loading
close
SON DAKİKALAR

Özgür Özel'den Erdoğan'a: 'Çıkarsın karşıma, alırsın cevabını. Seni orada bu Akın Gürlek de kurtaramaz'

Özgür Özel'den Erdoğan'a: 'Çıkarsın karşıma, alırsın cevabını. Seni orada bu Akın Gürlek de kurtaramaz'
Tarih: 20.01.2025 - 14:06
Kategori: Siyaset

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Ülke Politikaları Vakfı’nın düzenlediği Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması Panelinde konuştu.

“YUNUS EMRE VAKFINDA GÖZ GÖRE GÖRE SOYGUN YAPMIŞLAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Ülke Politikaları Vakfı’nın düzenlediği Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması Panelinde konuştu. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Her şeye rağmen bu büyük organize kötülüğe ve o kötülüğün yargıdaki, İstanbul’daki aparatlarına inat hepinize iyi bir hafta diliyorum. Hepiniz hoş geldiniz” dedi. Özel, şunları söyledi:

“DİMDİK AYAKTAYIZ, SİNMİYORUZ”

“Beşiktaş Belediye Başkanımıza tutuklama kararı çıkınca bütün programları iptal ettik. Ekrem Başkanımızla sabahın ilk saatlerinde, günün ilk ışıkları ile buluştuk. Belediyemize gittik beraber. Hızlı bir toplantı yaptık ve sonra ‘Belediyede çalışan arkadaşların bir elini sıkayım’ dedim, ‘Geçmiş olsun’ diyeyim, bir hatırlarını sorayım istedim, 500’e yakın çalışanı dolaştım. Girdiğim odalarda, koridorlarda hepsi gözümün içine bakıyordu. Dedim ki ‘Başkanı cezaevine koydular. Başkan bize emanet, ailesi bize emanet. Ama Beşiktaş size emanet. Eğer yüzünüz asılırsa… Vatandaş sizin yüzünüze bakıyor. Buradaki kamu hizmetini Türkiye Cumhuriyeti devleti, kamu ikiye ayrılıyor. Bir tarafı merkezi idare, bir tarafı mahalli idare. Devletin buradaki yüzü, burada verilen hizmetin yüzü sizsiniz. Sizin yüzünüz asılırsa o zaman başarmış olacak. O zaman bizi kendisine benzetmiş olacak. Sizin moral bozukluğunuz, burada Cumhuriyet Halk Partisi’nin Beşiktaşlılara verdiği hizmeti aksatacak. Yüzünüz gülsün, başınız dik olsun. Dışarıdakiler, herkes, siyaset bize emanet ama Beşiktaş size emanet. Bu salona da şunu söylemek isterim. Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim. Bizim moralimizi bozarlarsa, suratımızı asarlarsa, sabah yataktan kalkarken dünkünden daha umutsuz kalkarsak bu ülkeyi kurtaracağımıza dair, 100 yıl sonra bu ülkede yeniden bize düştü, demokrasiyi kuracağımıza dair, o zaman o kazanır. O yüzden dimdik ayaktayız, yılmıyoruz, korkmuyoruz, sinmiyoruz.”

“TARTIŞMALARDAN HEPİMİZ YARARLANACAĞIZ”

“Önceki Maliye Bakanlarımızdan, birlikte görev yapmaktan da büyük onur duyduğum parlamento çatısı altında, Sevgili Zekeriya Temizel’in başkanlığında çıkılmış doğru bir yolculuk, Ülke Politikaları Vakfı’nın başlattığı iş. Bir süre Ankara’da, sonra İstanbul’a taşındı. Biraz önce de rahmetle anıldı. İnanılmaz katkılarıyla Ülke Politikaları Vakfı’nı rahmetli Murtaza Çelikel buralara kadar getirdi. Doğan Subaşı ekibi bayrağı devraldı ve çok önemli işler yapıyorlar. Önceki Genel Başkanlarımız Altan Öymen, Murat Karayalçın ve Hikmet Çetin mütevelli heyetinde yer alıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal olarak da en üst düzeyde sahiplendiği bir vakıf. Böyle bir başlıkla bizi oldukça zaman önce bu toplantıya çağırdılar. Çok kıymetli tartışmalar olacak. Hepimiz yararlanacağız. Ama öyle bir noktaya geldi ki. Hani gülünecek, eğlenilecek günlerde değiliz. Ama en moralsiz zamanlarda yaptığı siyasi eleştirilerle, siyasi komedi ile Levent Kırca hep bu ülkeye hem en doğru mesajı vermiş, hem de hep en acınacak durumlarda bile yüzleri güldürmeyi başarmıştı. ‘Olacak o kadar’ diyordu. Olacak O Kadar’da meşhur şarkısında ‘Tam yerine denk geldi, manzara koydu’ diyordu. TRT yayın kesildiğinde manzara koyardı. Ülke Politikaları Vakfı bugün tam yerine denk geldi, manzarayı ortaya koydu. Bugünün konusu bu. Hakimler, savcılar, devlet memurları bir iktidar partisinin memuru haline geldiğinde yargı siyasallaştığında ne olduğunu hep birlikte yaşıyoruz. Biraz önce Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız sevgili Ekrem İmamoğlu da tane tane, kronolojik bir hatırlatma ile meselenin nerelerden başladığını, nerelere geldiğini hepimize hatırlattı. Bir kez daha kayda geçirdi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 100 yıl önce bu ülkeye tek adam rejiminin yerine, bir aile yönetiminin yerine Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve yönetimine de kuvvetler ayrılığına doğru yürüyen bir kuruluşu ortaya koyduk. O yürüyüş, katı bir kuvvetler ayrılığı, hakim teminatı, 12 Temmuz 1947’de ilan edildikten sonra hakim denetiminde, yargı güvencesinde serbest seçimleri getirdi. Son 22 yıldır geldiklerinde her şey dört dörtlük değildi şüphesiz. Elbette aksayanlar vardı. Darbelerin tortuları vardı. Darbe tortusu kurumlar, kurallar, uygulamalar vardı. Bunlarla mücadele etmek için, güya yüksek öğrenimin üzerinde vesayet makamı olan YÖK’ü kaldırmayı vaat ederek, üstünlerin hukukunu değil hukukun üstünlüğünü vaat ederek, yasaklardan kurtulunacağını, yolsuzluklarla mücadele edileceğini ifade ederek, kendilerine de ‘erdemliler hareketi’ diye bir misyon biçerek birileri iktidara geldi.” 

“İLK YAPTIKLARI İŞ YARGIYI ELE GEÇİRMEK OLDU”

“İlk yıllarında hak etmedikleri ama yaptıkları takiyeye aldananların onlardan demokrasi umdukları, Avrupa Birliği’ne doğru, tam üyeliğe doğru bir yol yürüyüşü umdukları bir kredi verildi onlara. O kredinin kendisi bile ülkede dolaşan, dünyada dolaşan sıcak paradan Türkiye’yi baya nasiplendirdi. Zaten kendisinden önceki hükümetin ortaya koyduğu, bedelini ödediği katı politikalar sonuçlarını vermeye başlamıştı. Üstüne de ülkeye demokrasi vaat ettikleri için, gerçek niyetlerini ustalıkla gizledikleri için yatırım da geldi, sıcak para da geldi. Borsa da yukarıya doğru gitti. Maalesef, bugünkü yoksullaşmanın müsebbibi biraz önce ifade edildiği gibi beceriksizler. O gün sanki kabiliyetli, yetenekli, becerikliymiş gibi göründüler. Aldıkları kredi onları iktidara, büyük bir krizden sonra geldikleri iktidara tutunmaya, güçlendirmeye, güçlenerek bazı olanakları kullanmalarına imkan tanıdı. İşte o imkan ele geçer geçmez ilk yaptıkları iş yargıyı ele geçirmek oldu. Burada güzelim logosu var. Savaş meydanlarından hepimize haber versin diye kurulmuş Anadolu Ajansı’nı bir partinin emrine sokmak. Hepimizin vergileri ile kamu yayıncılığı yapması gereken TRT’yi kendi borazanları haline getirmek. Muhalefete bu alanları kapatmak. En zor zamanda en doğru haberi her şartta vermesi gereken Anadolu Ajansı’na haberi kaynağında sansürletmek. Ellerindeki kamu gücüyle, yargıyı var güçleriyle ele geçirmek için ellerinden ne geliyorsa artlarına koymamak. O dönemde taşeronları Fetullahçı terör örgütü diye sonradan afişe olacak, yargılanacak, ceza alacak yapıydı. Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk, şike davaları, aklınıza ne geliyorsa hepsini birden… Devrimci karargah davası diye bir dava vardı mesela. Sabahleyin şöyle dönüp notlara bakarken ‘A bu da vardı’ diyorsunuz. Hepsini bu milletin örneğin en iyi yetişmiş, Atatürkçü subaylarına şahsi namuslarına fuhuş, mesleki namuslarına casusluk lekesi sürecek kadar gözleri dönmüştü. Sonradan öğrenildi ki şimdi o iddianameyi yazanlar Silivri’de. O iddianame yazılırken çatıda olan kişi sıçan gibi yurtdışına kaçtı.” 

“KÖTÜLÜK HALA BURADA, İKTİDARDA”

“Ama o günkü taşeron vardı. Şimdi biz diyoruz ki ‘FETÖ vari yöntemler.’ Ben de dün bir arkadaşım Parti Meclisi’nde bir değerlendirme yaparken anladım ve utandım kendimden. ‘FETÖ vari yöntemler kullanıyor’ dedi diye. Sanki esas kötülük FETÖ’de, bunlar ondan esinleniyormuş gibi oluyor. Oysa esas kötülük hala burada. İktidarda, başımızda. O günkü alt işveren FETÖ’ydü, bugünkü alt işveren Akın Gürlek. O günkü üstlenici FETÖ’ydü, Zekeriya Öz’dü. Bugünkü üstlenici, taşeron Akın Gürlek. Yarın bu hangi suç örgütü ismiyle anılır, bugün yaptıkları organize kötülük nerelere varıyordur, nerelere uzanıyordur, nereleri kirletiyordur, nereleri sömüyordur? Hangi maddi ilişkiler de çıkacaktır? Bir tarafında silah var mıdır? Bunu tarih gösterecek bize. Ama emin olun tekerrür edecek. Niye tekerrür edecek? Çünkü esas kötülük başımızda ve o güç elinde olduğunda kendi korkusunu bastırmanın başka bir yolunu bilmediği için, kendi korkusunu görünmez kılmak için bizi korkutmaya, bizi sindirmeye, bizimle uğraşmaya başlıyor. Bir kere bunu görürerek ilerlememiz gerekiyor. Ben bundan sonra dilim sürçmedikçe ‘FETÖ’vari işler yapılıyor’ demeyeceğim. ‘FETÖ’ye yaptırdıklarını şimdi de bunlara yaptırıyor’ diyeceğim. O gün FETÖ yapıyordu, o gün FETÖ ve savcıları bu kadar umarsız, bu kadar gözü dönmüş, bu kadar talimat almaktan utanmayan şekilde. Düşünsenize bu insanların aileleri var, yakınları var, okul arkadaşları var, üniversitede birlikte kantinde çay içtiği insanlar var. Ne yaptıklarını hepsi görüyor. Bütün meslektaşları görüyor. Ailesi görüyor. Akrabaları görüyor. İnsanın aldığı bir talimatla bunları yapabilmesi, ele güne karşı değil kendi yakınlarına karşı, arkadaşlarına karşı, geçmişte okuduklarına karşı bunları yapabilmesi için nasıl bir karakterde olduğunu anlamak için bunu analiz etmek lazım önce. Kimlerle muhatap olduğumuzu.” 

“YİNE YAPIYOR…”

“Biraz önce çok güzel hani ‘Yüzsüzlük artık bu, çek elini yakasından’ diye millet dört kere vurdu eline. Yine yapıyor. ‘Yüzsüzlük artık bu’ denildiğinde nasıl bir kişiliği tarif ettiğimizi, bunun bir kişi olmadığını, organize kötülük olduğunu, bunların esas amaçlarının neyi çökertmek olduğunu görelim. En az ben biliyorum, bugün burada bu mikrofonları, bu koltukları dolduracak ve bizlerle meslekleri de icabı meseleyi bilimsel olarak anlatacaklar arasında. Ama bildiğim bir şey var. Montesquieu diyor ki, ‘Kuvvetler ayrılığı varsa devletler güçlenir, yoksa çöker.’ Bugün yaşadıklarımızın tarifini nasıl yaparsak yapalım, herhalde kuvvetler ayrılığı diye bir şeyin olmadığını, her gün bir gün önceye göre daha azaldığını görmeyen, bilmeyen yok. Veya oturup da en iktidara müzahir hukukçuyu koyun buraya gelsin, ‘Kuvvetler ayrılığı Türkiye’de güçleniyor mu, zayıflıyor mu?’ derseniz, savunacak bir kişi bulamazlar. Yürütmenin, yasamanın, yargının birbirinden ayrı, bağımsız ve kendi işlerini yapan, birbirleri üzerinde denge ve denetleme kurduğu bir yer. Bugün sabah Cem Aydın kardeşim, şimdi adli kontrol talep etmiş, Cem Aydın kardeşimi dün Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları kurumsal hesabından yapılan bir paylaşım… Paylaşımda da benim bu süreçle ilgili söylediğim sözleri, videoyu editlemişler. O paylaşım kondu diye sabah sekiz polis gitti kapısına. Bakın şimdi sabah da itiraz ettik, ‘Yahu nasıl olur bu?’ Açıklama var; ‘İfadeye çağrılmıştır.’ Çağırma, telefon açar çağırırsın. Telefona ulaşamadın hadi ne yapacaksın? Elbette polis yollayacaksın. Bir polis gider, ‘İfadeye çağırıyorlar seni şuraya’ der. Giderse gider, gitmezse eğer o zaman zorla getirme diye bir şey olur. Sekiz polis kapıya gelmiş, ‘Cem Aydın sen misin?’ ‘Benim.’ ‘Adliyeye gideceğiz. İfadeni alacaklar.’ ‘Gözaltı kararı var mı?’ ‘Yok.’ Ama fiilli gözaltı uyguluyor. Dediler ki bana hukukçu arkadaşlar, yine tabii bizimkilerin iflah olmaz bir iyimserliği, hukuka öyle bir inançları var ki. ‘Efendim yanlış ama yaptığı çok acil hallerde, gecikmenin sakıncalı olduğu hallerde, re’sen, şifahen söyler; Gidin alın, yazıyı yolluyorum der. Devletin savcısına polis güvenir. O gider gözaltını yapar, yazı arkadan gelir. Bunun Cem’e yapılması çok ayıp ama usul budur.’” 

“SEKİZ POLİS, İKİ ARABA ‘İFADEYE ÇAĞIRDIK’ DİYORLAR”

“Gittiler, ifade alındı. Savunma yapıldı. Hakime sevk etti. Adli kontrol talep ediyor. ‘Gözaltı kararı yok’ diyorlar, ‘İfadeye çağırdık.’ İfadeye çağırdıysan, sekiz polis, iki araba. Cem’i polis arabasında nasıl götürüyorsun? Usuli hata falan filan değil, zihniyet polis devleti zihniyeti. Şu var… Tek adamdan Cem’e iki talimatlık iş var: ‘Alın onu.’ Akın’a. Akın da diyor, ‘Alın onu.’ Polisler çıkıyor Akın’a demiyor ki ‘Benim elimde yazı yok, gözaltı yok, nasıl giderim, nasıl alırım?’ Oluyor, bitiyor. Laf olsun diye bir gözaltı kararı bile yazmıyor. ‘İfadeye çağırdım ben’ diyor. O yüzden öyle bir yerdeyiz, öyle bir haldeyiz, tarihin öyle bir noktasındayız ki burada kuvvetler ayrılığı diye bir şey olabilir mi? Kuvvetler ayrılığı yoksa... Şimdi beyefendilerin mahdumları deniz ticareti seviyorlar, gemiler alıyorlar. Gemiler Arşimet’in kaldırma kuvveti kuralına göre yüzüyor. Buna itirazları yok ama Montesquieu’nin kuralına gelince bir tek ona itirazları var. Arşimet’in kaldırma kuralı, suyun kaldırma kuralı yanlış olsa sizin gemi batardı. Bu kanun doğru olmasa dünyanın güçlü demokrasileri zengin, güçsüz demokrasileri daha fakir, eninde sonunda da perişanlığı yaşayanlar hep tek adam rejimleri olmazdı. En son Esad rejimi çöktü. Ondan önce Allah kimseye sonlarını benzetmesin. Bir şey ima ediyorum sanar oradan der bana…  Kaddafi de Saddam da tek adamdılar ve hukukun üstünlüğüne inanmıyorlardı. İnanmadıkları için yönettikleri ülkeler fakirdi, kendi zenginliklerine rağmen. İnanmadıkları için eninde sonunda o rejimleri çökerttiler. Bugün dünyanın en zengin 10 ülkesinin 9’u güçlü parlamentolarla, biri başkanlıkla yönetiliyor. Ama oradaki; ABD’deki kuvvetler ayrılığı en katısı. Savcı istesin, ki gözümüzün önünde oldu… Ülkeyi yöneten başkanın odasındaki kasayı açtırıp içinde arama yapabiliyor. Azı dişinin içini arayabilir savcı kafaya taktıysa.” 

“HEYBEDEN KENDİ TURPLARINI ÇIKARMADI”

“Burada şu kadarını hatırlayalım, sadece şunu hatırlayalım. Belediye başkanlarını, altı tanesini ‘Metal yorgunluğu oldu sizde’ dedi, ‘İstifa edin.’ Kimi güle oynaya kimi ağlaya ağlaya istifa etti. O sürede biri hemen etti, diğerleri nazlandı. Biri Ankara’yı parsel parsel satandı, kendi ifadeleriyle. Onlara dedi ki, ‘Gereğini yapmazsanız biz gereğini yapacağız.’ Bir partinin genel başkanının gereğini yapması partiden atmaktır. Nasıl istifa etmeyeni görevden alacaksın? Demek ki bir şey biliyorsun. Bildiği şu.. İki şey biliyor olabilir. Biri, bir terör örgütüyle bağlantısı olabilir. Melih Gökçek DHKP-C‘den çok başka bir terör örgütüne yakıştırılır herhalde. ‘Ya FETÖ’cüsün ya hırsızsın’ diyor. Direnenleri bu tehditle istifa ettirdiler 80 milyonun gözünün önünde. Bir ifadeye dahi çağrılmadı hiçbiri. Şimdi bu adam ya terörist ya hırsız, bunu ima ederek istifa ettiriyorsun. Bırakın yargılamayı ifadeye dahi çağırmadılar. Yani başka başka turplar heybede vardı, gereğini yapınca heybeden kendi turplarını çıkarmadı. Şimdi bize Beşiktaş’a, Rıza Başkan’a sabahın 04.00’ünde annesini korkudan öldürürcesine, hasta babasının evine baskın yaparak alıyorsun, getiriyorsun. 23 yıl ceza almış Osmaniye Belediye Başkanını ‘Yargıtay aşamasını dışarıda geçirsin. Kaçma şüphesi yok, sabit ikametgahı belli’ diye bırakıyor. Önceki belediye başkanını. Mevcut belediye başkanı, her sabah işine gidip gelen her sabah ikameti belli belediye başkanını ‘Bırakırsam kaçar’ diye salmıyor. Burada bir yargı var ve herkes eşit işliyor. Bir AK Parti Belediyesi, bir MHP Belediyesi, başkanın geçen hafta çokça dediği gibi ‘Hepsi sütten çıkmış ak kaşık.’ Onca yıl bunca bilinen AK Partililerin bildiği, ‘Bize kaybettiren şu alanlarda yapılan işler’ dediği, ‘İstifa etmezsen görevden alacağım, biliyorum’ dediği.” 

“O PARA GELMESE MAAŞ ALAMAYACAKLARDI”

“Ekrem İmamoğlu 2019’da geldi. O geldikten sonra 37 dosya verdi savcılığa kendinden önceki dönemlerle ilgili. Tabii Ankara’daki önceki Belediye Başkanı daha mahir olduğu için onun dosya sayısı da 97. Manisa‘yı yeni aldık, sekiz dosya verildi; kapağını açan yok. Bakın Ekrem Başkan’ın savcılığa verdiği, daha doğrusu kendi denetimleri ile bulduğu dosyaya İçişleri Bakanlığı geliyor el koyuyor ya, ‘Biz yapacağız, sen bırak’ diyor. ‘Bundan sonrası bizde.’ El koyup da dokunmadığı dosyalardan sadece bir tanesinden bahsedeceğim. 2011 yılında bir özel şirket Fatih’te yeşil alan olan bir arsayı satın almış. İmar da yeşil alan. Alıyorsa park yapabilir, park olarak durabilir. Çim ekecek. Bu arsayı İBB‘den 25 milyon TL’ye satın almış. Sonra yeşil alan, İBB’den imar almış. Tabii değeri ne kadar artmış? Hikayede bu kadar sanıyorsunuz değil mi? Aynı arsayı 2017 yılında, altı yıl sonra İBB‘ye geri satmış 430 milyon TL’ye. Dolar olarak da hesaplayınca 106 milyon dolar, bugünkü parayla 3 milyar İBB‘nin zararı, şirketin karı var. Yeşil alanken alıyor, imar değişiyor, hani ‘O imarla ev yapıp satıyor’ desem gerek yok İBB‘ye geri satıyor. Şimdi bunu nasıl yapar bir insan? Yapmak için hakikaten deli olması lazım. İlla nihai artık oturdular ya. Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve onun atadıkları İstanbul’u yönetecek. Bu gözü dönmüş işi yapıyor. İBB‘ye Ekrem Bey gelince ‘Bakın şunlara ne olmuş?’ derken, bu kabak gibi ortaya çıkıyor. Bu dosyadan ifade veren yok arkadaşlar. Değerli katılımcılar, sevgili Kadıköylüler bu dosyayı aldı İçişleri Bakanlığı Ekrem Bey’in elinden, ‘Gereğini ben yapacağım’ diye. Dosyaya gelip el koyuyorlar. Bunu kapattı adamlar, Rıza Akpolat’a diyorlar ki ‘Sen arsa satmışsın.’ Ya ‘Niye sattın’ diye bir sor bakalım. Satana değil sattırana bak. Rıza’yı silkeleyip paralara el koyup maaş ödeyemez hale getirince sen belediyeyi. Hem de hiç lazım olmadığı halde İstanbul Büyükşehir’in hukuki tavsiyelerine uyan bir belediyemiz olduğu için. İlan vererek, öyle. Yoksa normal arsa satar şirket, değerinde sattıktan sonra kimsenin diyecek bir şeyi yok. Ama demişler ki, ‘Belediye şirketisiniz, şu prosedürlere uymanız lazım.’ Uymuşlar. O arsa satışından gelen para -para gelecek- satılan kişiye dörtte üçü yıllardır temizlik parası ödenemiyor, mahsuplaşılıyor, hem o borçtan kurtulunuyor. Paranın geri kalanı ile de Beşiktaş Belediyesi’nin maaşları ödendi. Bunu söyledim. Balkondan dinleyen çalışanları en çok bunu alkışladı. Kendileri bizzat biliyorlar. Maaş alamayacaklardı o para gelmeseydi. ‘Silkeleyin, maaş alamasın’ diyor. Hizmeti aksatacak. O sırada burası satılınca bu satışa hesap soruyor. Kasko değerinin üzerinde 400 bin TL. ‘Kasko değerinin üzerinde aracın satılmış senin’ diyor. Üstünde kasko değerinde aksesuar yok, üstünde almaya kalksan 3 milyonluk aksesuar var. Türkiye’de kim kasko değerinde araba satıyor? Ama bunun hesabını bakın normalde 8,600’e satılacak araba 9’a satılmış hesabıyla hesap soran belediyenin yeşil alanını vermiş imara arttırıp geri almış 106 milyon dolar, 3 milyar TL bugünkü parayla zarar yazmış adamın dosyasını kapatıyor. Siz neden bahsediyorsunuz? O yüzden öyle bir haldeyiz ki bu meseleyi normal örneklerle, onunla bununla tartışacak bir yerde değiliz.”

“BÜTÜN DÜNYAYA TÜRKİYE’Yİ REZİL EDEN KÖTÜLÜK”

“Zaten hukuk devleti endeksinde 142 ülke arasında 117’nci sıradayız. Bakın kime komşuyuz? Üstümüzde Nijerya, Angola, Honduras var. Altımızda Gine ile Nijerya. Nasıl bir semtte oturuyoruz gör. Üst komşu kim, alt komşu kim? Ve bugün Cem’e adli kontrol talep ediyor. Bakın hiçbir kararları ‘organize kötülük’ tanımlamasını boşa düşürmemek üzere. Bütün kararları öyle veriyorlar. Cem, Gençlik Kolları Genel Başkanım. Görevi 81 il. Bir gün dursa tembellik etmiş olur. Adli kontrol talep ediyor. Gökhan Bey takip ediyor. Kuvvetli ihtimal ‘Her gün şuraya imza at’ diyecek, ya da üç günde bir, haftada bir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün gençleri… Biz 81 ilde sandık kurarak delegeleri seçiyoruz. İki ay önce özgürce geldiler, gençlik kollarına Cem’i seçtiler. ‘Ben o iradeyi tanımıyorum, o güçlü iradeyi. Kendi sakat zihniyetimle bu işe mani oluyorum’ diyor. Cem’e her gün İstanbul’da imza attıracak. Yani yapmış olduğu iş, talep ettiği mesele bile sırf görevini aksatacak şekilde. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Gençlik Kolları Başkanı’nın suçu Genel Başkan’ın videosunu yayınlamak. ‘İstanbul’dan çıkmayacaksın ve imzanı atacaksın. Ben sana o işi yaptırmayacağım’ diyor. Gençlik Kolları Başkanı’na. Bu kötülük, Canan Kaftancıoğlu’nu yargılayıp hepimizin en güçlü şekilde -başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız- sahip çıktığımız o sürecin sonunda siyasi yasak getiren kötülük. Bu kötülük, o kötülük. Enes Berberoğlu’nun seçilmesine rağmen ve dokunulmazlık kazanmasına rağmen, yargılamayı devam ettiren görevdeki milletvekilini içeri atan ve bütün dünyaya Türkiye’yi rezil eden, sonra da bu rezilliği Anayasa Mahkemesi’nce tescil edilen kötülük bu kötülük. Aynı adam, aynı kişi yapıyor bunların hepsini. Selahattin Demirtaş kararının altında aynı kişi var. Sözcü Gazetesi’nin kararının altında aynı kişi var. Grup Yorum davasında, Selçuk Kozağaçlı davasında, Soma‘nın iki savunan avukatı var, gönüllü bir para almadan; biri Can Atalay, biri Selçuk Kozağaçlı. İkisinin de içeri atılmasında bunun imzası var. Can’ın milletvekili olduğu halde çıkmamasında bunun imzası var. Sırrı Süreyya Önder kararında bunun imzası var. Şimdi Sırrı Süreyya‘nın bambaşka bir görevi var. Türk Tabipleri Birliği davasında imzası var. Esenyurt’ta var, Beşiktaş’ta var, İstanbul Barosu’nun kayyum davasında bunun imzası var. Bu kararların hepsini bir sürü başka başka mahkemelerde verildi. Ben buna o yüzden ‘seyyar giyotin’ dedim. Mahkeme mahkeme gezdirilen, adaletin katili. Bu da çıktı şimdi bu videoyu yayınlayan Gençlik Kolları Başkanım’ın peşine düşmüş sabahın 08.00’inde. Hangi mahkemeye lazımsa oraya yollanan giyotin görevini yeterince yapınca ödüllendirilmişti; siyasetle. Bakan Yardımcısı yaptı onu biliyorsunuz. Bakan yardımcılığı ilk ihdas edildiğinde basın sordu. ‘Nasıl olacak Bakan Yardımcılığı?’ diye. Dedi ki, ‘İşler değişti. Eskiden bakanlar siyasiydi, yetişmiş devlette yetişmiş müsteşarlar teknikti ve onları siyasetçi olmaması lazımdı. Şimdi bu rejimde, bu yeni getirdiğimiz sistemde bakanlar teknik, bakanlar siyasi değil. O yüzden müsteşar yok, bakanlar teknik adamlar. Siyasetle bağı sağlamak için bakan yardımcıları siyasi’ dedi. Bakın bütün bakan yardımcılarına. Ya eski bakan ya eski milletvekili ya da geleceğe, siyasete yetiştirdiği kendince; gençler. Ama hepsi AK Partili, cayır cayır siyasi. Akın Gürlek’i o göreve vermişti. O görevden İstanbul’da bugün yapacaklarını Akın kadar nitelikli bir aparat bulamadığından, bu da AK Parti’nin, rejimin kendi içindeki insan kaynakları sorunu. Bu pisliği yaptıracak insan bulmakta zorlanıyorlar. Siyasetten alıp Akın Gürlek’i İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı‘na getirdi. Olacak iş değil. Ama bunu da yaptılar. Buna da tenezzül ettiler.” 

“ÇOK İÇİMİ ACITAN BİR ŞEY…”

“Şimdi geldiğimiz noktada yargının siyasallaşması diye bir manzara koymuş Ülke Politikaları Vakfı. O manzarayı hep birlikte izliyoruz, o manzarayı görüyoruz. Biz de o manzarayı tarif etmeye, o manzara üzerinde bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Bir de çok içimi acıtan bir şeyi söyleyeyim. Daha büyük yolsuzluk ne söyleyeceksin? Bugün Beşiktaş’taki gözaltına alınan adam TEM otoyolunun üstünde kendi betimlemesi ile ‘Orta Doğu ve Balkanların en büyük benzin istasyonu’nu açmak ister. Bizim belediyemiz Büyükşehir, Karayolları… O istediğini yapmaya olanak yok. Benzin istasyonu ruhsatı verilebilir ama ‘Arkasında şunu da yapacağım, buraya bu kadar kat çıkacağım, yanına AVM kuracağım…’ ‘Ya sen benzin istasyonusun. Bu olmaz’ diyorlar. Karayolları da diyor belediyeler de. Bunu yapılabilecek bir yer yok. Otoyol üstünde benzin istasyonu yerine benzin istasyonu olur. ‘Yanına büyük AVM yapacağım ve arkasına konutlar kuracağım ama bunu benzin istasyonu olarak yapacağım.’ ‘Olmaz’ diyorlar, Yani başvurabileceği bir şey yok. Bunun yazılabilir dilekçesi yok. 4 Aralık günü gece yarısı grup başkan vekillerimizin de anlam veremediği bir şekilde Köy Kanunu içine madde attılar. ‘Şehirlerin içinden geçen otoyollar üzerindeki benzinliklerin etrafına imar düzenlemesi yapma yetkisi Bakanlığa aittir’ diye. Oraya bir şeyler yapılıyor ya onu yaptıracak merci bulamayınca kendi almış işin sahibi. Geçen hafta bu saatlerde elimizde olup okuduğumuz Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın bildirdiği suç örgütü lideri olan kişi. O yüzden tutuklandı Beşiktaş Belediye Başkanımız. O kişinin işini kanun yoluyla çözmüşler, sadece 45 gün önce. O yüzden daha büyük ne yolsuzluk anlatasın, kimle kimi ilişkilendirirsin? İBB‘nin yeşil alanın üstüne daha ne söylenecek var?”

“YUNUS EMRE’NİN DE ADINI KİRLETTİLER”

“Ama Yunus Emre’nin de adını kirlettiler. Tapduk Emre bakıyor pişme zamanında Yunus Emre’ye, dergaha odun çekiyor. Büyük bir titizlikle dergahta yanacak odunların hepsi dümdüz olsun diye. Diyor ki, ‘Niye uğraşırsın da düz odun. Eğri odun yanmaz mı?’ Diyor ki, ‘Girse yanar da bu dergaha odunun bile eğrisinin girmemesi lazım.’ Odunun bile eğrisinin girmemesi lazım. Bu Yunus Emre’nin adını verdikleri vakıf, 66 ülkede çalışıyor. 66 yöntemle o ülkede Erdoğan’ın ailesine, ailesinden kişilerin yönetiminde olduğu derneklerle işbirliği protokollerine, birinde okçuluk, birinde TÜRGEV, birinde TÜGVA... Soran denetleme kurulu eleştiri yazınca şerh koyuyor, altına şerhe şerh koyuyorlar, sırf içinde Erdoğan’ın çocuklarının vakfı geçiyor diye. O vakıfta gözü göre göre bir soygun yaptılar. Mızrak çuvala sığmadı. Bakın artık gizleyemeyecek haldeler. Çünkü müfettiş demiş ki, ‘Bir firma buldum, firma kağıt üstünde. Faturası naylon. Böyle bir hizmet verme kabiliyeti olmadığı halde fatura kesip yüzde karşılığında para alan, dolandıran bir firma. Bu firma Yunus Emre Vakfı’na da fatura kesmiş. Bu konuya ne yapacağız’ demiş. Bunu görünce… Öyle bir firma yok, hizmet yok, bir şey yok, malum fatura dolandırıcılığı olunca bir gün önce papyonlu AKP’li, vakfın başkanı uçağa binip Almanya’ya kaçıyor. Operasyondan bir gün önce. Yine suç duyurusu ile birlikte MHP’nin en küfürbaz genel başkan yardımcısı, ikisinden birinin oğlu istifa ediyor. Bugün kabinenin tek kadın bakanı olan bakanın kocası istifa ediyor. Sonra operasyon başlıyor. Bunlarla bir imza atanların hepsi içeride. MHP Genel Başkan Yardımcısının oğluna soru soran yok. Altında imzası var. O ihaleyi açarken imzası var, ‘Şirkete parayı ödeyin’ diye Vakıfbank‘a talimatın bile altında Kutalmış’ın imzası var. Soru soran yok. Yunus Emre gibi ‘Bu dergaha girse yanar ama eğri odun bu dergahın kapısından girmez’ diyen kişinin, bilgenin adını verdikleri vakfa bunu yaşatan, Yunus Emre’nin adını yolsuzlukla andıran bir ihanetin içindeyiz artık. Yani buna kötülük demek, suç örgütü demek falan değil. İhanetin içindeyiz. Ve bile isteye, adım adım yaptıkları iş tamamen yargıyı ele geçirip biraz önce söylediğim bütün davalar, bütün talimatlar, bütün usulsüzlükler hepsini yapabildikleri yer. Yani neye kast ediyorlar? Aynı şeyle bitecek. Ekrem Başkan da. Biz oturup iki iyi arkadaş gibi bugünkü sınava dün akşam birlikte hazırlanmadık. Hep ikimiz de işimize baktık. Ama buna beka sorunu denmesi.. Yani oradan buradan beka sorunu icat ediyorlar. 100 yıl önce beka sorunu ortaya çıktığında dedelerimizin ne yaptığından emin olan ve günü gelirse bu ülkenin beka sorunu için canını vermekten geri durmayacak olanlar bizleriz. Kadıköy öyle bir yer, Cumhuriyet Halk Partisi öyle bir yer.”

“BELEDİYELERİMİZE ÖRNEK GÖSTERİYORUZ”

“Hayvanlar için adalet istiyorlar ve bu konuda en güçlü olan belediyemizde hep birlikte alkışlayarak bir destek verdim. Ekrem Başkan’ı alkışlıyoruz, ‘Sahiplen İstanbul’ projesini alkışlıyoruz. Teşekkür ediyoruz. Sahiplen İstanbul’u Kadıköy’ün hayvanlara yönelik yaptığı bütün çalışmaları tüm belediyelerimize de örnek gösteriyoruz. Bu güçlü hatırlatma için arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Kadıköy Belediye Başkanımız, İstanbul Belediye başkanımızı bir başka yerde aksayan bir örnek varsa onlarla buluşturmak da Özgür Özel‘in görevi olsun, söz veriyorum.”

“SENİ ORADA AKIN GÜRLEK DE KURTARAMAZ”

“Gençlik Kolları Genel Başkanımıza haftada üç gün imza kontrolü verilmiş. Üç gün. Görevini yapamazsın diye. Ayrıca yurt dışı örgütlerde partimizi temsil ediyor. Yurt dışına da çıkış yasağı koymuş. Gençlik örgütlerinde Sosyalist Enternasyonal’in partimizin temsilcisine ‘Yurt dışına çıkmayacaksın’, 81 il gezmesi gerekene ‘İki günde bir İstanbul’da olup imza atacaksın’ diyor. Bu kararı verdiğin o zihin var ya onun önündeki o alnını karışlamazsam namerdim. Karışlamazsam namerdim. Doğrudan ülkeyi yok etmeye ve çökertmeye kasteden ülkeyi bu duruma getirene şunu söylüyorum. Son sözüm... Aracıyı aradan çıkar. Akın’ı çek, biz buradayız. Hesaplaşacaksan, korkun yoksa getir sandığı, milletten al cevabını. Millet ne diyorsa o olsun. Millet ne diyorsa o olsun. Hodri meydan diyorum. Madem öyle getir sandığı. Benim partim hazır, ben hazırım, Cumhuriyet Halk Partisi her şeyiyle seçime hazır. Adaylarımız hazır, adayımız hazır. Çıkarsın karşıma, alırsın cevabını. Seni orada bu Akın Gürlek de kurtaramaz. Alnınızı karışlayacak millet, alnınızı karışlayacak.”

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları