayın Numan Kurtulmuş da duyuyor ama Sayın Numan Kurtulmuş bu noktada yapması gerekenleri Meclis adına tam olarak yapmıyor. Kendisine de ilettim, tarafsız bir Meclis Başkanlığı görevi için yola çıkmıştı. Yaşanan mesele bir anayasa krizi değildir, -orta yerde bir anayasa var beğenelim beğenmeyelim- mesele bir mahkemenin ve ona cesaret veren bir parti genel başkanının Anayasa'yı tanımama krizidir. Mesele bir devlet krizidir. Mesele "Anayasa'nın bir sayfasını tanımayayım, ses çıkmazsa öbür sayfasını da tanımam" deyip yarın Meclis'i de tanımamanın, ülkede anayasasız bir düzeni dayatmanın, belki yarın öbür gün seçimleri yapmamaya falan kalkışmanın hesabı içinde olan bir darbe girişimine direnip direnme meselesidir.
O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi bu darbe girişimine, Recep Tayyip Erdoğan'ın başına geçtiği darbe girişimine direnmeye karar verdi. Grubumuz ilk günden itibaren toplandı ve şu an tam 280 saat oldu, genel kurul salonunu boşaltmadık, nöbetçi arkadaşlarımız orada adalet oturumu yapıyorlar. Nöbetçi arkadaşlarımız orada bu darbe girişimine karşı anayasayı, anayasadan aldıkları güçle, yetkiyle Meclis'te oldukları için Meclis’i savunuyorlar. İkinci bir karara kadar eylemimizi ikinci bir faza, farklı bir boyuta taşıyana kadar, grubumuz toplanıp ayrı bir karar alana kadar 280 saat, 500 saat de olsa bu mücadelemiz sürecek. Buna muhalif kanallar yer verirken, iktidarın korkusuyla bazı merkez medya ve yandaş kanallar gözlerini kapamış durumdalar.
Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerli vatandaşları; sizin seçtiğiniz 130 milletvekili, kendilerine dayanışmaya gelen muhalefet partisi milletvekilleriyle birlikte anayasaya karşı darbe girişiminin başında olan Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısında bu darbeye direniyorlar, direnmeye de devam edecekler!
15 Eylül günü yola çıkarken demiştik ki: Sokaktan, eylemden, meydandan kaçmayacağız, olmamız gereken yer neresiyse orada olacağız. Geçtiğimiz günlerde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu İstanbul'dan Ankara'ya ‘Gelirde Adalet Yürüyüşü’ başlattı. Dediğimiz gibi bu partinin geçmişinde 1970'lerde sendikalara güç veren, örgütlenmeye destek olan, yan yana olan, birlikte olan ve örgütlenen işçi sınıfından güç alan bir Cumhuriyet Halk Partisi, 70'lerde yapılan ikisi yerel, ikisi genel dört seçimi de kazanmıştı. DİSK'in yürüyüşüne Cumhuriyet Halk Partisi’nin güzergahtaki tüm örgütleri; Kocaeli örgütü, Bursa örgütü, Bilecik örgütü, Eskişehir örgütü ve en nihayetinde Ankara örgütü destek verdiler, örgütümüze teşekkür ediyoruz. Ve biz Sayın Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu ile birlikte son birkaç kilometreyi omuz omuza, kol kola yürüdük, yaptıkları mitingle seslendik ve söz verdik. Dedik ki: Talebiniz haklıdır, bu talebe Meclis'te sahip çıkacağız.
DİSK'in talebi şudur: Kendi üyeleri için bir şey istemiyorlar, yöneticileri için bir şey istemiyorlar; Türkiye'deki 3 milyon 600 bin kamuda çalışan, toplam 20 milyon çalışan için önemli bir talepleri var. Biliyorsunuz dilimizde tüy bitti geçmişte, nihayet asgari ücret ve gelirlerin asgari ücret kadarki kısmı vergiden muaf. Senelerce söyledik, en sonunda uyguladılar ama gönüllü bir uygulama olmayınca bir başka uyanıklık yaptılar. Asgari ücret vergiden muaf ama vergi dilimleri hesaplanırken asgari ücret hesaba katılıyor. Öyle olunca ocak ayında aldığınız maaş, aralığa geldiğinizde zaten enflasyon karşısında ezilmiş ve erimişken, önemli bir kısmı da buharlaşıp gidiyor. Bakın bu yöntemle 19 bin lira ocak ayında maaş alan birisi, 19 bin 225 lira, aralıkta 17 bin 700 lira alıyor, bin 520 lirası cebinden çalınıyor bu sistemle. 33 bin lira maaş alan birisinin maaşı aralıkta 29 bin liraya düşüp, 3 bin 500 lirası gidiyor. 44 bin lira maaş alan bir çalışanın da maaşı aralıkta 35 bin liraya düşüyor, maaşta 9 bin 170 lira kayıp oluyor.
DİSK de diyor ki: Bundan sonra vergi dilimleri yüzde 15'ten değil, 10'dan başlasın, asgari ücret arındırılsın ve bundan sonraki süreçte bu tip bir çalışanın cebinden vergi marifetiyle para alınmaya son versin. Biz bunu son derece kıymetli buluyoruz ve bundan sonraki süreçte grup başkan vekillerimiz DİSK'in önerisini zaten daha önce kanun teklifine dönüştürmüşlerdi, süresi dolduğunda Genel Kurula indireceğiz. Genel Kurulda kimin emekten yana oy kullandığını, kimin de emeğin karşısında bu adeta yankesicilikle emekçinin cebinden her ay vergi marifetiyle para çaldığını veya buna sessiz kaldığını hep birlikte göreceğiz.
Tabii emekli maaşı, emekli aylıkları deyince emekliler diyor ki, insanca yaşam istiyoruz. Zaten emekli 20 yıllık AK Parti iktidarında nereden nereye geldi, hep birlikte gördük. Bakın bu son seçimde hani Tayyip Erdoğan demeden şöyle yaptı ya; emeklilere, Anadolu'ya, Trakya'daki emeklilere şöyle söyledi. Lafla demedi ama mesaj şuydu: "Biliyorum açsın, yoksulsun, endişelisin ama tehlike büyük beni bir daha seçmelisin. Yoksa bayrağı indirecekler, yoksa ezanı dindirecekler, yoksa ülkeyi böldürecekler. Bana oy ver, ben seçimden sonra senin durumunu düzelteceğim" dedi. Dediler ki: Olur ya; ya ezan durursa, ya bayrak inerse, ya vatan bölünürse? Hadi dediler biraz aç kalalım, nasılsa söz verdiler çözecekler.
Seçim bitti, o sabah 05:00'te sabah ezanını okuyan müezzinin hakkını yine bu Cumhuriyet Halk Partisi Grubu savunuyor; herkese verdikleri promosyonu vermiyorlar, bu arkadaşlar savunuyor. Seçim bitti Gabar'da, seçim bitti karakollarda, kalekollarda nöbet tutan uzman çavuşun verilmeyen haklarını bu 130 milletvekili savunmaya devam ediyor. Seçim bitti, hani bir şey olsa Recep Tayyip Erdoğan kamuflajı giyiyor üstüne, burada da Cumhurbaşkanlığı forsu fotoğraf çektiriyor ya; bir şey olsa hepimiz biliyoruz ki yine fotoğrafı Tayyip Erdoğan çektirir ama canını ortaya koymak gerekirse bu vatan evlatları koyar. Hepimiz biliyoruz... Ezanın, vatanın, bayrağın muhalefetle, CHP'yle bir derdi olmadığı ortaya çıktı ama seçim bitti, Erdoğan'ın da emekli ile ilgili bir derdi, bir kaygısı olmadığı ortaya çıktı.
Değerli emekliler, değerli vatandaşlarımız, birkaç rakam vereceğim: Erdoğan seçildiğinde ekmek 5 lira, bugün ekmek 7 lira. Erdoğan seçildiği gün asgari ücret 2280 ekmek alıyordu, bugün bin 629 ekmek alıyor; seçimden buraya bir asgari ücret 652 ekmek kaybetti. En düşük emekli maaşı 7 bin 500 haziranda bin 500 ekmek alıyordu, şimdi bin 071; emeklinin de maaşından 429 ekmek çaldılar.
Süt, sütsüz olur mu? Litresi 30 liraydı, çıktı 46 liraya; 380 litre süt alan asgari ücretli 248 litre süt alabiliyor, 132 litre süt kaybı var. 250 litre süt alabilen emekli 163 litre süt alabiliyor, hazirandan bugüne 83 litre daha az süt alıyor bu paraya.
Zeytinyağı da 175 liradan 350 liraya çıktı; 65 litre zeytinyağı alan asgari ücret, 33 litre alabiliyor. 326 kilo kuru fasulye alabilen asgari ücret 228 kilo kuru fasulye alabiliyor. Kuru fasulyenin kilosu 35 liradan 50 liraya çıktı. Kulakları çınlasın babam "baba pirzola yok mu" deyince "memurun pirzolası kuru fasulyedir" derdi. Memurun pirzolasının asgari ücrette 98 kilo kuru fasulye kaybı var. Bir kilo zeytin 100 liradan 195 liraya çıktı, asgari ücretle 114 kilo zeytin alabilirken, seçimden bu yana sadece 58 kilo zeytin alınabiliyor. Sonra dönüyorlar "efendim biz memurdan yanayız, emekliden yanayız, asgari ücretliye yedirmeyiz, enflasyona yedirmeyiz" diyorlar.
Eğer samimiyse Aralık ayında asgari ücret belirlenirken bir an önce bu kaybı tamamen telafi eden ve gelecek senenin hak eden artışını yapan bir teklifle gelirler. Bu sene asgari ücret görüşmeleri de, en düşük emekli maaşının belirlenmesi de Recep Tayyip Erdoğan için o kadar kolay geçmeyecek. Emekliyi de emekçiyi de bir karınca gibi ezdirmeyeceğiz; karıncanın kardeşi var, o da Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Tabi bu fiyatlar alabilenin ödeyeceği fiyatlar, bir de alamayan var, alamayınca krediye, kredi kartına sarılanlar var başka çare kalmadığı için. Faiz artırımlarının başladığı haziran ayından bugüne taksitli kredi kartı borcu -bakın eski borçlardan bahsetmiyoruz- yüzde 62 oranında arttı. Vatandaş pazarda patatese kredi kartı çektirmeye başladı, bugün kredi kartı faiz oranları yüzde 76. Kaldı ki en büyük sorun kredi kartı ile ödeme yapılamayan yerler, özellikle de diğer kredi kartının borcunun ödenmesi; bir başka bankadan nakit avans çekip gidip oraya kapatıp, kartopunu hızla büyütenler. Onlara uygulanan faiz yüzde 97, nakit avans çekme faizi yüzde 97. Son bir ayda, sadece bir ayda takibe düşen kredi kartı borç miktarı yüzde 50 artmış.
Ayrıca dünya kadar para ödeniyor ya bu kredi kartının faizine; alınan toplam paranın ana para dışında ödenen paranın üçte biri KKDF, BSMV diye yazıyor. Yani Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu ve Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi; ana paranın dışında ödenen paranın üçte birini de devlet vergi olarak alıyor. Önümüzdeki günlerde Plan Bütçe Komisyonundaki arkadaşlarımız hazırlık yapıyorlar, kredi kartı borçları normal seviyesine inip herkes bir rahat nefes alana kadar KKDF ve BSMV'nin kredi kartı borçlarından kaldırılmasını, normale döndükten sonra da cüzi bir noktaya getirilmesiyle ilgili bir kanun teklifi vereceğiz. Bundan sonraki süreçte bu kadar zor durumda kalmış vatandaşın sırtından devletin bir de borcun üstünden vergi alarak insanların gırtlağını sıkmasına karşı çıkıyoruz, bu konuda bir çalışmamız var.
Diğer yandan ekonominin lokomotifi olarak söylenen KOBİ'ler var. KOBİ'ler, artan kredi faizleri nedeniyle hem mağdurlar hem de küçük esnafla birlikte KOBİ'ler de krediye erişim olanaklarını kaybettiler. Esnaf ve küçük işletmeler işini çevirmek için ihtiyaç duyduğu krediye erişemezse iflaslar artar diye hep söylendi. Önümdeki rakam şu: KOBİ'lere ve küçük esnafa ait çeklerde karşılıksız çek çıkma oranı sadece ekim ayına oranla yüzde 100 artmış, yani tam iki katına çıkmış. Tehlike çanları, alarm zilleri esnaf ve KOBİ'ler için onların karşılıksız çıkan çekleri üzerinden büyük bir ticaret hacmi için çalmaktadır. Bu konu ile ilgili bir kez daha hem ilgilileri uyarıyoruz hem de Cumhuriyet Halk Partisi'nin sorunun çözümüne yönelik önerilerini önümüzdeki günlerde konu ile ilgili gölge kabinemizdeki bakanlar tarafından yapılacak basın toplantılarıyla kamuoyuyla, ayrıca doğrudan muhataplarımızla paylaşacağız.
Değerli Cumhuriyet Halk Partililer; Hrant Dink'in katledilmesinin Türkiye'de yarattığı büyük travmayı 16 yıl sonra bir kez daha hep birlikte yaşadık. 16 yıl önce sevgili Rakel'in dediği gibi “bir çocuktan katil yaratan sistem”, derin güçler bir güvercin katilini serbest bıraktılar geçen hafta. Hrant Dink, "bir güvercin tedirginliği içindeyim" diye yazdığı son yazıda: "Güvercinleri izlediniz mi? Başı sürekli arkaya doğru döner, ben de attığım her adımda bir güvercin tedirginliği içindeyim ama içimi rahatlatan bir şey var" diyordu. "Bilirim ki bu ülkede güvercinlere dokunmazlar."
Ogün Samast denen katil bir takım derin güçlerin -ki burada Fethullahçı Terör Örgütü'nün her pislikte kullanıldığı gibi derin güçler tarafından da maşa olarak kullanıldığını- jandarmada, orduda ve polisteki yapıların Hrant Dink cinayetinde en kilit noktalarda kullanıldığını hatırlatarak devam edelim. Bir takım derin güçler Hrant Dink'i, bir güvercini katlettirmişlerdi. Geçtiğimiz günlerde hepimizin karşısına geçtiler, gözümüzün içine baka baka şunu söylediler.
Dediler ki: "Ya muhalefet toparlanacağız diyorsunuz, hep birlikte olacağız diyorsunuz; bundan sonra meydanlarda olacağız, sokaklarda olacağız, hak arayacağız, teslim olmayacağız diyorsunuz, hak, hukuk, adalet diyorsunuz; biz buradayız" dediler. Gözümüze bakıyorlar, gözünüze bakıyorlar. Diyorlar ki: "Biz icap ettiğinde katilimize bile sahip çıkarız."
Şimdi buradan, bu kürsüden Sevgili Kemal Kılıçdaroğlu'ndan, Sayın Kılıçdaroğlu'ndan devraldığımız bu emanet kürsüden, Ecevit'in, İnönü'nün, Atatürk'ün kürsüsünden o derin güçlere diyoruz ki: Bakın biz buradayız. Siz katilinize sahip çıkıyorsanız, biz iyi insanlar, biz cesur insanlar, biz temiz insanlar, biz namuslu insanlar birbirimize de bu ülkeye de sahip çıkacağız, size teslim olmayacağız. Bunu böyle bilin, bunu böyle bilin!
Siz ayağa kalktınız ya, şimdi onlar düşünsün, şimdi onlar düşünsün! Siz bu cesarettesiniz ya, şimdi onlar düşünsün! Size söylüyoruz, gözünüzün içine baka baka: Biz buradayız, hodri meydan!
Sözün özü, nerede bir adaletsizlik varsa orada olacağız. Geçtiğimiz hafta Emeklilikte Adalet Derneği geldi, grubumuz yakından takip ediyor, grup başkan vekillerimiz yakından takip ediyor. 8 Eylül 99'dan sonra işe başlamış olanlar, EYT kanununun dışında kaldılar, kademe yapılmadı; 17 gün geç işe başlayıp, 17 yıl çalışacak olan var içlerinde, kadınlarda 20, erkeklerde 17 yıla kadar mağduriyetler var. Bu konuyu kendi gündemimizde tutmaya, Meclis gündeminde tutmaya, ülke gündeminde tutmaya devam edeceğiz.
Ayrıca düzenlemede mağduriyet yaşayan BAĞ-KUR'luların, sigortalıların, emeklilikte yaşa takılan bütün mağduriyetler için de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak titiz bir çalışma yapmaya, bu konuyu sürekli gündemde tutmaya devam edeceğiz.
Ayrıca İzmir'de Agrobay işçileri direnişlerinin 90'ıncı günündeydiler. Kendilerini 2,5 ay önce ziyarete gitmiştim, o ziyaretten beri sürekli iletişim halindeyiz. Kendilerini bütün kameraların önünde Agrobay firması tarafından bir dönem sigortasız çalıştırıldıklarını, bir dönem fazla mesaileri gözetilmeden çalıştırıldığını, mobbinge uğradıklarını, sendikalı oldukları için işten atıldıklarını söylediler. Biz de konuyu Çalışma Bakanlığı, SGK ve İçişleri Bakanlığı'nın ilgili teftiş kurullarına ilettik. Şu anda teftiş yapıldı, raporlar yazılıyor.
Değerli müfettişlere ve ilgili birimlere söylüyoruz: Bu firmanın bağlantıları kimin amcasının Tayyip Bey'e ne kadar yakın olduğuna bakarsanız, o zaman büyük bir haksızlığa susarsınız. Biz sizin görevinizi doğru yapacağınıza, Agrobay işçilerinin haklarını teslim edeceğinize inanıyoruz. Dikkatle yazılmakta olan raporları ve yapılacak olan işlemleri takip ediyoruz. Agrobay işçisi de, direnen emekçilerin hiç birisi de yalnız değildir, arkalarında Cumhuriyet Halk Partisi vardır.
Geçtiğimiz hafta ilk ziyareti Hatay'a yapmıştım mazbatayı aldıktan sonra. Hatay ziyaretimde ulaştırmada, sağlıkta, tarımda ve eğitimde çok önemli sıkıntıların olduğunu görmüştük. İlgili Genel Başkan Yardımcılarımıza, gölge kabine üyelerimize görev verdik; 3 değerli Genel Başkan Yardımcım, Milli Eğitim Bakanı Suat Özçağdaş, Tarım Bakanından sorumlu Erhan Adem ve Ulaştırma Bakanından sorumlu Ulaş Karasu Hatay'da önemli bir mesai yaptılar, önemli rapor yazdılar. Havaalanından kavşak ulaşımdaki sorunlara, narenciye üreticisinin sıkıntılarına çözüm önerilerinden Milli Eğitimde 400 bin öğrencinin sabah erken saatlerde gidip, ikili öğretimle gece yarılarına kadar enkazlar arasından korku ilmine dönen yaşamlarına dikkat çektiler. Bu konu üzerinde dikkatle çalışıyoruz.
Hatay'dan gelen rakamlar yalanlamıyor ama bir kişiyi yalanlıyor, bizleri doğruluyor. Hatay'ın 255 bin konuta ihtiyacı var, resmi rakam. Hatay'da inşaatı devam eden konut sayısı 32 bin, 6 Şubat'ta teslim edilecek konut tahminen 5 bin. Eğer şu anda daha temeli kazılmakta olan konutlar bile bir mucizeyle 6 Şubat'ta bitse, Hatay'da 10 depremzededen 9'u depremin birinci yılında sokakta, çadırda, konteynerde.
Ne demişti Tayyip Erdoğan? "1 yıl içinde herkese evini vereceğim, oyları bana verin" dedi. On kişiden 9'unu kandırdığı bir süreçteyiz bu inşaata başlanmış, ihalesi yapılmış, hepsi 6 Şubat'ta biterse... Arkadaşlarımızın gözlemi duyumu 255 bin konuttan 5 bini, yani 50'de biri, yüzde 2'si teslim edilmiş olabilir. Yüzde 10'u dahi olsa, yüzde 90'a yapılan büyük haksızlık ortada.
Osmaniye'ye gittik, Asu vekilimiz dedi ki: 2 blok dışında tamamlanmaya yakın blok yok. Dedik ki, dikkatle takip edeceğiz. O durma aşamasındaki inşaatlarda bir hareket var güzel, vali açıklama yapmış o kadar güzel bir açıklama değil. Valinin açıklaması diyor ki: 3 bin 871 konutun ihalesi yapıldı, yapımına başlandı, 6 Şubat'ta bin 350 konut teslim edilecek. Peki Resmi Gazete’deki ilana göre Osmaniye'nin konut ihtiyacı, deprem konutu ihtiyacı 20 bin; valinin dediğini verirsen bin 351, yüzde 6'ya denk geliyor ve yine 100 kişiden 94'ü çadıra mahkum kalıyor. Yani demek ki seçim öncesi Recep Tayyip Erdoğan'ın bu vaadi en fazla yüzde 10 oranında gerçekleşiyor, hem de 20 yıl geri ödemeli; cepten bir yandan kira parası öde, bir yandan konut parası öde gibi sorunları barındıran bir şekilde Hataylı, Osmaniyeli, Kahramanmaraşlı 11 ilimizdeki depremzedelerin kandırıldığı anlaşılıyor.
Biz bir sonraki yurt içi gezimizi Kahramanmaraş'a yapıyoruz. Önümüzdeki günlerde Sayın Mansur Yavaş ile birlikte -bölgeden sorumlu belediye başkanımız- Maraş'ta olacağız, ardından da Hatay ve Osmaniye'de olduğu gibi bütün sorunları dikkatle, derinlemesine araştırıp ülke gündemine getireceğiz. Tarımla ilgili sorun için tarımdan sorumlu Genel Başkan Yardımcımızın önerisi, yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcımızın inisiyatif alması, büyükşehir belediyelerimizin katkısıyla önümüzdeki günlerde rakamlarını açıklayacağımız şekilde Hatay'daki depremzede narenciye üreticilerinin dalında kalan meyvelerini satın alıp yoksullara dağıtacağız, bunun da sözünü veriyoruz.
Dışarıda soruyu yanıtlamak yok artık. Çünkü dışarıyı çekiyorlar, burayı vermiyorlar, ondan arkadaşlar dışarıda soru sormayacaklar; o yüzden çok merak ettikleri 50+1 tartışmasına buradan cevap verelim:
10 Kasım 2021'den önce, 5 Ekim 2019'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan diyor ki: "50+1 rastgele bir tercih değildir, gayet bilinçli ve vazgeçilmez bir kriterdir." Yani birilerini tahmin ediyoruz solcuları, sosyal demokratları, işte Kürtleri, Alevileri bu devleti yönetmeye değer görmüyor ya, kendince bir koalisyon yapacak, hiç oradan ayrılmayacak. Çok bilinçli, vazgeçilmez kriter... Ve diyor ki, biz yaptık, biz önerdik, milletimiz yaptı demiyor, satır arasında kararın bir yerlerde alındığı var; Kürdü, Alevi'yi, solcuyu, emekçiyi, onların temsilcilerini dışarıda tutan bir anlayış.
10 Kasım 2021'e gelince bir şeyler olmuş, diyor ki Temel Karamollaoğlu'nu ziyaretinde: "50+1'in mahsurlu olduğunu anladık." Tak, cevap geliyor ittifak ortağından 6 gün sonra, 16 Kasım. Sayın Bahçeli diyor ki: "50+1 oy hesabını eleştirenleri anlayışla karşılamamız abesle iştigal olur" 23 Kasım'da da "bu masum bir talep değildir" diyor; masum değilsin diyor bunu şey yapıyorsan suçlusun diyor, niyetin kötü diyor.
Tartışma rafa kalkıyor, geçtiğimiz günlerde Almanya dönüşü uçakta Erdoğan şöyle söylüyor: "50+1 şartının değişmesi isabetli olur; partileri yanlış yollara sevk ediyor, yanlış işler yapılıyor." MHP'nin yanlış bir yol olduğu, onunla birlikte olmanın bir hata olduğu, MHP'nin sırtında kambur olduğunu açıkça ifade ediyor.
Şimdi hep beraber susuldu, beklendi ki Devlet Bey buna ne diyecek? Devlet Bey bugün çıktı ve şöyle söyledi: "Eksiklikleri olabilir ama taviz verilemez ama Sayın Cumhurbaşkanımızla aramızı da kimse açamaz." Bunların ilişkisi, hatta arayı açmaya çalışanlara da bir sürü hakaret etmiş.
Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunlarla meşgul olmamız mümkün değil, şundan dolayı değil: Şimdi Sayın Erdoğan sen ne değiştireceksin bilmiyorum. Sistem mi değiştireceksin, ortak mı değiştireceksin, ittifak mı değiştireceksin, Rahmetli Erbakan'a attığın kazıkta olduğu gibi gömlek mi değiştireceksin? Ne değiştirirsen değiştir ama emin ol bizimle birlikte anayasa değiştiremeyeceksin.
Biz kendisi için, her doğan için değil, Erdoğan için yapılmış bir anayasaya 2 yıl sonra "ya bu kıyafetin kolu uzun, paçası sarkıyor, burası dar geliyor" diyorsa, biz ona şunu söyleyeceğiz: Anayasa Erdoğan için değil, her doğan için yapılır, o da toplumsal mutabakatla yapılır. Öyle "MHP'yle baş başa verdik, noktasını virgülü değiştirmez" dersen seni böyle esir alırlar kardeşim. Derdine kendin yan, git derdini başka tarafta anlat.
Öbür taraftan enteresan bir ilişki; yani bir yandan bakıyorsunuz biri diyor ki "yanlış yollara saptım", öbürü diyor ki "aman sistem çok güzel, Cumhurbaşkanımızla aramızı kimse bozamaz." Bu yürümeyen bir evliliği birinin bitirmeye, birinin sürdürmeye devam etmesi gibi oluyor. Hani Hulusi Kentmen -Allah gani gani rahmet eylesin- böyle hakim kürsüsünde oturur da taraflardan biri der ki "çok mutsuzuz", Öbürü der ki "yalan hakim bey, biz çok mutluyuz." Biri der ki "ben boşanmaya gideceğim", öbürü der ki "hafta sonu pikniğe gidecektik." Biri der ki "ben artık bunu istemiyorum", öbürü der ki "yok yalan söylüyor hakim bey, bizim aramız çok iyi." Hulusi Kentmen döner bunlara der ki: "Eh keratalar, meşgul etmeyin mahkemeyi." Biz de bunlara diyoruz ki: Eh keratalar; ayrılırsanız ne, birleşseniz ne? Ayrılmanıza bel bağlayan, birleşmenize umut bağlayan yok. Biz kendi yolumuzdayız. Hadi oradan keratalar, meşgul etmeyin memleketi!
Son konumuz şu: Sürekli Türkiye'de KYK yurtlarından haberler geliyor. KYK yurtlarından gelen haberler, asansör kazaları ve zehirlenme. Öğrenciyi asansörde öldüremeyen zehirleyerek öldürmeye çalışıyor gibi bir sistemsel sorun var. Sorunun özü şu: Bu ülke kendi öğrencisinin barınma sorunu çözemeyecek bir ülke değil. Bu ülke yol yapıyor övünüyorsun, köprü yapıyor övünüyorsun, TOKİ yapıyor övünüyorsun ama yurt yapmaya gelince yapmıyorsun. Bu bilinçli bir tercih. Bu cemaatlerin, tarikatların kucağına onların devşirebilmesi için 18 yaşındaki evlatlarımızı ittirmek için yapılan bilinçli bir tercih.
Geçtiğimiz yıllarda barınma sorunu ayyuka çıkıp, öğrenciler buna isyan edince 4 kişilik yurt odalarını 6'ya, 8'e çıkardılar. Asansörün kapasitesi belli, nüfus iki kat; bu sefer Aydın'daki yurt müdürünün dediği gibi "çok bindiler, ondan oldu" gibi tuhaf ithamlar başlıyor. Öğrenciye ayrılan yemeği en ucuza, daha ucuza, daha ucuza deyince, birileri maliyeti ucuzlatırken kim bilir neler kullanıyor.
Geçmişte Makine Mühendisleri Odası’ndaydı asansör denetimi, aldılar. Derhal Makine Mühendisleri Odası ile gerekli görüşmeler yapılıp, KYK yurtlarının tümünün asansörleri bir meslek örgütü tarafından incelenmelidir. Gıda Mühendisleri Odası, TMMOB'a bağlı odalar kendi ilgi alanlarında bütün akademik odalar göreve çıkarılmalıdır. Devlete emanet çocuklarımızın daha fazla hayatları tehdit altında olmamalıdır.
Grubumuzla şunu paylaşayım: Geçtiğimiz gün yatmak üzere saat 23:30, telefona bir bildirim geldi. Açtım baktım Aydın'dan Efeler İlçe Başkanlığımızdan bir fotoğraf; 3 tane üniversite öğrencisi genç kadın arkadaşımız ders çalışıyorlar, beni etiketlemişler üstüne yazmışlar ki: Baba evinde vizeler çalışıyoruzdur. Dedik ya, Cumhuriyet Halk Partisi babaevi, daralan, sıkışan gelsin. Yurtta mı daraldılar, başka yerde ders çalışacak imkan mı bulamadılar? Gelmişler Efeler İlçe Başkanlığında vizeye çalışıyorlar, "babaevindeyiz" diye de bize selam bırakmışlar.
Erzurum'da hafta sonu 150 genç katıldı görüntülü görüşmeyle biri eczacılık fakültesinden son sınıf genç kadın arkadaşlar, "Özgür Başkan baba evine çağırdı, buraya geldik" diyorlar Erzurum'da. Belki arkadaşlar sonra rakamları paylaşır. Dün üye kayıtlarından partiye bir hafta içinde kaydolan yeni üyelerden yüzde 70 küsurunun 30 yaş altı genç kadın ve erkeklerden oluştuğunu gördük.
Bu, şu demek: Bir büyük heyecan var, bir büyük umut var; bu umudu yükseltmek, bu umudu yeşertmek, korumak, sahip çıkmak hepimizin borcu. Herkes bilsin ki Cumhuriyet Halk Partisi birilerinin kendine biçtiği muhalefet gömleğinden sıkıldı, bu gömlek bize dar geliyor, hep beraber yırtıp atacağız. Vakit önümüze örülen duvarları yıkma, başımızın üzerindeki cam tavanı tuzla buz etme vaktidir. Vakit, Cumhuriyet Halk Partisi'nin katillere karşı masumların, zalimlere karşı mazlumların, darbecilere karşı demokrasiyi savunanların, haksızlığa karşı haklıların ve toplumun neresinde olursa olsun adalet arayanların yanında durma vaktidir.
Umutluyum çünkü hem şimdi karşımda, hem gittiğim her yerde gözlerinin içi ateş gibi Türkiye'nin yarınları için Cumhuriyet Halk Partisi'ne inanan sizler varsınız.
Cesaretliyim çünkü Türkiye'nin dört bir yanından gencecik, ülkesini, vatanını, Atatürk'ünü sevenler hep birlikte babaevine koşuyorlar.
Bundan sonrası için heyecanlıyım çünkü Cumhuriyet'in birinci yüzyılında Sivas Kongresi'nden ödevi alan, vazifeyi alan görevi alanların ne yaptığını biliyorum, Cumhuriyet'in ikinci yüzyılının ilk kongresinden ödevi alan, görevi alan, vazifeyi alan sizlerin kararlılıklarını gözlerinin içinden okuyorum.
Size güveniyorum, size inanıyorum, örgütümüze güveniyorum ve diyorum ki: Cumhuriyet Halk Partisi ayağa kalkınca Türkiye ayağa kalkacak. Yolumuz açık olsun, yolunuz açık olsun!
Saygılar, sevgiler sunuyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları